Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Üçüncü Dünya Savaşı (Çin ABD’yi İşgal Ettiğinde)
Üçüncü Dünya Savaşı (Çin ABD’yi İşgal Ettiğinde)

Üçüncü Dünya Savaşı (Çin ABD’yi İşgal Ettiğinde)

Burak Turna

2006 yılında yayınlandıktan sonra dünya çapında medyanın ilgi odağı olan Üçüncü Dünya Savaşı insanı hayrete düşüren öngörüleri ve kurgusuyla Epsilon Yayınları imzasıyla okuruyla buluşuyor!…

2006 yılında yayınlandıktan sonra dünya çapında medyanın ilgi odağı olan Üçüncü Dünya Savaşı insanı hayrete düşüren öngörüleri ve kurgusuyla Epsilon Yayınları imzasıyla okuruyla buluşuyor!
2009 yılında başlayan ekonomik kriz dünyanın dengelerini bozuyor.
Derin bir hipnoz altındaki insanlık, yavaş adımlarla Ölüm Kardeşliği örgütünün 800 yıllık tuzağına düşmek üzeredir. Avrupa, Asya, Amerika Kaos tarafından yutulmak üzeredir
Ve her şey altüst olduğunda, birilerinin bir şey yapması gerektiği hissi ortaya çıktığında, birkaç Türk casusu dünyayı kurtarmak için hayatlarını ortaya koymaktan çekinmeyecektir. Bu sonsuz kaos içinde dahi aşkın gölgesi bir yerlerde onları takip eder
Üçüncü Dünya Savaşı bize bugünü tarihten ayrı düşünemeyeceğimizi, korkunç teknolojik silahların insan ruhundan güçlü olamayacağını, kötülüğü isteyenlerin bu dünyadan olamayacağını hatırlatıyor.
Bizi iyilikten yana, karanlığa karşı el ele olmaya çağırıyor.

***

SAVAŞ ZEMİNİ OLUŞUYOR

İngiltere / Runnimede, 1215 Ocak…

Runnimede’de her zamanki gibi yağmur yağıyordu. Kara bulutlar çökmüştü ormanın, şehrin üzerine.

Kalenin dışında pek fazla köylü görünmüyordu. Sadece kale içindeki pazarda mallarını satmak için gelmiş birkaç tüccar vardı, hepsi bu. Kendi aralarında konuşuyor ve söyleniyorlardı. Toprak ağası baronlar vergileri gittikçe artırıyordu. Bunun nedeni de Kral’ın sürekli kendilerinden asker ve para talep etmesiydi.

Biraz sonra kaleye alınacaklardı ama atlarını dışarıda bırakmaları istenmişti onlardan. Kral, kendi atları dışında başka atların pisliğini kale içinde görmek istemiyordu.

Tüccarlardan biri yüksek sesle bağırdı:

“Zaten Baronlar, Kral’ın artık çok olduğunu ve ona gereken dersi vereceklerini söylüyorlar.”

“Evet, işini bitireceklermiş…” diye ekledi bir diğer tüccar.

“Papa III. Innocent da onları destekliyormuş ama politika gereği Kral’ın yanında gibi görünüyormuş…” Adam bunu söylerken sanki çok gizli bir kaynaktan bu bilgileri alıyormuş hissi yaratacak beden hareketleri yapmıştı.

“Bunların hepsi uydurma, pagan büyücülerin uydurmaları bunlar…”

“Neden böyle bir yalan uydurma gereği duysunlar ki?”

“Çünkü Papa onların hepsini yok ettiriyor, kızıl pelerinli büyücüleri ve siyah giysili cadılarını yaktırıyor.”

“Bence sen tamamen yanılıyorsun; bu yaktırma hikâyeleri, hep gerçeği gizlemek içinmiş. III. Innocent’ın anti-papa olduğunu düşünüyor insanlar, söylentiler var böyle… Ama o anti-papa’dan daha da öte, gerçek bir Hıristiyan bile değil, o bir pagan diyorlar… Yok edilen atalarının öcünü almak için bunu yapmış olan bir pagan…”

“Saçmalık bu! Söylentilerden haberin yok senin galiba…”

“Ne söylentileri?”

“Hey, bunların hepsi saçmalık… Bunları o cadılar uyduruyor olmalı… Yakılası yaratıklar…” Bunu söyleyen tüccar, başını olumsuz bir ifade ile salladı ve at arabasının arkasından koca bir çuvalı yere indirdi.

“John hepsini öldürecek, Kral John hepsini öldürecek…”

“Baronları öldürmeye gücü yetmez, bütün ordusunu onlardan alıyor. Üstelik onların bağlantılarına ihtiyacı var, topraklarına ihtiyacı var…”

İngiltere’nin ve ona bağlı toprakların Kralı John zor durumdaydı. Sürekli baskı geliyordu toprak sahiplerinden ve Papa’dan…

Özgürlük geldiğinde, kendi gücünün azalmaya başlayacağını biliyordu, güç sonsuz olamaz, diye düşünüyordu. Yapılacak fazla bir şey yoktu… Onlarla anlaşacak ve isteklerini yerine getirecekti… Baronlar ve kilise daha da özgür olacaktı… Ama insanlar… Bu onların sorunu, diye düşünüyordu John. Magna Carta’yı imzalayacaktı…

Ailesi ve krallığı ancak bu şekilde kurtulabilirdi. Papa’yı baronların tarafında yer almaması için bir kez daha tehdit etmişti, ama onun kendisine söz vermiş olmasını yeterli görmüyordu. Baronlarla Papa aynı çıkarlara sahipti, toprakları yönetiyorlardı ve dünyevi güce ihtiyaçları vardı.

John buna dayanamıyordu ama yapacağı hiçbir şey yoktu, ekonomik güçleri yönetenlerle anlaşmalıydı ama asla istedikleri gibi at oynatmalarına da izin vermeyecekti.

Papa’nın güç elde etme çabasını anlayamıyordu; samimi bir Hıristiyan, insanları yönetme gücünü elde etmek istememeliydi. Doğu’da yeşermişti Hıristiyanlık ve Batı’ya geldiğinde sıkılmış limona dönmüştü. Kendisiyle savaşıyordu John; bu sırrı dünyaya açıklarsa eğer, o zaman kendi gücünü tamamen yitirebilirdi, insanlar buna inanmayabilirdi. En yüksek dini otoritenin, çıkar sahipleriyle ortak çalışıyor görünmesi kabul edilemezdi. Yoksa söylentiler doğru muydu? Paganlar, Hıristiyanlığı ele geçirmeye mi uğraşıyordu?

.

Baronlar, geniş tahta bir masanın etrafında oturmuş, yemek sonrası konuşmalarına devam ediyordu. Büyük toprakların kullanılmasına ve ticarete yön veren, ekonomik güce hükmedendi onlar.

Odanın içine sızan gün ışığı, kimsenin içine ferahlık vermiyordu. Saatlerdir süren tartışmaların son bulması gerekiyordu artık. Biraz sonra efendiler devreye girecekti. Ve dışarıda bekleyen şövalyelere, aldıkları kararı kesin olarak bildirmeliydiler.

“Kral John mutlaka susturulmalı, onu tehdit etmeliyiz. Efendilerimizin bizden istediği şartları ona dayatmalıyız.”

“Evet, efendiler… Eğer onların emirleri yerine gelmezse büyük bir lanet çekeceğiz üzerimize.”

“Dünyanın sonu buradan başlayacak… Böyle söylediler bana, bizler dünyanın sonunun başlaması için gereken adımı atıyoruz.”

“Tanrım! Her şey büyük sonu hazırlamak için değil mi?”

“Ama bu Tanrı’nın iradesine aykırı! Sadece o, dünyanın sonunu hazırlayabilir…”

“Biz, Ölüm Kardeşliği örgütünün bir parçasıyız… Bu yaftadan kurtulmamız imkânsız!”

“Ölüm Kardeşliği! Bu ne lanetli bir isim böyle…”

“Dünyayı ele geçirecek olan gelecek kuşakların birer hizmetkârıyız sadece ve onlar bu dünyaya hükmetmeye başladıkları anda da dünyanın sonu gelecek…”

“Efendiler… Aziz Malacchia’ya geleceği gösteren efendiler, sonun mutlaka geleceğini söylüyorlar…”

“Malacchia’dan sonra 112. Papa geldiğinde dünyanın sonunun geleceğini söylüyorlar…”

“Bu ne kadar uzun bir süre, ne kadar hayal edilemez bir zaman dilimi!”

“O zaman John’a gitmeliyiz ve bunu kabul ettirene kadar baskı yapmalıyız. Eğer karşı çıkarsa savaşıp onu yeryüzünden kaldıracağız…”

“Peki ya bunu kendi krallığına karşı yapılmış bir saygısızlık olarak görürse?”

“İşte o zaman ona bu antlaşmanın insanlara özgürlük getiren bir antlaşma olarak tarihe geçmesi sözünü veririz ve o da bu şeref ile ödüllendirilmiş olur.”

“John bana Papa ile bir arada olmamamız gerektiğini söyledi. Onun gerçek Papa olmadığını, gerçek Papa’nın paganlar tarafından öldürülmesinden sonra onun yerine geçen bir büyücü olduğunu söyledi…Ve dünyanın sonu gelirse bu yüzden gelecek, dedi…”

“Bu nasıl bir kaos… Bizler efendilerin izinden ayrılmamalıyız, onlar bize görünmüyor ama bizle konuşuyor… Mutlaka bir bildikleri olmalı…”

Baronların toplantısı sürerken üstü başı toz içinde bir rahip girdi içeriye…

Herkesin gözü hayretler içinde açılmıştı.

“Papa, size karşı John’u destekleyecek ama kalbi sizden yana… Sizin kazanmanızı istiyor… Efendilerin kendisi ile anlaştığını belirtiyor… İnsanlığı hiçbir varoluş umutsuzluğuna sürüklemeden sona taşımak için kendi varlığının bir başlangıç olabileceğini belirtiyor…”

Baronlar bu sözün ne anlama geldiğini çözememişlerdi ama Kral John mutlaka bu antlaşmayı imzalamalıydı…

*

ANKARA / TÜRKİYE, 2009…

Gökyüzü bulutluydu, karanlık bir kutunun içinde gibi hissediyordu kendini Tümgeneral Cemil Sever. Uzun süredir havadaydı dev kargo uçağı. Ayağa kalkıp, uçağın gövdesi boyunca sıralanmış olan askerlerin arasından geçti. Dev Rus taşıma uçağı AN-124 Condor, gökyüzündeki sarsıntılardan fazla etkilenmiyor gibiydi. Hava her ne kadar açık ve sakinse de Transilvanya Dağları’nın üzerinden geçerken hava akımlarına kapılmamak imkânsızdı, sarsıntılar zaten gergin olan sinirleri iyice geriyordu.

Sıkıntı basıyordu. Terlemişti. Üzerindeki savaş teçhizatı, 1. Hava İndirme Tümeni’ndeki her er ile aynı seviyedeydi. Türk Hava İndirme Komandoları’nın yüzlerindeki ifadeleri tek tek inceliyordu. Uçağın içindeki kırmızı ışığın sebep olduğu yansımalar nedeniyle gerçek ötesi bir görüntü hâkimdi.

Silahların hepsi defalarca temizlenmiş ve hazırlanmış olmalıydı. Bu emri vermesine gerek yoktu, askerlerin hepsi de deneyimli subay ve astsubaylardan oluşuyordu. Türk ordusunun stratejik Hava İndirme Tümeni’ydi onlar, saatler içerisinde dünyanın herhangi bir yerine müdahale edebilecek bir gücü barındırıyorlardı. Aşağıdaki kargo bölümü ve üst kat, tam teçhizatlı askerlerle doluydu. Yanlarında roketleri ve ağır makinelileri duruyordu. Koyu renk üniformaları ve boyunlarındaki özel kolyeleri ile adanmış askerlerdi hepsi de.

Bir süre sonra uçağın dışında parıltılar gördü. Camdan dışarı baktığında, kendi uçakları ile beraber hareket eden diğer Antonov uçaklarını seçebildiğini fark etti. Yirmi beş taşıma uçağı ile altı bine yakın asker naklediliyordu. Dünya standartları ile bakıldığında inanılmaz bir sayıydı bu.

Gökyüzünü aydınlatan parıltıların uçaksavar ateşi olduğunu anladı Tümgeneral, demek dost bölgeden çıkmışlardı, artık her tehlikeye açıktılar. Yakın hava desteği olmadan bu harekâtı gerçekleştirmek düşünülemezdi bile, ama şartlar bunu zorlamış olmalıydı. Çok yüksekte uçtukları için mermiler henüz onlara ulaşamıyordu. Baraj ateşini geçtiler, kim bilir bu sadece uyarıydı belki de.

“Kargo kapakları açılsın!” emri verildi, bir süre sonra kapaklar açılmıştı.

“Hedefe yaklaşıyoruz,” uyarısı geldi pilottan. Ve uçakta alarm zilleri çalmaya başladı. Komandolar paraşütle atlayacakları kapının önünde sıraya girmeye başladılar hızla. Açılan kapıdan dışarısı daha iyi görünüyordu.

Diğer uçakların da aynı pozisyonu aldığını gördüler. Aniden bir çatırdama oldu. Birkaç uçaksavar mermisi çok yakınlarında patlamıştı, askerler kendilerini yere attılar.

“Füze ateşi, dikkat füze ateşi!” Pilotun uyarısı herkesin kendini korumaya almasını sağladı. Her şeye hazırlıklı olmalıydılar. Eğer uçak vurulursa açık olan kapıdan dengesizce düşmek, paraşütün açılmamasına ya da birbirine karışmasına neden olabilirdi. Avrupa üzerinde bu kadar çok askerin olduğu bilinseydi eğer, hava çok daha fazla karışırdı.

Gökyüzünün uzak ve karanlık bir noktasında, yerden fırlatılan hava savunma füzesinin çizdiği ışıklı eğriyi gördüler, kendilerine doğru geliyordu ama uçaklardan atılan ışıldaklar ve yanıltıcılar, füzenin hedefini bulmasını engellemişti. Patlama şiddetli oldu, uçak çok sarsıldı. Tümgeneral bir an önce atlamanın gerçekleşmesini istiyordu. Eğer ateş devam ederse vurulabilirlerdi.

Heyecan had safhadaydı.

“Atla!” emri ile ilk askerler kendilerini karanlığa bıraktılar. General Cemil Sever, askerlerin arkasından bakarken sırtlarına vurarak diğerlerini aşağı atmaya başladı. Açılan paraşütler beyaz mantar taneleri gibi dolaşıyordu karanlık denizinde.

“Füze geliyor! Manevra yapıyoruz!” Pilotun heyecan dolu sesi doldurdu kulaklarını. Cemil Paşa, uzaklarda bir nokta gibi görünen füzenin hızla kendisine doğru yaklaştığını gördü. Gitgide büyüyordu ışıltı, tam üzerine geldiğini fark etti.

Yataktan fırladı Cemil Paşa. Ter içinde kalmıştı, yanında uyuyan karısı da korkuyla sıçramıştı yatağından.

“Cemil, ne oldu, yine rüya mı gördün? Hayırdır inşallah!”

“Evet hanım, evet. Hadi yat uyu sen, hayırlara karşı gelsin.”

“Ne gördün söylesene?”

“Bir şey yok, sadece çok gerçekçi bir rüya. Sanki geleceği görüyorum.”

“Ne diyorsun sen? Ne geleceği?”

“Bir görev… Çok zorlu bir görev, askerlerimle Avrupa’nın üzerinde uçuyoruz. Sonra bir ateş açılıyor. Üzerime doğru bir füze gelirken uyanıyorum. Buna benzer rüyaları görüyorum birkaç gündür.”

“Hayırdır, var mı böyle bir görev?”

“Henüz bir şey yok ama karargâha sık sık gelen emirlerden, sanki yeni bir görevin verileceğine dair bir izlenim edindim. Kim bilir? Çok saçma ama neden Avrupa’ya acil bir görevle gitmek zorunda kalalım, belki midemdeki sıkıntıdandır gördüğüm rüyalar?”

“Hadi yat uyu.”

“Yok, ben biraz televizyon seyredeceğim.” Cemil Paşa kalkıp salona geçti. Demlikte kalan çayı ısıttı. Televizyonda kanalları dolaşırken haberlere rastladı. Aralık duran pencereden ılık bir hava esiyordu bu gece, rahatladı birazcık. Çay, keyfini yerine getirecekti.

“Dünya ekonomisi hızla bir sarsıntıya doğru gidiyor. Uzun süren ekonomik genişleme ve suskunluk dönemi sona ermek üzere. Amerika Birleşik Devletleri borçlanma konusunda daha muhafazakâr davranacağını belirtti. En kısa zamanda bütçe ve dış ticaret açıklarının azaltılması politikalarının uygulamaya konacağı, gelen haberler arasında. Faizlerdeki artış nedeniyle Avrupa piyasalarından hızlı sermaye çıkışı meydana geldiği söyleniyor. Değer kazanan Amerikan doları nedeniyle ihracatta yavaşlama ve Avrupa’nın dış satımlarında canlanma beklense de genel ekonomik durgunluk bu canlanmanın etkilerini aza indirebilir.”

“Çin ekonomisi ise alarm sinyalleri veriyor. Son zamanlarda Batılı sermaye hareketlerine karşı girişilen toplu şiddet olayları nedeniyle doğrudan sermaye yatırımlarında büyük azalma meydana geldi. Çin para birimi Yuan’ın değer kazanması Asya borsalarında büyük bir karışıklığa neden oldu. Seul Borsası yüzde 4,5 düşerken Nikkei’nin yüzde 2,7 düşmesi paniği körükledi. Japonya, Asya bölgesindeki yatırımlarının genelde yavaşlayabileceği sinyalini vermesi nedeniyle borsalardaki düşüşün daha da hızlanması ve mali sistemin ciddi bir türbülansa girmesi bekleniyor.”

“Hollanda ve Fransa’da gerçekleşen saldırılarda pek çok yabancıya ait ev ve iş yeri tahrip edildi. Yaralıların sayısı henüz belli değil. Yaralılar arasında Türklerin de olabileceği belirtiliyor.”

“Avrupa Birliği Konseyi, Birliğin artık işlevselliğini yitirmeye başladığını ve gerileme dönemine girdiğini resmen açıkladı. Avrupa Birliği’nin bazı üyelerinin birlikten ayrılmak üzere olduğu, gelen haberler arasında. Konu ile ilgili olarak Brüksel’e bağlanıyoruz.”

“Rusya Devlet Başkanı, son üç ay içinde ikinci kez Türkiye’yi ziyarete geldi. Başbakan’la görüşen Rusya Devlet Başkanı, Rusya’nın Kafkaslarda izlediği politikaları yumuşatması ve buradaki Türk topluluklarına kendi kendini yönetme hakkı tanınması durumunda, ilişkilerin şimdiye kadar görülmemiş ölçüde iyileşeceği mesajının memnuniyetle karşılandığını belirtti. Bu konuda önemli adımların atılması bekleniyor.”

“Ermenistan, Rusya’dan gelen şiddetli baskılar sonucunda, sözde ‘Ermeni soykırımı’ iddiaları konusunda sessizlik politikası izleyeceğini belirtti ve işgal altında tuttuğu Azeri topraklarından çekileceğini duyurdu. Azerbaycan ve Nahçıvan arasındaki koridorun Azeri kontrolüne bırakılmasının da kabul edilmesiyle, Türkiye Cumhuriyeti’nin Asya ile arasındaki engeller kalkmış oluyor.”

Cemil Paşa, elinde çay bardağı ile kalkıp dolaşmaya başladı. Balkona çıkıp güzel havayı içine çekti. Rahat değildi nedense, dağılmıyordu içindeki sıkıntı. Güzel haberler de geliyordu ama garip bir hava çökmüştü sanki dünyanın üzerine, bunu hissedebiliyordu.

İstanbul’da patlayan büyük bombalar öncesinde de aynı huzursuzluğu hissetmişti, havadaki boğuculuğu hâlâ hatırlıyordu. Şimdi ona benzer bir duygu içindeydi.

Gerilip sıktı kendisini, mücadeleci hislerle doldu. Her ne olursa olsun her şeye hazır olduğunu biliyordu. Eğer bir gün görev verilirse, dünyanın neresinde olursa olsun bizzat savaşmayı göze alabilirdi, Türkiye’nin çıkarları için gereken her fedakârlık yapılacaktı, yapılmalıydı.

Haberlerin sesi geliyordu arkadan, ekranda patlayan flaşlar ve politikacıların görüntüleri vardı. Odanın içindeyse loş bir ışık yanıyordu. Cemil Paşa, balkondaki sandalyeden gökyüzünü seyretmeye devam etti.

“Japonya, Çin ile had safhada gerilen ilişkileri dengelemek için Rusya ile münasebetlerini geliştirmeye çalışıyor. Ancak Rus Devlet Başkanı, Japon Başbakanı’nın, Kuril sorununda Japonya’nın daha fazla ödün vererek anlaşma yapma önerisini reddetti. Rus Devlet Başkanı, ‘Rusya’nın Kuril ile ilgili tutumu bellidir. Habomai and Shikotan kayalıklarını Japonya’ya geri verebiliriz ama bunun dışında tek bir adım bile atmayı düşünmüyoruz,’ diyerek Japon Başbakanı’nı hayal kırıklığına uğrattı.”

“Bölgede hızla yalnızlaşan Japonya’nın, Amerika’nın istediği tüm savunma ve üs kullanma anlaşmalarına onay vermesi bekleniyor. Japon Hükümeti’nden, Tayvan’ın son zamanlarda artan bağımsızlık isteklerine olumlu bakıldığı açıklaması, politik arenanın kızışmasına neden oldu.”

“Fransa’da solcu öğrencilerle aşırı sağcıların kavgası meydan muharebesine döndü, polisin yetersiz kalması nedeniyle jandarma birliklerinin devreye girdiği belirtiliyor.”

“Baltık cumhuriyetlerinden Litvanya’da, iki Rus aile, kimliği belirsiz kişilerin saldırısı sonucu hayatını kaybetti. Polis, görgü

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Bilimkurgu-Fantazya Roman (Yerli)
  • Kitap AdıÜçüncü Dünya Savaşı (Çin ABD'yi İşgal Ettiğinde)
  • Sayfa Sayısı416
  • YazarBurak Turna
  • ISBN9789944826297
  • Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
  • YayıneviEpsilon / 2013

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Nükleer Darbe ~ Burak TurnaNükleer Darbe

    Nükleer Darbe

    Burak Turna

    Burak Turna’nın Üçüncü Dünya Savaşı Romanı Kaldığı Yerden Devam Ediyor. Üçüncü Dünya Savaşı’nın kahramanları Bölüm 18, Wu, İlyas, Hamdi Hoca ve tabii ki Rüya...

  2. Süleyman Operasyonu ~ Burak TurnaSüleyman Operasyonu

    Süleyman Operasyonu

    Burak Turna

    Türkiye ile İsrail Savaşırsa Ne Olur? MİT ve MOSSAD arasında geçen bir mücadelenin öyküsü Türkiye ile İsrail Savaşırsa Ne Olur? sorusuna cevap aradığı haber...

  3. Metal Fırtına 5 / Karanlık Savaş ~ Burak TurnaMetal Fırtına 5 / Karanlık Savaş

    Metal Fırtına 5 / Karanlık Savaş

    Burak Turna

    Metal Fırtına” serisinin beşinci kitabı, okuyuculara unutamayacakları bir serüven yaşatmaya hazır… Gri Takım, dünyanın çeşitli yerlerinden ajanlarını bir araya getiriyor ve kötülüğün kalesine doğru...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Sırma’nın Günlüğü ~ Naşide GökbudakSırma’nın Günlüğü

    Sırma’nın Günlüğü

    Naşide Gökbudak

    On iki yaşındaki kimsesiz bir kızın, Devlet Baba’yı aramak için çıktığı yolculuğunun yürek burkan öyküsü’… Annesi onu doğururken, babası ise o henüz iki yaşındayken...

  2. Cevizin Şarkısı ~ Aslı TohumcuCevizin Şarkısı

    Cevizin Şarkısı

    Aslı Tohumcu

    “Toynakların sesi yükseldi. Dağ taş, yaratılmış tüm mahlukat gözünü kapattı manzaraya şahit olmamak için, nafile. Biri gebe üç yavrusunu boynuzlarına takmış, tüyleri kırmızısiyah ve...

  3. Gemide Yer Yok ~ Ömer F. OyalGemide Yer Yok

    Gemide Yer Yok

    Ömer F. Oyal

    “Gemide Yer Yok” “Her şeye rağmen şimdiye dek yaşadıklarımıza, bildiğimize tutunmaya çalışıyoruz, geçmişimizden başka bir şeyimiz yok. Tutunacak başka bir şey yok.” “Bu durumda...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur