Bu kitap yaklaşık on yıllık bir çalışmanın birikimidir.
Daha bitmiş değildir, ama ‘Türkiye’de Türk nüfusu ancak % 10 kadardır diyenlere cevap verebilmek için bu hali bile yeterlidir!!!
Kim Türk’ün bir ırkı yok ya da hiç bir ırka Türk adı verilemez diyorsa ya bilmiyordur ya da bilmediği konuda ahkam kesiyordur. Türk adının “tu kaka” edildiği, Ötügen’in yok sayıldığı, Ergenekon destanının adının kirli bir dosyaya verildiği bu günlerde yapılabilecek en iyi iş varlık savunmasıdır diyorum. Ve bir Türk olarak korkmadan, yılmadan usanmadan neden “NE MUTIU TÜRKÜM DİYENE” dememiz gerekir en kesin kanıtlarla ortaya koyuyorum!!! Zira Türk adı gerçekten yücedir ve kutludur: sebeplerini bu kitabı okuyunca daha iyi anlayacaksınız…
***
İÇİNDEKlLER
Önsöz 9
Rüya 11
Haplogurup Nedir? 21
İnsan İnsanın Kurdudur Lafını Doğrulayan Millet 24
Tarih Öncesi Bilgi Yağmacılığı ve Tarihin Saptırıcılığı 41
Mezar Kazma Kültürünün tarihi gelişimi 46
Kurgan hipotezi 55
Kurgan kültürü 57
İlk ProtoTürk kültür: Kurgan Kültürünün Ortakaya
(Donets-Sredny Stog) Çağlan 65
Avrasya’da Tunç Çağı 74
Kurgan Kültürü’nün Şeymo-Turbino Çağlan
Keltlerin Ataları Altaylılar 78
Kurgan Kültürü’nün Okunev Çağları
Orta Asya Heykelciliğinin Merkezi: OKUNEV 79
Kurgan Kültürünün Andronovo Çağları 81
Kurgan Kültürünün Başşehri Sintashta 85
ProtoHind-İrani Ana Yurt İddiası 88
Genetik Yapı 91
Kurgan Kültürünün İskit Çağları 117
Arkeolojik, Dini ve Mitolojik Kayıtlara ve Süsleme Sanatlarına Göre İskit ve Sarmatların Genetik Kompozisyonu .138
Kurgan Kültürünün Kıpçak Çağları 143
Kurganlarda Macar Çağı 174
Avrupa Paleolitik Geçmişinin Bugünkü Sahipleri: Basklar 224
İLERİ BİLGİLER 239
Nedir Bu DNA? Nedir Bu ŞECERE var mıdır aslı? 241
DNA ile İlgili Bilgiler 241
DNA Kayıtlarına Göre İnsanoğlunun 60000 Yıl Öncesinden 600 Yıl Öncesine Kadar Şeceresi? Haplogurupların
Oluşum ve Gelişimi 243
İlk İnsan 250
Avrasya’da R1b Haplotipini Taşıyanlar: TÜRKLER 332
Greko-Anadolu Kolu 384
Orta Asya Kolu 388
Tersine Göç 389
R1a.. 390
Cermen Kolu 391
Baltık Kolu 392
Slav Kolu 393
Hind-İrani Kol 394
Türkçe Konuşan R1a’lılar 398
Yunan (Grek) Kolu 399
Prehistorik Avrupalılann mı DNA’ları ve kökenleri 419
KAYNAKLAR 428
ÖNSÖZ
Bu kitap yaklaşık on yıllık bir çalışmanın birikimidir.
Daha bilmiş değildir, ama “Türkiye’de Türk nüfusu ancak % 10 kadardır diyenlere cevap verebilmek için bu hali bile yeterlidir!!!
Bu kitabı hazırlamamda bana tam otuz yıl önce ilk fikri veren ve bu gün ebediyete intikal etmiş bulunan hocalarım; Mevlevi, Kadiri ve Alevi Dervişanından Haluk Nur Baki Bey’in, O’nun hocası ve bir Zaza Kadiri dervişi olan İstanbullu Faik Saraç Efendi’nin, hepsinin de hocası ve kimsenin bilmediği son yüzyılın gavsı bir Zaza Nakşî dervişi olan ve bana geleceğimi gösteren, “Türk’ten başkasına maneviyat yolu yoktur oğul” diyen Ahmed Davut Efendinin, bana Kur’an’ı öğreten ve “Türk’ü bildin mi peygamberini bilirsin evlat!” diye geçmişi kurcalamayı öğreten HAK aşığı Alevi dervişi Çorumlu Elvan Dede’nin, Türk’ün İslam Ülküsünü beynime kazıyan Ahmet Arvasi Bey’in Aziz hatıralarına…
“Bu kitabı bitireceksin! “ diye tepemde dolaşan Sayın Suzan ÇATALOLUK ve Sevgili evdeşim Nevvare ÇATALOLUK hanımefendilere, çocuklarım Berrak ve Bahadır’a sevgilerimle…
Ve
Her cümlemi titizlikle inceleyen Edebiyat Öğretmeni ağabeyim Sayın Ali Haydar Memiş’e saygılarımla…
Ve
“Sen Karamanoğlu Mahmut’un neslisin bunu hiç unutma.!” cümlesini beynime kazıyan dedem Süleyman Çataloluk’un, Kabardey güzeli Sevgili Annem Sudiye Hanım’ın aziz hatırasına…
Ve hayatımı ayaklarının dibinde feda ettiğim O’na…
Ve beni ben yapan ismini sayamadıklarıma…
RÜYA
Ilık ılık esen yel hafifçe yüzünü okşarken hoş bir memnuniyet gülümsemesi zarif bir kelebek gibi dudaklarına kondu. Keyifle etrafı seyretmeye başladı. Başı göğe eren ağaçlar ve rengârenk çiçeklerle dolu yeşilin bin bir rengi ile bezeli bir ormandan geçiyorlardı. Mis gibi kokuları ciğerlerine çekip düşündü. Geride bıraktıklarını, doğduğu ve büyüdüğü yerleri, geçtikleri o devasa toprakları, yolda yaşadıklarını…
Aylardır yol alıyorlardı. Çok büyük bir kafile olarak çıktıkları yolda konakladıkları kimi yerleri yerleşmeye ve yaşamaya değer bulan kimi can yoldaşları kendisinden izin isteyip obadan ayrılmışlardı. Can yoldaşlarına veda ederken yüreği duracak gibi olmuştu. Artık onları bir kere bile göremeyeceğini çok iyi biliyordu.
Başını kaldırıp ulu çamların arasından zor görünen göğe baktı. Yorulmuştu, çok yorulmuştu. Göğsünde yıllardır durmadan atan yüreği artık sakinleşmek vakti diyordu sanki. Hayat denen oyunun sonuna geldiğini hissediyordu. Ama bir şey daha hissediyordu. Nihayet yolun sonuna gelmişlerdi. Yerleşecekleri yeni vatana yeni nesilleri büyütecekleri yere ulaşmışlardı nihayet…
Tekrar tekrar etrafa baktı ve düşündü, ormanın sonunda ne vardı acaba?
Tam o sırada dallarda tüneyen kuşların birden havalanması ve farklı ötüşleri dikkatini çekti. Dikkatli gözleriyle ağaçların arkalarına kuşkuyla baktı. Ormanın kuytularına gizlenerek onları şaşkınlıkla takip eden gözlerin farkına vardı. Tek elini kaldırıp üç defa salladı. Bu dikkat demekti.
Atını hiç hızlandırmadı, aynı hızla devam etti yoluna. Arkasından gelen kalabalık kafile de onu izledi.
O gizli gözlerin sahipleri gizlendikleri yerden geçen kalabalık kafileyi şaşkın şaşkın seyrediyorlardı. O güne kadar uzaktan gördükleri atlara adamlar binmişlerdi. Tuhaf, yuvarlak bir şeylerin üstü yine o güne kadar görmedikleri bir şeylerle kaplıydı, üstelik de hareket ediyorlardı. Kendilerinin uzaktan gördükleri sürüler halinde gezen ve uluyan yaratıklar bu hayvanların üstündekilerin yanında yürüyordu, ara ara bir şeyler söylüyorlardı. Oysa bu tüylü yaratıkları kendileri avlamaya çalışıyor, bazen de onlara yem oluyorlardı.
Bir müddet sonra ulu ağaçlar yavaş yavaş seyrelmeye, yerlerini uzun eğrelti otlarına ve bodur ağaçlara terk etmeye başladığını, yemyeşil bitki örtüsünün çok daha fazla çiçeklerle dolduğunu gördü. Demek ki orman bitmek üzereydi.
Az sonra kafilenin reisi hayretle ve hayranlıkla durdu. Karşısında muhteşem bir manzara vardı. Masmavi küçük bir gölcük, gökyüzünü sanki titreyen sularına çizmişti. Öbek öbek duran ağaçların yansımaları ara ara hareleniyor, küçük bulutlar su üstünde yüzüyordu sanki.
“İşte, “ diye düşündü, “işte yeni yurdumuz burası olmalı.”
Elini kaldırınca arkadaki büyük kafile de durdu. Üstü kapalı at arabaları da sakin sakin yol alan atlılar da. Yanındakiler hemen atlarından indiler, saygıyla yanına geldiler. En uzun boylusu uzandı. Atın gemini alıp saygıyla ona baktı. Başka bir adamı atının yanında diz çöktü.
Ama o, adamının dizine basmadan bir hamlede iniverdi atından. Elini diz çökenin omzuna hafifçe vurup onu yüreklendirdi. Belli belirsiz bir gülümseme geçti dudaklarından.
Diz çöken derin bir saygı ve yoğun bir sevgi ile baktı ona. Düşündü: Şu karşısında duran adam yıllardır onlara hükmediyordu. Bir gün hatası olmamıştı, bir gün adaletsiz davranmamış, haksızlık etmemişti. Hep iyi idi. Şu koca arzda onun gibi yiğit yoktu, onun gibi doğru ve güzel karar veren de..
Ata yurdundan yollara düşeli tek bir hatalı iş yapılmamıştı. Kapalı arabalarda bulunan hatunlarla çocukları onların sayesinde canları sağ ve her türlü tehlikeden uzak bir şekilde aylardır yollarda idiler.
Erzak yüklü arabalar işlerine çok yaramıştı. Konakladıkları yerlerdeki av hayvanları pek boldu. Vahşi hayvanlarla mücadeleyi çok iyi bildiklerinden çok büyük bir tehlike atlatmamışlardı. Sadece bir defasında kılıç dişli bir dağ aslanı önlerini kesmiş, onu da kovalamışlardı.
Ama artık önünde saygıyla eğildiği kafile reisi yaşlanıyordu, yorgundu artık. Düz ve uzun kızıl saçları aklaşmış, değirmi yüzünde derin kırışıklıklar oluşmuştu. Gök mavisi çekik gözleri Hâlâ iyi görüyor, güçlü kolları hâlâ iyi silah kullanıyordu ama o eski neşesi yoktu.
Adam bu düşünceleri okumuşçasma ona döndü. Kalın ve gür sesi ile tane tane konuştu;
“-Bögütay! Söyle herkese, nöbetçiler hariç herkes buraya gelsin.”
Bögütay hemen atma atladı. Bir çırpıda kafilenin sonuna yetişip haberi verdi.
“-Herkes attan insin. Nöbetçiler, dikkatli olun. Burada da yabani yerliler olabilir. Hatunlar arabalardan insin. Beyimiz görevlileri bekliyor.”
Az sonra duran kafileden inen dünya güzeli genç hatunlar, yaşlı nineler, çocuklar çok dikkatli bir şekilde işe koyulmuşlardı.
Yüzü kırış kırış bir nine toprağa bakıp derhal bir fırın yapılması için çamur karılmasını buyurmuştu. Zira göl kıyısındaki toprak genellikle mayalı toprak olurdu.
Kimi hatunlar da hemen arabalardan erzak indirmeye başlamıştı. Hülasa, herkes üzerine düşen görevi şevkle yapıyordu.
Kafilenin reisi olan Bey adamlarıyla bir müddet meşverette bulundu, herkesin fikrini sordu. Neticede o güzel gölün etrafında bir yurt kurmaya karar verdiler. Bu kararla toplantını sonuna geldiler. Bey yorgun sesle dedi ki:
“- Ben de yorgunum, sizler de. Nöbet değişimi yapın. Biraz dinlenin. Ben de dinleneceğim.”
Ardından ilk arabaya doğru yöneldi ve arkadan örtüyü açıp içeri girdi. Keçe serili yatağın üstüne uzandı. Çok büyük bir yük kalkmıştı üstünden. Nihayet yeni yurt bulunmuştu. Bundan sonra işler nispeten kolaydı. Sonra aklına ata yurdu geldi. Koşan deli atların üstünde geçen ilk deli gençliği… Babası, anası ve kardeşleri, can dostları… Hepsi çok gerilerde kalmıştı. Şimdi buradaydılar. Bu balta girmemiş orman kıyısındaki yerde.
Bunca yol almışlar, ama yerleşik ve medeni tek bir yere, giyimli tek bir insana denk gelmemişlerdi. Ara ara geceleri yiyeceklerine saldıran bir takım vahşiler vardı sadece.
Yavaş yavaş uykunun bütün benliğini sarmaya başladığını hissederken o atlı uyku kendisini sihirli kollarına alıverdi.
Ne kadar geçti bilinmez birden bir fısıltı ile uyandı. Hayretle yattığı yerden fırladı. Büyük bir mağarada idi. Rengârenk taşlar, sarkıtlar ve dikitlerle dolu mağara pırıl pırıl parlıyordu.
Kendisi de ışıl ışıl yanıp havada asılı gibi duran dumanımsı bir şeyin üstünde bağdaş kurmuştu. Çok yüksekte kalan tavan sislerle kaplıydı. Hayretle etrafa bakarken bir fısıltı duydu;
“- Ey Ata… Karşı duvara bak! Bak da neslini gör!”
Karşı duvara baktı. Büyük oğlunu gördü. Yaşlanmıştı. İlk torununu havaya atıyordu… Sonra görüntü bulanıklaştı birkaç saniye. Berraklaştığında torunu küçük bir ordunun başında idi. Açık alanda kendilerine akbabalar gibi saldıranlarla yiğitçe savaşıyordu. Yine bulandı görüntü. Ama kısa sürdü. Ardından uzun saçlarıyla dörtnala at süren bir yiğit gördü. Ardında ne çok adamı vardı. Tanıyamadı. Ardından kadınların ve çocukların yeni kondukları bu obada boğazlanışını… Ve buraları terk edişlerini… İçi burkuldu Kendi kendine düşündü. “Kim bu yiğit?”
Ses fısıldadı hemen:
-Bu yiğit senin bininci kuşak torunundur. Adı Altar’dır.
Sordu:
-Niye boğazlaşırlar ki?
Ses fısıldadı yine:
-Adam ettikleriniz size ihanet edecek! Bak! Bu yiğit göç karan alıp bu defa ata yurduna geri dönecek. Şimdi sen binlerce yıl sonra Avrupa adını alacak olan topraklardasın!”
Dehşet ve merak içinde sordu Bey:
– Gezdiğim yerlerde toplasam bin insanla karşılaşmadım ben. Bu vahşiler hariç sadece benim kabilem, bir de ata yurdunda bıraktığım benim akraba kabilelerim vardı. Bu kalabalık nereden çıktı?
Sonra yine atlılar gördü. Yine göçler… Kızıl börklü yiğitlerin bellerinde çok daha değişik kılıçları vardı…
“Kim bunlar” dedi.
Fısıltı dedi ki:
-Senin neslin arz dediğin bütün yeryüzünü dolaşacak ve her gittiği yerde izini ve mirasını bırakacak. Seyreyle şimdi: Bu gelenler senin milletinden olan İskitler! Bunlar bu topraklara geri gelecek ilkler olacak.
Bey karşıya bakınca neslinin göçlerini gördü. At üstünde bir kıtadan ötekine gidiyorlar, durup şehirler kuruyorlar, savaşıyorlar, çoğalıyorlar, tekrar göç ediyorlardı.
Arz durmadan değişiyor, ama göçler devam ediyor, neslinden kimileri yerleşip ehlileştirdiği yerlilerin kadınlarıyla evleniyor, yavaş yavaş yeni çehreler ve yeni diller oluşuyordu.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Araştırma/İnceleme Türk-Osmanlı
- Kitap AdıTürk'ün Genetik Tarihi
- Sayfa Sayısı488
- YazarOsman Çataloluk
- ISBN9786055224035
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- YayıneviTogan Yayıncılık / 2012