‘İşte!’ diye atıldım heyecanla, ‘Benim üzerinde çalışmakta olduğum konu da bu: UÇÖLÜM, yani Uykuda Çocuk Ölümleri. Size rastlamam ne büyük şans! Bana yardım edebilirsiniz belki. Bu bilgileri nereden edindiniz?’ Uykuda Çocuk Ölümleri; dünya edebiyatının klasik, modern ve avangard yapıtlarındaki anlatı tekniklerini mimarlık deneyimleriyle ustaca harmanlamış yazar Ali Teoman’dan ‘Arzın Merkezi’ne seyahat etmek isteyenler için dev bir labirent roman. Pek çok yazara, yapıta, kültür, sanat ve bilimin çeşitli alanlarına göndermeler yapan, İnsansız Konağın İkonu ve Pervaneler adlı öykü kitaplarıyla tanıdığımız Ali Teoman’ın bu son romanı, yaklaşık yedi yılda tamamlandı.
*
Gözlerimi açtığımda nerede olduğumu kavramam biraz zaman aldı; büromda uyanmaya alışık değildim ne de olsa.
Kafamda bir ağırlık vardı. Bunun önceki gece içtiğim viskiden olduğunu sandım ilkin. Ama sonra, şakaklarımı ovmak için ellerimi başıma götürünce, gece bekçisinin verdiği sarığın hâlâ kafamda olduğunu anladım. Çıkarmaya çalışırken, sarık birden çözülüverdi ve kumaşın kıvrımları arasından üçgen biçimli bir muska düştü yere. Muskayı alıp açtım. Üzerinde yazı yerine tuhaf bir resim vardı. Muskayı tiksintiyle yere atıp üzerine bastım. Çocukluğumdan beri çıyan, kırkayak, örümcek gibi böceklerden ve özellikle de akreplerden korkar, nefret ederdim. Ortaokuldayken, TABİB (Tabiat Bilgisi) kitabındaki böcek resimlerine dokunmaya cesaret edemediğimi, hatta sırf o iğrenç resimleri görmemek için o birkaç sayfayı kitaptan koparıp attığımı anımsarım.
Bu yüzden bir sınavdan kötü not almış, o dönem bütünlemeye kalmaktan son anda kurtulmuştum. Daha geldiği ilk günden itibaren evdeki haşerata karşı amansız bir savaş açan Kıtmir, hemen gözüme girmişti. Onun koruyuculuğuyla artık daha güvende hissediyordum kendimi. İşte bu muska da akrep sokmasına karşı bir tılsım olmalıydı. Herhalde gece bekçisinde de böcek korkusu vardı. Kimbilir belki de gerçekten işe yarıyordu bu tılsım. Tüm cesaretimi toplayıp muskayı yerden kaldırdım ve resme dokunmamaya özen göstererek katlayıp ceketimin iç cebine koydum. Artık işime bakabilirdim. Masamın üzeri dosyalarla dolmuştu. Ben uyurken odaya giren posta ulakları, getirdikleri dosyaları masanın üzerine bırakıp gitmiş olmalıydılar. Ne denli derin uyumuş olmalıydım ki, onların o genellikle bir hayli patırtılı geliş gidişlerini duymamıştım. Duvardaki saate bakınca, telaşa kapıldım: Saat 12’ye geliyordu ve mesai çoktan başlamıştı. İş başında uyuyakalmak, yönetmeliğe göre disiplin cezasını gerektiren bir davranıştı.
Odama uğrayan ulakların onca koşuşturma arasında bu durumu İDAM’a (İdare Meclisi) bildirmeyi unutacaklarını ummaktan başka yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Hakkımda bir disiplin soruşturması açılırsa, savunmamı yazmam istenebilirdi. Bu durumda, önceki gece yaptığım ufak gezintiyi de açıklamam gerekirdi, ki içimden bir ses bunun hiç de iyi olmayacağını söylüyordu. Bu dosya karışıklığı meselesini, başıma daha fazla iş açmadan, en kısa sürede bir çözüme bağlamalıydım. Sarı zarfı koltuğumun altına sıkıştırıp hemen çıktım. Koridorlarda bir arı kovanının hummalı uğultusunu andıran tedirgin bir öğle sessizliği hüküm sürüyordu. Görünürde kimsecikler yoktu, ama şu anda herkesin kapalı kapılar ardında harıl harıl çalışmakta olduğunu biliyordum. Ben de elimdeki bu dosyadan kurtulup bir an önce işimin başına dönmeliydim. Loş koridorlar boyunca sessiz ama hızlı adımlarla kapı numaralarına bakarak ilerledim. Aradığım odayı bulmam çok zor olmadı. İçeri girmeden önce kapının önünde son bir duraksama geçirdim. Mesai bitiminden sonra gelmem daha mı doğru olurdu acaba? Adaşımı gereksiz yere mi rahatsız etmiş olacaktım? Belki de tümüyle önemsiz bir mesele yüzünden onu işinden alıkoyduğum için bana kızacak mıydı? Ama bu riski göze almalıydım.
Ayrıca, okuduklarımdan çıkarabildiğim kadarıyla, önemli bir dosyaydı bu ve işin sürüncemede kalmasına, dahası belki de büsbütün çıkmaza girmesine neden olabilecek bir yanılgıyı düzeltmek uğruna, beş on dakikasını feda edilebilirdi. Bu son düşünce, cesaretimi ve kararlılığımı pekiştirdi. Kapıyı vurup girdim. Oda karanlıktı ve içeride kimse yoktu. Öğle paydosu zamanı olduğunu anımsadım. Adaşım öğle yemeği için dışarı çıkmayı yeğliyordu demek ki. Ya da belki tuvalete gitmişti, az sonra geri dönecekti. Oturup onun gelmesini beklemeye karar verdim. El yordamıyla masa lambasının düğmesini bulup çevirdim. Oda, masa lambasının donuk ışıltısıyla hafifçe aydınlandı. Etrafa şöyle bir göz gezdirince, burasının boyutları ve mobilyasıyla benim odama çok benzeyen bir oda olduğunun farkına vardım. Tıpkı benim odam gibi yüksek tavanlı, ufak, penceresiz bir odaydı bu. Şirket’teki bütün odalarda hissedilen o dingin durağanlık burada da vardı. Masanın üzerine yayılmış açık dosyalar ve hokkanın yanında duran yazı ucu, oda sahibinin çok kısa bir süre, belki de birkaç dakika öncesine dek burada olduğunu ve apar topar çıktığını gösteriyordu. Masanın arkasındaki duvarda çerçevelenmiş bir belge asılıydı. Bir diploma, sertifika ya da başarı belgesi olmalıydı bu.
Belgenin ortasında kocaman süslü püslü harflerle yazılmış kendi adımı okuyabiliyordum. İcazetname İşbu icazetname ULUBAT’a (Ulûm-i Bâtıniyye) vukufunu tevsik maksadiyle yedinci (7.) derece, yedinci (7.) kademeden memur Naim İsrafil Xeno’ya tevdi edilmiştir. Hayırlar ola. Demek ki adaşım, Şirket’in memurlar için açtığı geliştirme kurslarına katılıyordu. Bu kurslara katılmayı ben de çok istemiş, ama henüz zaman bulamamıştım. Oysa iyi bir memurun kendisini sürekli geliştirmesi gerektiğini biliyordum. Adaşımın görev bilinci ve çalışkanlığı karşısında utandım ve ilk açılacak kursa katılmaya karar verdim. Sonra gözüme duvardaki altıgen ardeko saat ilişti. Akrep ve yelkovan, sararmış kadranın üzerinde hiç ilerlemiyor gibiydiler.
Daha dikkatli bakınca, saatin gerçekten de on ikiye beş kala durmuş olduğunu anladım. O sırada birdenbire kapı açıldı ve biri bir deri bir kemik, ötekisi ise olağanüstü şişmanlıkta iki posta ulağı hışım gibi içeri daldı. Bu tuhaf ikiliye daha önce de rastlamış olduğumu anımsıyordum. Anlaşıldığı kadarıyla, hep birlikte dolaşıyorlardı. Ulaklar beni hiç görmemişçesine önümden geçip aceleyle dosya dolabına yöneldiler. Şişman olanı, pantalonunun yan cebine zorlukla soktuğu tombul eliyle, eski ve paslı bir anahtar destesi çıkarıp dolabı açtı. Dolap açılır açılmaz, ulaklar çekmecelerdeki dosyaları yanlarında getirmiş oldukları büyük bir çuvala tıkıştırmaya başladılar. Bu hamarat çalışmalarını bir süre sessizce izledikten sonra, yanlarına yaklaşıp onları selamladım. Başlarını işlerinden kaldırmaksızın, anlaşılmaz bir iki homurtuyla karşılık verdiler selamıma. “Merakımı hoş görün,” dedim nazikçe, “Ama bu dosyaları niçin çuvala doldurduğunuzu öğrenebilir miyim acaba?” “Bu dosyaları, efendim, arşive taşımakla, efendim, görevliyiz, efendim,” diye yanıtladı zayıf olanı sorumu. “Arşive mi? Peki ama niye? Bu odada çalışan memura ne oldu? Niçin boşaltılıyor odası? O artık burada çalışmıyor mu?” Ne var ki bu sorularıma yanıt alamadım. Ulaklar işlerine öylesine dalmışlardı ki, benim söylediklerimi duymak şöyle dursun, orada olduğumu bile unutmuşlardı sanki.
Dolaptaki dosyalar bitince, aynı gözü dönmüş telaşla masaya saldırdılar ve göz açıp kapayana dek çekmecelerin içindekiler dahil ne var ne yok herşeyi çuvala doldurdular. Ne bir kâğıt parçası ne de herhangi bir yazı gereci kalmıştı geride. İşlerini bitirir bitirmez, çuvalı sırtlayıp odadan fırladılar ve durmaları için arkalarından bağırmama aldırmaksızın, o koca çuvalı birbirlerinin ellerinden kaparak, koridorun loşluğunda koşa koşa gözden yokoldular.
Orada, kapının eşiğinde arkalarından bakakalmıştım. Nedeni hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu, ama öyle görünüyordu ki, adaşım artık burada çalışmayacaktı. Acaba çalışkanlığından ötürü terfi alarak daha üst kademede bir göreve mi atanmıştı? Yoksa, tam tersine, işten mi çıkarılmıştı? Ya da yalnızca bir YATGEÇ (Yatay Geçiş), basit bir oda değişikliği miydi sözkonusu olan? Bilmiyordum, ama hemen öğrenmeli ve elimde kalan bu dosyayı ne yapmam gerektiğine bir an önce karar vermeliydim. Kapıyı çekip çıkmak üzereydim ki, tuhaf birşey çarptı gözüme: Masanın arkasındaki radyatörün altından bir sayfa sarkıyordu. Hemen gidip baktım. Herhalde radyatör mermerinin üzerine konmuş ve oradan da radyatörün arkasına kaymış, eski bir kitaptan koparıldığı anlaşılan on beş yirmi yapraklık bir cüzdü bu; ulakların gözünden kaçtığı için çuvala tıkılmaktan kurtulmuştu. Yırtmamaya özen göstererek sayfaları radyatörün arkasından çıkardım. Şöyle bir göz gezdirince, bunun bir tür ansiklopedi ya da sözlüğün son sayfaları olduğunu anladım.
Kitabın başlangıç bölümleri yokolmuş, geriye yalnızca X, Y ve Z harflerindeki maddelerin bulunduğu bölüm kalmıştı. Arka kapak kopmuştu, ama en arka sayfada kitabın künyesinin yazılı olduğu bölüm her nasılsa hâlâ yerindeydi. BİLANS (Bâtınî İlimler Ansiklupedisi) Mufassal Ansiklupedik Lûgat Müellifi: Gazzelizâde İskender Zükûrî Bey İnşirah Matbaasında neşrolunmuşdur 1344 Teşrîn-i Sânî, Bâb-ı Alî Bu ansiklopediye daha önce ne bir kütüphanede ne de bir sahafta rastlamıştım. Elimdeki dosyayla hiçbir ilgisi yoktu büyük olasılıkla; ama kimbilir, konuya ilişkin birtakım bilgiler içeriyor da olabilirdi. Öyle ya, ansiklopedi burada olduğuna göre, adaşım bu dosya üzerinde çalışırken, ondan da yararlanmıştı belki. Ayrıca Gazzelizâde adı da ilgimi çekmişti.
Ansiklopediyi daha sonra incelemek üzere yanıma aldım ve odamın yolunu tuttum.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıUykuda Çocuk Ölümleri
- Sayfa Sayısı448
- YazarAli Teoman
- ISBN9789750804163
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Köhne ~ Ethem Baran
Köhne
Ethem Baran
“İnsanlık böyle belli olur kardeşim. İnsanlık küçük şeylerin altına saklanır. Sen başka yerde ararsın. Gözünün önündedir, görmezsin. Bakmasını bilmezsen görmezsin tabii. İnsanlığı nerede arayacağını...
- Dünyadan Aşağı ~ Gaye Boralıoğlu
Dünyadan Aşağı
Gaye Boralıoğlu
“Önümde belki bir dakika var, belki bin dakika.Belki bir gün var, belki bin gün… Geride ise yüzlerce hatayla, çok eksiklerle, dile gelmemiş suçlarla, telafi...
- Okul Harçlığımı Kazanırken ~ Yahya Türkeli
Okul Harçlığımı Kazanırken
Yahya Türkeli
Kitapta, ailelerine destek olmak ve okul harçlığını kazanmak isteyen çocuklar; kendini kanıtlamaya çalışırken; karşılaştıkları güçlük ve tehlikeler göz önüne serilirken, diğer yandan önlerine çıkan...