Bir akşam, işten eve döndüğüm zamandayım jandarma yüzbaşısı Rıza Bey’i sedirin üzerinde oturmuş, babamla konuşurken buldum. Yanında beş yaşlarında bir oğlan vardı.
Dayımın elini öptüm, o da isteksiz bir halde benim başımı okşadı ve durgun durgun:
-Sen çok zayıfsın, dedi.
-Lamia çok boğazsız, yemek yemiyor. Üstelik de çalışıyor.
Dayım kaşlarını çatarak:
-Babanın ilaç ve hemik parasını verecek hali yok, dedi, başına hastalık çıkarma.
Ben üvey annem Sabriye Hanım’ın yüzüne baktım. O hiç sesini çıkarmadan başını eğdi…
KARDEŞİM CAN
Bir akşam, işten eve döndüğüm zamandayım jandarma yüzbaşısı Rıza Bey’i sedirin üzerinde oturmuş, babamla konuşurken buldum. Yanında beş yaşlarında bir oğlan vardı.
Dayımın elini öptüm, o da isteksiz bir hâlde benim başımı okşadı ve durgun durgun:
– Sen çok zayıfsın, dedi.
– Lamia çok boğazsız, yemek yemiyor. Üstelik de çalışıyor.
Dayım kaşlarını çatarak:
– Babanın ilâç ve hekim parasını verecek hâli yok, dedi, başına hastalık çıkarma.
Ben üvey annem Sabriye Hanım’ın yüzüne baktım. O hiç sesini çıkarmadan başını eğdi.
Babam işin doğrusunu söylemiyordu. Ben on iki yaşımdan beri kutu fabrikasında çalışıyordum. Haftalığımı babam elimden alır, bana yiyecek parası değil, yol parası bile bırakmazdı. Evimizden fabrikaya kadar her gün yürüyordum. Bunun için sabahleyin herkes uyurken, yola çıkmam gerekiyordu.
Eğer fabrikada gündüz yemeklerini vermeselerdi, açlıktan ölürdüm. Bu yetmiyormuş gibi babam beni ödünç para almam için zorlar, para getir-mezsem bazen tokat atar, kolumdan tutup savu-rur, sofradan kovardı.
Komşular kadar üvey annem de bana acır, yedi kat yabancı olduğu hâlde beni avuturdu.
Ben içimi çekip önüme bakarak, dayımın sorularına cevap veriyordum:
– Sen neden okumuyorsun? Babam benden önce atılmıştı:
– Kafası almıyor, o kadar zorladık. Dayım kızıyordu:
– Bu zamanda herkes okuyor. Bak Samiha’ya, orta okula gelmiş. Sana ayıp değil mi?
– Ben biraz okuyup yazıyorum, dedim.
– Hiç olmazsa ortayı okusan, kendine daha iyi bir iş bulurdun. Kaç para alıyorsun?
– Haftada elli lira alıyorum.
– Ne yapıyorsun bu parayı, bak üstün başın dökülüyor.
Babam yine sözü ağzımdan aldı:
– Yansını eve verir, geri kalanı ne olur bilmem. Ben ağlamaya başladım. Babam kaşlarım çattı;
çünkü evde bana ağlamak da yasaktı. Eğer ağlarsam; babam üstüme yürür, beni susturuncaya kadar döverdi.
Misafirden utanarak odadan çıktım. Bana dışarıda Samiha anlattı. Annemiz bir yıl önce yeni evlendiği kocası ile bir otomobil kazasında ölmüş. Bu oğlan çocuk yalnız kalmış. Dayımıza getirmişler. O şehir şehir gezdiği, karısı da huysuz olduğu için oğlanı bizim yanımıza bırakacakmış.
Üvey annem odadan çıktı, küçük balkonda masayı hazırlamaya başlarken: Dersim var, çalışacağım, dersin.
– Bu adamın Allahtan korkusu da yok, dedi. Rakı içmese, pekâlâ biz de geçiniriz.
Samiha’ya sofrayı hazırlamak için yardım etmesini söyledi. Samiha somurttu:
– Benim dersim var, çalışacağım şimdi. Samiha odalardan birine girdi, çat diye kapıyı
da kapattı. Ben kuru kuruya hıçkırarak Sabriye Hanım’a yardım ettim. Babam bir ara kapıyı açtı ve bağırdı:
– Kazık kadar kızlarsınız, her işi ananıza bırakırsınız. Ne zaman yemek yenecek? Dayınıza karşı ayıp değil mi?
Yorgunluktan ayaklarım acıyordu. Sabriye Hanım sofrayı hazırlarken bana anlattı:
– Baban ona bakmaz. Ama ayda çocuk için dayın yüz lira yollayacakmış.
– Dayım bu çocuğu bize bırakmakla çok kötü yapıyor.
İşte Can eve böyle gelmişti. Küçük, besili, çok sevimli bir çocuktu. Üstündeki elbiseler ve ayağındaki ayakkabılar yeniydi. Dayım sofrada ağır ağır:
– Halil Bey, dedi. Kardeşim Cemile’den ayrıldığın için bu evde senin hissen yok. Evin yarısı benim, yansı da çocukların. Üst katı kiraya veriyorsun. Emekli aylığın var. Ben de ayda yüz lira yollayacağım. Geçinir gidersiniz.
Babam gülerek:
– Sen hiç merak etme, dedi. İçin rahat olsun. Ah, dayım bir hafta sonra gelseydi de Çan’ın
hâlini görseydi. Belki şımartılmış olan küçük oğlan, bu bir haftada üç defa dayak yemiş, aç bırakılmış, bodruma hapsedilmiş, hemen mum gibi erimiş, solmuştu.
Babam bağırıyordu:
– Ben onu adam edeceğim, korumaya kalkarsanız hepinizi döverim, anladınız mı? İşte bu kadar.
Aradan günler geçti. Daha kucak çocuğu olan Can küçüldü, sindi, neye uğradığını anlayamadı.
Alt katta iki oda vardı. Birinde annemle babam yatar, diğerinde ise Samiha ile ben yatardım. Çocuk eve gelince, üçümüz bir yatakta yatamazdık. Sabriye Hanım evin en eski, en sert yatağını Çan’la bana verdi. Ben bu çocukla yatmaya başladım.
Herkes uyuduktan sonra ben yorgunluklarımı dinler, yanımda yatan bu şanssız çocuğu seyreder, içimi çekerdim.
Günler geçtikçe, Can daha fazla kötü hareketler görmeye başladı. Babam onu görmek istemiyordu. Bu yüzden çocuk sofraya alınmıyordu. Rakı içinde daha ters, daha sinirli olan babam, onu yabancı bir kedi gibi sokağa atardı.
O içeride rakısını içerken, çocuk kapının önünde oturuyor ve benim dönüşümü bekliyordu. Çevresi kızarmış gözlerini köşeye diker, karanlıktan korkar, beni görünce sevinirdi.
Gündüz verdikleri yemekten her gün biraz artırıyor, yemeği bir kâğıda sarıyor, onu Çan’a yediriyordum.
KARDEŞİM SAMİHA
Samiha benden daha boylu, daha iri ve gösterişli bir kızdı. Biz, yedi yaşımıza gelinceye kadar büyük babamızın yanında büyümüştük. Büyük babamız Ali Bey’in bir mağazası varmış. Bu ev de onunmuş. Annemiz Cemile, ondan habersiz babamıza vardığı için çok kızmış. Annemize dargınmış. Ama büyük annemiz ölünce yalnız kalmış annemizi çağırmış. O zaman ikimiz de pek küçükmüşüz. Hayatında hiçbir işe yaramayan babamız, bize nüfus kâğıdı bile çıkarmamış. Onun için Samiha ile benim nüfus kâğıdım sonradan çıkarılmış, ikimizin de doğum tarihi aynı yazılmış.
Annemizi çok az hatırlıyorum. Bir gün, büyük babamızın Ölümünden sonra babamızla kavga etti ve bizi bırakıp gitti. Bir yıl sonra bize anne olarak yabancı bir kadın, Sabriye Hanım geldi.
Annemiz bizi bir daha aramamıştı. Ben buna çok üzülür, onu görmek isterdim. Ama Samiha hiç de annesini aramamıştı. Hep kendini düşünür, başkalarıyla ilgilenmezdi.
İkimiz de kızı olduğumuz hâlde, babamız mahallemizde oturanların zoru ile Samiha’yı yakındaki ilkokula yazdırdı. Ben evde üvey annemize yardım etmeye başladım. Samiha ev işleriyle hiç ilgilenmezdi.
Samiha ilkokulun son sınıfına geldiği sırada, geçime yardım olsun diye, beni kutu fabrikasına verdiler.
Bana okul yüzü göstermemişlerdi. Hiç olmazsa Samiha okur ve bize de bakar diyordum. Onu orta okula gitmeye ben zorladım. Tembel, süsüne düşkün, ne bulursa yiyen bir kızdı. Sıkıntılı zamanlarımızda sofrada önümdeki ekmeği, yemeği alırdı. Ben aç kalsam da kardeşim doysun diye ses çıkarmazdım.
Orta okulda Samiha’nın okul masrafı benim üzerime yüklendi. Babam elimde para bırakmadığı hâlde ben ona kitap, defter almaya çalışırdım. Fabrikadaki arkadaşlarım bunu bildikleri için bana yardım ederlerdi.
Babam bana küçük yaşımdan beri eziyet eder, beni döver ve ağlatırdı. Ama Samiha’ya hiç ses çıkarmaz, onu kendi hâline bırakırdı.
Eve bir misafir geldiği zaman ben evde isem, mutfağa saklanırdım. Ortaya hep Samiha çıkardı. Babama kalsa, onu da okutacağı yoktu. Samiha karnını doyurur, yatağın en iyi yerinde yatar, elbisesinin en iyisini giyer, önümden ekmeğimi aldığı gibi gece, soğuk havalarda üzerimizdeki örtüye de sarınıp, beni açıkta bırakırdı.
Can eve geldiği zaman Samiha onu hiç istememiş, çocuğu ayrıca azarlamaya ve hırpalamaya başlamışta. Bir gün onunla bunu konuşurken bana:
– Bana ne? dedi. Benim kardeşim değil ki.
– Ama onu da annemiz doğurmuş.
– Olsun, sevmiyorum.
– Sevme ama eziyet de etme, ağlatıyorsun, dayak atıyor babam.
– Gebersin.
İşte ben o günden sonra Samiha’nın merhametsiz, insafsız ve yalnız kendisini düşünen bir kız olduğunu anlamıştım.
Samiha daha ilkokulun ilk sınıflarındayken, ben ev işlerinden zaman bulursam, onun derslerine dikkat eder, okumaya çalışırdım. Yavaş yavaş okudum ve Samiha’dan daha iyi yazmaya başladım. Bazen beni uykudan kaldırır:
– Ne olur, benim ödevimi yapıver, derdi. Ben Samiha’nın derslerine yardım ederken bir
komşumuz:
– Halil Efendi, Lamia’yı da okula gönderseydin, çelimsiz bir kız. İşçi olarak çalışamaz ki…
Dediği zaman babam;
– Samiha derslerini ona da öğretiyor. Gözünü açsın, öğrensin, diye cevap veriyordu.
İşte kardeşim Samiha böyle bir kızdı. Benden daha boylu, daha iri olduğu için komşular onu benim ablam sanıyorlardı. Ama üvey annemiz Sabri-ye Hanım, Samiha’dan söz açılırsa bana:
– Ne yapalım, anasına çekmiş. Ahlâksız bir kız ama ne de olsa senin kardeşin, diyordu.
Pazar günleri akşama kadar çamaşır yıkıyordum. Samiha arkadaşlarıyla buluşmaya gidiyor, elini işe sürmüyordu.
Samiha ortaokulu çok güçlükle bitirip, liseye girdi. Onun masrafı arttıkça, ben daha fazla zorluk çekmeye başladım. Kendimi kurtarmak için diğer fakir kızların yaptığı gibi ben de eve gizli gizli iş getirmeye başladım. Kazak örer, dantel yapar, ayda ayrıca beş on lira kazanırdım.
Ama Samiha yüzüme gülüyor, yalvarıyor, benim kazandığım bu parayı çok defa elimden alıyor, kendi gereksinimlerimi söylesem:
– Sen vermezsen, ben de babama gizli gizli iş yaptığını söylerim. Yiyeceğin dayağı düşün artık, diyordu.
Can gittikçe büyüyordu. Ona bir defa bile yeni bir ayakkabı veya elbise alınmadı. Sabriye Hanım komşuların eskisini giydiriyordu ona.
Ben kış günlerinde titreyerek erkenden, delik ayakkabılarla işe giderken, Samiha’nın biriktirdiğim bir ayakkabı parasını elimden alması beni de artık gücendirmişti.
Eve iş getirmemeye başladım. Fabrikada, dinlenme saatlerinde, ya çorapçılardan aldığım çorap uçlarını diker veya dantel örerdim. Bunları fabrikada bırakıyordum.
İHTİYAR AVUKAT
Bir pazar günü, eve hiç tanımadığımız bir misafir geldi. Bu belki yaşı yetmiş beşi bulmuş, gözlüklü, zayıf yüzlü bir adamdı.
Babamla uzun uzun konuştular. Bu avukat beni de görmek istemişti. Yüzüme uzun zaman bakmadı. Şöyle bir süzdü ve:
– Demek büyüğü okula gidiyor, dedi. Babam:
– Evet, dedi. Emanettir diye onu okutuyorum. Elbette benim bu masraflarımı düşünürler.
Ben dışarıya çıkartıldım. Sabriye Hanım çok düşünceli ve sıkıntılıydı. Bu kadın, bizleri pek birbirimizden ayırmazdı. Hatta beni daha fazla sever, ara sıra sırtımı okşar;
– Sen ahlâklı, çok iyi huylu bir kızsın, derdi. Avukat içeride babamla konuşurken, Sabriye
Hanım:
– Ben böyle vicdansız adam görmedim, dedi.
– Ne oldu anne? diye sordum.
– Sen zavallının birisin, dedi. Bir şeyden haberin yok. Bu adamın elinde ölüp gideceksin. Baban başkasıysa, senin ne suçun var.
– Benim babam mı başkası anne? Sabriye Hanım biraz tereddüt etti, sonra:
– Lamia, dedi. Belki susarsam senin hakkını çiğnemiş, babanın suçuna katılmış olurum. Sen akıllı bir kızsın. On sekiz yaşındasın. Bugüne kadar senden sakladığımı şimdi açığa vuruyorum.
Mutfaktaydık. Babam, yaşlı avukat, Samiha içerideydiler. Can sokağa çıkmış, kendisi gibi bakımsız çocuklarla oynuyordu. Üvey annem anlatmaya başladı:
– Kızım, Halil senin öz baban değil.
– Değil mi? Nasıl olur?
– Seni niçin hırpalıyor, niçin sana eziyet ediyor, anlamadın mı? Çünkü sen onun üvey kızısın.
Şaşırmıştım. Sabriye Hanım:
– Bu bir aile simdir Lamia, dedi. Sana niçin kötü davrandığını sorduğum zaman, bir akşam sarhoşlukla baban bana anlattı. Annen babanla evlenmeden önce, zengin bir adamın oğlu ile sevişi….
“Üvey Baba” için 3 yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Hikaye-Roman-Masal
- Kitap AdıÜvey Baba
- Sayfa Sayısı88
- YazarKemalettin Tuğcu
- ISBN9759146185
- Boyutlar, Kapak 13,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviPegasus / 2006
çok güzel valla ne diyim
Bencede Çok güzel
Çok güzel