Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları – Toprak
Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları – Toprak

Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları – Toprak

Buket Uzuner

‘Çorum’da Hitit dönemine ait büyük bir tarihi eser hırsızlığını araştıran gazeteci Defne Kaman ortadan kaybolur. Gazeteci kadının en son görüldüğü antik Hitit kalıntısı Yazılıkaya’da…

‘Çorum’da Hitit dönemine ait büyük bir tarihi eser hırsızlığını araştıran gazeteci Defne Kaman ortadan kaybolur. Gazeteci kadının en son görüldüğü antik Hitit kalıntısı Yazılıkaya’da ortaya çıkan geyiğin nöbet tutması, bir efsane gibi Çorum’da kulaktan kulağa yayılmaya başlar. Olayın büyümesi üzerine, Defne Kaman’ı canlı bulmak için şehrin valisi, emniyet müdürü ve Türkiye’nin ilk eko-hacktivisti olduğunu iddia eden Karaca canla başla çalışmaya başlar. Bu sırada sosyal medyada #DEFNEKAMANNEREDE etiketiyle birleşen gençler eylem yapmak için Çorum’a yola çıkarlar. TOPRAK, okuru bir yandan kayıp bir gazetecinin izinde Anadolu’da, sürükleyici bir maceraya davet ederken, kadim Kamanlık (Şaman) geleneğimizin TOPRAK ETİĞİ VE HAKKINA saygı gösterdiğini hatırlamamız için psiko-mitolojik bellek arayışını da sürdürüyor. Türk mitolojisinde temsil edildiği ‘alt dünya’ söylenceleri ve gezegenimizin ana rahmi; tohumdan-insana bütün canların yuvası olan TOPRAK, bu romanda okura ekolojik bir alt metin okuması da sunuyor. “Buket Uzuner, Türk Şamanizmi’ni evrensel değerlerle bugüne aktarmakta büyük başarı kazanıyor.[Tabiat Dörtlemesi] Buket Uzuner yaratıcılığının en güzel simgelerinden…” Talat S. Halman

*

  1. BURASI ANADOLU

Perşembe Akşamı

“Burası Anadolu; şimdiye kadar hiçbir sır uzun süre saklı kalmadı bu topraklarda!”

Güneş, Çorum Valiliği’nin batıya bakan cephesini kırmızı toprak tonlarına boyayarak batarken bile, şehri bozkır yazına yaraşır biçimde yakmaya devam ediyordu. Demli çayını yudumlayan vali konuşmasına devam etti:

“Sen sakın tatlı canını sıkma! Bak, bu Anadolu’dan ne sultanlar, şâhlar gelmiş geçmiş, nice krallar, ağalar saltanat sürüp, süprülmüş… Ne yalanlar, utançlar ve gani günahlar gömülmüş bu mübarek toprakların altına… Ama sonunda ne olmuş?”

Susup, bekledi, sonra kendi sorusunu kendi yanıtladı:

“Hiçbir şey saklı kalmamış! Yerin yedi kat altına saklasalar bile nafile! Baksana, kazmaya gerek dahi kalmadan kaç bin yıllık kemikler fışkırıyor topraktan! Onun için sen hiç üzülme, insan istese bile kaybolamaz Anadolu’da.”

Sesi, sakin, sevecen ama kararlı, tam ‘devlet baba’ tonundaydı. Çorum Valisi’nin makam odasında, gösterişli masanın önündeki deri koltuğa neredeyse gömülerek oturan, orta boylu, omuzları çökmüş, erkenden seyrelmiş saçlarını sanki utancından taramamış, sigara sıskası, kırk yaşlarındaki adam, gözlerinden keder akarak valiyi dinliyordu. Özensiz lacivert takım elbisesinin üzerine yasak savmak için buruşuk bir kravat takmıştı.

“Yok Kemalciğim, o güzel yüreğin hiç daralmasın. Gazeteci Defne Kaman, istese bile uzun süre sırlara karışamaz buralarda!” “Haklısınız Vali Bey de, gazeteci Defne Kaman’dan haber almayalı tam yirmi yedi saat oldu!” diye, kendi kendine söylendi, gözlerinden keder akan adam.

Defne Kaman’la tanışıklığı yıllar öncesinde çetrefilli olaylara dayanan Kemal Yörüklü, Çorum İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün kokartlı rehberlerinden biriydi. Aradan geçen yıllar içinde gelişerek devam eden dostlukları nedeniyle Defne artık onun hayatının bir parçası olmuştu. Bu kez yüksek sesle, bakışları kadar kederli bir sesle konuştu:

“Ben bu kızı uzun zamandır tanıdığım için, onun kendi başını derde sokma konusunda çok becerikli olduğunu söyleyebilirim Vali Bey. Defne, nesli tükenmekte olan bir insan türündendir. Bu kız kendisine dokunmayan yılanın, başkasına dokunmasını dert edinir, maalesef!”

“Kemalciğim, yoksa sen bu gazeteci hanımın daha önce İstanbul’da kadın cinayetlerini araştırırken bir vapurda kaybolmuş olduğunu mu imâ ediyorsun? Eh, ama insaf et yani! Orası

koskoca İstanbul, büyük sırların ve entrikaların başkenti. Burası, bizim küçük, sakin, derli toplu güzel Çorumumuz. Bana sorarsan, insan İstanbul’da zaten devamlı kayıptır!”

Güneş, 21. yüzyılın en sıcak yazının bir perşembe akşamı ‘batarken’, Çorum Valiliği’nin camlarından yansıyan ışınlar, sıkı sıkıya kapatılmış şerit perdenin arasından ustalıkla sızıp, makam odasını göz kamaştırıcı toprak renklerine boyuyordu. İnsan ruhu ve bedeni için cinnet derece selsiyusa yükselmiş ısıya karşın, makam odasına mutlu bir serinlik ve yapay huzur dağıtan klimanın etkisi hemen hissediliyordu.

Buruşmayan likralı bir kumaştan, şık kesimli, açık gri renkli takım elbisesi, günün sonunda hâlâ bembeyaz duran pamuklu, kol düğmeli gömleği, mavi kravatıyla makam koltuğunda oturan vali, bilmem kaçıncı çayını yudumluyordu. Uzunca boylu, sağlam yapılı, bıyıksız, ela gözlüydü. Yaşıtlarını kıskandıracak kadar gür, kumral saçları şakaklarında bolca kırlaşmıştı. Modaya uygun kemik çerçeveli gözlüğünün camlarını özenle temizlerken, dışarıda bozkırı ateşe vermiş olan sıcaktan pek etkilenmiş görünmüyordu.

Rehber Kemal Yörüklü, validen çok daha genç olmasına karşın, kalbinde uzun zaman önce açılmış ve hâlâ kanadığı belli olan ‘derin bir yara’, onu biyolojik yaşının dibine çekiyordu. Yüzünde, vazgeçmiş insanlara özgü, ‘mahcup bir gülümseme’ maskesi vardı. Batan güneşin rengi dahil, önünden geçen her mutluluğa çoktan körleşmiş kederli gözlerinden yaralı kalbini çırılçıplak sergileyen rehber Kemal, mesleki bilgisi, deneyimi ve uyumlu kişiliğiyle rehberlik camiasında kazandığı itibarı, kendini acındırma hastalığıyla darmadağın etmekten de haz alır gibiydi. Ruhunu gönüllü olarak insani hazlara kapatarak kendini cezalandıran insanların çoğu gibi, onun da hayatın kıyısında gönülsüzce sürüklendiğini teşhir etmekten mazoşistçe bir zevk aldığı söylenebilirdi. Bu yüzden, şimdi muhteşem renk cümbüşüyle batan güneşin, burnunun ucundaki Kızılırmak üzerinde adına uygun renklerde yarattığı şöleni hayal etmeyi bile kendine yasaklamıştı. Onun yerine valinin hoşgörüsünden yararlanarak, ‘kapalı kamu alanı’ yasağını delen sigarasını içiyor ve keyifle kendine acımayı sürdürüyordu.

Gündemi dünyanın en hızlı değişen ülkesinin Çorum ilinin valisi, bir yandan önündeki monitörden dijital gazeteleri takip edip, bitmekte olan günün son haberlerine göz atarken, bir yandan da oğlu gibi sevdiği rehber Kemal’e laf yetiştiriyordu. Bu sohbetler valinin yoğun günlük iş programında kafasını dinlemek için verdiği kısa dinlenme molalarıydı. Çayından bir yudum daha aldıktan sonra, artık Çorumlularca da meşhur gür kahkahasını attı:

“Bak mesela, üniversiteyi Ankara gibi büyük bir şehrimizde okumuş olan ben bile sadece iş ya da çocukları gezdirmek için birkaç gün İstanbul’a gittiğimde orada kayboluyorum. Hah hah ha! İstanbul, tek bir şehir, artık bir metropol bile değil! İstanbul, birkaç şehrin misafirliğe gitmişken, geri dönmekten vazgeçip, oraya yerleşip kaldığı muhteşem bir kaos! Hah hah ha!”

Kahkahasıyla makamını sık sık şenlendirmeye hiç üşenmeyen vali, bu sırada kapısını çalan sekreterine, içeriye girmesini söyledi. Yüksek tavanlı, geniş ve birçok resmî daireye kıyasla çok zevkli döşenmiş makam odasına giren orta yaşlı sekreterinin getirdiği evrakı yılların deneyimli gözleriyle hızlıca inceleyip imzalarken, bir yandan da konuşmasını sürdürdü:

“Ancaakk! Bir şehrin güzelliğine hayran olmak başka, orada yaşamak başka şey! Şimdi, İstanbul’a gidip de gönlünü orada bırakmayan pek kimse yoktur ama iş orada yaşamaya gelince… Vallahi biz döner, mütevazı, herkesin birbirini tanıdığı, sakin, hamdolsun kazasız-belâsız Çorumumuza geri döner, güzel güzel yaşarız burada.”

Kendisi aslen Çorumlu olan rehber Kemal ile onun uzaktan akrabası olan valinin sekreteri birbirlerine bakıp, memnuniyetle gülümsedi. Çorumluların çoğu gibi, onlar da valinin üç yıl öncesine kadar bu şehre hiç ayak basmamış biri olduğunu hatırlayıp, şehri benimseyişindeki samimiyete şükran duydular. İnsanların, çocukluk yıllarının geçtiği coğrafyaya duydukları duygusal bağ ve aidiyet hissi yerçekimi gibidir.

Sekreteri ve rehberinin bakışlarındaki minnettarlık ifadesine her seferinde şaşıran vali, ‘Cumhuriyet İdeali’ni benimsemiş bir yurttaş olarak’ ‘memleketin her köşesi memleketimdir!’ idealizminin yitip erimesine üzülüyordu. Çünkü şimdi elli beş yaşında olan vali, anne ve babası 1930’ların ortalarında doğmuş, Cumhuriyet’in üçüncü kuşak çocuklarından biriydi.

“Hem nedir bu telaşın Kemalciğim? Defne Kaman’la daha dün sabah müzenin balkonunda hep beraber kahvaltı etmedik mi? Bırakın kadını, işini yapsın! Hem o arazide rahat rahat dolaşsın, köylülerle röportajlar yapsın diye, yanına en iyi arkeologlarımızı ve şoförümüzü vermedik mi? Bir de o gazeteden fotoğrafçı çocuk var yanında zaten; şu adı çift T’li Attila olan hani? Gezsin, dolaşsın, baksın, görsün, araştırsın, değil mi?”

Ancak valinin bu sözleri üzerine öbür ikisi bu kez kaygıyla bakıştılar.

“Sayın Valim… Şey…” diye söze girdi sekreteri, ama çekindiği için sustu, devam edemedi.

“Ne? Sen söyle yalan mı? Valilik olarak elimizden gelen ikram ve imkânı seferber etmedik mi yani?” diye onları tatlı tatlı azarlayıp, kaşlarını çatan vali, çayından bir yudum alırken sözlerini düşünüp tek tek tarttı. Ardından bu kez daha yumuşak bir sesle ekledi:

“Ha, tabii… Tabii, en iyi rehberimin neden Defne Kaman’ın yanında olacakken burada benimle çay içip, sızlandığını sormayı unutmuş olmalıyım!” diye, sitem etti.

“Vali Bey…” diye söze başlayan rehber Kemal’i tam o sırada bir öksürük nöbeti tuttu. Oğlu Karaca dâhil, kendisini tanıyan herkesin bırakmasını istediği sigara bağımlılığı, son yıllarda onu böyle yorucu öksürük krizleriyle tehdit etmeye başlamıştı, ancak o bunu hâlâ ciddiye almamakta ısrarlı görünüyordu. Onu üzülerek izleyen vali ve sekreteri sabırla bu öksürük krizinin bitmesini beklediler. Bu sırada valinin cep telefonuna mesaj üstüne mesaj geliyor, o da mesajları neredeyse canı sıkkın bir ifadeyle hızla okuyup, içini çekiyor ve ardından hemen siliyordu.

“Vali Bey, biz hep beraber… Yani siz, öhhö öhhö! Efendim, siz Defne’yle kahvaltıyı dün değil, evvelsi sabah yaptınız. Öhö öhö! Affedersiniz! Yani… Öh höh… Defne’den haber almayalı iki güne yaklaşıyor efendim!” diyebildi, sonunda. Ardından yeni bir öksürük krizine kapıldı ve yüzü kıpkırmızı kesilip, siska bedeni oturduğu yerde iki kat katlanana kadar öksürdü. Sonra biraz yatışıp, sehpadaki bardaktan su içti ve onu sitemli gözlerle izleyen valiye bakarak kaygılı bir sesle devam etti:

“Zaten size söylemeye çalıştığım da buydu. Bugün öğleden sonra telefonda konuştuğum Defne’nin anneannesi Umay Bayülgen, bu gece kendisinin bizzat torunundan haber almayalı tam kırk saati geçmiş olacağını hesap ettiği için o vakte kadar Defne’yi bulduk bulduk, yoksa kalkıp ilk uçakla Çorum’a geleceğini söyledi. Az önce de arayıp havalimanına doğru yola çıktığını haber verdi. Kırk sayısı bu aile için çok önemlidir Vali Bey! Hem eğer bu soğukkanlı hanım bile telaşlandıysa, Defne’nin başı gerçekten dertte olmalı efendim!”

Kısa bir süre kaşları çatılı olarak düşünen vali, bir yandan bilgisayar monitörüne göz atıyor ve orada okuduğu her neyse

devam ettikçe kaşlarını daha da çatıyordu. Aynı anda birkaç işi yapabilenlerin kıvraklığıyla, bir yandan cep telefonuna akan mesajları silerken, bir yandan da Defne Kaman’la yaptığı son kahvaltının tarihine ilişkin dikkatsizliği konusunda çabucak toparlanıp acı acı güldü.

“Bak yine işi böyle büyütüp kendini üzüyorsun Kemalciğim! Tamam, haklısın, müze balkonunda bu sabah Japon müzecilerle ettiğim kahvaltıyı dünle karıştırmış olabilirim, ancak durum hâlâ senin endişelendiğin kadar vahim görünmüyor bana. Defne Hanım genç, iyi eğitimli ve akıllı bir kadın, ama daha önemlisi, o yetişkin bir insan. Nereye gidip gidemeyeceğine hiçbirimiz karışamayız. Hem belki de bizim arkeolog Güneş Bey’le baş başa biraz gezmeye çıkmışlardır? Yani illa her konuda bize hesap vermek zorunda değil ki? Şimdi sen bu beyhude üzüntüyü bırak da söyle bakalım, madem Defne’nin anneannesini şahsen tanıyordun, neden onu yatıştırıp, yaşlı bir hanımın buralara kadar zahmet edip, yorulmasını önleyemedin ha?”

“Ah!” diye, dertlenerek içini çekti Kemal, yüzü biraz önceki öksürük krizinden kıpkırmızıydı. “Ah, tabii siz böyle rahat konuşuyorsunuz Vali Bey! Konuşuyorsunuz, çünkü siz Umay Bayülgen’i henüz tanımıyorsunuz! Sakın onun öyle yaşlı bir nine, tonton bir hanım olduğunu falan sanmayın. Evet, kendisi eczacıdır, otacıdır, kamdır, bilgedir, şifacıdır. Görgülü, kültürlü bir aileden gelmiştir, ama…. a… Ah, ama bu kadın keçi gibi inatçı, kedi gibi kontrol edilemez biridir. Üstelik -hani bu belki kötü bir mecaz olacak ama kendisi bütün canlıları, dolayısıyla yılanları bile sevimli bulduğu için çekinmeden söyleyeceğim: yılan gibi sakin ve kaplan gibi de güçlüdür maalesef. Bizim buralarda -affedersiniz-hani ‘eli maşalı karı’ derler ya, işte tam öyle biridir bu Umay Nine. ‘Nine’ dediğime de bakmayın siz! Sanki mübarek kadın ‘zaman dede’yle anlaşma yapmış ve hep yetmişlerinde kalmıştır!”

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yerli)
  • Kitap AdıUyumsuz Defne Kaman'ın Maceraları - Toprak
  • Sayfa Sayısı560
  • YazarBuket Uzuner
  • ISBN9786051418537
  • Boyutlar, Kapak13,5x19,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviEverest Yayınları / 2024

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları – Ateş ~ Buket UzunerUyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları – Ateş

    Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları – Ateş

    Buket Uzuner

    Mardin’de, nedeni bilinmeyen bir yangında Gazeteci Defne Kaman, yanında bir çocukla kaybolur. Onu aramak için Mardin’e gelen Umay Ninesi ve dostları, Defne Kaman’ın öksüz...

  2. İki Yeşil Su Samuru ~ Buket Uzunerİki Yeşil Su Samuru

    İki Yeşil Su Samuru

    Buket Uzuner

    1 Haziran 1978 Her şey bir günde olmadı. Her şey o yaz değişti. Annem yakışıldı bir ressamla evi terk etti. Babam da bir iki...

  3. Gelibolu – Uzun Beyaz Bulut ~ Buket UzunerGelibolu – Uzun Beyaz Bulut

    Gelibolu – Uzun Beyaz Bulut

    Buket Uzuner

    Çanakkale 2000 Çanakkale Savaşları’nda ölen büyük dedesinin kayıp mezarını aramak için Gelibolu’ya gelen Yeni Zelandalı genç bir kadın ve Çanakkale Milli Parkı’nda bastonuyla dolaşan...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Sonsuzluk Kütüphanesi ~ Mavisel YenerSonsuzluk Kütüphanesi

    Sonsuzluk Kütüphanesi

    Mavisel Yener

    “Karşılaştığın her şey sonsuzluğa açılan bir penceredir…” Eserleriyle yüz binlerce okuru kucaklayan Mavisel Yener, bireysel ve toplumsal yazgılarımızda kitapların gücünü hissettirdiği yeni romanı Sonsuzluk Kütüphanesi’nde,...

  2. Tilki, Baykuş, Bakire ~ Yaprak ÖzTilki, Baykuş, Bakire

    Tilki, Baykuş, Bakire

    Yaprak Öz

    Ağızları bantlanmış çocukların elleri arkadan bağlanmıştı, ayaklarıysa bileklerinden birbirine bağlıydı. İkisi de bilinçsizdi. Sidik ve dışkı kokuyorlardı. İçeride aynı zamanda, laboratuvarlarda ya da hastanelerde...

  3. Kendini Profesör Sanan Adam – Cünunname ~ Asım CihangirKendini Profesör Sanan Adam – Cünunname

    Kendini Profesör Sanan Adam – Cünunname

    Asım Cihangir

    Kendisini profesör zanneden ruh hastası Tenvir Bey’in güya üniversite içinde geçen hayatından tecrübelerini ve başından geçen bazı olayları onun ağzından anlatan bu uzun öykü,...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur