Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Uzay Gezgini Tuf
Uzay Gezgini Tuf

Uzay Gezgini Tuf

George R. R. Martin

Uzay Gezgini Tuf, çevrecilik ve mutlak güç üzerine kara komik bir meditasyon; galaksinin her yerinde yardıma ihtiyacı olan gezegenlerin yanında olmaya çalışan alışılmadık bir…

Uzay Gezgini Tuf, çevrecilik ve mutlak güç üzerine kara komik bir meditasyon; galaksinin her yerinde yardıma ihtiyacı olan gezegenlerin yanında olmaya çalışan alışılmadık bir kahramanın, ilginç ve sevimli Haviland Tuf’ın hikâyesi…

Haviland Tuf son derece iri, vejetaryen, kedileri seven, dürüst bir uzay tüccarıydı. Peki nasıl oldu da evrenin sunabileceği en acımasız kötülerle rekabet halindeyken, Dünya’nın efsanevi Ekoloji Mühendisliği Teşkilatı’nın son kalıntısının; gelişmiş ekolojik mühendislik yetenekleri olan savaş gemisi Ark’ın sahibi oldu? Boş verin, sadece gelmiş geçmiş en güçlü silahın emin ellerde olduğuna şükredin…

“George R. R. Martin’den her zaman en iyisini beklerim ve o her zaman bunu başarır.” Robert Jordan

“Okurların önünde Martin’den harika bir ziyafet var… Duygusal olarak karmaşık, ustaca yazılmış.” Newsday

“Martin’in çok yönlü yeteneğinin yeni bir yüzü.” Asimov’s

İçindekiler
Giriş ……………………………………………………………………..9
Veba Yıldızı…………………………………………………….. 15
Balık Ekmek…………………………………………………. 130
Muhafızlar……………………………………………………. 213
İkinci Yardım ……………………………………………….. 270
Norn’un Ismarlama Canavarı…………………………. 321
Adı Musa……………………………………………………….364
Göksel Manna………………………………………………..407

Giriş

ALTINCI KATALOG
KAYIT NUMARASI 37433-800912-5442894
SHANDELLOR İLİM VE KÜLTÜR
GELİŞTİRME MERKEZİ
ZENOANTROPOLOJİ BÖLÜMÜ

kayıt türü: kristal ses şifreleme
kayıt yeri: H’ro Brana (koord. MK, D7715, I21)
tahmini tarih: standart takvime göre yaklaşık 276 yıl
önce kaydedilmiştir
sınıflandırmalar:
köle ırklar, Hrangan
söylenceler & mitoslar, Hruun
sıhhi sorunlar,
– tanımlanamayan hastalık
ticaret üsleri, terk edilmiş

Alo? Alo?

Hah, çalışıyor. Güzel.

Ben stajyer eleman Rarik Hortvenzy, bu mesajı herkesi uyarmak amacıyla kaydediyorum.

Hava kararıyor, bu benim son akşamım. Güneş batıdaki yamaçların ardında alçaldıkça adeta etrafı kana buluyor. An itibarıyla alacakaranlık bana doğru insafsızca yaklaşıyor. Yıldızlar tek tek beliriyor ama bir tanesi var ki gece gündüz aralıksız parlıyor; sabah akşam demeden. Sürekli tepemde, güneş haricinde gökyüzündeki en parlak cisim o. Veba yıldızı.

Bugün Janeel’i gömdüm. Taşlı sert toprağı sabahtan akşama kadar küreyerek, kollarım ağrıdan alev kesilene dek kendi ellerimle kazdım mezarını. Çilem sona erdiğinde, bu yabancı diyarın rezil toprağından son bir kürek atarak üzerini örtmem bitip de son taşı koyduğumda, başında durup mezarına tükürdüm.

Hepsi onun hatası. Ölüm döşeğindeyken bunu yüzüne de söyledim, hem de bir kez değil, defalarca ama son nefesine yakınken ancak kabullendi suçunu. Buraya gelmemiz onun hatası. İmkânımız varken ayrılmamamız onun hatası. Kendi hatasından öldü –evet, buna ne şüphe– hatta ecelim geldiğinde cesedimin ortalıkta çürüyecek olmasının suçlusu da o. Bedenim karanlığın yaratıklarına ziyafet olacak, keza vaktiyle ticaret ümidi beslediğimiz gece avcılarına ve uçucularına da.

Veba yıldızı hafiften göz kırpıyor, altındaki toprakları berrak ışığıyla pırıl pırıl aydınlatıyor. Bir defasında Janeel’e de söylemiştim; bunda bir terslik var, bir veba yıldızının kırmızı olması gerekir. Kor gibi parlaması, kızıl ışınımıyla karanlığa alev ve kan rengi hareler saçması gerekir. Bu saf beyazlığın vebayla ne alakası var? Küçük ticaret tesisimizi kıvançla açmak üzere geldiğimiz, kiralık gemimizin bizi bırakıp yoluna devam ettiği o ilk günlerde tam tersiydi. O zamanlar veba yıldızı bu yabancı semalarda göze çarpan elli tane parlak yıldız arasında zar zor seçiliyordu. Buranın ilkel yerlilerine, hastalığın gökten geldiğini sanan geri kafalı vahşilerin batıl inançlarına o zamanlar gülüp geçmiştik.

Derken veba yıldızı serpilmeye başladı. Parlaklığı her geçen gün daha da arttı, o kadar ki gündüzleri bile görünür oldu. Çok geçmeden de salgın patlak verdi.

Kararan gökyüzünde uçucular dört dönüyor. Süzülerek uçuyor ve uzaktan güzel gözüküyorlar. Memleketim Budakhar’daki Razyar gezegeninin engin denizlerinde uçan kara martıları anımsatıyorlar bana. Oysa burada deniz yok; her yer dağ, tepe, çorak toprak. Bu uçucuların yakından bakınca o kadar güzel olmadıklarını biliyorum. Yarı insan boyunda, ciltleri tabaklanmış deri gibi gergin, tuhaf bir şekilde kof olan kemikleri sayılabilen cılız ve ürkütücü yaratıklar bunlar. Kanatları davul zarı gibi kuru ve sert, pençeleri hançer gibi sivri, dar kafataslarının tepesindeki kemiksi koca sorguçları enseye doğru kıvrık birer zıpkın ucunu andırıyor; kem gözleri ise kırmızı.

Janeel’in dediğine göre duyarlı yaratıklarmış. Bir lisanları varmış. Seslerini işitmişliğim var, tiz ve cırlak sesleri insanın sinirini bozan bir zılgıttan farksız. Dillerini konuşmayı hiç öğrenemedim, Janeel de öğrenememişti. Güya duyarlılarmış.

Onlarla ticaret yapacaktık. Hah, ne bize ne de ticaret girişimimize sıcak baktılar. Hırsızlığa akılları eriyor ermesine, evet, ama duyarlıkları oraya kadar. Yine de bir ortak paydamız var, o da ölüm.

Uçucular da ölüyor. Eğri büğrü kocaman uzuvları, iki başparmaklı çirkin elleri, şişkin kafatasları, sönmeye yüz tutmuş bir ateşin közleri gibi yanan gözleriyle gece avcıları bile ölüyor, hah! Korkunç güçlüler, hatta şu acayip iri gözleri, veba yıldızını fırtına bulutlarının kapladığı zamanlardaki karanlıkta bile görüyor. Avcılar, mağaralarında Yüce Varlıklara dua ediyorlar, bir zamanlar hizmet ettikleri efendilerine. Günün birinde bu varlıklar geri dönecekmiş ve onları bir kez daha savaşa çağıracaklarmış. Bu varlıkların geri döneceği falan yok. Gece avcıları da ölüyor, tıpkı uçucular gibi, tıpkı taşlık bayırlarda cesetlerine rastladığımız nispeten daha çekingen ırklar gibi; akıldan yoksun hayvanlar, ekinler ve ağaçlar, Janeel ve benim gibi.

Janeel bize bu gezegenin bir altın madeni olduğunu söylemişti, meğer ölüm gezegeniymiş. Eski haritalarda ismi H’ro Brana olarak geçiyor. Ben o isimle anmayacağım. Janeel burada yaşayan tüm halkları isimleriyle biliyordu. Ben bir tanesini anımsıyorum –Hruun. Gece avcılarının asıl adı bu. Janeel’in dediğine göre baş düşmanları Hranganların köle ırkıymışlar. Hranganlar artık mazi olmuş, bin yıl önce mağlup edilmişler, köleleri de uzun süren çöküş döneminde sahipsiz kalmışlar. Kayıp bir koloniymiş burası, ticarete hevesli bir avuç duyarlı canlıdan oluşuyormuş. Janeel çok bilgiliydi, benimse bilgim pek azdı. Şimdi gerçeği biliyorum ama onu gömüp mezarına tükürdükten sonra neye yarar. Köleymişler ama kötü köle oldukları kesin; yoksa efendileri onları veba yıldızının zalim ışığına, bir cehenneme mahkûm edip bırakmazdı.

Son ikmal gemimiz altı ay önce gelmişti. O zaman gidebilirdik. Salgın çoktan başlamıştı. Uçucular dağ zirvelerine tırmanmaya çabalarken paldır küldür uçurumlardan düşüyorlardı. Ölülerini bulduğumda ciltleri yangılıydı, irin sızıyordu ve deri kanatlarında koca yarıklar vardı. Gece avcıları kendilerini veba yıldızının ışınlarından koruyacak çok sayıda şemsiye satın almak üzere bize geldiklerinde her yerleri kocaman çıbanlarla kaplıydı. İkmal gemisiyle gidebilirdik. Ama Janeel kalalım dedi. Uçucuları ve gece avcılarını öldüren hastalıkların tanılarına vâkıftı. O hastalıkları iyileştiren ilaçların adlarına vâkıftı. Bir şeyin adını koymak onu anlamaktır diye düşünüyordu. Şifacı olabileceğimize, vahşilerin güvenini kazanacağımıza ve servete kavuşacağımıza inanıyordu. Gemideki tüm ilaçları satın alıp yenilerini ısmarladı, böylece tanı koyduğu salgın hastalıkların tedavisine giriştik.

Başka bir salgın ortaya çıkınca onun da tanısını koydu. Sonra bir başkasının, bir başkasının, bir başkasının. Zamanla hastalıklar sayılamaz hale geldi. Önce elinde ilaç kalmadı, çok geçmeden tanılar da tükendi, nitekim bu sabah mezarını kazdım. Sırım gibi, hamarat bir kadındı ama ölüm döşeğinde kaskatı kesildi, uzuvları şişip normal boyutlarının iki misli oldu. Şişkin, katılaşmış cesedini sığdırmak için büyük bir mezar kazmak zorunda kaldım. Onu öldüren illete bir isim verdim ben, Janeel Vebası diyorum. Tanı koymak haddim değil. Bana musallat olan onunkinden farklı ve bir tanısı yok. Hareket ettikçe kemiklerimde resmen alevler dolaşıyor, cildim bozarıp kupkuru oldu. Her sabah uyandığımda çarşaflarda kemiklerimden sıyrılmış doku parçaları buluyorum, cılk yaralara değen kısımlardaysa ıslak kan lekeleri.

Veba yıldızı tepemde tüm heybetiyle parlıyor. Niçin beyaz olduğunu şimdi anlıyorum. Beyaz saflığın rengidir ya, işte veba yıldızı bu gezegeni arındırıyor. Ama ışığı değdiği yeri bozup çürütüyor. İnce bir ironi yok mu burada?

Yanımızda bir sürü silah getirmiştik, pek azını sattık. Gece avcıları ve uçucuları için kendilerini katleden bu illete karşı kullanabilecekleri bir silah yok, zaten en başından beri şemsiyelere lazerlerden daha çok ilgi gösteriyorlardı. Depomuzdaki alev püskürtücülerinden birini alıp kendime bir kadeh siyah şarap koydum.

Bu serinlikte oturup kristale içimi dökecek ve şarabımı yudumlayarak uçucuları seyredeceğim. Birkaçı hâlâ hayatta, kararan gökyüzünde dans edercesine süzülüyorlar. Uzaktan bakınca memleketimin engin denizlerindeki kara martılara çok benziyorlar. Şarabımı içecek ve Budakhar’dayken yıldızlara gitme hayali kurduğum çocukluğumdaki denizin sesini yâd edeceğim, şarabım bitince de kendimi yakacağım.

(uzun bir sessizlik)

Diyecek başka sözüm yok. Janeel’in ağzı çok laf yapardı, çok şey bilirdi, ama onu bu sabah gömdüm.

(uzun bir sessizlik)

Mesajımı bulan olursa…

(kısa bir duraksama)

Bu mesajı salgın bittikten sonra bulursanız –ki gece avcıları elbet bitecek diyor– sakın aldanmayın. Bu gezegenden hayır gelmez, burada hayat yok. Burada sırf ölüm var, sayısız hastalık. Veba yıldızı yeniden parlayacaktır.

(uzun bir sessizlik)

Şarabım bitti.

(kaydın sonu)

Veba Yıldızı*

“Hayır” dedi Kaj Nevis, diğerlerine sertçe. “Seçenek dışı. Büyük taşımacılık şirketlerinden birini dahil etmemiz aptallığın dik âlâsı olur.”

Celise Waan, adama “Öf, laf olsun torba dolsun” diyerek terslendi. “Oraya mecburen gitmeyecek miyiz? Sonuçta bize bir gemi lazım. Starslip’ten daha önce de gemi kiralamıştım, son derece konforlu gemileri var. Mürettebatları nazik, kumanyaları da fazlasıyla yeterli.”

Nevis, kadına paylarcasına baktı. Sert ve keskin hatlara sahip yüzü bu tür bakışlar için biçilmiş kaftandı. Saçı yamyassı geri taranmış, koca burnu pala gibiydi. Küçük kara gözleri, gür siyah kaşlarının altında adeta çukura kaçmıştı. “Hangi amaçla gemi kiralamıştın?”

“Niçin olacak, araştırma gezileri için tabii” diye yanıtladı Celise Waan. Baş ve işaretparmaklarını kullanarak önündeki tabaktan bir tane daha misket krema aldı ve kibarca ağzına attı. “Birçok önemli araştırmaya denetçilik yaptım. Bütçemizi kurum karşılıyordu.”

“Kalın kafanın almadığı bir ayrıntının altını çizeyim” dedi Nevis. “Bu bir araştırma gezisi değil. İlkel canlıların çiftleşme alışkanlıklarına maydanoz olmayacağız. Alışık olduğunun aksine, aklı başında hiçbir insanın zerre umursamadığı muğlak bulguları eşelemeyeceğiz. Çevirdiğimiz bu küçük katakullinin amacı, hayal edilemeyecek kadar değerli bir ganimeti ele geçirmek. Hani olur da bulursak, onu yetkililere teslim etmek gibi bir niyetimiz de yok. Dolayısıyla bu meseleyi yasadışı kanallardan halletmem gerektiğini anlıyor olmalısın. Bana pek güvenmediğin için lanet şeyin yerini yola çıkana dek söylemeye niyetin yok. Üstelik Lion da kalkıp bir fedai tutmuş. Benim için hava hoş, taktığım yok. Yalnız şunu aklına sok, ShanDellor’daki tek güvenilmez adam ben değilim. Muazzam bir kazanç söz konusu burada, muazzam bir maddi güç. Kumanyayla falan kafamı şişirmeye devam edeceksen ben gidiyorum. Burada oturup gevezeliğini dinlemekten daha önemli işlerim var.”

Celise Waan küçümsercesine burnundan güldü. İri, tombul, kızıl suratlı bir kadındı; hırıltılı, balgamlı bir soluması vardı. “Starslip saygın bir firmadır” dedi. “Ayrıca enkaz toplama yasaları…”

“… anlamsız” dedi Navis. “O yasalar ShanDellor’da başka, Kleronomas’ta başka, Maya’da başka işliyor ve hiçbirinin bir bok ifade ettiği yok. ShanDi yasalarına bakarsan bulduğumuzun sadece dörtte biri bize kalır, o da herhangi bir şey bulursak tabii. Varsayalım şu senin veba yıldızı sahiden Lion’un tahmin ettiği gibi bir yer ve varsayalım hâlâ işler durumda; oranın idaresi her kimdeyse askeri gücüyle bu sektöre ağırlığını koymaktan zevk duyacaktır. Starslip de diğer büyük nakliye şirketleri de en az benim kadar açgözlü ve acımasızdır, şüphen olmasın. Dahası, hepsi o kadar büyük ve güçlü ki tüm gezegen devletleri onları yakından gözlüyor. Belki dikkatinden kaçmıştır diye söylüyorum, biz sadece dört kişiyiz. Tetikçini de sayarsan beş” dedi, kendisine buz gibi sırıtarak karşılık veren Rica Dawnstar’ı başıyla işaret edip. “Büyük bir yolcu gemisinde beşten fazla aşçı vardır. Küçük bir nakliye gemisinin mürettebatı bile sayıca bizden fazladır. Neyi ele geçirdiğimizi gördüklerinde bize bırakırlar mı sanıyorsun?”

“Bize yamuk yaparlarsa dava ederiz” dedi şişko antropolog, biraz hırçındı sesi. Tabağındaki son misket kremayı aldı.

Kaj Nevis ona güldü. “Ne davası? Hangi gezegende? Bizi sağ bırakırlarmış gibi konuşuyorsun, öyle bir ihtimal yok. Senin kadar aptal ve çirkef bir kadın görmedim.”

Jefri Lion bu ağız kavgasını başından beri sıkkın bir ifadeyle dinliyordu. En sonunda, “Durun, durun” diyerek araya girdi. “Hakaret etmeyelim Nevis. Lüzum yok. Bu işte beraberiz sonuçta.” Kısa boylu, tıknaz bir adam olan Lion, fi tarihindeki bir harekâttan yadigâr nişanlarla süslü, askeri tipte bir kamuflaj ceketi giymişti. Kumaşı küçük restoranın loş ışığında kum grisine çalıyordu; Lion’un kürek şeklindeki kirpi sakalının grisiyle aynı renge. Kelleşmeye yüz tutmuş kafası ve geniş alnı terden parlıyordu. Kaj Nevis’in yanında gergindi çünkü adam belalıydı. Lion diğerlerinden destek bekler gibi etrafına bakındı.

Celise Waan somurtmuş ve gözlerini önündeki boş tabağa dikmişti –onu bakışlarıyla yine misket kremasıyla doldurabilecekmiş gibi. Rica Dawnstar –Nevis’in tabiriyle tetikçi– parlak yeşil gözlerinde keyifli ve alaycı bir ifadeyle arkasına yaslandı. Üzerindeki mat renkli uçuş tulumu ve çelik örme gümüşi yeleği, boylu boslu vücuduyla duruşu rahat, neredeyse miskindi. İşverenleri isterse tüm gün, tüm gece tartışsın, umurunda değildi sanki.

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Karabasan ~ George R. R. MartinKarabasan

    Karabasan

    George R. R. Martin

    Başına buyruk bir nehir gemisi kaptanı olan AbnerMarsh, zengin bir aristokrat kendisine çok kârlı bir teklifle yaklaştığında bu işte bir bit yeniği olduğundan şüphelenir....

  2. Işığın Ölümü ~ George R. R. MartinIşığın Ölümü

    Işığın Ölümü

    George R. R. Martin

    Westeros’tan önce Worlorn vardı… Dirk t’Larien, yıllar önce kaybettiği aşkı Gwen Delvano tarafından, uzayın öbür ucundan Worlorn’a çağrıldığında, içinde çılgın bir umut ışığı yanar....

  3. Kılıçların Fırtınası Kısım I ~ George R. R. MartinKılıçların Fırtınası Kısım I

    Kılıçların Fırtınası Kısım I

    George R. R. Martin

    George R. R. Martin’in muhteşem serisi, Kılıçların Fırtınası ile modern fantastik edebiyatın istisnai başyapıtlarından biri konumuna geliyor, imgesel kurgunun büyük eserleri arasındaki yerini sağlamlaştırıyor....

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Kabuğuna Sinmiş Adam ~ Anton ÇehovKabuğuna Sinmiş Adam

    Kabuğuna Sinmiş Adam

    Anton Çehov

    Kabuğuna Sinmiş Adam, Çehov’un yarattığı yaratıcı durum öykülerinin en güzellerinden bir tanesi. Bu öyküye eşlik eden diğer seçkin öyküleriyle Çehov, modern zamanların en büyük...

  2. Jane Eyre ~ Charlotte BronteJane Eyre

    Jane Eyre

    Charlotte Bronte

    On yaşında öksüz kalan Jane Eyre, kendisini hiçbir zaman sevmeyen, ancak kocasının vasiyeti üzerine bakımını üstlenen yengesiyle zor bir yaşam sürmektedir. Gönderildiği katı kuralları olan yatılı okulda (aslında Charlotte Brontë'nin bir yılını geçirdiği Lancashire'daki okuldur) kötü günler geçirir. Ancak Jane Eyre, Charlotte Brontë kadar şanslı değildir; okulda on yıl kalır ve öğretmen olarak mezun olur. Edward Rochester'ın malikânesinde mürebbiye olarak iş bulur. Evin gizemli efendisi Rochester'e âşık olur; ancak onu hayal bile edemeyeceği zorluklar ve acılar beklemektedir.

  3. Listenin Sonu ~ Jesse Ball Listenin Sonu

    Listenin Sonu

    Jesse Ball

    Eşini kaybetmiş bir adam, kendisinin de çok fazla zamanının kalmadığını öğrendiğinde, zor bir sorunla karşı karşıya kalır: çok sevdiği Down sendromlu oğluna kim bakacak?...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur