“Hayat dediğin neydi ki zaten; bitecek diye korktuğun kısıtlı vakti, bozuk para gibi harcama telaşı.”
Aşk acısıyla baş edemeyen Feribe, Mazi İmha Merkezi’ne başvurur. Bu tuhaf merkezde alacağı dersler yoluyla acı veren tatlı hatıralarını unutmayı hedeflemektedir. Peki Feribe yana yakıla geçmişiyle uğraşırken, bugünün payına ne düşecek? Bugün de vakti geldiğinde derslerin konusu olmak üzere sıraya mı girecek, yoksa Feribe’nin geçmişin oyunbaz gölgeleri arasında nefes almayı öğrenmesi mi gerekecek?
İnsanın sonu gelmez yalnızlığını modern dünyanın tuzakları üzerinden tarif eden Nermin Yıldırım, bitmiş bir aşkın fonunda, belleğin karanlık dehlizlerine daldırıyor muzip kalemini. Bir yandan neşeli diliyle gülümsetirken bir yandan da hayat karşısındaki çaresizliğimizi yüzümüze vurarak sarsıyor bizi.
1
KARMAŞIK BİR KİRPİK MESELESİ
“Bir yanlışı, sırf güzel olduğu için sevebilir insan.”
Size öyle bir hikâye anlatacağım ki anlatacaklarım bittiğinde öğrendiklerinizin bir kısmını unutmak isteyeceksiniz. Heyhat, hepimiz unutmayı becerecek kadar şanslı değiliz.
Bazen hayatınızda tüm taşların yerli yerine oturduğunu, ömrünüzün kalanını birbirine geçmiş Lego parçaları arasında sessiz sedasız tamamlayacağınızı düşünürsünüz. Bu, evvela güven ve huzur duymanızı sağlar, sonra da sıkıntı. Ben sıkıntı safhasındaydım.
Her şey olması gerektiği gibiydi, peki ama yeterince güzel miydi? Doğru ile güzel arasındaki mesafe, kendi halinde bir insanın başını derde sokmaya kâfi miydi?
Güzel ama yanlış bir ihtimal, tadını yitirmiş doğrudan evladır çoğu zaman. Bir yanlışı, sırf güzel olduğu için sevebilir insan. Bir şeyi güzel bulmaksa, galiba onun kalpte yarattığı kıpırtıyla ilgili. Hadi o kıpırtının adını heyecan koyalım.
Yıllar sonra ilk defa heyecanlandım. Yıllar sonra ilk defa. gece uyumadan evvel ve sabah uyandığımda aynı kişiyi düşündüğümü fark edip telaşa kapıldım. Yıllar sonra ilk defa,gece gündüz demeden içimden onunla konuştum, ona sözler hazırladım. Sanki dünyadaki her şeyden emekliye ayrıldım da kendimi tümüyle o ikinci varlığa adadım. Hadi o adayışın adını da aşk koyalım.
Bilim insanları, aşkın bir çeşit hastalık olduğunu söylüyor, obsesif kompülsif bozukluk. Yıllar sonra, bile isteye ve bizzat illetin kendisinden şifa umarak, yatak döşek hastalandım. Açıkçası, yatak kısmı başlangıçta eğlenceliydi, fakat çok geçmeden aşkın ne feci bir bela olduğunu nedametle hatırladım.
Onu ilk gördüğümde, üzerinde lacivert bir ceket vardı; lacivert rengi hiç sevmem. Dudaklarından aşağı sarkmış bıyıklan arasından harıl harıl bir şeyler anlatmaktaydı: bıyıkları ve anlatacak mühim şeyleri varmış gibi şevkle konuşanları da sevmem. Yakışıklı biri sayılmazdı. ama kırpıştırdıkça birbirine dolaşan upuzun kirpikleri pek göz alıcıydı. Kapkaraydı kirpikleri karmakarışıktı. Ben, herhalde kendim pek sıradan ve düz biri olduğumdan. karmaşık şeyleri daima sevmişimdir. Onu da sevdim. Belki de tanışmadan, hatta henüz karşılaşmadan evvel.
Zira bazen kalp: minik, çalışkan bir fabrika gibi heves, heyecan ve aşk üretir, biriktirir. Depo dolup taştığında, nakil için başka bir kalp bulmak lüzumu baş gösterir. Kimi kez hiç düşünmeden. mümkün olan, hatta mümkünse mümkün olmayan ilk kalbe aktarır insan biriktirdiğini. Yani belki de aşk, birine karşi duyulan hisler toplamından ziyade, kendi başına yetişen, sahibini arayan öksüz duyguların neticesidir. İnsan bazen kime aşık olacağını seçemez. Kalbin zamanı gelmiştir ve karşısına çıkan ilk ihtimale sarılıverir. Bilmem, ben nasıl yaptım. Bugün bile emin değilim, fakat nihayetinde öyle ya da böyle kalbimi kaptırdım.
İlk zamanlar suçluluk ile heyecan arasında ring seferi yaparak geçti. Derken heyecan kendini kedere, kederse “Hak ettim ben bunları” senfonisine devşirdi. Zira aşk, hele de benim koşullarımda, bulutlarda uçuracağını sanırken, sadece ayağınızı kaydırmaya yarar. Evvela yuksek bir yere çıkarılır, sonra birden aşağı bırakılırsınız. Aşk kazanmayı planladığınız değil kaybetmeyi göze aldığınız şeylerin toplamıdır.
Söylemeyi unuttum, bendeniz evliyim.
Sevdiğim beni mutlu eden bir adamla on üç sene evvel evlendim On uç seneden sonra mutluluğu huzurla karıştırır insan Öyledir de aslında. Heyecanla mutluluğun aynı şey olmadığını anlamanız içinse, önce zirveye çıkmanız. sonra da aniden yere çakılmanız gerekir. Ben anladım. Fakat şuuruma kavuştuğumda ağır yaralıydım.
Bakmayın böyle yeryüzünde yalnız benim başıma gelmiş mukaddes bir mucizeden bahseder gibi anlattığıma. Bütün aptal áşıklar aşkın kendilerine has olduğuna inanırlar. Onlara sorsanız daha evvel kimse o cümleyi kurmamış, o şarkıyı dinlememiş o yağmurun altında el ele yürümemiştir. Söylenmedik söz. okunmadık şiir, dinlenmedik şarkı kalmadığını içinden geçtikleri her minik an ve his kırıntısının dünya dönmeye başladığından beri yaşandığını, döndükçe de tekrarlanacağını, yani pek de öyle hususi sayılamayacağını bilmez yahut bilmezden gelirler. Bilmezden gelmek, kadim bir ayakta kalma yöntemidir.
İşin doğrusu, benimki de o bildik hikayelerden biriydi. Klişenin dibine vurmuş bir yasak aşk hikâyesi. Ama işte, insanlık tarihi nicelerini görmüş olsa da naçiz varlığım için ilkti. Sizin için yeni olan, dünya için de öyledir. Zira dünyanızın hudutları kalbinizin ebadıyla ilgilidir.
Velhasıl benimki, küçük gezegenimde eksikliğini duyduğum hisleri ikame edecek bir parça umut bulunca, ne olduğumu anlayamadan yoldan çıkma haliydi. Onu lacivert ceketiyle gördükten kısa süre sonra, imkânsız ve yasak olanın cazibesine kapılmış.korkunun köprülerini teker teker yakmıştım. Başlarda kendimi tutmaya çalıştım aslında. Kışkırtıcı ısrarı ve doğru ama sıradan hayatlarımıza boş verip, görkemli bir hatada buluşma çağrısıyla, beni yoldan o çıkardı. Yine de sütten çıkmış ak ka-şık olduğumu ispata kalkacak değilim. İnsan kandırılmaz, kanmak istediği için kanar. Öyle ya da böyle yoldan çıktığıma göre, demek ben de kendimi kaybetmeye teşne. bulmamam gereken verde aramaya meyyaldim. İşte bu yüzden diyorum ya, başıma gelen her şeyi hak ettim.
Aşk bir riskti ve hayatımın geri kalanını masaya sürmekten çekinmeyerek bu riski aldım. Kumarda kaybedenler kazananlardan çoktur, kaide böyle. Ben de bir süre sonra, adımı, kaybedenlerin şanlı listesine altın harflerle yazdırdım.
Nasıl mı oldu? Çok kolay. Umut etmek mutlu olmaya yetmedi. Ve biz ayrıldık. Ağır ağır yıkılan taş köprüler gibi değil, kâgirtan kuleler gibi hızla dağıldık. Sanki biri üfledi ve dört bir yana saçıldık. Dünya yeniden gaz ve toz bulutuna döndü böylece. İki kişilik medeniyetimizden geriye kalan o hazin boşluğa ayrı ayrı sığındık.
Açıkçası, buraları uzun uzadıya anlatmak niyetinde degilim. Çünkü elinizdeki roman, tam da bundan sonra olanları kaydetmek için yazıldı. Benim hikâyem asıl şimdi başlıyor. Aşkın bitip acının, asaletin bitip sefaletin palazlandığı yerde. Cenennemde.
2
SEFİL SEMPTOMLAR
“Direnç şurubu, unutma hapı, dirayet şerbeti gibi bir şey olsa da çabucak eski sükûnetime kavuşsam diyordum, ama mümkün değildi.”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıUnutma Dersleri
- Sayfa Sayısı312
- YazarNermin Yıldırım
- ISBN9786051923758
- Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
- YayıneviHep Kitap / 2020
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Konstantin’in Sırrı ~ Yaşar İliksiz
Konstantin’in Sırrı
Yaşar İliksiz
Kaza süsü verilmiş bir cinayet… Öldürülen meçhul kişiye ait; tarihin derinliklerinden günümüze taşınmış, hangi inanca ait olduğu tahmin edilemeyen gizemli bir muska… Cinayete şahitlik...
- Şano ~ M. Sadık Aslankara
Şano
M. Sadık Aslankara
İşte böyle yenge, senle ben üzerlerine tiyatro acısı çalınmış iki kadınız. Bu sanata iki hayat vermiş, iki şehidi olan kadınlar, ne kadar uzağındayız şimdi...
- Derin Uyku ~ Bahar Akman
Derin Uyku
Bahar Akman
Galata’dan Tünel’e çıkarken çaldı telefon. Tam da Mevlevihane’nin önünde. “Efendim Kerbela!” “Komiserim, şimdi aradılar, aynı mahallede üçüncü vaka… Aynı şekilde bulunmuş…” Sesi zayıfladı. “Yine...