Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Türkiye’nin Milli Güvenlik Devleti –  Kökeni, Gelişimi, Dönüşümü
Türkiye’nin Milli Güvenlik Devleti –  Kökeni, Gelişimi, Dönüşümü

Türkiye’nin Milli Güvenlik Devleti – Kökeni, Gelişimi, Dönüşümü

Zeynep Şarlak

“Başka güvenlik devleti örneklerinde olduğu gibi Türkiye’de de meşruiyetini düşmanların varlığına, çokluğuna ve tehdidin yakınlığına dayandıran milli güvenlik devleti, farklı muhalefet biçimleriyle bağdaştırdığı ‘düşman’…

“Başka güvenlik devleti örneklerinde olduğu gibi Türkiye’de de meşruiyetini düşmanların varlığına, çokluğuna ve tehdidin yakınlığına dayandıran milli güvenlik devleti, farklı muhalefet biçimleriyle bağdaştırdığı ‘düşman’ söylemini, paranoya düzeyine vardırdı. Bu çerçevede ordunun belirlediği hedef ve çıkarlarla örtüşmeyen her türlü talebin sahipleri kolaylıkla ve rahatlıkla ‘yabancı uşağı’, ‘dış mihrak’ ya da ‘vatan haini’ gibi etiketlerle
yaftalandı.”

Ulus-devletlerin kurumsallaşmasıyla beraber “milli güvenlik” diye adlandırılan ve hiçbir zaman yalnızca dış politikanın konusu olmamış siyasi ajanda, hem siyaset biliminde hem de uluslararası ilişkiler disiplinlerinde en
önemli tartışma başlıklarından birisi olmuştur.

Türkiye’nin Milli Güvenlik Devleti’nde Zeynep Şarlak, “milli güvenlik devleti” kavramını, bilhassa karşılaştırmalı siyaset bilimi perspektifini kullanarak, Türkiye’de Soğuk Savaş döneminden itibaren tedricen tesis edilmiş bir rejimitanımlamak üzere ele alıyor ve Soğuk Savaş döneminden itibaren Türkiye tarihine bu kavram üzerinden bakmayı öneriyor.

Milli güvenlik devletinin özellikle iç siyaseti tasarlayıcı ve düzenleyici boyutuyla ilgilenen çalışma, asker-sivil ilişkileri, sosyal ve siyasi haklara dair kırmızı çizgiler, iç düşmanlar, güvenlik aygıtlarının tesisi gibi başlıklar üzerinden bugünün siyasi rejimi üzerine de yeniden düşünmeye davet ediyor. Gündelik hayata da ziyadesiyle sirayet etmiş siyasi paranoya ve korkuların temellerini aramaya girişiyor.

İÇİNDEKİLER
SUNUŞ …………………………………………………………………………………………………………………………..9
GİRİŞ…………………………………………………………………………………………………………………………….13
BİRİNCİ BÖLÜM…………………………………………………………………………………………………. 23
Amerika Birleşik Devletleri’nde
milli güvenlik devletinin doğuşu……………………………………………………………………. 23
Milli güvenlik fikrinin ortaya çıkışı………………………………………………………….. 23
Fikirden ideolojiye……………………………………………………………………………………………. 28
Milli güvenlik kurumlarının inşası……………………………………………………………. 36
Milli güvenlik devletinin Amerika’daki sonuçları………………………………41
Milli güvenlik ideolojisinin nakli…………………………………………………………………….. 54
Güvenlik ideolojisi etrafında kurulan
uluslararası koalisyonlar……………………………………………………………………………….. 54
Milli güvenlik devleti uyarlamaları:
Siyasetin kalıcı militarizasyonu…………………………………………………………………..61
İKİNCİ BÖLÜM………………………………………………………………………………………………………73
Türkiye’de milli güvenlik devletine doğru ilk adımlar………………………….73
Soğuk Savaş’ın başlangıcında Türkiye-ABD ilişkileri………………………73
Soğuk Savaş’ta ABD’nin güvenilir müttefiki olarak
Türk ordusu………………………………………………………………………………………………………….. 82
12 Eylül rejimi: Milli güvenlik devletinin inşası …………………………………….. 113
12 Eylül darbesi ve ABD……………………………………………………………………………….. 114
12 Eylül’ün ilk icraatları………………………………………………………………………………… 119
Rejimin kurumsallaşması……………………………………………………………………………..136
1980 darbesinin ideolojisi……………………………………………………………………………141
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ……………………………………………………………………………………………..151
Milli savunmadan milli güvenliğe geçişin
kavramsal çerçevesi ……………………………………………………………………………………………..151
Milli güvenlik devletinin aygıtları…………………………………………………………………158
Merkezî güvenlik aktörü olarak Milli Güvenlik Kurulu………………..158
Siyaseti ve hak ve özgürlükleri
sınırlama kriteri olarak milli güvenlik……………………………………………………173
Güvenlik devletinin istihbarat birimi:
Milli İstihbarat Teşkilatı………………………………………………………………………………..181
Milli güvenlik devletinin yargı ayağı:
Devlet Güvenlik Mahkemeleri…………………………………………………………………..188
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM …………………………………………………………………………………….. 211
Milli güvenlik devletinin konsolidasyonu:
Soğuk Savaş’ın bitimiyle beliren “yeni” düşmanlar…………………………… 211
12 Eylül siyasi istikrar projesinin çöküşü……………………………………………..214
Geçiş döneminde sivil-asker ilişkisi………………………………………………………..223
“Yeni” güvenlik tehdidi olarak Kürt hareketi…………………………………..228
“Yeni” düşman olarak siyasal İslâm……………………………………………………….270
SONUÇ………………………………………………………………………………………………………………………319
KAYNAKÇA………………………………………………………………………………………………………………..337
DİZİN……………………………………………………………………………………………………………………………363

SUNUŞ

Türkiye’nin 20. yüzyılın ikinci yarısında tanık olduğu askerî darbeler hakkında ciddi bir literatüre sahip olduğumuz söylenebilir. Hatta elimizdeki bu literatürün, Türkiye’nin 1945 sonrasına ilişkin tarih çalışmalarından daha zengin bir kitaplık oluşturduğu bile söylenebilir. Elimizde birçok darbecinin ve darbelerden doğrudan doğruya muzdarip olanların anıları var. Bunların yanı sıra başarılı birer gazetecilik örneği olarak değerlendirebileceğimiz kitaplar da hiç az değil. Ayrıca, askerlerle siyaset dünyası arasındaki ilişkileri gerek monografi gerekse de sentez biçiminde çözümleyen siyaset bilimi çalışmaları da mevcut. Zeynep Şarlak’ın kitabı ise, söz konusu literatüre ilk kez dört başı mamur bir tarih çalışması ekliyor.

Şarlak’ın kitabını iyi bir tarih çalışması yapan ilk özellik, milli güvenlik devletinin Amerika Birleşik Devletleri’nde ortaya çıkmasından Türkiye Cumhuriyeti’ne sızmasına, 12 Eylül 1980 darbesiyle iktidara gelmesine, sonra da tasfiye olmasına kadar olan öyküsünü bir bütünlük içinde anlatıyor olmasıdır. Yazarın bunu yaparken benzer çalışmalarda bugüne kadar gördüğümüz bir dizi ideolojik veya politik önyargıdan yahut son yirmi-otuz yıldır pek moda olan özcü birtakım uzun dönem anlatılarından etkilenmemiş olması da kitabı değerli bir tarih çalışması yapan ikinci önemli özellik. Başka bir biçimde söyleyecek olursak, yazar milli güvenlik devleti biçiminde ortaya çıkan vesayet rejimini ne yapıp edip Sultan II. Abdülhamid’in, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ya da Cumhuriyet Halk Fırkası’nın vesayetlerine bağlamaya çalışmamış. Hatta bazı önemli noktalarda da okurlarının bu yönde bir savrulmasına meydan vermemek için, 12 Eylül cuntasının Türk-İslâm Sentezi kuramını 27 Mayıs 1960 darbesinden beri meşruluk kaynağı olarak kullandığı Atatürkçülük kisvesi altında kullanıma sürdüğünü ve milli güvenlik devletinin Türkiye’ye Soğuk Savaş’la birlikte girmiş, nevi şahsına münhasır bir görüngü olduğunu, yani “Kemalizm”in restorasyonu falan olmadığını da vurgulamış. Tabii bu kitabı öncesiyle ve sonrasıyla bir “12 Eylül Rejimi Tarihi” olarak da okumak mümkün. Bu da kitabı iyi bir tarih çalışması yapan üçüncü özellik. Gerek cunta dönemi, gerek 1982 Anayasası’nın halkoyuna sunulmasıyla başlayan Kenan Evren’in cumhurbaşkanlığı dönemi, gerekse de 1982 Anayasası’nda değişikliklerin yapılmaya başlandığı dönem en ince ayrıntılarıyla anlatılmış. Bütün bu süreçte önemli rol oynayan kanunlar ve kararnameler birincil kaynaklardan verilmiş. Bu noktada, kitabın kaynakçasının ve o kaynakçadan ana metne alınan göndermelerin ne kadar zengin olduğunu vurgulamam gerek. Bir “12 Eylül uzmanı” olmadığım için kaynakçasında eksik olup olmadığı konusunda bir şey söyleyemem. Ama Şarlak, gerçekten saygı duyulması gereken, olağanüstü bir okuma çabasıyla oluşturmuş anlatısını. Uzmanların da eksik bulma konusunda çok zorlanacaklarından kuşkum yok. Kitabın beni bir yakınçağ tarihçisi olarak çok çeken bir yanı da Şarlak’ın “asker ve siyaset” başlığı altında günümüze kadar üzerinde çok söz edilen ikilinin ikinci kanadına lafı fazla uzatmadan ama tam yerinde değinmesi. Burada vurgulamak istediğim nokta, son yıllarda büyük sıkıntılarla tekrar tekrar deneyimlediğimiz ve Şarlak’ın da okuruna hatırlattığı sivilleşmenin mutlaka demokratikleşme olamayacağı gerçeği değil. Bunu da çok partilileşmenin demokratikleşme olmadığını bildiğimiz kadar iyi biliyoruz artık. Burada söz konusu etmek istediğim, Şarlak’ın milli güvenlik devletine gidiş sürecinde kısaca anlattığı bir dizi dönüm noktası. Bunların ilk aklıma geleni, 1962’de Milli Güvenlik Kurulu Kanunu kabul edilirken siyasetçilerin neler yaptıkları. İkinci bir dönüm noktası, 1971 yazında yapılan Anayasa değişiklikleri sırasında gene siyasetçilerin nasıl davrandıkları. Bunlara Turgut Özal’ın cumhurbaşkanlığı dönemindeki koalisyon hükümetleriyle olan çekişmelerini de ekleyebiliriz. Şarlak, bunları kısaca ama öyle zarif bir biçimde ve hiç önyargısız vurgulamış ki, satırları âdeta yazılması gereken bir dizi başka kitaba davetiye çıkarıyor. Yukarıda da ima ettiğim gibi, 1945 sonrasının siyasal tarihini yazmaya başlamamız artık elzem. Elinizdeki kitap, bunu güçlü bir biçimde hissettirdiği için de iyi bir tarih kitabı nitelemesini hak ediyor.

Bu bağlamda, dış ilişkileri de unutmamamız gerekir. Milli güvenlik devletinin büyük çapta ortadan kalkmasına vesile olanın Avrupa Birliği’ne üye olma konusunda atılan adımlar olduğu da gene kısaca anlatılmış kitapta. Helsinki sürecinin nasıl askerî vesayetten kurtulmanın yolunu açtığını görürken, okur ister istemez Kavalalı Mehmed Ali Paşa sorununun nasıl Tanzimat’a, 1875-1876’da yaşanan diplomatik krizin nasıl I. Meşrutiyet’e ya da Mussolini’nin saldırganlığının Türkiye’yi nasıl demokratik Batı dünyasıyla yakınlaşmaya götürdüğünü anımsıyor ve dış ilişkilerin iç siyaset tarihimizde de ne kadar önemli bir yeri olduğu konusunda bir kez daha ikna olmuş oluyor. Helsinki sürecinin bugün için artık önemi kalmamış bir gelişme olduğunu iddia edenler haklı olabilirler. Ama sürece iç siyaset açısından baktığımızda çok önemli bir dönemeç olduğunu teslim etmemiz gerekir ki, bu da bize dış dünyadan hiçbir zaman soyutlanmış olamayacağımızı, içine kapanık bir ülke olmanın mümkün olmadığını bir kez daha anımsattığı gibi, zaman zaman “iyi ki bir dış dünya varmış” da dedirtebilir. Zeynep Şarlak’ın kitabının ilginç bir özelliği daha var: Kitap milli güvenlik devletinin tasfiyesiyle sona ermiyor. Yazar çalışmasını AKP dönemi gelişmelerini anlatan kısa bir épilogue ile bitirmiş. Kitabın bu özelliğini önce yadırgamıştım. Başlangıcı ve bitişi belli olan bir sürecin sonrasının da anlatılmasında bir anlam görmemiştim. Kaldı ki yazarın askerlerin ektiğini AKP iktidarının biçtiğine ilişkin, açık bir iddiası da yok. Ama son tahlilde kitabın böyle bitmesinin de kaçınılmaz olduğu görülüyor. Nitekim milli güvenlik devletine son noktayı koyan mahkeme sürecinin olağanüstü bir hukuksuzluk ortamının da başlangıcı olduğu aşikâr. Zaten Şarlak da uzun çözümlemelere girmeden ve bu yeni sürecin üzerine de akademik bir biçimde eğilmek gerektiğine değinerek son veriyor kitabına. Kısacası, Zeynep Şarlak’ın kitabı çok iyi bir çalışma. Son altmış-yetmiş yıllık siyasal tarihimizin çok önemli, belki de en önemli bir veçhesini ustalıkla çözümleyen bir kitap. Soğukkanlı tartışmalar yaratacağından ve bir dizi akademik çalışmaya önayak olacağından hiç kuşkum yok.

AHMET KUYAŞ

GİRİŞ

Bu çalışma iki genel geçer ve sıkça tekrarlanan kanaat/bilgiyi sorgulama çabası üzerine kuruldu: Bu kanaat/bilgilerden ilki, Türkiye’nin 1952’de NATO’ya üye olmasının ardından ABD’nin vazgeçilmez bir müttefiki olduğu; ikincisiyse, Türkiye devletinde milli güvenlik söyleminin temel siyasi ve toplumsal meselelerin önünde bir engel teşkil ediyor olduğu. Bu iki kanaat/bilgi ile ilgili temel sorunum ise yan yana okunmamaları, dolayısıyla aralarındaki ilişkiselliğin gözden kaçması idi.

Bu tez konusuna yönelmemin nedeni 1995 yılında yazdığım yüksek lisans tezinde zihnimde oluşan sorulara dayanıyor. Yüksek lisans tezimde ABD’nin iki farklı coğrafyadaki iki ayrı müttefiki ile Türkiye arasındaki anayasal süreçler açısından ortaya çıkan benzerlik ve farklılıkları inceledim. Bu ülkelerden Brezilya Latin Amerika’da, Güney Kore ise Asya’da, tıpkı Türkiye’nin Ortadoğu’da olduğu gibi, ABD’nin “komünizm tehdidi”ne karşı oluşturduğu kalkanın sacayağı olarak addediliyordu. O zaman bu üç ülkede devlet aygıtının kurumsallaşma süreçleri arasında ne türden benzerlikler olduğunu bulursam Soğuk Savaş esnasında yaşanan küresel ayrışmada ABD müttefiki olmanın ne anlama gelebileceği konusunda daha açık bir anlayışa ulaşabileceğimi düşünmüştüm. Vardığım sonuç şu oldu: ABD, devletin tüm kurumlarıyla uğraşmak yerine devletin kurucusu ve koruyucusu rolündeki orduyu yeniden şekillendirip endoktrine ederek kendi icadı olan milli güvenlik kavramını hem siyasi söyleme hem de devletin kurumsal mimarisine, yani anayasaya zerk ediyordu. Bu ülkeler arasında tarihsel, ekonomik, coğrafi, kültürel farklar, Soğuk Savaş çerçevesinde ortak bir uluslararası dilin kurgulanması sürecinde yeniden anlamlandırılıyordu. Bu ülkelerin belirleyici ortak özelliklerinden biri, bir dönem mutlaka askerî hükümetlerle yönetilmiş olmaları ve anayasalarının oluşum sürecinin de bu askerî hükümet iktidarı esnasında şekillenmiş olmasıydı. Bu nedenle milli güvenlik kavramı rahatlıkla anayasanın merkezî kavramlarından biri olarak siyasal ve toplumsal baskı ve kontrol aracı makamında işlevlendirilebilmişti. Söz konusu üç ülkede de darbe ve sonrasına liderlik eden askerî iktidar sıkı bir şekilde ABD ordusuyla ilişkiliydi. Bu ilişki çoğu zaman subayların ABD’de eğitilmeleri ile karşılıklı anlayış zeminine dönüştürülüyor, ABD ordusunun milli güvenlik doktrini bu sayede müttefik ordularca da benimseniyordu. İlaveten ABD’nin yaptığı silah ve para yardımları doktrinin müttefik ülkelerde benimsenmesini daha da kolaylaştırıyordu. Son tahlilde Türkiye’de de ordunun rolü ve sivil-asker ilişkilerinin niteliği Soğuk Savaş sahasına ait daha geniş bir siyasi fenomenin parçası olarak görülebilir mi? Bu çalışma bu soruyla başladı.

Bu çalışmanın temel savı, Türkiye’nin Soğuk Savaş’la birlikte kademeli şekilde bir milli güvenlik devletine dönüştüğüdür. Siyasal literatürde “Milli Güvenlik Devleti” iki farklı devlet tezahürünü tanımlamak için kullanılır. Bunlardan ilki Soğuk Savaş’ın hemen başlangıcında, 1947’de çıkartılan Milli Güvenlik Yasası ile ABD’de kurulan güvenlik yapılanmasını ifade eder. Bu çalışmada Türkiye için öne sürülen milli güvenlik devleti argümanı, ABD’deki adaşıyla paralel bir kıyaslamayı içermez. Bu çalışma, Latin Amerika üzerine karşılaştırmalı siyaset alanında çalışan önde gelen siyaset bilimciler tarafından geliştirilmiş ve yaygın kabul görmüş olan “milli güvenlik devleti” kavramını kullanıyor. Daha da açmak gerekirse, çalışmada kullanılan milli güvenlik devleti argümanı, söz konusu araştırmacıların Soğuk Savaş döneminde bölgedeki ABD destekli askerî rejimlerin ortak özellikleri üzerinden kuramsallaştırdıkları devlet modelini ifade ediyor.

ABD’de şekillenen milli güvenlik kavramı ve bu kavram çerçevesinde üretilen doktrin ve devlet aygıtları, müttefik devletlerin ordularınca hayata geçirildiğinde o ülkelerin siyasi tarihleri ve dinamikleri çerçevesinde yeniden şekillendi. Örneğin, ABD’deki gibi devlete/yürütme erkine yönelik denetim mekanizmalarının olmadığı ortamlarda, kendilerine daha geniş uygulama ve müdahale sahaları bulabildiler. Orijinal milli güvenlik ideolojisinin etrafında şekillendiği komünizm tehdidi, müttefik ülke bağlamlarında ordunun bakışını en az ülke dışı kadar ülke içine de çevirdiği yeni formlar üretti. Dolayısıyla milli güvenlik ideolojisi, otoriter askerî rejimle yönetilen müttefik ülkelerde ABD’dekinden çok daha derinlikli ve geniş kapsamlı bir dizi güvenlik aygıtının oluşturulmasına zemin teşkil etti. Tehdit algısı bu ülkelerde komünizmle de sınırlı kalmayarak devletin lüzumundan fazla serpildiğini düşündüğü tüm muhalif çıkışlara, kalkışmalara ve hatta tartışmalara yönelir oldu. Bu çalışmada görüleceği üzere, coğrafi olarak uzaklığına ve darbeler tarihinde ABD’nin doğrudan rolüne dair herhangi bir kanıt olmamasına rağmen Türkiye’nin Soğuk Savaş’ta tedricen kurduğu devlet modeli, Latin Amerika’daki milli güvenlik devletleriyle çarpıcı benzerlikler barındırır. Bu analiz çabası, benzerlikleri olduğu kadar Türkiye’nin kendine özgü durumuna dair değerlendirmeleri de içeriyor.

Çalışmamın ikinci amacı Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrası güvenlik devleti hakkında yeni bir anlayış sunup sunmadığını araştırmaktır. Bu çerçevede birinci savla –yani Türkiye’deki devlet yapısının en azından 2000’lerin ortalarına kadar bir milli güvenlik devleti olduğuna dair iddiayla bağlantılı– yapılmak istenen ikinci şey Soğuk Savaş döneminde kurulan güvenlik aygıtlarının, Türkiye’nin kuruluş döneminde kemikleştirilen resmî ideolojisi ekseninde şekillenen tehditler ve bunların yeni formları karşısında Soğuk Savaş sonrası dönemde nasıl devreye sokulduğunun analizini yapmaktır. Zira Türkiye’de iç güvenliğe yönelik reflekslerin Soğuk Savaş’la ortaya çıktığını söylemek doğru değildir. Elinizdeki çalışmada oluşum ve pekişme süreci anlatılan milli güvenlik devleti yapılanmasının ve ideolojisinin bu derece rahatlıkla benimsenmesinin ardında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kadrolarından miras kalan iki korku yatar. Bunlardan ilki bölünme ve parçalanma korkusudur.

Siyasi literatüre Sevr sendromu/fobisi olarak geçen bu korku adını Birinci Dünya Savaşı sonrasında İtilâf Devletleri ile Osmanlı İmparatorluğu arasında 10 Ağustos 1920’de imzalanan ve Osmanlı İmparatorluğu’nun elinde kalan toprakların büyük bir bölümünü farklı ülkelere kaptırmasıyla neticelenen Sevr Anlaşması’ndan alır. Bu durum, Zürcher’in (2009) belirttiği gibi 19. yüzyıldan itibaren aslen bir Balkan İmparatorluğu olan Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’dan geri çekilmek zorunda kalmasının yarattığı trajik ve travmatik etkileri de kapsayan bir sürecin sonunda gerçekleşmiştir. Zürcher, Türkiye Cumhuriyeti’nin, çoğunluğu artık o dönemde Türklerin elinden çıkmış olan Balkan vilayetlerinden gelen eski İttihatçı subay ve yöneticiler tarafından kurulduğuna dikkat çeker ve bu kadronun “var olmaya” ve “güvenliğe” ilişkin kaygılarının kaynağını şöyle tarif eder:

1912-1913’te, bu tarihten otuz yıl kadar önce Balkan vilayetlerinde doğmuş olan tüm Jön Türk subay ve memurları, bir anlamda atalarından kalmış evlerini ve yurtlarını kaybettiler. Pek çok durumda aileleri kaçmak zorunda kalmış ve Osmanlı İmparatorluğu’nun çeşitli yerlerinde göçmen (muhacir) konumuna düşmüşlerdi. Ancak şaşırtıcı bir şekilde bu durum, Jön Türklerde eski toprakları kurtarma ya da intikamcılık gibi duyguları geliştirmedi. Tersine, aralarında pek çoğunun, kendilerine tamamen yabancı bir ülke olarak gördükleri Anadolu’yu yeni bir vatan olarak benimsemelerine yol açtı. […] Öte yandan, o güne kadar olanların yeniden yaşanmasına bir daha asla izin verilmeyeceği duygusu da güçlenecekti. Anadolu, Balkanlar’ın yaşadıklarını yaşamamalıydı. Burası, kelimenin gerçek anlamında ‘Türk’ün son dayanak noktası’ydı (s. 153-154).

Cumhuriyet’in kuruluşunun ardından milliyetçi reflekslerin öne çıktığı/çıkarıldığı dönemlerde Sevr Sendromu milli güvenlik kavramıyla eşanlamlı olarak sıklıkla başvurulan bir retorik olacaktır. Bu bölünme korkusu, sadece dışarıda değil, içeride de –nadiren azınlıklara ancak temelde Kürt meselesine yönelik– muhalif söylemleri düşmana dönüştürme biçiminde tezahür edecekti. Diğer bir ifadeyle Türkiye’nin tarihsel mirası milli güvenlik ideolojisinin benimsenmesinde kolaylaştırıcı bir etken olacaktı.

Cumhuriyet’in kurucu kadroları tarafından tehdit kabul edilen ikinci olgu ise İslâmcılıktır. Zira bu kadroların oluşturduğu programın merkezî konularından biri milliyetçiliğin yanında “çağdaşlık” (muasırlık) seviyesini yakalamak olmuştur. Kemalistlerin zihin dünyasında Batı’ya yönelmek şeklinde tezahür eden bu anlayış, Osmanlı Devleti’nin kamusal alanına yüklediği anlamdan radikal bir kopuşu ifade ediyordu. Dinin devlet işlerinde tamamlayıcı bir rol üstlendiği Osmanlı Devleti’nden farklı olarak Cumhuriyet katı bir laiklik anlayışını benimsedi. Hukuki ve siyasi alan bu yönde yeniden tanzim edilirken, o döneme kadar tarikatlar üzerinden yaşanan –yani sivil toplum tarafından düzenlenen– din ve toplum ilişkisi devlet bürokrasisinin denetimine geçti. Sözünü ettiğimiz İslâmcılık, Cumhuriyet’in kendi öyküsü sürecinde, siyasetle girdiği mücadelelerle koşut olarak bir hayli değişse de “laik” devletin kadim düşmanı addedilen AKP döneminin askerî vesayeti ortadan kaldırmayı başardığı 2000’lerin ikinci yarısına kadar varlığını sürdürdü.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Araştırma-İnceleme Politika
  • Kitap AdıTürkiye’nin Milli Güvenlik Devleti - Kökeni, Gelişimi, Dönüşümü
  • Sayfa Sayısı368
  • YazarZeynep Şarlak
  • ISBN9789750533631
  • Boyutlar, Kapak13x19,5 cm, Karton Kapak
  • Yayıneviİletişim Yayınları / 2022

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur