“Romantizmin ustasından büyüleyici bir başyapıt. “
-Booklist
“Tam isabet, yine çok güzel bir romantik macera. “
-Kirkus
“Johansen farklı bir romantizmle akılları kurcalayan gizemi birleştirmiş ve çok harika bir romana imza atmış. “
-Publishers Weekly
“Johansen büyüleyici bir kaliteye sahip. “
-Library Journal
1
Arabistanlı Lawrence’ın biraz daha koyu tenlisi” diye hayranlık dolu bir şaşkınlıkla düşündü Billie Callahan: “Çöllerin prensi alim renkli bir adammış!” Kum tepelerinin üzerinde siyah Arap atıyla dörtnala giden adamı iyice görmek için yüzüne uçuşan bakır rengi saçlarım aceleci bir el hareketiyle gözlerinin önünden kaldırdı. Saçları yeniden yüzüne doğru savrulup yanaklarını kamçılamaya başladı. Rüzgârın şiddeti hissedilir ölçüde artıyordu. Durduğu bu küçük tepenin üzerinde rüzgarlı kum şenliğine maruz kalıyordu. Şimdi ise rüzgâr avını parçalamaya çalışan, açlıktan gözü dönmüş bir hayvan gibi gömleğim ve pantolonunu çekiştirip duruyordu.
Tepenin biraz aşağısında cipi bozulunca cipten inip Zalandan’ın ne kadar uzağında olduğunu görmek için yukarı tepeye çıkmanın iyi bir fikir olduğunu düşünmüştü. Şimdi ise bunun iyi bir fikir olduğundan o kadar da emin değildi. Bu kum tepesinin üzerinde son derece savunmasızdı ve gözünün alabildiğine etrafına baktığında hiçbir yer güven telkin etmiyordu. Altın rengi kum tepeleri birbiri ardına kilometrelerce uzuyor, ufukta gökyüzüne karışıyordu. Karşıda parıldayan ışıklar ufuktaki kayalıkları aydınlatıyordu ama ışıkların geldiği yer çok uzak görünüyordu. Yusuf’un dediğine göre kayalıkların ardında Zalandan’ın güvenli toprakları uzanıyordu ama oraya kum fırtınası başlamadan önce varması imkânsızdı. Rüzgâr, kumları kaldırıp çılgınca savuruyor, hortumlarla bezenen kum tepeleri hayalet semazenler gibi dönüyordu.
Cipe geri dönmeye çalışmanın daha iyi olacağını düşündü, en azından küçük de olsa kendine bir korunak sağlayabilirdi. Cipe doğru geri dönmeden önce siyah Arap atının üzerindeki adama meraklı bakışlarla son bir kez daha baktı. Onu daha önce ufukta bulanık bir figür olarak görmüştü. Şimdi ise içinde bulunduğu bu berbat duruma rağmen adamın görüntüsüne takılmıştı aklı.
Atın parlak siyahlığına zıt olarak uçuşan beyaz entarisi içinde son derece hoş ve dinamik görünüyordu. “‘Kırklı yılların renkli destansı filmlerinin birinden çıkmış bir çöl prensi” diye düşündü. hayalindeki bu imgeyi tamamlamak için adamın tek eksiği elinde bir kılıç ve atının arkasına attığı bir cariyeydi. Karşı tepeliklerden geliyordu, muhtemelen Zalandan’da oturan biriydi, ama oranın yerlisi olmaktan çok, at üzerindeki ataklığıyla bir çöl eşkıyası ya da bir bedevi şeyhine benziyordu. Ten rengini ayırt edebilecek kadar yakınına geldiğinde şaşkına döndü, çünkü tahmin ettiğinin aksine saçları simsiyah değildi, tam tersine güneşte bronzlaşmış buğday rengiydi. Birkaç aydır Sedikhan’daydı ve bu Ortadoğu ülkesinde hiç sarışın yerli görmemişti. Ancak bu gördüğü adam, üzerinde uçuşan beyaz entarisiyle ve bilhassa atı sürüş tarzıyla tıpkı buraların yerlisine benziyordu.
her ne olursa olsun ondan yardım ummaması gerektiğini düşündü omuz kırım silkerek. Belki de zaten başka tarafa doğru gidecekti. Ona doğru geliyor gibi görünüyordu ama büyük ihtimalle tepeden diğer tarafa doğru kırk beş elli kilometre ötedeki Yusuf’un köyüne doğru yolunu çevirecekti. Eğer atın üzerindeki adam onu gördüyse bu bir yardım elinden çok, bir tehlike de olabilirdi. Hayır, kendinden başka hiç kimseye güvenemezdi. Ama, peki hayatında ne zaman bundan başka şekilde düşünmüştü ki? Hem zihinsel hem de fiziksel açıdan başkalarına daha önce de kök söktürmüştü. Bunun da üstesinden gelirdi elbet.
Kum tepesinin eteğine ulaştı. Durmakta fazlasıyla zorlanıyordu. Fırtına kolayca kaldırıp savurduğu milyonlarca kum tanesinden biriymişçesine onu da havaya uçurmaya çalışıyor gibiydi. Yüzüne vuran kum taneleri yanaklarını acıtıyordu, etrafında girdap gibi dönen kumlardan korunmak için gözlerini kapattı.
“‘Bu ıssız yerin ortasında ne halt ettiğini zannediyorsun sen Allah aşkına?” Kalın bir erkek sesiydi bu. Gözlerini açtı ve çöl prensinin ondan sadece birkaç adım ötede atından inmiş öylece durduğunu gördü. Rüzgâr öyle sert esiyordu ki uğultusundan atın geliş seslerini bile duymamıştı. Karşısındaki adam buranın yerlisi değildi, kesinlikle Arabistanlı Lawrence da değildi, aksanı Oxford”dan çok Texaslı’ya benziyordu çünkü.
Rüzgârın sesini bastırmaya çalışarak, “Ne yapıyora benziyorum?” diye bağırdı. “Bronzlaşmak için kum fırtınasından daha iyi bir şeyin olmadığını söylediler. Ben de bir tanesine tutulup denemeyi düşündüm.” Sesinin sinirden titrediğini fark etti ama bu kızgınlığını daha da artırdı. “Kahretsin, burada hayatta kalmaya çalışıyorum!”
Rüzgâr, adamın altın rengi saçlarını kadının yüzüne doğru kamçı gibi savuruyordu.
Sert bir şekilde. “hiç de iyi bir iş yapmıyorsun,” dedi ona doğru yürüyerek. “birkaç dakika içinde bu şiddetli rüzgâr korkunç bir fırtınaya dönüşecek ve sen sanki bir bahçe partisindeymiş gibi etrafına bakınıyorsun.” Adam kolunu kavradı. “Hadi ama, hemen bir korunak bulmalıyız.”
Kolundan tutup onu bir kaya yığınının yanına doğru aceleyle çekelerken, “Benim yaptığım da buydu zaten,” dedi kadın Öfkeyle. At da arkalarından geliyordu. “Fırtınanın dinmesini beklemek için cipime doğru gidiyordum.”
“Buraya birkaç metre uzaklıkta olsa da. bu rüzgârda tipine asla ulaşamazsın. Yaldan çıkıp uzağa savrulursun ve yolunu kaybedip on dakika içinde de kumdan boğularak ölürsün.”
Kadının tüm vücudunu bir titreme kapladı, bunu hafif bir gülmeyle örtmeye çalıştı. “Saçmalık. Benim çok güçlü bir yön duygum vardır. Daha önce de bunu başardım.”
“Kendine bu kadar fazla güvenmene sevindim.” Topu topu yarı bellerine kadar gelen kayaların arkasına doğru kadını itti. “Yaşlı Nick”i de emniyete alana kadar burada kal.” Atı diğer kayalıkların korunağına çekti.
Billie kaya parçalarının ortasındaki korunaklı yere çöktü. Kendini bir anda çok yalnız ve korkmuş hissetti. Bu kadar korkması ne büyük aptallıktı. Sonuçla bu fırtına da dinecek ve o da hayatta kalmaya devam edecekti, tıpkı yaşadığı diğer fırtınalarda olduğu gibi.
Yaklaşan beyaz siluet, etrafını saran kum perdesini aralayarak yanına geldi ve saçları altın sarısı olan bu çöl adamı yanı başına çömeldi. “Fırtına henüz o kadar kötüleşmedi ama rüzgâr durmaksızın şiddetleniyor. her an en kötü darbesini
Billie’nin menekşe renkli gözleri kocaman açıldı. “Daha da mı kötüye gidecek?” Zaten sa nan dünya yarılmış ve o yarıktan cehennemin tüm zebanileri oraya dolmuş gibiydi. Daha kötüye nasıl gidebilirdi ki? Derin bir nefes aldı ve sakin olmaya çalışarak, “Ama o kadar da kötü olamaz. Tepenin yamacındayız çünkü, bir tarafımızda da bizi koruyan bu büyük kayalıklar var,” dedi.
“Çocuk olma,” dedi adam, başına doladığı başlığı çözerken. “Tonlarca kumu kaldırıp hallaç pamuğu gibi atan bunun gibi çok fırtına gördüm. Yeryüzünün şeklini değiştirir bu türden fırtınalar. Bir saat sonra şu an oturduğumuz yerde yirmi adımlık bir kum tepesi yükselebilir.”
Billie ironik bir şekilde, “Bu kadar güven telkin etmek zorunda mısın?” diye sordu. “Hayatta kalma şansımızla ilgili olarak kendime fazla güvenmiş olmamı istemez miydin?”
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıUfka Dokunmak
- Sayfa Sayısı220
- Yazarİris Johansen
- ISBN6054335152
- Boyutlar, Kapak 13,5x21,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviİLYADA / 2010
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Limon Ağacı ~ Sandy Tolan
Limon Ağacı
Sandy Tolan
1967 yılının yaz aylarında, Altı Gün Savaşı’ndan uzak olmayan bir tarihte, genç bir Filistinli adam ve iki arkadaşı İsrail’in Ramla kasabasına giderler. Onlar kuzendir ve yaklaşık yirmi yıl önce ailelerinin terk etmek zorunda kaldığı, çocukluklarının geçtiği evi görmek isterler.
- Pek Çok Kışın Ardından ~ Marian Izaguirre
Pek Çok Kışın Ardından
Marian Izaguirre
Aşk nerede biter, öç nerede başlar? Bir Zamanlar Hayat Bizimdi isimli eseriyle tanıdığımız Marian Izaguirre’nin kaleme aldığı Pek Çok Kışın Ardından, okurlarını Madrid’den Buenos Aires ve...
- Fransız Süiti ~ Irene Nemirovsky
Fransız Süiti
Irene Nemirovsky
“Edebi ve ebedi bir şaheser!” -Times 1940 yılında Nazi işgalinden bir gece önce Paris’te başlayan Fransız Süiti, insanların kendi kontrolleri dışında savaş şartlarına atılmasının...