“Ürperti büyülü bir aşk hikâyesi, sürükleyici bir macera ve insanla kurt arasındaki benzerliklerden yola çıkan eşsiz doğaüstü bir gerilim.
Genç vampirlerin romantizminden sıkıldıysanız, Ürperti tam size göre.”
Sunday Telegraph
“Eğer Alacakaranlık hayranıysanız, Ürperti‘ye de bayılacaksınız. Ustaca yazılmış, klişelerden uzak bir ilk roman.”
The Observer
“Stiefvater kurtadamların, çok satanlar kahramanı vampirlerden çok daha çekici olduğunu kanıtlıyor.”
Booklist
***
Birinci Bölüm • Grace
-9° C
Karın içinde yattığımı hatırlıyorum; kurtlarla çevrelenmiş, giderek soğuyan kıpkırmızı, sıcak küçük bir nokta. Beni yalıyor, ısırıyor, bedenimi hırpalıyor, üzerime basıyorlardı. Bir araya toplanmışlardı; oluşturdukları duvar, güneşin sunduğu azıcık sıcaklığı esirgiyordu benden. Boyunlarındaki tüylerde ve soluklarında ışıldayan buz, çevremizdeki havada asılı donuk şekiller oluşturuyordu. Tüylerinin misk kokusu bana ıslak bir köpeği ve yanan yaprakları çağrıştırıyordu, güzel ve aynı zamanda dehşet vericiydi. Dilleriyle tenimi yumuşatıyor; acımasız dişleriyle giysimin kollarını parçalıyor, saçlarımı çekiyor, köprücük kemiğime bastırıyorlardı; nefeslerini kulağımda hissediyordum.
Bağırabilirdim ama yapmadım. Mücadele edebilirdim ama yapmadım. Üzerimde uzanan ve kurşuniye dönen kış beyazı göğünü izleyerek orada öylece yattım ve olmasına izin verdim.
Kurtlardan biri burnuyla avucumun içini dürtüyor, yanaklarıma bastırıyordu, gölgesi yüzümün üzerindeydi. Sap sarı gözlerini benimkilere dikmişti; diğer kurtlarsa oramdan buramdan çekiştirmeye devam ediyorlardı.
Yapabildiğim kadar uzun süre o gözleri üzerimde tuttum. Sapsarıydılar. O kadar yakınımdalardı ki sarının ve elanın tüm tonları benek benek parlıyordu içlerinde. Benden gözlerini ayırmasını istemiyordum, ayırmıyordu da. Uzanıp tüylerine dokunmak istiyordum ama ellerim göğsümün üzerinde kıvrılıp kalkmış, kollarım donup bedenime yapışmıştı.
Sıcaklığın nasıl bir şey olduğunu hatırlayamıyordum.
Sonra gitti ve onun yokluğunda, diğer kurtlar daha da yaklaştılar, çok yaklaştılar, nefes alamıyordum. Sanki göğsümün içinde bir şey çırpınıyordu.
Güneş yoktu; ışık yoktu. Ölüyordum. Gökyüzünün neye benzediğini hatırlayamıyordum.
Ama ölmedim. Buz gibi bir denizde kaybolmuştum ama sonra sıcaklığın dünyasına tekrar doğdum.
Bunu hatırlıyorum: sapsarı gözleri.
Bir daha hiç göremeyeceğimi düşünmüştüm.
İkinci Bölüm • Sam
-9° C
Kızı arka bahçedeki araba lastiği salıncağından kapıp ormanın içine götürdüler; gövdesi, karın üzerinde onun dünyasından benimkine giden sığ bir iz bıraktı. Olanları gördüm ama engellemedim.
Hayatımın en uzun ve en soğuk kışıydı. Birbiri ardına solgun ve güneşsiz günlerdi. Ve açlık -acı veren, yakıp kavuran açlık- açgözlü bir efendiydi. O ay hiçbir şey kıpırdamadı, doğa donmuş, yaşamdan yoksun, üç boyutlu renksiz bir tabloya dönüşmüştü. İçimizden biri, bir evin mutfak kapısının merdivenlerindeki çöpleri karıştırırken vurulmuştu, bu yüzden sürünün geri kalanı ormandan çıkmıyordu, sıcağa ve yiyeceğe aç, bekliyorduk. Ta ki kızı bulana dek. Ta ki ona saldırana dek.
Hemen çevresini sardılar, hırlıyor, ısırıyor, öldürücü darbeyi ilk hangisi vuracak diye kavga ediyorlardı.
Bunu gördüm. Böğürlerinin sabırsızlıkla titrediğini gördüm. Kızın bedenini orasından burasından çekiştirdiklerini, altındaki karı kazıdıklarını gördüm. Ağızlarının kırmızıya boyandığını gördüm. Ama yine de onları durdurmadım.
Sürüde üst bir konumdaydım -Beck ile Paul sayesinde öyle olduğumu kanıtlamıştım-, bu yüzden hemen harekete geçebilirdim ama dizlerime kadar karın içine gömülü, soğuktan titreyerek geride durdum. Kız sıcaklık ve hayat kokuyordu, canlıydı, her şey bir yana insandı. Ama nesi vardı? Eğer canlıysa niye karşı koymuyordu?
Kanının kokusunu alabiliyordum; ölü ve soğuk olan bu dünyada, sıcak ve canlı bir kokuydu. Salem’in kızın giysisini yırtmak için çekiştirirken titrediğini gördüm. Midem acıyla kasıldı; çok uzun süredir hiçbir şey yememiştim. Salem’in yanındaki kurtları uzaklaştırmak, onun insan kokusunu almıyormuş ya da yumuşak iniltilerini işitmiyormuş gibi yapmak istedim. Bizim vahşiliğimiz karşısında, üzerine çöken ve onun hayatıyla bizimkini takas etmek isteyen sürü karşısında öyle ufaktı ki.
Dişlerimi gösterip hırlayarak onları geri püskürttüm. Salem de bana hırladı ama gençliğime ve açlığıma rağmen ondan daha çeviktim. Paul bile tehditkâr bir şekilde hırlamıştı.
Onun yanındaydım işte, sonsuz gökyüzüne bakıyordu uzak gözleriyle. Belki de ölmüştü. Burnumu elinin içine soktum, avucunun kokusuna daldırdım burnumu; şeker, tereyağı ve tuz kokusu, başka bir hayatı anımsattı bana.
Sonra gözlerini gördüm.
Açıktı. Yaşıyordu.
Kız, korkunç bir cesaretle gözlerini gözlerime dikmiş, dosdoğru bana bakıyordu.
Ürküp geri çekildim, tekrar titremeye başlamıştım ama bu sefer beynime acı veren şey kızgınlık değildi.
Gözleri gözlerimdeydi. Kanı yüzümde.
İçimden ve dışımdan parçalanıyordum.
Onun yaşamı.
Benim yaşamım.
Sürü arkamdaydı, temkinli bir şekilde bekliyordu.
Bana hırladılar, artık onlardan biri değildim, avlarını istiyorlardı. Onun bugüne dek gördüğüm en güzel kız olduğunu düşündüm; karların içinde yatan minik kanlı bir melekti ve onu parçalayacaklardı.
Onu gördüm. Onu daha önce hiçbir şeyi görmediğim bir şekilde gördüm.
Ve onları durdurdum.
Üçüncü Bölüm • Grace
3° C
Onu bu olaydan sonra tekrar gördüm, daima soğukta… Bahçemizle ormanın arasındaki sınırda duruyordu; kuş yemliğini doldururken ya da çöpü dışarı çıkarırken, san gözlerini üzerime dikiyor ama hiç yanıma yaklaşmıyordu. Uzun Minnesota kışında, geceyle gündüz arasındaki, sanki sonsuza dek süren o zaman diliminde, bakışını üzerimde hissedene dek donmuş lastik salıncağa tutunup sallanıyordum. Daha sonraları, artık salıncağa sığamayacak kadar büyüdüğümde, arka verandanın merdivenlerinden iniyor, elim ileri uzanmış, avucum açık, gözlerim yerde ona sessizce yaklaşıyordum. Tehdit yoktu. Onun dilini konuşmaya çalışıyordum.
Ama ne kadar beklersem bekleyeyim, ona ulaşmak için ne kadar uğraşırsam uğraşayım, aramızdaki uzaklığı aşıp ona tam yaklaşacakken, çalıların arasında kaybolup gidiyordu.
Ondan hiç korkmadım. Beni oturduğum salıncaktan çekip alabilecek kadar iri, beni yere yatırıp ormana sürükleyebilecek kadar güçlüydü. Ama bedenindeki yırtıcılık gözlerinde yoktu. Bakışlarını, gözlerinin sarısındaki hareleri hatırlıyordum ve ondan korkmayı beceremiyordum. Bana zarar vermeyeceğini biliyordum.
Benim de ona zarar vermeyeceğimi bilmesini istiyordum. Bekledim. Bekledim.
O da bekledi ama yine de neyi beklediğini bilmiyordum. Ona ulaşabilen tek kişi benmişim gibi hissediyordum.
Ama hep oradaydı. Onu izleyişimi izliyordu. Bana hiç yaklaşmadı ama asla uzaklaşmadı da.
Altı yıl boyunca bu hep böyle sürüp gitti: kurtların kışın akıldan çıkmayan varlığı ve yazın daha da akıldan çıkmaz olan yoklukları. Geçen zamanı gerçekten düşünmüyordum. Düşündüğüm şey onların kurt olduğuydu. Sadece kurt.
Dördüncü Bölüm • Sam
32° C
Grace’le konuşmaya çok yaklaştığım gün, hayatımın en sıcak günüydü. Klimalı kitapçı dükkânında bile sıcaklık kapıdan sürünüp geliyor, büyük pencerelerden dalga dalga içeri yayılıyordu. Tezgâhın arkasında, güneşin vurduğu taburemin üzerine yayılmış oturuyor ve sanki her bir damlasını içimde tutabilirmişim gibi yazı içime çekiyordum. Saatler ağır ağır geçerken, ikindi güneşi raflardaki bütün kitapları soluklaştırarak onları yaldızlı birer kitap haline dönüştürdü, sayfaları ve içindeki mürekkebi öyle ısıttı ki, okunmamış sözcüklerin kokusu havada öylece asılı kaldı.
İnsanken sevdiğim şey işte buydu.
Kapı küçük bir çın sesiyle açıldığında kitap okuyordum; sıcak havanın ve bir grup kızın insanın içini tıkayan kokusu hücum etti içeri. O kadar yüksek sesle gülüyorlardı ki yardımıma ihtiyaçları olmadığını düşündüm ve okumaya devam ettim. Raflar boyunca dolanıp itişip kakışmalarına ve kitaplardan başka her şeyden bahsetmelerine sesimi çıkarmadım.
Kızlar hakkında bir kez daha düşüneceğimi hiç sanmıyordum, ta ki içlerinden birinin sarı saçlarını sallayışını ve uzun atkuyruğunun havayı süpürüşünü göz ucuyla yakalayana dek. Hareketin kendisi önemsizdi ama bu hareketiyle havaya bir koku yayılmıştı. Kokuyu tanımıştım. Kokuyu hemen tanımıştım.
Bu oydu. O olmalıydı.
Elimdeki kitabı yüzüme doğru kaldırdım ve kıza gizli bir bakış attım. Diğer iki kız hâlâ konuşuyor, çocuk kitapları bölümünün tavanına astığım kâğıttan bir kuşu gösteriyorlardı birbirlerine. O konuşmuyordu ama geride kalmıştı, gözleri çevresindeki kitaplardaydı. O zaman yüzünü gördüm ve yüzündeki ifadede kendime ait bir şeyleri tanıdım. Gözleri rafların üzerinde dolaşıp duruyor, kaçacak bir yer arıyordu.
Kafamda bu sahnenin yüzlerce farklı versiyonunu kurmuştum ama şimdi o an gelmişti işte ve ne yapacağımı bilmiyordum.
O kadar gerçekti ki! Arka bahçede kitap okur ya da ödevini yaparkenki halinden farklıydı. Orada, aramızdaki mesafe aşılamaz bir boşluktu; uzak durmak için o kadar çok nedenim vardı ki!.. Ama burada, kitapçı dükkânında, benimleydi, nefesimi kesecek kadar yakınımdaydı, daha önce hiç olmadığı kadar yakınımda. Beni onunla konuşmaktan alıkoyacak hiçbir şey yoktu.
Bakışı benim tarafıma doğru çevrildi, telaşla başımı kitabıma eğdim. Yüzümü tanımazdı ama gözlerimi tanırdı. Gözlerimi tanıyacağına inanmak zorundaydım.
Çabucak gitsin de tekrar nefes alabileyim diye içimden dua ettim.
Bir kitap alsın da onunla konuşabileyim diye içimden dua ettim.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Fantastik Korku - Gerilim Roman (Yabancı)
- Kitap AdıÜrperti
- Sayfa Sayısı410
- YazarMaggie Stiefvater
- ÇevirmenZarife Biliz
- ISBN9786055596835
- Boyutlar, Kapak14x20, Karton Kapak
- YayıneviTurkuvaz / 2010
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kökler ~ Alex Haley
Kökler
Alex Haley
Çocuklara büyükannelerinin anlattıkları öykülerden başlayıp büyükbabaların babalarına, onların da atalarına kadar uzanan ve ‘Afrika’ denen siyah adamda son bulan uzun bir tarihsel araştırma, Amerikan...
- Ateşböceğinin Şarkısı ~ Kristin Hannah
Ateşböceğinin Şarkısı
Kristin Hannah
Ateşböceğinin unutulmaz hikâyesi devam ediyor… Uzun zaman önce, hayatımın en kötü gecesinde Ateşböceği Yolu denen kapkaranlık bir sokakta yapayalnız yürürken ruhuma dokunan biriyle karşılaştım....
- Nana ~ Emile Zola
Nana
Emile Zola
Saat dokuza gelmesine rağmen Variyete tiyatro salonu henüz dolmamıştı. Balkonda ve en ön sıralarda birkaç kişi, lâal koltuklara gömülmüş gibi, avizelerin yan ölgün ışığı...