Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Uzay Güzeli
Uzay Güzeli

Uzay Güzeli

Ayla Çınaroğlu

Bora, kedisi Minnoş ve sevgili halası uzaylılar tarafından kaçırılırlar. Uzaylıların kötü bir niyeti yoktur aslında; tek istedikleri “güzel” sözcüğünün anlamını öğrenmektir. Peki sahiden ne…

Bora, kedisi Minnoş ve sevgili halası uzaylılar tarafından kaçırılırlar. Uzaylıların kötü bir niyeti yoktur aslında; tek istedikleri “güzel” sözcüğünün anlamını öğrenmektir. Peki sahiden ne demek “güzel”? Siz biliyor musunuz?

UZAY GÜZELİ

Akşam yemeğimizi mutfakta güle oynaya yedik Bora’yla. Minnoş’un yemeğini vermeyi de unutmadık tabii. Daha doğrusu Bora unutmadı. Küçük yaramaz yeğenim, kedisi aç dururken bir lokma yer mi hiç… Neyse, mutfakta işimiz bitince örgümü aldım elime; salonda, televizyonun karşısındaki divanın bir köşesine kuruldum. İyi ki şu televizyon var, yoksa altı yaşında ateş gibi bir çocuğu ben tek başıma saatler boyu nasıl oyalarım? Yemek süresince yapmadığım şaklabanlık kalmadı zaten.

Doğrusu çocuk bakmak zor iş. Yedirip içirmek, giydirmek, yıkayıp paklamak filan neyse de şu bitmez tükenmez soruları olmasa… Bazen öyle şeyler soruyor ki şaşırıp kalıyorum, ne yanıt vereceğimi bilemiyorum. Sonra oyunları… İlle de benimle oynamak istemesi… Ah, sevilmese bakılır mı hiç? Canım gibi seviyorum şu yaramazı. Kardeşimin çocuğu demek, benim çocuğum demek.

Az emeğim de yok üstünde hani. Eh, hiç değilse bu yıl gündüzleri yuvaya gidiyor ama geceleri iş bana düşüyor gene. İlhan’la Güler sık sık konserlere, konferanslara, tiyatroya filan giderler. O zaman İlhan bana telefon eder: “Ablacığım, nasılsın? Bu gece bir işin, bir randevun var mı?” diye sorar. Geceleri pek evden çıkmadığımı, önemli bir işim olmadığını bilir ya, ince çocuktur, gene de sorar işte. Ben de koşup gelirim hemen. Yoo, yakınıyor değilim. Zaten iki gün görmesem ben özlerim. Eh, işim yok gücüm yok, benim için de iyi oluyor.

Onlar da olmasalardı bir kuru başıma ne yapardım bilmem. Evlenip çoluk çocuğa karışmadım, okuyup şöyle doğru dürüst bir meslek de edinemedim; işte hiç değilse sevgili yeğenimle ilgileniyorum. Bir bakıma yarı annesi sayılırım onun… Hadi peki, çeyrek annesi diyelim… Evet, örgümü torbamdan çıkarıp şişin birini koltuğumun altına kıstırdım: “Hadi bakalım Bora’cığım, şunu açıver de filmi izleyelim.” Yerdeki özel yastığının üstüne kurulmuş, bıyıklarındaki son yemek kırıntılarını da temizlemek için yalanıp duran Minnoş’un üstünden atladı Bora, koşup bastı televizyonun düğmesine: “Aaa…” Hiç programda olmayan, son anda araya sıkıştırılmış bir konuşma; bir devlet büyüğünün, hiç bitmeyecekmiş izlenimi veren sıkıcı konuşması.

“Bak bakalım ikinci kanalda ne var…”
Trik, ikinci kanal düğmesine bastı:
“Off, burda da aynısı…”
“Az sonra biter canım,” dedim, “sen de bu
arada odandaki oyuncakları toplasan biraz,
hı?..”
“Iıı…” dedi sıkıntıyla, odasına yöneldi.

Ayaklarımı şöyle rahatça altıma aldım, gözlerim televizyonda, elim örgümde, aklım kim bilir nerelerdeydi. Konuşmacının bir tek sözcüğünü bile anlamadan dalgın dalgın ekrana bakıyor, şişlerimi de öylesine bir el alışkanlığıyla dürtüştürüp duruyordum. Birden pat diye önüme düştü sanki Bora, uzay tabancasını üstüme doğrulttu: “Eller yukarı,” diye bağırdı. Eh, boş bulunup birazcık korkmuştum doğrusu, ama ne de olsa alışkınımdır yaramazın bu tür oyunlarına. Onun düşündüğü senaryoya uygun davrandığımı sanarak bir elimi göğsüme bastırıp:

“Ayy, çok korktum,” diye küçük bir çığlık attım. Sonra gene bir elimi kaldırıp: “Teslim oluyorum,” dedim. Oysa o, ‘Şu büyüklerle de oynanmaz ki… Hemencecik teslim oluverirler,’ der gibi baktı yüzüme düş kırıklığıyla. Anlamaz mıyım, ah canım benim. Hemen bıraktım örgümü, sarılıp öptüm yanaklarından. Sonra da özür dilercesine: “Hadi gel oynayalım,” dedim istekle. Yalnız onunla birlikteyken, yalnız onunla oynarken içine girebildiğim bir kimlik vardı. Ya da benim içime giren bir kimlik: yaramaz çocuk kimliği. Başkalarının yanında olmazdı tabii. Koskoca kadın, koskoca hala; şişman hala, altı yaşındaki yeğeniyle oynasın, olacak şey miydi bu? Eh, her zaman olmazdı, işte böyle bazen… “Ama gerçekten oynayacağız,” dedi Bora en ağırbaşlı tavrıyla, biraz da umutsuzca.

“Tabii,” dedim, “ger-çek-ten. Gerçekten oynayacağız. Bak şimdi, iyi bak, ben bir Kolingot’um, tamam mı?“ “Kolingot mu?” “Evet Kolingot. Çünkü ben uzayın en uzak köşesinden, Kolinate gezegeninden geliyorum.” “Tamam,” diye bağırdı coşkuyla. “Ben de… ben de… ben de bir Astrofos’um.” “Tamam ey küçük Astrofos, ama bak haberin olsun, bana kurşun filan işlemez.” “Hah hah haaay,” diye zoraki bir kahkaha atarak sıçradı Bora, “kovboyculuk oynamıyoruz ki akıllım, elimdeki ışın tabancası. Piyuvvv… karşı koyamazsın. Şu düğmeye bastım mı yok oluverirsin. Ama sana acıyıp da ötekine basarsam, yalnızca bayılırsın.” Hemen ayağa kalktım, kollarımı öne uzattım. Kaşlarımı çatıp sesimi de kalınlaştırarak: “Yooo, ben bir tek bakışımla, gözlerimden çıkan ışınlarla elindeki tabancayı etkisiz duruma getirebilirim!.. Sonra da…”

“Hayır!..” diye bağırıp koltuğun arkasına gizlendi Bora, “Her tür silaha karşı savunmaya programlandım ben, bana hiçbir şey yapamazsın.” Ve hemen koltuğun üstündeki minik yastığı kaptı, bir kalkan gibi önünde tutarak: “Ben herkesi yenerim, kimse yanıma yaklaşamaz,” diye haykırdı. Bu arada ben, sehpanın üstündeki dergiyi boru gibi büküp ağzıma tutarak bağırmaya başladım ürkünç bir sesle:

“Ey Kolinate gezegeninin karanlık… yarı karanlık… ve kapkaranlık güçleriiii!.. Şimdi bütün gücünüzü bana veriiiin!..” Ötedeki sehpanın üstünden kristal kül tablasını kaptı Bora: “Dur bakalım ey karanlık güç, bu sihirli elmas bütün karanlıkları, bütün kötülükleri çeker, yok eder…” Bizim bu coşkulu oyunumuz sırasında, televizyonda konuşan sayın devlet büyüğünün tekdüze sözleri ilginç bir fon müziği oluşturuyordu:

“Devlet İstatistik Enstitüsü’nden alınan bilgilerle… geçtiğimiz son on yılda ulaşılan… ulaşıma açılan karayolları ve… kara taşımacılığının her gün büyüyen hacmi karşısında… sekiz trilyon doksan beş milyon tutarında…” “Sekiz trilyon doksan beş milyon ışık yılı ötesinden geliyorum ben, şimdi seni alıp oraya…” diye Bora’nın arkasından koşup onu yakalamaya çalışırken halının ucuna takılıp dizüstü yere düştüm. Yakalanmamak için bağırarak kaçan Bora, kedinin kuyruğuna bastı. Minnoş öyle bir bağırdı ki ‘Eyvah, kedicik ölüyor!’ diye düşündüm; elimde olmadan bir çığlık da ben attım. Bunca şamataya, ‘Ne oluyor’ diye aniden geri dönünce ayağıma çarparak yere, kucağıma yuvarlanan Bora’nın yaygarası eklendi. İşte tam o sırada bütün sesler karıştı ve bir uğultuya dönüştü.

Birden sustuk. Birden; bıçakla kesilmiş gibi sustuk. Oysa uğultu sürüyordu. Yavaştan yavaştan, çoğalarak sürüyordu… Minnoş bile kulaklarını dikmiş, öylece kalakalmıştı. Televizyondaki konuşmacının sesi bu kez uğultu içinde erir gibiydi: “Kamu iktisadi teşekkülleri yanında… gayrisafi milli hasıla yüzdesi açısından… ihracat girdileri ve özel teşebbüs… on beş trilyon dolayında gerçekleşecek olan…”

Uğultu gittikçe büyüyordu. Bora korkudan boynuma sımsıkı sarılmış: “Halacığım, halacığım, ne oluyor?” diye fısıldıyordu. “Yok bir şey,” dedim usulca, “şimdi geçer, yok bir şey…” Ama vardı işte… Gittikçe de çoğalıyordu. Artık televizyonun sesi filan da duyulmaz olmuştu. Minnoş iyice yanımıza sokulmuş, tüylerini kabartıp bıyıklarını dikerek karşı pencereye doğru pıhlayıp duruyordu. Pencereden görünen bir şey yoktu ama kedi, sanki orada olağanüstü bir şeyler varmış gibi bakıyordu. Ne olabilirdi ki? Apartmanın on dördüncü katındaydık. Karşımızda da başka yüksek bir yapı yoktu. Bu yüzden perde kapatmak gibi bir alışkanlık edinilmemişti. Dışarıda zifiri karanlıktan başka bir şey görünmüyordu işte. Uğultu arttıkça arttı, kalın bir titreşim gibi sardı bizi. Çevremizdeki eşyadan koptuk sanki, iyice sarıldık birbirimize. Kedi, Bora ve ben sarılıp bir yumak olduk. Soluğumuz, yüreklerimizin atışı bile durmuş gibiydi. Minnoş pencereye doğru hırlamasını sürdürüyordu, ama artık pek kendine güven duyan bir karşı çıkış değildi bu.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Mago ~ Ayla ÇınaroğluMago

    Mago

    Ayla Çınaroğlu

    Düşünüp duruyordu Minik Mago, bu böyle sürüp gidemezdi. Bu karanlık mağarada, yapayalnız daha ne kadar dayanabilirdi? Yaşamını burada tek başına geçirmek istemiyordu. Adı “Minik...

  2. Çikolatayı Kim Yiyecek ~ Ayla ÇınaroğluÇikolatayı Kim Yiyecek

    Çikolatayı Kim Yiyecek

    Ayla Çınaroğlu

    Eve gelen koca bir kutu çikolata ve onları yemek için sabırsızlanan iki kardeş… Her biri değişik renklerde parlak kâğıtlara sarılı bu lezzetli çikolataları pay etmek...

  3. Beyaz Benekli At ~ Ayla ÇınaroğluBeyaz Benekli At

    Beyaz Benekli At

    Ayla Çınaroğlu

    Demek ki bu küçücük renkli sevimli insancıklar, tıpkı şeker gibi, akide şekeri gibi eriyip yok olacaklardı. Çok duygulanmıştım. Onların böyle, küçük bebekler gibi ağlaşmalarına...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Değirmen ~ Sabahattin AliDeğirmen

    Değirmen

    Sabahattin Ali

    Siz sevemezsiniz adaşım, siz şehirde yaşayanlar ve köyde yaşayanlar; siz, birisine itaat eden ve birisine emredenler; siz, birisinden korkan ve birisini tehdit edenler… Siz...

  2. Alleben Öyküleri ~ Ülkü TamerAlleben Öyküleri

    Alleben Öyküleri

    Ülkü Tamer

    Alleben neresi? Anteplilerin iyi bildiği gibi Alleben, Antep’in içinden onu çoğaltarak geçen, kentin kültürünü biçimlendiren uzun ve güçlü Fırat Nehri’nin geçmişte “gürül gürül akan”,...

  3. Kırık Kadeh Sineması İftiharla Sunar ~ Küçük İskenderKırık Kadeh Sineması İftiharla Sunar

    Kırık Kadeh Sineması İftiharla Sunar

    Küçük İskender

    Biz de bir gün büyüyecek ve üst kata çıkacaktık. O kalabalık içersinde masamıza oturacak, çevremizde edebiyatçılara, sanat kokanlara, sanatçı gibi içen, içkiye sanat tadı...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur