Osmanlı Devleti zayıflayıp, güçten düşünce Osmanlı aydınları devleti
kurtaracak çareler aradılar. Reçeteler içinde dikkate değer olanları ise
Osmanlılık, Türkçülük ve İslamcılık siyasetleri idi. Akçura, ünlü “Üç Tarz-ı
Siyaset” makalesinde bu üç akımın uygulanabilirlik ihtimallerini
sorgulamıştır…
İÇİNDEKİLER
07
Önsöz Ord. Prof. Enver Ziya Karal
35
•
Ü ç Tarz ı Siyaset Yusuf Akçura
63
• Cevabımız Ali Kemal
75
Bir Mektup Ahmet Ferit (Tek)
ÖNSÖZ
Ord Prof ENVEP ZİYA KARAL
Yusuf Akçura, Osmanlı İmparatorluğunun son yirmi yılında, Türkçülük savaşına katılanlar arasında yer almıştır. Cumhuriyet devrinde de bu yerini korumuştur. Yaşamı dalgalı ama başarılı geçmiştir. Siyasal çalışmaları, yazarlığı, özellikle siyaset ve tarih konuları üzerine düşünceleri ile kültür hayatımızda canlılığı sürecek olan bir etki yapmıştır. Bu etkiyi belirtmek için kaleme alınmış olan bu yazı, iki bölümü kapsamaktadır. Birinci bölümde Akçura’nın kısa bir biyografisi verilecektir. İkinci bölümü ise “Üç Tarzı Siyaset” adlı yazısı ile bu yazı hakkında yapılan eleştirilere dair olacaktır.
Yusuf, 1876 yılının Aralık ayının ikinci gününde, Volga suyu kıyısında Simbir kentinde dünyaya gelmiştir. Ailesi varlıklı idi. Babası Hasan Bey Akçura fabrikatör idi. Anası Bibi Banu Hatun, Kazan’ın tanınmış ailelerinden Hasanogullarındandı. Amcalarından İbrahim Akçura, Türk dili ve edebiyatı konularında geniş bilgi sahibi idi. Türkçülük çalışmalarında, sonraları ün kazanacak olan, İsmail Gaspirinski eniştesi idi. Böyle bir aile ortamından gelmesi, Yusuf u rahat bir çocukluk yaşamı için aday göstermekte idi. Oysa ki hiç de öyle olmadı. İki yaşını bitirmeden babası Öldü. Anası çuha fabrikalarını iyi yönetemedi, işleri moral yıpratıcı düzeyde bozulunca Banu Hatun Yusuf ile İstanbul’a göç etmek zorunda kaldı. (1883)
Volga kıyılarından Boğaziçi sahillerine geldiği sıralarda Yusuf yedi yaşlarında bir çocuktu. Sarı saçlı idi. Yüzünün hatları ince, bakışları çoğu çocuklarınki gibi canlı ve tatlı idi. Gelişmekte olan karakteri, gelecek için ümit verici idi. Yusuf, normal denecek bir ilk ve orta öğrenim gördükten sonra Harp Okulu’na girdi, çalışkanlığı ile dikkati çekti. 1897’de kurmay sınıfına geçmeyi başardı. Çoğu kurmay adaylarının Abdülhamit istibdadına karşı duyduğu nefreti o da duymakta idi. özgürlük üzerine yazılmış, okunması yasak edilmiş yazıları gizlice okumakta idi. Bir kez tutuklandı ise de bağışlandı. İkinci kez tutuklandığında, harp divanına verilerek yargılandı, askerlik mesleğinden çıkarılarak Ferid (Tek) ile birlikte Trablusgarb’a sürgün edildi.
Yusuf Akçura, uzun süre sürgün hayatı yaşamadı, bir kolayını bularak arkadaşı Ferid (Tek) ile birlikte bir Maltız kayığı ile Avrupa yakasına kaçmayı başardı. Paris’e geldi. Askerlikten başka bir yüksek öğrenim seçmek gereğini anlıyordu. İstemediği ve düşünmediği halde siyaset yoluna atılmıştı. Serbest Siyasal Bilgiler Okulu’na girdi. 1902 yılında, bu okulda, öğrenimini başarı ile bitirdi. Yusuf’u artık Paris’te tutan bir şey kalmamıştı. Türkiye’ye dönmesi yasaklanmış olduğu için Rusya’ya, amcasının yanına döndü. Bu dönüş Yusuf’un yaşamında bir dönüm noktası olabilirdi. Amcası çok zengindi, fabrikaları vardı, çocuğu olmadığı için Yusuf’u kendisine mirasçı yapmak istedi. Ona sermayeyi yönetmek ve üretmek yollarını öğretmeye koyuldu. Yusuf, dimağında kaynaşan ulusçuluğa ilişkin sorunları geriye iterek, kendisini iş hayatına vermeye çalıştı. Defterler arasına gömülmeye, işçiler arasına karışmaya hattâ, mal sürümü sağlamak için, panayırları dolaşmaya başladı. Ne var ki, servet kazanmak onun eğilimine uymuyordu. Kimilerinin çok kazanması için, başkalarının çok kaybetmesi gerektiğini anlamakla zihni bulanıyordu. Geceleri fabrikalarda çalıştırılan kız ve erkek çocukların durumu yüreğini dağlıyordu. Amca ile yeğen arasında servete karşı beliren bu değişik görüş, çözümü olanaksız bir anlaşmazlığa yol açtı ve ayrılık ile sonuçlandı.
Amcasını milyonları İle başbaşa bırakan Yusuf, yüreği rahat, düşüncesi bağımsız Kazan’a geliyor. Mahmudiye medresesinde tarih ve coğrafya öğretmenliğine başlıyor. Bir yandan da Kazan Muhbiri Gazetesi’ni çıkarıyor. Rusya dışında, Abdülhamit istibdadına karşı çalışan Genç Türkler ile ilişki kuruyor. Mısır’da yayımlanan Türk adlı gazeteye “Üç Tarzı Siyaset” adlı yazısını, buradan gönderecektir.
1908 yılında İkinci Meşrutiyet’İn duyurulması üzerine Yusuf, İstanbul’a geliyor. Hayatında yeni bir çalışma devresi başlıyor. Önceleri siyasal faaliyetleri nedeniyle kovulmuş olduğu Harp Okulu’na siyasal tarih öğretmeni atanıyor, Aynı yılda Türk İllerini ve kavimlerini tanıtmak amacıyla, “Türk Derneği” adıyla bir cemiyet ve bir dergi kurucuları arasındadır.
1911 yılında, Yusuf’u, Darülfünun (Üniversite) da Siyasal Tarih Profesörü, ve Türk Yurdu Dergisi’nin ikinci, sonra da birinci müdürü görüyoruz.
1912’de Türklerin ulusal eğitimini ve ekonomik düzeyini yükseltmek için açılan Türk Ocağı’nın kurucuları arasındadır.
Genel Savaş’ta görev ile Rusya’ya gönderiliyor. Türk Bağımsızlık Savaşı başlayınca Anadolu’ya geçiyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne mebus seçiliyor; Dış İşleri Encümeni’nde çalışıyor. Yazarlık da yapıyor. Ankara Hukuk Okulu’nda öğretim üyeliğine atanıyor. 1932’de Atatürk’ün uygun görmesiyle Birinci Türk Tarihi Kongresi’ne Başkanlık ediyor. İki yıl sonra, mebusluğu üzerinde kalmak üzere, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yakınçağ Tarihi Profesörlüğüne de atanıyor. Bu arada yine Atatürk’ün uygun görmesiyle Türk Tarih Kurumu Başkanlığı da yapmıştır.
Yusuf’un, yaşamı boyunca, yayınlamış olduğu makale ve yazıları üç bölüme ayrılabilir:
1 — Genel Türk tarihi, özellikle, Türkçülüğe ilişkin yapıtlar.
2 — Osmanlı tarihi konusundaki yapıtlar.
3 — Avrupa’nın Yakınçağ Tarihi’nin siyasal, sosyal ve ekonomik konularıyla ilgili yazılar.
Bu başlıklardan da anlaşılacağı Üzere, Yusuf’un entelektüel yaşamının mihveri tarihtir. Tarih yazarlığını ve tarih Öğretim üyeliğini birlikte yürütmüştür. Devrinde tarihin neye yaradığı konusu Avrupa’da henüz çözülmüş değildi.
Kimi tarihçiler, tarihin bağımsızlığına bir sınır çizmiş olmamak için, tarihten edilecek istifadeler konusunda fikirlerini açıklamaktan çekinmişlerdir. Yusuf a gelince o, tarih tarih içindir, başka bir deyimle tarih, matematik ilimlerinde olduğa gibi, soyut gerçekler aramak İçindir ilkesini kabul ermiyor. Tarihten istifade edilmez kanısında olanlara karşı, düşüncesi şudur:
“Tarihi, hayatta kendisinden faydalanılmayan kimi soyut gerçekleri öğrenmek için tetkik etmiyoruz. Tarih, bağlı bulunduğumuz insan toplumunun belli zaman ve alanda çıkarını sağlayacak bilgi, düşünce ve duygu verebileceği için önemlidir”. Yusuf un Türkçülüğünün temelinde ve amacında tarihin anlamına ilişkin bu düşünce egemendir1.
Yusuf’un Türkçülüğünün, üç ortamda geliştiği görülmektedir. İstanbul’da, Rusya’da ve Fransa’da. İstanbul’daki ortam üzerine, sonraları kendi kaleminden çıkan ve Türk Yılı’nda yayınlanan biyografisinde, şu sözleri dikkati çekicidir: “Akçura oğlu Yusuf’un biraz şuurlu Türkçülüğü Harp Okulu sıralarında başlar. O zamanlar, Yunan savaşı öncesinde, Necip Asım Beylerin, Veled Çelebi Efendilerin, Tahir Beylerin Türkçülüğe ilişkin yazıları yayınlanmakta idi. İsmail Gaspirinski’nin Tercüman’], da bir aralık İstanbul’a gelip dağıtılıyordu. Akçuraoğlu’nun bu yazılardan etkilenmiş olduğu kesindir”.
Yusuf’un Rusya ortamından almış olduğu etkinin duygusal ve fikirsel yönleri olduğu anlaşılmaktadır. Harp Okulu öğrenciliği sıralarında, tatil aylarını geçirmek üzere, Rusya’ya gittiğini söyler. Orada Orta Asya Türklüğü ile temasa gelir. Başkırdistan bozkırlarında dolaşır, çadır hayatı yaşar; kımız içer. Sözün kısası, kuzey Türklüğünün sosyal yaşamını, düşünce akımlarını inceler. Aynı zamanda, ünlü Türk bilginleri İle de görüşür. Yusuf’un bu temaslarından edindiği fikir şudur: Osmanlı Türk aydınları, Osmanlı İmparatorluğu dışındaki Türklerin (kuzey Türkleri) genellikle, dil ve tarih konularıyla ilgilenmektedir. Yusuf, bunu yetersiz görmekte, çağdaş fikir akımlarının ve bu akımların önderlerinin de bilinmesini gerekli bulmaktadır. Böylece, Osmanlı Türklüğü ile Kuzey Türklüğü arasında bir duygu ve düşünce köprüsünün kurulmasını istemektedir. Bu nedenledir ki, henüz Harp Okulu’nu bitirmeden, Şehabettin Elmercanî’nin hayat hikâyesini yazıyor ve 1897’de İstanbul’da Malûmat Dergisi’nde yayımlıyor. Mercanı, Kazan’da dinde reform ve ulusa] uyanış akımının önderidir. Müslümanlıktan başka bir değer bulunduğunu bilmeyen Kazanlılara, sert bir dil ile, bir de ulus kavramının var olduğunu öğretmeye çalışmaktadır. Mercanı makalesi, Yusuf’un yayımlanan ilk yazısıdır.
Yusuf’un Türkçülük konusunda gelişip olgunlaşması, doğrultusunu bulması, Paris ortamında gerçekleşmiştir. Onun Paris’e geldiği sıralarda, XIX. yüzyılın ilk yarısında büyük devrimlerin meydana çıkarmış olduğu tezatlar, keskinleşmiş şiddetli bir çatışma devresine girmiştir. Fransa, daha doğrusu Paris bu konuların fikir harmanı haline gelmiştir. Yalnız Fransızlar değil, yabancılar bile düşüncelerini açıklayabiliyorlar. Kapitalizm, emperyalizm, sömürgeciliği yücelten akımlar yanında ‘sosyalizm, komünizm, hattâ anarşizm gibi fikir akımları sürüp girmektedir. Ulusçuluk bakımından da Avrupa yeni bir aşamaya girmiştir. Avrupa haritasında küçük devletler yer almaya devam ermekle beraber Gobineau’nun ortaya atmış olduğu ırklar varsayımına dayanan büyük ulusal devletler kurma fikri şişmanlıyordu. Almanlar Pancermanizm, Ruslar Panislavizm İle en büyüklük yarışma girmişlerdi. Bunların yanında bir Panlatinizm hattâ bir de Panamerikanizm geliştirmek gibi, tüm uydurma bir düşünce emeklemekte idi.
Bu fikir furyası arasında Osmanlılık ne olacaktı? Bu terimin anlamı, çağdaş anlamda ne ırk, ne ulus ne de tam olarak ümmet değildi. Yusuf, Paris’e geldiğinin ilk aylarında bir şaşkınlık devresi geçirdi. Büyük bir kentte yolunu şaşırmış gibi idi. Ona izleyeceği doğrultuyu gösteren, kendisi gibi bir Türk milliyetçisi oldu; Doktor Şerafettin Mağmumî, özetle, şunları söylemişti: Osmanlılık fikri çürüktür, çeşitli toplulukların uzlaştırılması olanağı kalmamıştır. Türk ulusseverliği dışında, kurtarıcı hiçbir fikir yoktur. Yusuf’un dimağı bu düşünceye açıktı. Serbest Siyasal Bilgiler Okulu’nda dinlediği öğretim üyeleri de bu düşünceyi berraklaş tiran, sistemleştiren ve dolayısıyla destekleyen kimselerdi. Yusuf, bu öğretim üyelerini: Ciddî yurtseverler, diye vasıflandırır, onları sahalarında uzman tanır, kendilerinden feyz almış olduğunu söyler.
Albert Sorel, Yakınçağ tarihinin dokusuna ulusçuluğun egemen olduğunu anlatmaktadır. Brentano, tarih olaylarının akışında ekonomik etkenlerin üstünlüğünü kabul etmektedir. Boutmy siyasal ve sosyal örgütlerin gelişmesi ile ulusların psikolojisi arasında sıkı bir bağıntının sürüp gittiği tezinin savunucusudur. Yusuf, Serbest Siyasal Bilgiler Okulu’nu, doğuya ancak kimi kırıntıları gelebilen, siyasal ve sosyal fikirlerin kaynaklarından biri sayar. İlme susamış gençlerin bu kaynaktan kana kana içebildiklerine inanır.
Yusuf’un yazarlığı İstanbul’da Harp Okulu öğrenciliği sırasında başlamıştı. Paris’te sözü geçen okulu bitirmeyi beklemeden bu yazarlığa devam etti. Ahmet Rıza’nın çıkarmakta olduğu Meşveret Gazetesi’ne tarih konuları üzerine makaleler yazdı. Fransız tarihçilerinden A. Malet ile Debidur’un Osmanlı tarihi üzerindeki çarpık düşüncelerini eleştirdi. Bütün bu yayımlarda, iki husus dikkati çekmektedir. Birincisi Yusuf’un “Osmanlı Milleti” deyimini kullanmaktan çekinmiş olmasıdır. İkincisi de Osmanlı Devleti’nin kalkınması için yönetim biçiminin değişmesini yeterli görmemesi, Osmanlı toplumu için geniş çapta bir devrime ihtiyaç göstermesidir.
Yusuf’un yazarlığı konusunda, okuldan diploma almak için 1903 yılında savunmuş olduğu: “Osmanlı Devleti Örgütleri Tarihi Üzerine Bir Deneme” adlı tezine de işaret edilmelidir. Tezin önemi şu noktalarda belirmektedir. Bir Türk yazarı, ilk kez, Fransızca olarak, bu konuda, olayları örgütlerle açıklamaya çalışmıştır; açıklamasında sıkı bir eleştiri yöntemi kullanmıştır…….
“Üç Tarz- ı Siyaset” için bir yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Türk-Osmanlı
- Kitap AdıÜç Tarz- ı Siyaset
- Sayfa Sayısı92
- YazarYusuf Akçura
- ISBN9756665149
- Boyutlar, Kapak 16x10 cm, Karton Kapak
- YayıneviLOTUS YAYINEVİ / 2008
çok değerli bir eser!!! kitabı değerli kılan en önemli unsurlar tabikide çook değerli bilim adamları tarafından kaleme alınması…kesinlikle tavsiye