Üç Öykü, Gustave Flaubert’in yalnızlık, şüphe, aşk temalarına odaklandığı “Saf Bir Yürek”, “Konuksever Aziz Julien Söylencesi” ve “Herodias” adlı öykülerinden oluşuyor. Daha ilk yayımlandığında neredeyse tüm eleştirmenlerce bir “edebiyat olayı” olarak karşılanan, okurlardan büyük ilgi gören bu küçük kitap, Tahsin Yücel’in deyişiyle, “Yazarın tüm çabalarının, tüm yönelimlerinin, tüm özlemlerinin somutlaştığı” bir yapıttır.Birçok eleştirmen için Flaubert’in Madame Bovary ve Duygusal Eğitim gibi büyük metinleri kadar önemli sayılan Üç Öykü’yü, Samih Rifat’ın çevirisi ve Tahsin Yücel’in önsözüyle sunuyoruz.
İçindekiler
Önsöz: Üç Öykü çevresinde ……………………………………….. 11
Saf Bir Yürek …………………………………………………………… 15
Konuksever Aziz Julien Söylencesi ……………………………… 55
Herodias …………………………………………………………………. 87
Önsöz
Üç Öykü çevresinde
Gustave Flaubert (1821-1880) dünya yazınının en önde gelen romancılarından biridir. Yalnızca romanlarının biçimsel ve içeriksel yeniliği, şiirsel ve simgesel derinliğiyle değil, yazma edimine verdiği önemle de fazlasıyla hak eder bu yeri, yazın tutkunlarının gözünde bir söylen-romancı niteliği kazanır. 1857 yılında yazdığı bir mektupta “Benim öylesine düz, öylesine durgun zavallı yaşamımda her tümce bir serüvendir” demesi de bu özelliğini doğrular: Taşrada, kalabalıklardan uzakta, kendi köşesinde anlatı düşünüp anlatı çalışır, her tümcesi, her sözcüğü üzerinde uzun uzun durur, en kusursuz biçime ulaşabilmek için ikide bir başa döner.
Böylece, örneğin roman sanatının en yüksek doruklarından sayılan Madame Bovary (1856) en az altı yıla yayılan zorlu bir çalışma sonunda biter, Salammbô (1862) yaklaşık beş yılını, Duygusal Eğitim (1869) yaklaşık altı yılım alır, bırakıp bırakıp yeniden döndüğü Bilirbilmezler’i bitirmeye de ömrü yetmez. Ölümünden üç yıl önce yayımlanan son yapıtı Üç Öykü’ye (1877) gelince, bayağı kapsamlı bir hazırlık, oldukça ayrıntılı tarihsel araştırmalar gerektirmiş olmasına karşın, iki yıl gibi görece kısa bir sürede bitirilmesiyle dikkati çeker. Doğru, oldukça kısa bir yapıttır, içerdiği üç öykünün toplamı yüz elli sayfaya bile ulaşmaz. Ama her üç öykünün, özellikle de “Konuksever Aziz Julien Söylencesi” ile “Herodias”ın gerektirdiği tarihsel araştırmalar göz önüne alınınca, iki yıl Flaubert gibi bir yazar için çok kısa bir süredir.
Buna karşılık, Üç Öykü daha yayımlanır yayımlanmaz neredeyse tüm eleştirmenlerce bir başyapıt, bir “yazın olayı” olarak karşılanır, okur kitlesinden de büyük bir ilgi görür. Pierre-Marc de Biasi’nin 1999 yılında yaptığı saptamaya göre, “Son otuz yıldır eleştirinin Gustave Flaubert’e gösterdiği ilgide Üç Öykü, Madame Bovary ya da Duygusal Eğitim gibi büyük metinler kadar önemli bir yer tutar. Hatta bu üç küçük öykü Salammbô ya da La Tentation de Saint Antoine (Aziz Antoine’ın Sapkısı) gibi büyük yapıtlardan daha çok çözümleme, tartışma, eleştirel baskı konusu olmuştur”.1 Bu saptama ilk bakışta biraz şaşırtıcı gelebilir bize. Ama Flaubert’in tüm yapıtlarını okuyup sevmiş bir okur ya da eleştirmenin açıklayamayacağı bir şey değildir.
Neden derseniz, bu küçük kitap büyük yazarın tüm çabalarının, tüm yönelimlerinin, tüm özlemlerinin somutlaştığı bir yapıttır bir bakıma. Kendinden önceki tüm Flaubert yapıtlarıyla da şu ya da bu yönüyle kesişir. Yapıtlarının da, mektuplarının da, dostlarının tanıklıklarının da gösterdiği gibi, öncelikle nesnelliği, yalınlığı seçmiş olmasına karşın, Gustave Flaubert’in zaman zaman gerçekle düşsel, içsellikle dışsallık, içlilikle alaycılık, güncelle tarihsel, nesnellikle öznellik arasında duraladığı, hatta, dolaylı bir biçimde bile olsa, temel seçimine yan çizer gibi göründüğü olur.
Salammbô ve La Tentation de Saint Antoine’da güncel gerçeklikten uzaklaşıp tarihseli romansallaştırırken, Madame Bovary ve Duygusal Eğitim’de öncelikle kenter yaşamının sıradanlığını nesnel olduğu kadar da katı bir bakışla yansıtır. Böylece Sainte-Beuve, Madame Bovary üstüne yazdığı eleştiride, “Hekim oğlu ve hekim kardeşi olarak, Gustave Flaubert kalemini ötekilerin bisturi tuttuğu gibi tutar,” diye yazar. Buna karşılık, tarihsel anlatılarının görece daha coşkulu, daha şiirsel, kimi kahramanlarının yaşamının da görece daha bir yaşanmaya değer olduğu söylenebilir. Üç Öykü bu iki tutumu en azından yan yana getirir. Kuşkusuz, “Saf Bir Yürek” Flaubert’in gerçekçi romanlarının, “Konuksever Aziz Julien Söylencesi” ile “Herodias” tarihsel romanlarının yanında yer alır. Ama özellikle “Konuksever Aziz Julien Söylencesi”, tıpkı Salammbô gibi, tüm yalınlığına,tüm ölçülülüğüne karşın alabildiğine şiirseldir. O iki av oluntusu, o baba öldürme, o cüzamlıyla kaynaşma, o göğe yükseliş anlatıyı bir şiire, gerçek bir şiire dönüştürür. “Herodias” da yer yer aynı özelliği sunar.
Üç Öykü hazırlanış bakımından da yazarın öteki yapıtlarından pek ayrılmaz: Flaubert, gerçekçi bir yazar olarak, konusunu uzun uzun araştırmadan yazmaya girişmemiş, bu arada, bir Madame Bovary’yi, bir Duygusal Eğitim’i, bir Bilirbilmezler’i yazarken, tanıdığı kişilerden bol bol yararlanmış, yani onları birer örnekçe olarak kullanmıştır. “Saf Bir Yürek”in Félicité’sinin örnekçesi de çocukluğunda tanıdığı biraz kendi emektar hizmetçisi Julie, biraz da Louise Barrette adlı bir başka hizmetçi kadındır. Yazın tarihçileri Flaubert’in daha birçok kişisinin de örnekçelerini bulmuşlardır. Ama “Herodias”la “Konuksever Aziz Julien Söylencesi”nin esin kaynakları biraz değişiktir: birincisinin esin kaynağı Rouen Katedrali’nin kuzey ana kapısı üstüne işlenmiş bir yontu, ikincisinin esin kaynağıysa, gene Rouen Katedrali’nde bir vitraydır. Flaubert, bu vitrayın esiniyle uzun yıllar boyunca düşler Aziz Julien’in öyküsünü yazmayı, yaşamının sonuna doğru da gerçekleştirir.
Öykünün sonunda da, yanılmıyorsam, yazarlık yaşamında ilk kez birinci kişi ağzından konuşarak öyküsünün kaynağını belirtir ve bir başka sanat yapıtına borcunu dile getirir: “Ve işte Konuksever Aziz Julien’in öyküsü, aşağı yukarı bir kilise vitrayının üzerinde görüldüğü gibi.” Aziz Julien’in öyküsü baba öldürmeyi izleyen acı ve özveri yaşamı yoluyla arınıp ermişliğe ulaşmanın öyküsüdür, “Herodias”ın Jean-Baptiste’i de bir ermiştir. Kimi yazarlar “Saf Bir Yürek”in Felicité’sinin de bir tür ermiş sayılabileceğini söylerler. Böylece Üç Öykü bir yandan kendi içinde bütünlenirken, bir yandan da kendinden önceki tüm Flaubert anlatılarıyla bütünleşir.
TAHSİN YÜCEL
SAF BİR YÜREK
1
Yarım yüzyıl boyunca Pont-l’Évêque’in kentli kadınları, hizmetçisi Félicité yüzünden Madam Aubain’i kıskandılar. Yılda yüz franga hem mutfak hem ev işlerini yapıyor, dikiyor, yıkıyor, ütülüyor, at gemlemeyi, kümes hayvanlarını semirtmeyi, yayık yaymayı biliyordu ve pek de cana yakın bir insan olmayan hanımına her zaman sadık kaldı. Kadın, yakışıklı ama parasız pulsuz bir adamla evlenmiş, adam 1809 yılı başlarında ölmüş ve ona çok küçük iki çocukla bir sürü borç bırakmıştı. O da yılda en fazla beş bin frank getiren Toucques ve Geffosses çiftlikleri dışındaki bütün taşınmaz mallarını sattı, Saint-Melaine’deki evini bıraktı ve daha az masraflı bir başka yere, sebze halinin arkasına düşen, atalarından kalma bir eve yerleşti.
Arduvaz kaplı bu ev, nehre çıkan dar bir sokakla bir geçit arasındaydı. İçinde, insanı sendeleten seviye farklılıkları vardı. Dar bir giriş, Madam Aubain’in bütün gün pencere kenarında hasır bir koltukta oturduğu salonu mutfaktan ayırıyordu. Beyaza boyalı duvar kaplamasının önüne sekiz maun sandalye dizilmişti. Eski bir piyanonun üstünde piramit biçiminde bir karton kutu yığını yükseliyor, hepsinin tepesinde de bir barometre duruyordu. Sarı mermerden, XV. Louis tarzı şöminenin iki yanına, işlemeli kumaş kaplı iki geniş koltuk yerleştirilmişti. Ortadaki duvar saatinde bir Vesta Tapınağı betimi vardı ve tüm bu bölüm biraz küf kokuyordu; çünkü döşemesi bahçeden daha aşağıdaydı. Birinci katta önce madamın odası vardı. Duvarları soluk çiçekli bir kâğıtla kaplı, çok büyük bir odaydı bu; bir duvarında da mösyönün züppe delikanlı kılığında bir portresi asılıydı. Bu odadan, daha küçük bir başkasına geçiliyor ve orada şiltesiz iki çocuk yatağı görülüyordu.
Ardından her zaman kapalı duran, üstlerine çarşaf örtülmüş mobilyalarla dolu salon geliyordu. Bir koridorla çalışma odasına geçiliyordu daha sonra; burada rafları kitap ve eski püskü kâğıtlarla dolu bir kitaplık, siyah ahşaptan büyük bir çalışma masasını üç yandan sarıyor, karşılıklı iki duvar panosu da daha iyi zamanların ve yitip gitmiş bir zenginliğin anısı kamışkalem desenler, guvaş manzaralar ve Audran’ın gravürleri altında kayboluyordu. İkinci katta, kırlara bakan bir tepe penceresi, Félicité’nin odasını aydınlatıyordu. Félicité sabah ayinini kaçırmamak için şafakla kalkıyor ve hiç ara vermeden akşama dek çalışıyordu; akşam yemeği bittikten, tabak çanak yerleştirilip kapı dikkatle kapatıldıktan sonra da yanan kütüğü küllerin altına gömüyor ve elinde tespihi, ocağın önünde uyuyakalıyordu.
Pazarlıkta kimse onun eline su dökemezdi. Temizliğe gelince; tencerelerinin parıltısı, öbür hizmetçileri her zaman umutsuzluğa düşürmüştü. Tutumluydu; yemeğini yavaş yavaş yer, onun için özel olarak pişen ve yirmi gün giden altı okkalık ekmeğinin kırıntılarını masadan parmağıyla toplardı. Mevsim ne olursa olsun, sırtından topluiğneyle tutturulmuş basma bir yemeni, saçlarını gizleyen bir başlık, kül rengi çoraplar ve kırmızı bir iç etek giyer, gömleğinin üstüne de hastane hemşireleri gibi göğüslüklü bir önlük geçirirdi.
Yüzü zayıf, sesi inceydi. Yirmi beş yaşındayken kırkında görünüyordu; ellisinden sonra da yaşı bütünüyle anlaşılmaz oldu. Her zaman sessizdi, dimdikti, hareketleri ölçülüydü ve kendi kendine işleyen, tahtadan yapılmış bir kadına benziyordu.
II
Onun da, herkes gibi, bir sevda öyküsü olmuştu. Babası duvarcıydı ve bir iskeleden düşüp ölmüştü. Sonra annesi öldü, kız kardeşleri oraya buraya dağıldılar; bir çiftçi onu yanına aldı ve daha küçücükken bekçi diye kırdaki ineklerin başına dikti. Yırtık pırtık giysiler içinde tir tir titriyor, yüzüstü uzanıp su birikintilerinden içiyor, saman üstünde uyuyor, hizmetçilere hizmet ediyor, olmadık şeyler için dayak yiyordu ve sonunda otuz paralık bir hırsızlık yüzünden kovuldu; üstelik parayı da o çalmamıştı. Başka bir çiftliğe girdi, orada kümes bakıcısı oldu; patronlarının hoşuna gidiyor, bu yüzden de arkadaşları onu kıskanıyorlardı. Bir ağustos akşamı (o sırada on sekiz yaşındaydı), onu Colleville panayırına götürdüler. Oraya adımını atar atmaz şaşkına döndü; çalgıcıların patırtısı, ağaçlardaki ışıklar, alacalı bulacalı giysiler, danteller, altın haçlar, hep birlikte sıçrayıp duran onca insan aklını karıştırdı; bir kenarda alçakgönüllü bir edayla duruyordu ki, dirseklerini bir araba okuna dayamış, piposunu içen, iyi giyimli genç bir adam onu dansa çağırdı. Kıza elma şarabı, kahve, peksimet ısmarladı, bir boyun mendili satın aldı, sonra da niyetini kestirdiğini düşünerek evine bırakmayı önerdi. Bir yulaf tarlasının kıyısında onu hoyratça yere yatırdı. Kız korktu ve bağırmaya başladı. Delikanlı uzaklaştı. Başka bir akşam Beaumont yolunda ağır ağır ilerleyen büyük bir saman arabasının önüne geçmek istedi; tekerlekleri sıyırıp geçerken de Théodore’u tanıdı.
Delikanlı sakin bir tavırla yanına geldi ve olup bitenleri bağışlaması gerektiğini söyledi: Hepsi “içkinin suçuydu” çünkü. Ne yanıt vereceğini bilemedi kız; oradan kaçıp gitmek istiyordu. Hemen konuyu değiştirip hasattan, beldenin önemli kişilerinden söz etmeye başladı Théodore; çünkü babası Colleville’den ayrılıp Écots’ların çiftliğine geçmiş, bu yüzden de artık komşu olmuşlardı. “Öyle mi!” dedi kız. Delikanlı, kendisini evlendirmek istediklerini de ekledi. Gerçi acelesi yoktu ve hoşlanacağı bir kadın arıyordu; kız başını eğdi. O zaman evlenmeyi düşünüp düşünmediğini sordu delikanlı.
Kız gülümseyerek, insanlarla alay etmenin kötü bir şey olduğunu söyledi. “Hayır, inanın ki!..” Ve sol koluyla kızın beline sarıldı. Onun koluna yaslanarak yürüyordu şimdi kız; yavaşladılar. Rüzgâr hafifçe esiyor, yıldızlar parlıyordu; arabadaki koskocaman saman yığını önlerinde sallanıyordu ve ayaklarını sürüyen dört at, yerden toz kaldırıyorlardı. Sonra, herhangi bir komut beklemeden sağa saptı atlar. Delikanlı kızı bir kez daha öptü; kız karanlıkta kayboldu. Ertesi hafta, kızdan buluşma sözleri kopardı Théodore. Avlu diplerinde, duvar arkalarında, ıssız bir ağacın dibinde buluşuyorlardı. Kız, küçük hanımefendiler gibi masum değildi; hayvanlardan her şeyi öğrenmişti.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Roman (Yabancı)
- Kitap AdıÜç Öykü
- Sayfa Sayısı128
- YazarGustave Flaubert
- ISBN9789750741456
- Boyutlar, Kapak14 x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Büyük Defter – Kanıt – Üçüncü Yalan ~ Agota Kristof
Büyük Defter – Kanıt – Üçüncü Yalan
Agota Kristof
Agota Kristof’tan savaş, yıkım, göçmenlik, kimlik, insanlık ve yazmak üzerine tüyler ürpertici bir üçleme… Zamanın ve adın olmadığı bir coğrafyada, savaşın, felaketin, yoksulluğun ortasında...
- Tengezer ~ Faith Hunter
Tengezer
Faith Hunter
Başka birinin bedeninde olmak hiç de kolay değil… Jane Yellowrock… O bir tengezer… Üstelik vampirlerin, kurt adamların, cadıların ve insanların olduğu bir dünyada yaşayan...
- Kuantum Gecesi ~ Robert J. Sawyer
Kuantum Gecesi
Robert J. Sawyer
Flashforward, Neanderthal Parallax ve WWW Üçlemelerinin Hugo, Nebula ve John W. Campbell ödüllü yazarı şimdi de her insanın aşabileceği ‘iyi’ ile ‘kötü’ arasındaki ince...