En büyük acılar bile umudun gölgesinde erimeye mahkûmdur. Yepyeni başlangıçları ya da güzel bir gülümsemeyi bir ömür saklayabilir minicik bir fotoğraf karesi. Bir kutu dolusu anı, bir anda dağıtabilir tüm hüzün bulutlarını. Avalon kadınları için bir koleksiyon defteri hazırlama derneği kuran BettieShelton’ın, hayattan aldığı belki de en önemli derstir bu…
IsabelKidd bir evlat sahibi olamamak dışında, evliliğinde hiçbir sorunları olmadığına inandırmıştır kendini yıllarca. Ancak eşinin onu başka bir kadınla aldattığını öğrendiğinde adeta yıkılır. Üstelik birlikte olduğu kadından bir de çocuğu vardır. Önce işini, ardından da sevdiği adamı kaybeden Ava ise küçük oğluyla yaşam mücadelesi vermektedir. Geçmişinin gölgesinden kaçmaya çalışan genç, güzel Yvonne ve hasta, küçük bir kızı evlat edinmek üzere olan Frances ile tanışınca hayat hiç beklemediği bir yönde akmaya başlar.
Hepsinin yolu, BettieShelton’ın koleksiyon defteri derneğinde kesiştiğinde ise minicik kâğıt parçalarının ve dostluğun, onları geçmişin acılı girdabından çekip çıkarmasına izin vereceklerdir.
Avalon kasabası kadınları bu kez kalp kırıklıklarını biraz tutkal ve bolca umutla sarmayı öğreniyor… DarienGee’nin Dostluk Ekmeği’nden sonraki ikinci kitabı Umut Mevsimiile sevginin o sihirli, iyileştirici gücüne bir kez daha şahit olacaksınız.
***
Birinci Bölüm
Keçiyi eve getirmek Connie’nin fikriydi. Madeline Davis, “Eminim öyledir,” dedi kaşlarını çatarak. Yetmiş beş yaşındaydı. Bu yaştan sonra sorunsuz ve rahat bir hayat sürmek istiyordu, Ayrıca onun yaşında olup da çay salonu işleten birine rastlamak pek mümkün değildi. Günleri bir hayli yoğun geçiyordu. Ama her gece başmı yastığa koyduğunda hayatından memnun olduğunu düşünerek huzur ve mutlulukla uykuya dalardı. Talihliydi ki geçtiğimiz yıl hayatına şu an kafesini işleten Connie Colls girmişti. Dik saçlı bu kız hem ev arkadaşı hem de dostu olmuştu.
Connie şu an karşısında durmuş, ağlamaklı bir şekilde bakıyordu. Bu bakışlar Madeline’ın kendini kötü hissetmesine ve bir an tereddüte düşmesine neden oldu. Daha önce Connie’nin bir şey istediğini hiç görmemişti. Madeline bu genç kadının ağlamasına dayanamayacaktı.
“Peki…” dedi gönülsüzce. “Belki birkaç gün kalabilir. Bu arada sen de onun için daha uygun bir ev bulursun.” Madeline, bahçedeki otlan koklayarak dolaştıktan sonra, bir parça turuncu latin çiçeğini çiğnemeye başlayan keçiyi izledi.
“Süper!” dedi Connie. Gözyaşlarını silip hızla keçinin yanına gitti. Çiçeklerin üstünden elini sallayarak hayvanı kovmaya çalışsa da keçinin Connie’ye aldırdığı yoktu.
Madeline bu işin sonunun nereye varacağını iyi biliyordu. Keçiyi, eğreti şekilde takılmış tasmasından çekiştirmeye çalışan Connie’yi izledi. Tasmanın ipi yıpranmıştı, hatta bir kısmı hayvan tarafından kemirilmişti. Anlaşılan keçinin bir sahibi vardı ve bu iyi bir haberdi. Yapmaları gereken tek şey keçinin kime ait olduğunu bulmaktı.
“Ben içeri giriyorum,” diye seslendi Madeline, keçiyi ceviz ağacının gölgesine doğru sürüklemeye çalışan Connie’ye.
“Teşekkür ederim Madeline,” dedi Connie neşeyle gülümseyerek. “Söz veriyorum hiç sorun çıkmayacak.”
“Hımmm. Öyle mi dersin? Şu an benim yediverenlerimi yiyor.”
Connie dönüp panikle bağırdı. “Hayır! Güller olmaz! Seni yaramaz keçi!”
Madeline başını salladıktan sonra mutfağa gitmek üzere evin arka kapısına yöneldi.
Sabahın ilk ışıklan Madeline’in ardından evin içine sızarak, mutfağın ortasındaki masasının üzerine vurmaya başlamıştı. Taze somunlar halindeki Amiş Dostluk Ekmeği, çörek ve muffinler tel raflarda soğumaya bırakılmıştı. İki adet roka ile pastırmalı kiş ise fırındaydı. Madeline’ın mutfağı mis kokulu ve davetkârdı. Madeline bu kokuların müşterilerine ürünlerin kalitesine dair güven verdiğinin farkındaydı. İnsanların Madeline’ın Çay Salonu’na gelmelerinin temel nedeni leziz yiyecekler ve içten bir gülümsemeydi. O günkü ruh haline göre müşterilerine iltifat ettiği ya da bir iki şaka yaptığı zamanlar bile olurdu.
Bazı günler çay salonunda müşterilere müzik ziyafeti verildiği bile olurdu. Mesela Ncw York Filarmoni Orkestrası’nda çalmış ve şu an Avalon’da yaşayan genç çellist Hannah Wang’in doğaçlama performans sergileri gibi. Ayrıca, koleksiyon defteri işiyle ilgilenen Bettie Shelton da salonun düzenli müşterileri arasındaydı. Bir çaydanlık dolusu Darjeeling çayı* sipariş etme bahanesiyle çay salonuna gelip koleksiyon defteriyle ilgili malzemelerini yan masaya yerleştirirdi. Bettie’nin burada olduğu günlerde, Avalon’da yaşayanlardan birinin ya da kasabayı ziyarete gelen bir turistin bir paket desenli kâğıt ve değişik süslemelerle çay salonundan ayrılması kaçınılmazdı. Madeline geçtiğimiz ay öğle yemeğine gelen bir grup adamın başına neler geldiğini gayet iyi hatırlıyordu. Masanın üzerine eğilmiş bir yandan yemek yiyor, bir yandan da aralarında fısıldayarak konuşuyorlardı. Vücut dillerinden rahatsız edilmek istemedikleri çok net anlaşılıyordu. Buna rağmen Bettie gözü pek bir şekilde onlara doğru yürüdü. Bir dakikadan kısa bir süre sonra adamların masası renkli kurdeleler ve ışıltılı pullarla doldu. İki adam koleksiyon defteri başlangıç seti satın aldı. Bettie’ye parayı uzatırken yüzlerinden ne kadar şaşkın oldukları okunuyordu. Madeline olabildiğince hızlı masaya gittiyse de Bettie çoktan oradan ayrılmıştı. Masadaki herkes ne olup bittiğini anlamaya çalışırken, Madeline kıs kıs gülerek masayı sildi.
Ön kapının üstündeki pirinç çanın çalmasının ardından iki kadın içeri girdi. Madeline’a gülümseyerek pencere tarafından bir masa seçtiler. Madeline’a göre kafenin insan ve kahkaha sesleriyle dolması artık an meselesiydi.
Yemek odasını süsleyen büyük antika dolaptan birkaç kutu papatya ve kırmızı çalı çayı karışımı seçti. Garaj satışlarından, antikacılardan değerli mallar bulup içlerine ne ilave etsem diye uzun uzun düşünmek mi, yoksa kendi özel harman çaylarım hazırlayarak son derece sanatsal bir şekilde müşteriye sunma isteği mi? Akima ilk hangisinin geldiğini hatırlamıyordu. İşlerin yoğun olmadığı ilk aylar bunlara ayıracak vakit bulabiliyordu. Ancak şu sıralar iş yoğunluğundan kendine bile zaman ayıramıyordu. Connie internetten de sipariş alarak hizmet vermelerini istiyordu. Ancak Madeline böyle bir sorumluluk altına girmek istemiyordu. Bazen çok yoğun olsa da mevcut düzenden memnundu.
Connie mutfaktaki lavaboda ellerini yıkıyordu. Madeline içeri girerken yüzünde suçluluğa benzer bir ifadeyle, “Serena komşunun bahçesine kaçtı ama şimdi döndü,” dedi. “Aslında, şey, komşunun bahçesinden birkaç demet marul yemeye kalkıştı.”
Madeline bir kaşını kaldırarak, “Kalkıştı derken?” diye sordu.
Connie zaman kazanmak istercesine öksürdü. “Aslında, marulları yedi ama sonra geri çıkardı.” Göz temasından kaçınarak ellerini havluyla kuruladı. “Daha sonra beslerken vermemiz gereken özel bir şeyler var mı diye sormak için veterineri arayacağım. Belki Serena’nın hassas bir midesi vardır.”
Yüce Tanrım! Madeline hangisinin daha kaygı verici olduğundan emin değildi. Connie’nin keçiye isim takmasının mı, yoksa keçinin Walter Lassiter’ın sebze bahçesine gitmenin bir yolunu bulmuş olmasının mı? Karısı Dolores salonun yoğun trafiğine aldırış etmezdi, ama Walter her zaman şikâyet edecek bir şey bulurdu. Madeline başıboş keçinin Walter’ın bahçesindeki çiti devirmesinden endişelendi.
“Eminim Serena’nın midesi gayet iyidir,” dedi Connie’ye çayı uzatarak. “Bunları sarabilir misin? Dora Ponce, Rotary Kulübü Müzayedesi için bir hediye sepeti oluşturuyor. Bizim de bağış yapabileceğimizi söyledim.”
‘Tabii ki.” Connie önlüğünü çıkarıp astı. “Ben bu güzel kâğıdı kullanacağım. Geçen hafta pazardan aldım. Ruth Pavord tüm malını satıyor, tahta kuş yuvaları yapmaya başlayacakmış.” Connie anlatmaya devam edecekti ki yemek odasından bir bağırış duyuldu. Hemen ardından da bir porselenin kırılma sesi geldi.
“İmdat!” diye bağıran bir kadın sesi işittiler. “Burada vahşi bir hayvan var!” Connie aceleyle yemek odasına koştu. Sert bir azarlama ve bir bağırış daha duyuldu. Bu gürültüye başka bir porselenin daha yere düşme sesi eşlik etti.
Yabancılara Avalon sıradan bir kasaba gibi görünebilirdi ama Madeline bu kasabada görünenden fazlası olduğunu bilirdi. Gülümseyerek iç çekti. Süpürgeyi ve faraşı kaparak hemen salona gitti.
Isabel çekici alıp ön bahçedeki çimlere SATILIK, tabelasını çaktı. Illinois sıcağının kuruttuğu toprak sert olmasının yanında kaskatıydı. Uzun ve sıcak ağustos günlerinden biriydi. Havanın biraz serinleyeceğine dair ufacık bir işaret bile yoktu. Belki önce çimi sulamalıydı ya da bunu yapması için caddenin aşağısındaki kızıl saçlı çocuğu çağırmalıydı. Belki de evi kendi başına satmaya uğraşmamalı, bir emlak komisyoncusunu arayarak satılık gayrimenkul listesine evini kaydettirmeliydi. Gerçi bu sıralar her şeyi kendi başına yapmaya çalışıyordu.
Isabel insanların onu aramasını beklemek, programlarına uygun davranmak ve ücret konusunda pazarlık yapmak istemiyordu. Şu an istediği tek şey, bahçe hortumunu bulmaktı.
Bir süre aradıktan sonra hortumu bulmayı başardı.
Dün gece saat yediden sonra karanlık sokaklarda dolaşan son kişiydi. Herkes evde Mars lan Gelen Adam’ı seyrederken, o çamaşır deterjanı almak için bir markete uğradı. îşte oradaydı, girişin hemen sağında, ortada. Bir piramit şeklinde istiflenmiş, on beş kutu boya göğe doğru yükseliyordu.
Isabel bir an gözünün önüne evini getirdi. Sobasını, mutfak masasını, buzdolabını ve sert dokulu mutfak havlularını düşündü. Salon mobilyalarını, yatak odası takımını, koridordaki kiraz kerestesinden yontulmuş masasını… Yorgun duvarlarını, tavanları ve kapılan akimdan geçirdi. Bir zamanlar sonsuza dek bu evde yaşayacaklarına, bu evde çocuk sahibi olacaklarına ve bu evde yaşlanacaklarına dair hayalleri vardı. Ancak Isabel bu hayallerden vazgeçmek zorundaydı. Peki, öyleyse neden hâlâ Avalon’daydı?
“Hepsini alıyorum,” dedi kasiyere ve yüz dolarlık bir banknot uzattı. “Ayrıca, oradaki fırçalardan da almak istiyorum.”
Mobilya örtüsü, dolgu macunu ve terebentin almayı istemedi. Bu kadar çok şeye ihtiyacı olmadığını düşünüyordu. Sadece boya yeterdi. Birden gözüne bir şey ilişti. Organik gübre paketlerine yaslanmış, köşeleri yamuk bir tabela.
SAHİBİNDEN SATILIK
Tabelayı da satın aldı.
Isabel bir an durup ne yapacağını düşündü. Tabela eğri büğrüydü ama caddeden rahatlıkla görülebilirdi. Komşularının merak edeceğini, hatta evini satışa çıkardığı için ona kızabilecekleri biliyordu. Avalon çoğu insanın yerleşmek ve ailece tüm hayatlarını geçirmek üzere geldiği yerlerden biriydi. Isabel de bu küçük kasabada evlenmişti, Bili bu kasabada doğup büyümüştü. Yaklaşık dört yıldır da burada gömülüydü.
Yandaki evin perdelerinde bir hareketlenme fark etti. Orada komşusu Bettie Shelton yaşıyordu. Bettie kasabada ortalığı velveleye vermesiyle tanınırdı. Isabel, Bill’in evi terk etmesi ve iki ay sonra tek şeritli bir yolda yanlış dönüş yaparak ölmesi haberlerinin kasabada yayılmasında Bettie’nin parmağı olduğunu biliyordu. Haberi duyan herkes detayları öğrenmek üzere Isabel’in verandasına gelmişti.
“Isabel Kidd!” diye bağıran Bettie’nin sesini duydu. Bettie’nin gümüşi mavi saçları bigudiyle sanlıydı. Pencereden kafasını uzattı. Öfkeli görünüyordu.
“Kahretsin, ne yaptığını sanıyorsun?”
Isabel tabelaya çekiçle hafifçe vurdu.
“Isabel? Beni duyuyor musun?”
Isabel tabeladaki tozlan temizler gibi yaptı.
“ISABEL!”
Isabel kızgınlıkla kaşlarım çattı. “Tabii ki seni duyuyorum! Seni duymamak mümkün mü?” Çaprazdaki evden donuk pembe renkli bornozuyla çıkan Peggy Lively’yi gördü. “Onu sen de duyuyorsun, değil mi Peggy?”
Peggy gözlerini boş caddeye çevirmeden önce bir an Isabel’e, ardından çekice dikkatlice baktı. Sonra yürüyerek sabah gazetesini aldı ve aceleyle eve girdi. Arkasından kapıyı çarpıp, kilitledi.
Isabel Bettie’ye sinirli bir bakış fırlattı. Sonra da emin olmak için tabelaya son bir kez vurdu. Eve doğru yönelirken Bettie’nin meraklı gözlerle onu izlediğinin farkındaydı.
Salondaki boya kutulan ortalıkta duruyordu. Boyalara tereddütle baktı. Alırkenki kararlılığı sanki azalmıştı. İstediğin zaman kaldırabileceğini bilerek SATILIK tabelasını asmak kolaydı. Merak ya da hevesi geçince vazgeçme şansı vardı. Ancak, boyamak farklıydı. Bir kere yaptığında geri dönüşü yoktu.
En yakın boya kutusuna uzanarak tornavidayla kapağını açtı. Kapaktaki boyaya dalgın dalgın baktı. Beyaz Fısıltı. Biraz karıştırdı, boyanın kokusuyla burnu kaş inmişti. Duvara attığı ilk darbe düzensiz ve damarlıydı, İkincisi de birinciden farklı sayılmazdı. Ancak boya hâlâ parlıyordu. Yıllardır orada duran yorgun gri rengin aksine saf ve çekiciydi. Isabel firçayı tekrar batırdı. Fırçanın kılları boyayla ağırlaşana kadar döndürdü, sonra kaldırdı ve tekrar denedi. Bu sefer duvarı pürüzsüz, tam ve kalın bir şekilde beyaza boyamayı başarabildi. Yeni bir darbeyle boyamayı sürdürdü, bu kez sürdüğü kat daha yoğundu.
Düşündüğünden çok daha hızlı ilerliyordu, çok geçmeden duvarın tamamını boyadı. Boş gözlerle arkasına, bağışlayamadığı geçmişine baktı. Isabel geçmişine dair bir ipucu arar gibi eğilerek daha yakından baksa da kendi gölgesinden başka bir şey göremedi. Burnunun ucu nemli duvara çarpıncaya kadar yaklaşmayı sürdürdü. Offf… Sonra hayatındaki diğer beyaz duvarları anımsadı.
Orada, o kadar da kötü değil, değil mi?
Hayır, doktor, değil.
Tabii ki doktor bu soruyu Isabel morfinin etkisi altındayken, bulanık bir zihinle, gevşemiş ve anlaşmaya hazır bir ruh halindeyken yöneltmişti. O durumdayken, kimseyle konuşmamak da herkes ile konuşmak da bir insana aynı derecede mutluluk verebilirdi. Bili yanındaydı, sersemlemiş ve üzgündü. Bunun son şansları olduğunu biliyordu. Artık daha fazla çabalamayacakları. Önemli değildi, yatağa uzandığında Bill onu ikna etmeye çalışacaktı. Her gece yastığı gözyaşlarıyla ıslanıyordu. Kimseye ihtiyaçları yoktu. Birbirlerine yeterlerdi. Bili, IsabePin parmaklarını dudaklarına götürdü ve parmak uçlarını nazikçe öptü. Bu bir sözdü.
Evi terk etmesinden sadece birkaç yıl önceye kadar Bili, bu sözü tutmuştu. Bu durumun onları değiştiremeyeceğini sanıyorlardı, ama değiştirmişti. Kaybettikleri hiçbir şeyi tekrar bulamamışlardı. Isabel mutlu değildi ama mutsuz da sayılmazdı. Durumu katlanılabilirdi. Bill’i hâlâ seviyordu ve onun da kendisini sevdiğini biliyordu. Ancak aralarındaki uçurum giderek büyüyünce, her geçen gün birbirlerinden daha çok uzaklaştılar. Isabel, elinde olsa tüm hayatını bu şekilde yaşayarak geçirebilirdi. Birbirlerine karşı kibar ve saygılı davranarak, aynı evde aynı hayatı huzurla bir arada yaşayabilirlerdi. Mükemmel bir yaşam değildi belki ama Isabel için yeterliydi. Belli ki aynı şey Bili için geçerli değildi.
Diş hekimleri ve asistanları arasındaki yakınlaşma da neyin nesiydi, Tanrım? Isabel bu utanç verici klişeyle yaşamak zorundaydı. Kocam benden on yaş daha genç asistanı için beni terk etti. Bundan daha kötüsü olamaz, hiçbir şey terk edilmenin verdiği acıdan daha kötü değil, diye düşünüyordu. Ne yazık ki yanıldığının farkında değildi.
Bir bebeğin dünyaya geleceği haberine hazırlıklı değildi. Hiç düşünmeden zarfı yırtıp açtı. Önce birkaç ay geç gönderilmiş tebrik kartlarından biri sandı. Kalın kartı çekip çıkarmasıyla tombul, nur topu gibi bir bebek resmiyle karşılaşması bir oldu. Bebek mavi, parlak gözlerini ve Dumbo” kulaklarım kesinlikle Bill’den almıştı.
“Umut Mevsimi” için bir yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Bestseller Dizisi Çağdaş Dünya Edebiyatı Edebiyat Hikaye Roman (Yabancı)
- Kitap AdıUmut Mevsimi
- Sayfa Sayısı600
- YazarDarien Gee
- ÇevirmenEsra Yüksel
- ISBN9789759997564
- Boyutlar, Kapak14 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviArkadya Yayınları / 2014
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Sondan Başlıyoruz ~ Chris Whitaker
Sondan Başlıyoruz
Chris Whitaker
Yılın En İyi Cinayet Romanı GUARDIAN • WATERSTONES • MIRROR • EXPRESS Kaliforniya’da okyanus manzarasına bakan yamaçlarda, sakin bir kasaba. Duchess Day Radley, tutunamamış...
- Hüzün ve Tesadüf ~ Mustafa Kutlu
Hüzün ve Tesadüf
Mustafa Kutlu
Yazarın bu eserinde çok kısa metinlerden oluşan bir bölüm ile uzun metinleri kapsayan ikinci bir bölüm vardır. Eserde şu hikâyeler yer alıyor: Seyfettin’i Severdik,...
- Gündüz Düşleri ~ Işık Gürer
Gündüz Düşleri
Işık Gürer
Ansızın oluverdi, birden bire… Çalan telefonun sesiyle, sağ taraftaki kaburgama doğru, öyle bir savruldu ki yüreğim, kırıldı sandım. İşte başladık, harekete geçti artık. Ona...
merak ettim doğrusu güzel bi kitaba benziyoorr