Gazeteci Defne Kaman bir yaz akşamı bindiği vapurda arkasında hiçbir iz bırakmadan kaybolur. Onu aramakla görevli Komiser Ali Ümit ile arkadaşı Sahaf Semahat kendilerini aniden tuhaf olaylar ve esrarengiz semboller arasında bulurlar. Bir yandan kendi hayatlarını sakatlayan yasak ve tabulara rağmen ayakta kalmaya çalışırken, kayıp gazeteci Defne Kaman’ın peşinde nefes nefese bir maceraya sürüklenirler.
Buket Uzuner, SU romanında bütün canlı varlıkları eşit değerde kabul ederek doğayı ve yaşamı kutsayan kadim Türk geleneği Kamanlık’a (Şamanlık) selam ederken, okurları hem eko-feminist bir okumaya, hem de 1000 yıl önce Uygur harfleriyle ön-Türkçe yazılmış olduğu düşünülen (Mutluluk Bilgisi) KUTADGU BİLİG ŞİFRESİ ile zihin oyunlarına davet ediyor.
- Kayıp Gazeteci Defne Kaman
Yaz, sevmeyenler için her yıl geçmesi beklenen bir hastalık gibidir.
İstanbul, bu temmuz şehre edepsizce zulmeden azgın bir yaza tamamen teslim olmuştu. Şiddetli nem şehri dev bir akvaryuma, İstanbulluları da bezginlikten kendi sivri dişlerinin gücünü unutan devasa bir lüfere dönüştürmüştü. Sıcak, o kadar şeytanca azapkârdı ki, şehri binlerce yıldır hiç terk etmeyen melekler, periler, azizler, ermişler, yatırlar, evliyâlar, hayaletler, gulyabaniler, öcüler, cinler, pagan tanrıçalar ve tanrılar, göze görünmez bütün ilahi ve şerli varlıklar aksakallı dedeler, şifacı analar, ortalıktan çekilmiş masallara, efsane, menkıbe, destan, ninni, dua, sema, ilâhi, nefes, deyiş ve mânilere saklanmışlardı. Sıcağın etkisiyle bütün duyguların kıvamı bozulmuş, sünmüş, uzamış, kimsenin herhangi bir konuda başkasına sataşmaya hiç mecáli kalmamış; küstah, fanatik, kuralcı ve kavgacılar bile handiyse saygılı, edepli ve selim fănilere dönüşmeye başlamıştı. Sıcak, bütün diktatörlerden daha zȧlimdir.
Bu sıcak yazın tam ortasında bir perşembe günü, öğle vaktinde yıllık iznine ayrılmaya saat sayan genç Komiser Ümit, Kadıköy Karakolu’nun giriş katında soldaki klimalı küçük odada üç kadını sorgulamaktaydı:
“Şimdi siz, kızınız kaybolduktan tam otuz dokuz saat sonra karakola kayıp şahıs müracaatı yaptığınızı kabul ediyorsunuz yani?” diye bir kez daha pek inanmamış bir sesle sordu. Masasının önündeki iki sandalye ve karşıdaki deri taklidi plastikle kaplı koltukta oturan, iyi giyimli, bakımlı ve güzel Türkçe konuşan üç kadının yüzünü, kayıp yakınları nedeniyle oluşmuş bir sıkıntı belirtisi arayarak, dikkatle yeniden süzdü. Ama bulamadı. Üç kuşaktan üç İstanbullu kadın, kayıp kızlarını aramak üzere bir karakolda bulunmaktan çok, bir akraba ziyaretine gelmiş kadar rahat, huzurlu ve sakin görünüyordu. İçlerinden en yaşlı olanı, kayıp şahsın anneannesi, kolundaki iri saate baktı ve sütliman bir gülümsemeyle onu yanıtladı: “Hayır, otuz dokuz değil, şu an itibariyle tam tamına kırk saat sonra Evladım: kirk!”
‘Manyak bunlar be!’ diye düşünen Komiser Ümit, hiç farkında olmadan kendi kol saatine baktı. Saat tam 12:45’ti. Yıllık izninin başlamasına az kalmıştı.
Yaşlı kadının kendi yaşıtlarına hiç benzemeyen bir hâli olduğu o daha odaya girerken dikkatini çekmişti. Kayıp kadının anneannesi, aklaşmış uzun saçlarını ne yaşıtları gibi boyayıp fönletmiş, ne yemeni veya eşarpla bağlamış, ne de üstüne türban takmıştı. Bunun yerine, ak saçlarını küçük kızlar gibi başının iki yanından sarkan iki saç örgüsü yapmış, uçlarını boncuklarla bağlamış ti. Yetmiş yaşlarında olmasına karşın, yaşından çok daha dinç ve sağlıklı görünen, orta boylu kadının, sırım gibi bedenine giydiği
adaçayı renkli keten entarisinin eteğinden ve yanm kollarından Kızılderili giysilerindeki gibi uzun püsküller sarkıyordu. Kucağında beyaz hasır şapkası ve güneşe benzeyen turuncu yuvarlak hasır çantasını sımsıkı tutuyordu.
Kapıdaki polislerin söylediğine göre karakola bir taksiyle gelmişler ama ‘Kalamış-Tatlı Huzur Taksi Durağı’na bağlı olan ticari taksinin şoförü, bir özel şoför ilgisi ve iyi evlat saygısıyla bu yaşlı kadına karakolun kapısına kadar eşlik etmiş, abartılı sevgi gösterileri içinde onu çıkışta almak için beklemeye koyulmuştu. Onlar karakola girişte dinleyip, Komiser Ümit’in odasına götüren polis memuru odadan çıkarken kulağına, “Şu genç ve güzel olan bayanı benim televizyonlarda görmüşlüğüm var Komserim, ama sanatçı mıydı, dizi oyuncusu muydu, çıkartamadım, gidip bi, araştıracağım. Sanırsam bu bayanlardan biri ya ünlü ya da önemli birinin karısı veya annesi, bilgi vereyim dedim, Komserim…” diye fisıldamıştı.
“Herhalde öyle olmalı?” diye ona hak verdi Ümit. Yoksa herhangi bir ev kadını ya da bir işçi kadın, kayıp kızını aramak için böyle rahatlıkla karakola gelemezdi.
Yaşlı kadın susunca, bu kez orta yaşlı kadın söze girdi: “Biliyorum, Komiser Bey, şimdi siz, kızım Defne Kaman’ın kayboluşunu karakola geç haber verdik diye bizim tuhaf olduğumuzu düşüneceksiniz ama aslında tuhaf olan biz değiliz, o!” dedi biraz sinirli bir sesle. Bu cehennem sıcağında ve kızı kayıpken saçlarını sapsanıya boyatıp, fönletip, ağır makyaj yapması, onun iddialı ve benbenci bir kişi olduğu duygusunu yarattı Ümit’te. Aynı zamanda, marka sahiplerinin gönüllü reklamcısı olan bütün tüketiciler gibi o da üstünde başında marka adları ve harfleri taşımayı, canlı bir reklam kuşağı gibi dolaşmayı kabullenmişti.
Sonunda, en fazla otuz beş yaşlarında gösteren en gençleri, şımartılmaya alışkın bir sesle en tutkulu konuşmayı yaptı: “Komiser Bey, Defne, çocukken de böyle uluorta kaybolur, ilgi çekmek için her türlü saçmalığı yapar, mânâsız sorulan, oyunlanıyla bizi deli ederdi. Yani, sizin anlayacağınız, neden benimki herkesin kız kardeşi gibi normal değil diye çok bunaldığım olmuştur, inanın… Uyumsuzdur, hep uyumsuz oldu benim kardeşim maalesef! Bakın işte yine yaptı yapacağını, bu sıcakta döktü bizi yollara yani!” diye sanki Defne’den o sorumluymuşcasına biraz azarlar gibi bitirdi sözlerini. “Yok, Ayçöreği’ymiş de!” diye homurdanışı Komiser Ümit’in gözünden kaçmadı.
Kayıp Defne Kaman’ın ablası güzel bir kadındı. Son moda mini elbisesinin altında güneş yanığı güzel bacaklarını özgür bırakmış, sarıya boyalı uzun saçları ve sivri topuklu harem tarzı şık terliğiyle yarattığı seksi etki, o daha içeri girerken bütün karakolda hissedilmişti. Onun iki küçük çocuk annesi olduğuna inanmak güçtü ama zaten bunu henüz karakoldaki hiç kimse bilmiyordu. Ve eğer güneş gözlükleri ‘çakma’ değilse, komiserin en az bir maaşı ederdi.
Endişe ve korku ânlarında insanların öfkesini polisten çıkartmasına artık alışmış olan Komiser Ümit, kadının kendisine değil de kayıp kız kardeşine kızgın olduğunu ve bu öfkenin çocuklukta paylaşılmak istenmeyen ilgiye kadar uzanabileceğini düşündü. ‘Ece, ne derler, polisler biraz da psikologdur!’ diye içinden kendini sevdi, pohpohladı. Kadının homurdanarak bahsettiği ‘ayçöreği’ni onun acıkmış olacağına bağladı, kendisinin de daha öğle yemeği yemediğini böylece hatırlayıp yutkundu.
“Tamam tamam, oralara hiç girmeyelim de, şimdi elimizde ne var ona bakalım biz!” dedi, önünde bilgisayar açık olmasına karşın kâğıtlara kalemle not alarak, “Eveeet, toparlıyorum: Kayıp şahıs: X gazetesi muhabiri Defne Kaman. Eşkal: yaş otuz altı. Orta boylu, uzun kızıl saçlı, çilli, yeşil gözlü, boşanmış, çocuksuz kadın. Salı gecesi Kadıköy İskelesi’nden saat 20:45’te bindiği Beşiktaş vapurundan inerken görülmemiştir. Arkadaşlar bunun Barış Manço Vapuru olduğunu öğrenmişler. Evet… Bu 20:45, Kadıköy’den son Beşiktaş vapuru değil mi? Neyse bunu da bir araştıralım… Eveet… Gazeteci Defne Kaman’ın ailesi: anneannesi Umay Otacı Bayülgen, annesi Ayten Bayülgen ve ablası Aysu
Ayten P. Kadıköy Karakolu’na bu olaydan tam kırk saat sonra kayıp başvurusunda bulunmuştur,” diye yüksek sesle toparladı ama içinden, ‘bunların soyadlarında da bir tuhaflık olduğu’nu düşünmeden edemedi.
“Yok!” dedi anneanne Umay, “Bir kere küçük torunum Defne henüz otuz beş yaşında bile yok, sonra gözleri yeşil değil çağla yeşilidir, kızıl saçlanı doğal ve dalgalıdır. Daha da önemlisi Define, kadınlara ‘boşanmış’ denmesini hiç sevmez, zaten Medeni Kanun’da yapılan değişikliğe göre boşanmış kadınlara artık ‘bekår’ denebiliyor Evlâdım.”
“Aynca,” diye araya giren annesi Ayten, “X gazetesi dediğiniz, öyle kıytırık bir şey değil! Türkiye’nin en büyük gazetesi ayol!” diye düzeltti.
“Aman cebime girsin!” diye alıngan bir sesle söylendi ablası Aysu: “Ya bu Defne benden dört yaş küçük değil mi, anneanne? Evet, nasıl oluyor da otuz dört diyorsun, anlamadım yani?”
“Hanımlar, hanımlar! Rica ederim konuyu dağıtmayın! Tamam, bir kere daha toparlıyoruz: Gazeteci Defne Kaman, otuz dört yaşında, doğal kızıl saçlı, çağla yeşili gözlü ve bekâr bir kadin, ama kayıp! Değil mi? Kayıp! Kayıp! Himm? Önemli olan kayıp olması mı, değil mi?” diye artık sinirli bir sesle susturdu onlan Komiser Ümit. Sonra ailesinin getirip masasının üzerine bıraktığı Defne Kaman’ın fotoğrafına alıcı gözle baktı. Gerçek. ten de anlatıldığı gibi, kızıl saçları iri dalgalarla omuzlarına akan, çilleri ve göz rengi tam olarak seçilmese de açık renk gözlü olduğu anlaşılan, orta boylu, narin, ince kemikli, otuzlarında bir kadın, bir büro masasında, büyük olasılıkla 21,5 inçlik bir bilgi. sayar monitörü önünde çalışırken kameraya aniden yakalanmış gibi afacan bir gülümsemeyle kendisine bakıyordu. Erkeklerin güzel kadından farklı olarak, ‘hoş’ diye tanımladıkları, yüzüne ve beden diline erkekler beğensin diye öne çıkan bir cinsellik yerine, zekânın ışıltısı, sadeliğin güzelliği ve hayatın enerjisi sinmiş kadınlardandı. Bu özelliklerin özgüven anlamına geldiğini sezen erkeklerin çekinerek kaçtığı bu tür kadınların çoğu gibi sade bir elbise giymişti. Mavi elbisesinin kollarından anneannesininki gibi püsküller sarkması belki de ailevi bir gelenekti?
“Evet, bu defa sahiden kayıp galiba…” diye kaygıyla mırıldanarak başını öne eğdi annesi: “Ayol bu kız, bu defa sahiden galiba anne?”
“Ne demek bu defa? Eğer bu Defne Hanım’ın sık sık şakadan kaybolma huyu varsa bunu bilmemiz gerekir, burası oyun bahçesi değil, hanımlar!”
Kadıköy İskelesi’nin hemen arkasında, ağaçlıklı bir bahçe içinde yeşillere saklanmış küçük karakolun giriş katında, solda yer alan küçük odada çalışan klimaya rağmen pencerenin dışında bütün şehri şiddetle sarsan sıcak hava serinlemeye firsat bırakmayacak derecede otoriterdi. Hava o kadar nemli ve sıcaktı ki, klimanın serinlettiği bir mekânda bile pencerenin dışındaki cehennem, insanın huzurunu tamamen kaçırmaya yetiyordu. Bir yandan yıllık iznine çıkmaya saatleri sayan, öbür yandan daha öğle yemeği yemediği için sabırsızlanan Komiser Ümit, içini çekerek duvardaki Atatürk portresine baktı. Bunaldığında hep böyle yapar, onun içinde bulunduğu zor koşullara rağmen so. nuna kadar dimdik mücadele ettiğini ve kazandığını anımsayınca ferahlar, enerji toplardı.
“Yok canumm… Çocuksu şeylerdi onunkisi… Hani iyi niyetli, zeki her çocuğun yapacağı türden oyunlar severdi Defne! Küçüktü tabii o zamanlar…” dedi kızı ve torunları arasında en çok onu sevdiğini hiç saklamayan anneannesi.
“İyi niyetli her çocuk mu? E, pes yani anne! Ayol sen artik kanıştırıyorsun galiba: senin akıllı, uslu, uyumlu olan çocuğun bendim. Hem sana hatırlatırım ki, Defne kızın değil, torunundu anne!”diye itiraz etti.
“Canım onlara kaybolma denmez Evladım, Definemiz zaman zaman yer değiştirir, şekil değiştirir, gider, biraz dolaşır ama sonra gelir… Öyle bir hunzır kız işte… Zaten biz ona küçüklüğünden
beri aile içinde ‘Ayçöreği’ deriz ya, o kadar sevimlidir yani!” diye araya girip mânâlı mânâlı gülümsedi anneanne Umay, Ümit’e bakarak. Sonra kızına döndü: “Hem nedir o torununDU, falan diye Dİ’li geçmiş anlatmalar Ayten? Sanki Defne geri dönmeyecekmiş gibi canım! Ben size hep ne derim? Çok ümitsiz kaldığınızda, bunalınca, içinizden sık sık, ‘Nefes almaya devam et!’ diyeceksiniz. Böyle dua edeceksiniz: Nefes almaya devam et! Bu dua sevdiklerinizi ve sizi hayatta tutar!” diye tatlı sert bir sesle uyardı kızını.
“Sen de hep onu korursun anneanne yaa!!!” diye mızıkçı bir çocuk sesiyle araya girdi Abla Aysu. “Yaa, kaç kere akşamın köründe, ‘Ben şu anda nereye gittiğini bilmediğim bir otobüse biniyorum, takip etmem gereken birine dair önemli bir işaret aldım. Beni merak etme, işim bitince döneceğim!’ diye telefon açıp, zavallı kocası Dağhan’ın yüreğini ağzına getiren Defne değil miydi yani? Ayçöreği’ymiş haspam! Banaysa çatal çörek dedigini unutmadım ama…”
“Dağhan denen o hayta, kocası değil, eski kocası olacak, biir… İşi bitince, ne yazık ki, her defasında dönerdi o avareye, ikii. Değil mi Aysu?” diye torunun da ağzının payını yine tatlısert bir edayla verdi anneanne Umay.
“Hanımlar, hanımlar, size karakolda olduğunuzu hatırlatı nim! Bakın burası aile içi anlaşmazlıklarınızı çözme yeri değil. Ortada bir kayıp şahıs var ve onun için burada rapor tutuyoruz, yani kendi şahsi meselelerinizi bırakıp bize doğru bilgi vermeniz kayıp şahus açısından önemlidir!” diye yeniden araya girdi Komiser Ümit içini çekerek.
“Benim merak ettiğim, Defne Hanım’ın bir düşmanı var mıydı, işyerinde kendisine husumeti olan biri, bir meslektaşı falan? Sonra bu Dağhan dediğiniz eski kocası, intikam almak için onu kaçırmış olabilir mi meselâ? Eski kocaların karılarına yaptıklarını bir duysanız insanlığınızdan utanırsınız, inanın… Ayrıca yakın arkadaşları kimdir ve… Ve tabii bir de şu anda gazetede hangi konu üzerinde çalıştığını bilmek bizim için yaşından, saçından ve başından daha önemlidir.”
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıUyumsuz Defne Kaman'ın Maceraları - Su
- Sayfa Sayısı344
- YazarBuket Uzuner
- ISBN9786051410036
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviEverest Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Aşkın Gölgesi ~ Gülşah Elikbank
Aşkın Gölgesi
Gülşah Elikbank
Rüzgarın soğuğu insanın tenini adeta ısırırken, genç kızın yüreği sevgilisinin ellerinde ısınıyordu. Berlin sokakları, uçuşan yapraklarla ve telaşla koşuşan insanlarla doluydu. Ece’nin telaşı, diğerleri...
- Sarıkasnak – Denize Dair Hikâyat ~ Vecdi Çıracıoğlu
Sarıkasnak – Denize Dair Hikâyat
Vecdi Çıracıoğlu
Denize giden insan farklıdır ve aşka çağrılan deli divane bir âşık gibi gözden kaybolana kadar, ellerini sallayarak vedalaşır sevdicekleriyle. Yazgısının arkasından koşan deniz insanı...
- Adana’da Piç Olmak – Öteki Sabancılar ~ Sevgi Sabancı
Adana’da Piç Olmak – Öteki Sabancılar
Sevgi Sabancı
Türkiye’nin en zengin ailelerinden Sabancı ailesinin halı altına süpürülmüş hikâyesini, Hacı Ömer Sabancı’nın büyük oğlu İhsan Sabancı’nın kızı Sevgi Sabancı’dan okuyacaksınız… Güler Sabancı’nın kız...