Öğrencilerin kaldığı bir pansiyonda patlak veren hırsızlık olayı Hercule Poirot için hiç de ilgi çekici bir durum değildir.
Başlangıçta basit bir hırsızlık gibi görünen olayda çalınanların listesini gören Poirot, eşi bulunmaz bir sorunla karşılaştığını hemen anlar. Çünkü listede; bir steteskop, bir kutu çikolata, parçalanmış bir bez çanta ve çorba içinden çıkarılmış bir elmas yüzük vardır.
Çalınanların pek bir değeri yoktur, ama pansiyondakilerin neden böylesine şaşkınlık ve dehşet duyguları içinde olduğu Poirot’nun aklını fena halde kurcalamaya başlamıştır…
1
Hercule Poirot kaşlarını çattı. “Bayan Lemon!”
“Buyrun, Mösyö Poirot!”
*Bu mektupla üç yanlış var.” Belçikalı dedektifin sesinden, gözlerine inanamadığı anlaşılıyordu. Çünkü son derece çirkin ama, çok becerikli bir kadın olan Bayan Lemon asla yanlış yapmazdı… Ayrıca hiç hastalanmaz, yorulmaz, sinirlenmez ve yanılgıya düşmezdi. Bir bakıma Bayan Lemon kadın değil, bir makineydi adeta. Olağanüstü bir sekreter… Her şeyi bilir, her sorunu çözerdi. Hercule Poirot’nun hayatını da onun adına ustalıkla yönetmekteydi. Belçikalının uzun yıllardan beri inandığı iki şey var. dı. Düzen ve yöntem. Kusursuz bir uşak olan George’la kusursuz bir sekreter olan Bayan Lemon’un sayesinde hayatına düzen ve yöntem egemendi artık. Son zamanlarda çörekler de yalnız yuvarlak değil, kare biçiminde yapıldığından yakınacak hiçbir şey kalmamıştı.
Gelgelelim bu sabah Bayan Lemon basit bir mektubu daktilo ederken üç hata yapmıştı. Daha da kötüsü, bu yanlışların farkına bile varmamış olmasıydı. Dünyanın sonu gelmişti herhalde!
Hercule Poirot gözlerini rahatsız eden kâğıdı kadına uzattı. Sinirlenmemiş, sadece şaşırmıştı. Olmayacak bir şeydi bu! Ama olmuştu işte!
Bayan Lemon mektubu alıp bir göz attı. Ve Poirot ömründe ilk kez kadının kızardığını gördü. Bayan Lemon’a hiç yakışmayan bu koyu kırmızı renk kalın telli, kırçıl saçlarının dibine kadar yayıldı.
Bayan Lemon, “Tanrım,” diye mırıldandı. “Tanrım ben bunu nasıl yaptım? Neden… Tamam, tamam, buldum! Bu yanlışlığa kız kardeşim neden oldu.”
Hercule Poirot yine irkildi. Bayan Lemon’un bir kız kardeşi olabileceği hiç aklına gelmemişti. Sekreteri tıpkı fabrikadan yeni çıkmış, iyi işleyen araca benzerdi. İnsan onun birini sevebileceğini düşünemezdi bile. Gülünç bir şey olurdu bu. Herkes Bayan Lemon’un çalışmadığı zamanlar, kalbini ve kafasını bir tek şeye verdiğini bilirdi. Yeni bir dosyalama sistemine. Kusursuz duruma getirildikten sonra kendi adını taşıyacak olan bu sistemin patentini de alacaktı…
İşte bu yüzden şimdi Hercule Poirot sesinde derin bir hayretle, “Kız kardeşiniz mi?” diye sordu.
Bayan Lemon kesin bir tavırla başını salladı. “Evet… Size ondan hiç söz etmedim sanırım… Kız kardeşim hemen hemen bütün hayatını Singapur’da geçirdi sayılır… Kocası orada kauçuk işiyle uğraşıyordu…”
Hercule Poirot anlayışlı bir tavırla, “Him…” dedi. “Evet…” Bayan Lemon’un kız kardeşinin bütün hayatını Singapur’da geçirmiş olmasını pek uygun bulmuştu. Singapur gibi yerler böyle şeyler içindi işte. Bayan Lemon gibi kadınların kız kardeşleri hep Singapur’da işleri olan adamlarla evlenirlerdi. Tabii Bayan Lemonlar da böylece kendilerini patronlarının işlerine vererek, saat gibi düzenli çalışır ve dinlenmeye ayırdıkları zamanlarda da yeni dosyalama sistemleri bulurlardı…
Belçikalı, “Anlıyorum…” diye mırıldandı. “Devam edin, Bayan Lemon.”
Sekreter, “Kardeşim yıllar önce dul kaldı.” dedi. “Çocuğu olmadı. Ona Londra’da ufak, güzel bir apartman dairesi buldum. Kirası da uygundu…”
“Evet…” Bayan Lemon’un böyle olanaksız bir şeyi kolaylıkla başarabileceği de belliydi…
“Kız kardeşimin geliri fazla sayılmaz. Tabii son zamanlarda hayat çok pahalandı, para eskisi gibi yetişmiyor… Ama kardeşim öyle pahalı, lüks şeylere düşkün değildir…” Bayan Lemon bir an durdu. “Yani hesaplı davrandığı takdirde parası rahat bir hayat sürmesine yetecekti. Ne var ki, kız kardeşim çok yalnızdı. Ömrünü dışarda geçirmiş, İngiltere’de fazla yaşamamıştı. Eski arkadaşları, dostları yoktu. Tabii bir hayli boş zamanı vardı… İçi sıkıliyordu… Her neyse… Altı ay önce bana işe girmeye karar verdiğini söyledi.”
“İşe mi?”
“Evet… Buna ‘yöneticilik’ diyorlar sanırım. Bir öğrenci yurdu. nu yönetecekti. Yurt Yunan asıllı bir kadınındı. Orayı yönetecek birini arıyordu… Doğru dürüst yemek çıkarılmasını, işlerin düzenli görülmesini denetleyecek birini… Ev, eski tip, büyük bir bina… Bilmem Hickory Sokağı’na hiç gittiniz mi?” Poirot gitmemişti. “Bir zamanlar orası kibar bir semtti. Evler de gerçekten sağlam ve güzeldir. Kız kardeşime de güzel bir daire vereceklerdi yurtta. Otur ma ve yatak odaları. Küçük bir mutfak ve banyo…” Bayan Lemon sustu. Poirot ona cesaret vermek ister gibi bir şeyler mırıldandı. Buraya kadar anlatılanların felaketle bir ilgisi yoktu. Bayan Lemon, “Ben işi pek beğenmemiştim,” dedi. “Ama kız kardeşime de hak veriyordum. O öyle bütün gün tembel tembel oturacak bir insan değildir. Zeki ve pratiktir. Bir yeri yönetmesini iyi bilir…” Bayan Lemon başını salladı. “Zaten bu işe para filan da yatıracak değil. di. Ücret karşılığı çalışacaktı. Verdikleri aylık pek de fazla sayılmazdı aslında. Ama ona bakarsanız kız kardeşimin paraya pek ihtiyacı yoktu zaten… Sonra iş de ağır değildi… Kız kardeşim gençleri çok sever, onlarla çabucak anlaşır. Uzun yıllar Doğu’da yaşadığı için ırk farklarını, insanların zayıf yanlarını bilir… Bu önemli tabii. Çünkü yurtta her milletten öğrenci kalıyor. Çocukların çoğu ingiliz, ama aralarında zenciler de var…”
Hercule Poirot, “Tabii,” dedi.
Bayan Lemon kararsız bir tavırla, “Son zamanlarda,” diye sözlerini sürdürdü. “Hastanelerdeki hemşirelerin yarısı zenci. Ama anladığıma göre, onlar İngilizlerden daha nazik ve dikkatliymişler… Neyse… Bu aslında bizi ilgilendirmez… Kardeşimle bu işi uzun uzun konuştuk. Sonunda yurda yerleşti. Yurdun sahibinden ne o hoşlanmıştı, ne de ben. Bayan Nicoletis adındaki bu kadının saati saatine uymuyordu. Bazen pek sevimli oluyordu, bazen de tam tersi… Üstelik hem cimriydi, hem de hesabını bilmiyordu. Garip değil mi? Hoş, işini bilen bir kadın olsaydı, herhalde yardımcı tutmak zorunda kalmazdı… Kız kardeşim kimsenin deliliklerine, huysuzluklarına pabuç bırakacak insanlardan değildir. Kimseden korkmaz. Karşısındakinin kaprislerine de boyun eğmez…”
Poirot başını salladı. Bayan Lemon’un sözlerinden kız kardeşinin ona biraz benzediği anlaşılıyordu. Daha doğrusu evlilik ve Singapur ikliminin etkisiyle biraz yumuşamış bir Bayan Lemon’du. Ablası gibi de aklı başında ve makul bir insandı.
sordu.
Belçikalı, “Kardeşiniz sonunda bu işe girdi demek?” diye.
“Evet… Altı ay önce Hickory Sokağı 26 numaraya taşındı. Bir bakıma yurttaki iş hoşuna gidiyordu. Çok ilgi çekiciydi…” Her. cule Poirot dikkatle dinliyordu. Hikâye buraya kadar pek sıradandı. İnsanı hayal kırıklığına uğratacak kadar olağan…
Bayan Lemon, “Kız kardeşim bir süreden beri çok endişeliydi… Çok endişeli.”
“Neden?”
“Anlayacağınız yurtta olan bazı olaylar hiç hoşuna gitmiyor, Mösyö Poirot.”
Belçikalı büyük bir incelikle, “Yurtta hem kız, hem de erkek öğrenci mi var?” diye sordu.
“Ah, ben onu kastetmedim, Mösyö Poirot! İnsan bu tür olaylara karşı hazırlıklıdır. Hatta böyle şeyleri bekler, diyebilirim!… Hayır, sorun o değil. Son zamanlarda yurtta bazı şeyler kaybolmaya başlamış.”
“Kaybolmaya mı?”
“Evet… Üstelik bunlar öyle de acayip şeyler ki… Sonra… hepsi de normal olmayan bir şekilde kaybolmuş.”
“Kaybolmuş, derken bunların çalındığını kastediyorsunuz,
değil mi?”
“Evet.”
“Peki, polise haber verilmiş mi?”
“Hayır… Henüz verilmemiş… Kız kardeşim buna gerek kalmayacağına inanıyor. O gençlere çok ısınmış. Daha doğrusu içlerinden bazılarına. Bu yüzden de sorunu kendi başına çözmek istiyor.”
Poirot düşünceli bir tavırla, “Evet,” diye cevap verdi. “Bunu anlıyorum. Ama bu sizin endişenizi açıklamıyor, Bayan Lemon. Ne de olsa, siz sadece kardeşiniz yüzünden üzülüyorsunuz.”
“Bu durum hiç hoşuma gitmiyor, Mösyö Poirot. Hiç gitmiyor. Yurtta anlayamadığım bir şeyler döndüğünden eminim. Basit açıklamalar gerçeklere pek uymuyor. Ben de durumun başka nasıl açıklanabileceğini bilmiyorum. Hayalimden bile geçiremiyorum.”
Poirot başını salladı. Bayan Lemon’un da zayıf yanı hayal gücüydü zaten. Kadında hayal denilen şeyden eser yoktu… Bayan Lemon gerçeklerle ilgili konularda yamandı. Ama iş tahmine geldi mi, şaşırıp kalırdı. Corten’in adamlarının Dairen Tepesi’nde duyduklarını hissetmesine imkan yoktu.
“Sıradan bir hırsızlık olamaz mı? Belki yurtta bir kleptoman vardır.”
“Sanmıyorum. Hem Britanika Ansiklopedisi’ne, hem de tip kitaplarına baktım. Kleptomani konusunu iyice okudum.” Her şeyi tam yapmaya alışmıştı, Bayan Lemon. “Ama tatmin olmadım.” Hercule Poirot bir iki dakika düşündü. Bayan Lemon’un kardeşinin işlerine burnunu sokmayı, Babil Kulesi’ne benzeyen yurtta gençlerin duygularına ve dertlerine ortak olmayı istiyor muydu? Öte yandan Bayan Lemon’un mektuplarını makinede yazarken hata yapması hiç hoşuna gitmiyordu. Kendi kendine, zaten bu işe de, sırf bu yüzden karışırım, diye düşündü. Belçikalı hafiye son zamanlarda canının çok sıkıldığını, bu işin basitliğinin kendisini çektiğini itirafa yanaşmıyordu.
Usulca, “Sıcak bir günde yağa batan maydanoz,” diye mırıldandı.
“Yağa batan maydanoz mu?” Bayan Lemon şaşırmıştı. Poirot cevap verdi. “Sizin klasiklerden bir cümle bu. Herhalde Sherlock Holmes’un maceralarını biliyorsunuz?”
Bayan Lemon, “Şu Baker Sokağı derneklerini mi kastediyorsunuz?” dedi. “Koskocaman adamların öyle gülünç bir şekilde hareket etmeleri ne ayıp?… Ama erkekler böyledir zaten. Fırsat buldular mı, oyuncak trenlerle bile oynarlar… Doğrusu sözünü ettiğiniz hikâyeleri okuyacak vakit bulamadım. Elime okuma fırsatı geçti mi?… Tabii bu pek ender olur… o zaman da faydalı bir kitabı tercih ederim.”
Hercule Poirot nazik bir tavırla eğildi. “Bayan Lemon, kız kardeşinizi buraya çağırsak? Örneğin, bir akşamüzeri çay içmeye?” “Ah, çok iyisiniz, Mösyö Poirot… Çok iyisiniz… Kardeşim öğleden sonraları daima boş.”
“O halde kendisini yarın çaya çağıralım mı?”
Daha sonra sadık George’a dörtköşeli çöreklerden ve ingilizlerin saat beş çaylarına özgü diğer şeylerden bol bol hazırlaması tembih edildi.
2
Bayan Lemon’un kız kardeşinin adı Bayan Hubbard’dı. Ablasına çok benziyordu. Yalnız o daha tombul, cildi daha sarı, saçlarının biçimi de daha moderndi. Bayan Lemon kadar ciddi olmamakla birlikte, yumuşak ifadeli, yuvarlak yüzünü aydınlatan gözleri, ablasının kelebek gözlüğünün arkasında pırıldayan zeki bakışlı gözlerinden farksızdı.
Kadın, “Çok naziksiniz, Mösyö Poirot,” diye mırıldandı. “Çay çok nefisti. Gereğinden fazla yediğimden de eminim. Şey… peki. bir sandviç daha alayım. Çay mı? Eh, yarım fincan daha içebilirim.”
“Önce biraz bir şeyler yiyelim. Sonra işi konuşuruz.” Poirot dostça bir tavırla Bayan Hubbard’a gülümseyerek bıyığını burdu.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Polisiye Roman (Yabancı)
- Kitap AdıÜç Yanlış Üç Ceset
- Sayfa Sayısı 191
- YazarAgatha Christie
- ISBN9789752103160
- Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
- YayıneviAltın Kitaplar / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Yüreğimdeki Arzu ~ Eloisa James
Yüreğimdeki Arzu
Eloisa James
Berrow Düşesi Harriet, unvanı ve sorumluluklarından son derece sıkılmıştır. Çay partileri ve gösterişli balolardan ziyade, tüm arzularını ve tutkularını açığa çıkaracak bir gece partisine...
- Aşk Evindeki Casus ~ Anais Nin
Aşk Evindeki Casus
Anais Nin
Aşk Evindeki Casus’ta üzerindeki gözlerin farkında olan bir kadın yürüyor kalabalıkta ve Anaïs Nin sevginin peşindeki parçalanmış özü ne kadar iyi anladığını kanıtlıyor bir kez daha.
- Koruyucu ~ Graham Norton
Koruyucu
Graham Norton
Annesinin ölümünden sonra İrlanda’ya dönen Elizabeth Keane’in aklında yalnızca hayatının o karanlık ve kasvetli dönemine veda etmek vardır. Çocukluğunun geçtiği evde annesinin varlığı kaybolmakta,...