Türkiye’nin Cumhuriyeti: Bir Cumhuriyet Sorgulaması; Cumhuriyet ekseninde tarihsel, toplumsal, sınıfsal, siyasal, ekonomik, kültürel ve ideolojik bir tartışma üzerine inşa edilmiştir. Türkiye’de; bugün yaşanılan sorunlar, bu sorunlara yönelik yaklaşımlar ve de çözüm önerileri farklı görüşten bilim insanları ve akademisyenler tarafından tartışılmakta ve farklı perspektifler sunulmaktadır. Türklük, Kürtlük, Alevilik, İslam/Muhafazakârlık, Kapitalizm ve Sol Ekseninde yapılan Cumhuriyet Sorgulaması, toplumumuzun bundan sonraki süreçte nasıl bir birliktelik temelinde ortak yaşam kültürü oluşturacağına ve var olan ortaklıkları nasıl yeniden üreteceğine ilişkin de önemli saptamalar içermektedir. Cumhuriyetin tarihsel arka planına ilişkin kapsamlı bir sorgulama ile birlikte, Cumhuriyetin geleceğinin ne olacağına dair temel sorgulamalar ve öngörüler bu çalışmada kapsamlı bir biçimde detaylandırılmaktadır. Türkiye’nin Cumhuriyeti: Bir Cumhuriyet Sorgulaması her kesimden ve her görüşten insanın Türkiye’ye ve Cumhuriyet’e ilişkin önemli bilgiler, düşünceler ve fikirler edinebileceği özgün bir yapıt niteliği taşımaktadır.
***
İÇİNDEKİLER
Önsöz 11
Çalışma Yöntemi 14
Giriş 15
Prof. Dr. Yüksel Akkaya: 55
Cumhuriyet’in Kavramsal Çerçevesi ve Kapitalizm 55
Cumhuriyet’in Kurucu Felsefesi ve Gelişimi 56
Sınıfsal İlişkiler ve Türkiye’nin Sorunları 57
Kapitalizm, Cumhuriyet ve Demokrasi 58
Prof. Dr. Sina Akşin: 60
Cumhuriyet, Osmanlı ve Birlikte Yaşamak 60
Cumhuriyet ve Demokrasi 62
Cumhuriyet’in Tarihi ve Sorunları 63
Prof. Dr. Yasin Aktay: 67
Kavramsal ve Tarihsel Oluş Olarak Cumhuriyet 67
Cumhuriyet ve Demokrasi 69
Yeni Bir Cumhuriyet Algısı 73
Cumhuriyet’in Gelecek Tasavvuru 74
Dr. Faruk Alpkaya: 77
Cumhuriyet’in Kavramsal ve Sistemsel Açıdan Analizi 77
Cumhuriyet Felsefesi ve Türkiye’nin Sorunları 78
Cumhuriyet ve Demokrasi Tartışması 80
Prof. Dr. Ayşe Ayata: 82
Cumhuriyet: Süreklilik Mi Kopuş Mu? 82
Günümüzde Cumhuriyet Tartışmaları 84
Cumhuriyet; Aleviler, Kürtler, İslâmcılar 88
Cumhuriyet ve Demokrasi 90
Cumhuriyetin Gelecek Tahayyülü 90
Prof. Dr. Fikret Başkaya: 91
Cumhuriyet Kavramı 91
Cumhuriyet’in Kurucu Felsefesi 94
Türkiye’nin Sorunları ve Cumhuriyet’in İmkânları 95
Cumhuriyet ve Demokrasi 96
Cumhuriyet’in Gelecek Perspektifi 97
Prof. Dr. Korkut Boratav: 98
Cumhuriyet’i Tanımlamak 98
Türkiye’de Yaşanan Sorunlar ve Cumhuriyet İlişkisi 99
Prof. Dr. Naci Bostancı: 102
Cumhuriyet Kavramı ve Türkiye’deki Gelişimi 102
Cumhuriyet ve Demokrasi İlişkisi 106
Kürtlük, Alevilik ve Dindarlık Bağlamında Cumhuriyet 115
Kimliklerin Aşılması 117
Prof. Dr. Kadir Cengizbay: 119
Cumhuriyet’in Lâik Karakteri ve Felsefesi 119
Türkiye’nin Sorunları ve Eşit Yurttaşlık 120
Cumhuriyet’in Niteliği ve Geleceği 121
Prof. Dr. Ömer Çaha: 123
Farklı Tanımlamalar Ekseninde Cumhuriyet 123
Cumhuriyet ve Egemenlik 125
Cumhuriyet ve Kurucu Felsefe 128
Cumhuriyet: Kürt, Alevi, İslâm/İnanç Sorunları ve Çözüm İmkânı 131
Cumhuriyet ve Gelecek 137
Doç. Dr. Seyhan Erdoğdu: 140
Cumhuriyet’i Tanımlamak 140
Cumhuriyet’in Felsefesi ve Gelişimi 142
Türkiye’nin Sorunları ve Cumhuriyet ile İlişkisi 144
Cumhuriyet’in Geleceği 147
Prof. Dr. Nazife Güngör: 151
Cumhuriyet’in Toplumsal ve Siyasal Dayanakları 151
Kurucu Felsefenin Gelişim Süreci 153
Toplumsal ve Siyasal Ayrışmalar 154
Cumhuriyet ve Demokrasi’nin Sentezi Olarak Sosyal Demokrasi 155
Cumhuriyet’in Geleceği 156
Prof. Dr. Metin Heper: 157
Cumhuriyet ve Kemalist İdeoloji 157
Lâiklik, Milliyetçilik ve Kürt Meselesi 159
Türkiye’nin Geleceği 160
Prof. Dr. Raşit Kaya: 161
Cumhuriyet Kavramı ve Türkiye’deki Gelişimi 161
Cumhuriyet’in Kurucu Felsefesi 164
Cumhuriyet ve Türkiye’nin Sorunları 164
Cumhuriyet ve Demokrasi İlişkisi 166
Prof. Dr. Yakup Kepenek: 169
Cumhuriyet’in Kavramsal Çerçevesi 169
Ulus-Devlet ve Türkiye’nin Sorunları 170
Günümüz Koşullarında Cumhuriyet’in Geçerliliği 171
Cumhuriyet’in Gelecek Tasavvuru 172
Prof. Dr. Suna Kili: 173
Cumhuriyet Kavramı 173
Cumhuriyet ve Demokrasi 174
Türkiye’de Cumhuriyet 175
Prof. Dr. Mahmut Mutman: 183
Cumhuriyet Kavramı 183
Cumhuriyet: Kopuş mu; Süreklilik mi? 184
Kurucu İdeoloji ve Kemalizmin Gelişimi 190
CHP, Neoliberalizm ve Değişim 193
Prof. Dr. Süleyman Seyfi Öğün: 197
Cumhuriyet Düşüncesinin ve Yapılanmasının Kökeni 197
Türkiye’de Cumhuriyet ve Popülizm 198
Cumhuriyet’in Geleceği 199
Doç. Dr. Ali Murat Özdemir: 201
Kavram Olarak Cumhuriyet, Kurum Olarak Devlet 201
Türkiye’de Cumhuriyet 212
Cumhuriyet ve Demokrasi 218
Prof. Dr. Gamze Yücesan Özdemir: 220
Cumhuriyet’in Tanımsal Çerçevesi 220
Cumhuriyet’in Kurucu Felsefesinin Unsurları 222
Türkiye’nin Sorunları ve Çözümleri Bağlamında Cumhuriyet 223
Sınıfsal Eksende Cumhuriyet ve Demokrasi 224
Cumhuriyet’in Gelecek Tasavvuru 225
Prof. Dr. Mithat Sancar: 227
Cumhuriyet’in Kurucu Felsefesi 227
Cumhuriyet İdeolojisi ve Türkiye’nin Sorunlarına Yaklaşımı 229
Cumhuriyet ve Demokrasi 232
Prof. Dr. İlhan Tekeli: 234
Cumhuriyet’i Anlamak İçin Yeni Tarih Perspektifinin Gerekirliliği 234
Kürt Sorunu, Milliyetçilik ve Muhafazakârlık 240
Prof. Dr. Ünsal Yavuz: 245
Cumhuriyet ve Atatürk Devrimi 245
Cumhuriyet ve Çoğulcu Demokrasi 246
ÖNSÖZ
Uzun süredir bütün bir ülke olarak bir arada yaşayıp yaşayamayacağımızı sorguluyoruz. Bu sorgulama sadece entelektüel boyutta ya da kurumlar düzeyinde bir sorgulama değildir. Hepimizin kendi bireysel yaşantısında yaptığı bir muhasebedir. Bu kitap aslında kişisel bir sorgulamadan doğan büyük soruların bu ülkenin önde gelen aydınlarına/akademisyenlerine/bilim insanlarına sorulmasıyla ortaya çıkmış önemli bir sorgulamadır. Kişisel düzeyde deneyimlenen yaşam pratiklerinin ve düşünsel yönelimlerin tarihsel bir çerçeveye taşınması ve sorgulanmasıdır.
İlkokulda Türkçeyi öğrendim. Zorlu bir süreçti. Sadece dil öğrenmiyorsunuz. Başka bir dünya, başka düşünceler, başka duygular öğreniyorsunuz. Beraberinde başka sorgulamalar yapmaya başlıyorsunuz. Farklı etnik ve mezhepsel aidiyetleri olan bir ailede yetiştim. 1990’ların karanlık ortamında lise ve üniversiteyi bitirdim. Cumhuriyet Devrimi’nin bu ülke için büyük bir kazanım olduğu duygusu ve düşüncesiyle yetiştim. Hayata ve insana ve de bütün bir yaşam dünyasına önce vicdan sonra sol bir pencereden baktım. Kısacası, bu ülkenin okumuş insanının yaşadığı bütün uzlaşmaz çelişkileri yaşadım ve yaşamaya devam ediyorum.
Bütün bu çelişkilerin, hatta belki de ayrışmaların ekseninde kendinize bir kimlik edinme çabası içinde her şeyi sorguluyorsunuz. Bu sorgulamalar ve o çerçevede yapılan okumaların bende yarattığı duygu ve ortaya çıkardığı düşünce, Türkiye’de Cumhuriyet’in yeteri kadar tartışılmadığı, sorgulanmadığı ve çözümlenmediğidir. Her görüş ve siyasî eğilim kendi cephesinden bir Cumhuriyet tanımlaması yapmış; ancak bir ortaklık yaratılamamıştır. Bu kitap Cumhuriyet’e ve Türkiye’nin sorunlarına farklı yaklaşımlara sahip bilim insanlarıyla, aydınlarıyla Türkiye’nin Cumhuriyeti’ni masaya yatırıyor. İddia odur ki, Cumhuriyet’e ilişkin en kapsamlı sorgulamalardan biri bu çalışmayla ortaya konmuş ve ilk defa farklı görüşten bilim insanları Cumhuriyet’i her boyutuyla çözümlemeye çalışmışlardır.
Bütün bu çaba hem bireysel hem toplumsal olarak daha eşit, özgür, demokratik biçimde ve barış içinde bir arada yaşamak içindir. Kendi kişisel yaşamımdaki sorgulamalardan yola çıkarak ortaya çıkan bu çalışma da göstermektedir ki, ancak ve ancak herkes gerçekten eşit ve özgür olursa bir arada yaşam sorunsuz olabilir. Kitap, bu ülke insanının bilinçaltını irdelemeye yönelik bir çaba olarak da kabul edilebilir. Kendini büyük gören, samimi olmayan ve ötekileştirenlere, önyargılara karşı herkesi birbirini tanımaya, anlamaya ve kabul etmeye yönelik bir davettir. İnanıyorum ve diliyorum ki bu kitap ülkemizin ayrımsız bütün insanlarının eşitlik, özgürlük, barış ve kardeşlik mücadelesine küçük de olsa bir katkı olur.
Bu çalışmada ilk teşekkürü sorularıma cevap veren, destek olan ve yazı yazan bütün hocalarıma sunuyorum. Buradan sonsuz teşekkürlerimi iletiyorum onlara.
Her çalışmada olduğu gibi bu çalışmada da ilk okuyan, düzelten, eleştiren ve hep yanımda olan Seçil Erdem’e sevgilerimi ve teşekkürlerimi gönderiyorum.
Röportajların çözümünde destek olan Cengiz Gül’e, Mustafa Fırat’a teşekkür ediyorum.
Bu kitabın herkes tarafından okunması en büyük arzumdur. Ama ailemin yetişmekte olan gençleri; Çağlar, Uygar, Fatma, Nesrin, Dicle, Cemile, Emre, Zelal, Eren Cem, Sıla ve Nehir’in okuması ise benim için en büyük dilektir.
Son olarak bir büyük teşekkürü beni sevgiyle ve sevgi yoğun bir ortamda büyüten babam Turabi Sefa, annem Hanım Fırat’a gönderiyorum. Ve elbette ki bana emek veren Yüksel, Ferizan, Çelebi, Melek, Şerefşan, Zülfünaz, Sevda, Hakkı, Erdal ve Hediye’ye minnettarım.
Bu kitabın basılmasını sağladığı katkı nedeniyle Prof. Dr. Hurşit Güneş’e ve sabrından dolayı Tekin Yayınevi Yayın Yönetmeni Halit Erdem Oksaçan’a hep müteşekkir kalacağım.
Ali Haydar Fırat
Ankara 2012
ÇALIŞMANIN YÖNTEMİ
Çalışmada temel olarak beş soru soruldu. Sorulara kimi bilim insanları yazılı olarak cevap verirken diğer bilim insanlarıyla yüz yüze mülâkat yapıldı. Yüz yüze yapılan görüşmelerde soruların kapsamının daha da genişlediği, müdahalelerle cevapların açılmaya çalışıldığı belirtilmelidir. Ancak genel çerçeveye sadık kalındı.
Çalışmada Sorulan Sorular
1. Cumhuriyet’i nasıl tanımlarsınız? Türkiye’de Cumhuriyet bir kopuş mu; yoksa bir süreklilik midir? Cumhuriyet bugünün Türkiyesi’nde ne ifade etmektedir?
2. Cumhuriyet’in kendi kurucu felsefesine bağlı bir gelişim süreci yaşadığını düşünüyor musunuz?
3. Günümüz Türkiyesi’nde Kürt, Alevi ve İslâm/inanç sorunlarının olduğu ve Cumhuriyet’in hem bu sorunların kaynağı olduğu hem de bu sorunları çözemeyeceği dile getirilmektedir. Cumhuriyet’in bu sorunlara yaklaşımı ve çözümü konusundaki tavrı nedir ve ne olmalıdır? Bu sorunların çözümünde Cumhuriyet bir imkân mıdır?
4. Bugünün koşullarında Cumhuriyet’in geçerliliği nedir? Cumhuriyet ve demokrasi ayrımı/tartışmasına nasıl bakılmalı? Cumhuriyet-demokrasi ilişkisi hakkında düşünceniz nedir?
5. Cumhuriyet’in gelecek tasavvuru nedir? Nasıl bir toplum ve dünya tahayyülü bulunmaktadır?
GİRİŞ
İki yüzyılı aşkın bir süredir Reform, Islahat, Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyet ekseninde büyük bir değişim bu ülke ve toplumun gündemindedir. Batılılaşma, çağdaşlaşma, modernleşme süreçleri aslında büyük insanlık yürüyüşüne ortak olma ve ülkenin içinde bulunduğu açmazları ortadan kaldırma çabalarıdır. Diğer yandan bu süreçler kapitalist dünya sistemine entegre olma uğraşının parçalarıdır. Yaşanan bütün bu süreçlerin, ideolojik-politik, ekonomik-sınıfsal, dinsel-kültürel, sosyal-siyasal çıkarımları, çözümlemeleri mevcuttur ve hâlâ da bunlar yapılmaya devam etmektedir. Elbette ki Osmanlı ve Cumhuriyet arasında yaşanan dönüşümün benzerlikleri ve farklılıkları bulunmaktadır. Fakat her dönemin kendi karakteristiği bulunduğu ve o çerçevede bir değerlendirmeyi hak ettiği de unutulmamalıdır.
Osmanlı’da değişim halkın gündeminde olan bir olgu değildi. Askerî ve idarî modernizasyon çabaları değişimi ülke gündemine taşımıştı. Bu noktada Osmanlı/Türk ve Doğu devlet ve toplumlarının ilişkiselliğine bakmak gerekmektedir. Bu toplumlar yönetici sınıfla özdeşleşen ve o yapının kendisi için iyiyi yaratacağı kabullenişiyle hareket ederler. Doğu toplumlarında aşiret reisliği/beylik/hükümdarlık olgusu salt yönetsel bir mekanizma değildir. Temelde akrabalık bağının olduğu ve bu nedenle özdeşliğin rahat bir biçimde kurulduğu bir gerçekliktir. Aynı şekilde Osmanlı devlet yönetimi sadece bir yönetsel aygıt olarak görülmez. Padişah aynı zamanda ilâhî otoritenin temsilcisi olarak kabul edilir. Devlet ve toplum arasındaki bu ilişki düzeyi ve tımar sisteminin yarattığı karşılıklı bağımlılık özerk sınıfsal ve toplumsal yapılanmaların oluşmasına engel olmuştur. O nedenledir ki Osmanlı dönemindeki isyanların önemli bir kısmı devleti yıkmak değil, devletin dikkatini çekmek ve onun, beklenen eşitlikçi ve adilâne tavrına dönmesini sağlamak amacıyla gerçekleştirilmiştir. Bir biçimiyle ilâhî otoritenin vazettiği adaletin sağlanması buradaki en temel talebi oluşturmaktadır.
Osmanlı’da da, Türkiye’de de toplum aklı devletten bağımsızlaşamamıştır. Toplum kendini ayrı bir özne olarak inşa edememiştir. Yani toplum kendisi için ortak iyiyi yaratamamış ve devletin bunu yaratacağını düşünmüştür. Bu bağımlılık hali, toplumun kendi kaderini tayin hakkını, kendi iyisini ve çıkarını belirleme istemini elimine etmiş ve onu taraf olmaktan alıkoymuştur. Bizde lider merkezli bir saflaşmanın olmasının nedeni de budur. Gerektiğinde kendisi için bedel ödeyecek bir lider bulmak, başarıda ortak olmak, başarısızlıkta bedel ödemekten kaçınmak. İşte yaşanan değişimlerde ciddi bir halk hareketinin olmamasının nedenlerinden biri budur. Bu durum değişimlerin kurumsallaşmasına, süreklileşmesine ve halklaşmasına engel olmuştur. Ülkenin yönetiminden siyasî parti yönetimine, kurumların yönetiminden yerel yönetimlere her şey yönetici endeksli sorgulamalara tâbi tutulur; başarı da başarısızlık da lidere atfedilir. Toplumumuzdaki en temel pratik; sorunlara uygun çözümler bulunmasına, doğru politikalar geliştirilmesine çalışmak yerine lider arayışı içinde olmaktır. Lider ise tek adam olma çabası ve isteğiyle ve halktan aldığı bu güçlü destekle ülkenin ve toplumun gidişatına yön vermeye çalışır.
O yüzdendir ki, her süreçte başa dönüp aynı şeyleri yaşamaktayız. Kendi doğrularını üretmeyen bir toplum bu doğruları bir kişiden bekleme hakkına sahip değildir. Lidere ve karizmaya bu derece önem atfedilmesi bu toplumun kendi kaderine el koyma, onu yönetme ve yönlendirme cesaretinden yoksun oluşu ile ilgili bir durumdur.
Osmanlı’daki Batılılaşma çabası askerî ve idarî modernizasyondan öteye geçmemiştir. Hali hazırda bunu öteye geçirecek ne bir bilinç; ne de siyasal/toplumsal ve sınıfsal bir yapılanma mevcuttur. O nedenledir ki yaşanan her şey kültürel düzeyde kalan bir form/biçim taklitçiliğini aşamamıştır. Son iki yüzyıl, Batı’ya bakarak kendi eksikliklerimizi tanımlamak, Batı’nın üstünlüklerini kabul etmekle geçen bir süreç olarak karşımızda durmaktadır. Bu ağır eleştiri aslında bir gerçeğe dikkat çekmek içindir: Bir toplum ya da devlet kendisini nasıl konumluyorsa, o çerçevede bir yaşam formu oluşturur. ‘Biz geri kaldık’ çözümlemesi aslında pozitivist hegemonyanın kültürel yansıması ve gündelik karşılığıdır. Olumlu özellikleri Batı’ya atfetmek, olumsuz özellikleri kendi toplumu için üretmek, meşrulaştırmak ve kabullenmek her şeyden önce bu toplumun kendi doğrusunu, özgünlüğünü ve değerlerini yitirmesine neden olmuştur. Yani Batılılaşma dediğimiz süreç en temelde bir sömürgeleşme sürecidir. Batılılaşma sadece ekonomik anlamda değil; zihinsel anlamda da bir sömürgeleşme sürecidir. O nedenle ‘bizden bir şey olmaz’, ‘bu toplum adam olmaz,’ serzenişi aslında bir sömürge aklıdır, sömürge zihniyetidir. Yani sömürgecinin gözüyle kendine bakmaktır. Batı’nın Doğu’ya ve kendisi dışındaki dünyaya ‘medeniyet götürme’ çabası insanî, toplumsal ve doğaya ait her şeyin metalaştırılması, sömürgeleştirilmesi ve değersizleştirilmesidir. Bu nedenle Batı’yı anlamak ve onu kendi dışındaki yaşama nasıl egemen olduğunu görmek için en kapsamlı çözümlemeler sol düşünce tarafından yapılmıştır. Ama Türkiye’de solun devlet ve toplum katında sürekli olarak bastırılması, yaşanan süreci kısır bir kültürel çözümleme ekseninde tutmuş; yeni dinamiklerin ve anlamlandırma çabalarının oluşmasına engel olmuştur.
Osmanlı’nın değişim çabası sınırlıdır. Kimi zaman aydınlarımız bu sınırlı olma haline çok büyük anlamlar yüklerler. Oysa gerçekte olan şey, yarısömürge bir imparatorluğun dağılmaktan, parçalanmaktan kurtulması için farklı düzeylerde reformlar yapılması; ancak çağın gerektirdiği dinamiklere sahip olunmadığı için dağılmanın kaçınılmaz hale gelmesidir. Bu çerçevede Osmanlı son döneminde Batıcılık, Osmanlıcılık, İslâmcılık ve Türkçülük akımları kısa süreli kurtuluş projeleri önermiş olsa da; toplumsal ve siyasal düzeyde bir karşılık görmemiştir. Bunun dışsal ve içsel ama birbiriyle örtüşen nedenleri vardır. Dışsal olarak Avrupa’da sanayileşme sonrası ortaya çıkan yeni sınıf kompozisyonu ve onunla birlikte yürüyen uluslaşma süreci toplumları daha mikro düzeyde bir örgütlenmeye itmiş ve bu çerçevede imparatorluklar kendilerini ayakta tutan dinamikleri kaybetmiştir. 1789 Fransız Devrimi, 1830 ve 1848 başkaldırı ve devrimleri siyasal, sosyal, sınıfsal ve ideolojik düzeyde yeni bir dünyanın oluştuğunu somut olarak ortaya koymuştur.
İçsel olarak; Osmanlı bünyesindeki farklı uluslar yanıbaşında yaşanan değişimden etkilenip kendi devletine sahip olma ideali için ayaklanmış ve devletlerini kurmuşlardır. Osmanlı’da ulusal yapılanmalar sınıfsal yapılanmalardan hem bilinç düzeyinde hem de örgütlülük düzeyinde daha ileri bir nitelik taşımaktaydı. Bu nedenle Osmanlı son döneminde ortaya çıkan fikir akımları tartışma süreçlerinin dışında bir uygulanabilirlik alanı bulamamıştır.
Sömürgeleştirme siyasetlerinin yoğunlaşması ve paralelinde ortaya çıkan I. Dünya Savaşı, Osmanlı için de bir son teşkil etmekteydi. Savaşın bitimi ve Türkiye’nin işgali, hem bir kurtuluş savaşının verilmesini hem de yeni bir ülke ve rejim kurulmasını zorunlu kılıyordu. İşte Cumhuriyet, bütün bu yoğun süreçlerden sonra ortaya çıktı. Yaşanan sürecin hem entelektüel hem de fiilî lideri Mustafa Kemal’di.
Cumhuriyet, Osmanlı’daki bütün düşünce topografyasını aşan devrimci bir hamledir. Pratik bir süreç olması onun beraberinde ciddi sorunlar yaşamasına neden oldu. Çünkü Osmanlı’da farklı düşünce akımları tartışılmış; ama bir rejim olarak cumhuriyetin gündeme gelmesi, tartışılması ve detaylandırılması mümkün olmamıştır. Bu nedenle Mustafa Kemal hem entelektüel düzeyde cumhuriyeti geliştirmek hem de uygulama alanına onu yerleştirmek durumundaydı. Cumhuriyet kurulurken entelektüel düzeyde onu kavrayan ya da tartışan bir aydın kitlesi yoktu. Bu süreç ancak 1930’larda kısmen ortaya çıktı. Fakat belli olumsuzluklar nedeniyle bu süreç de akim kaldı.
Temel bir tespit ve tarihsel bir eksiklik olarak şu tez ileri sürülebilir: Cumhuriyet fikrinin entelektüel düzeyde bir karşılığı bulunmaması, bu noktada fikrî bir hazırlığın ya da altyapının oluşmaması bugün de yaşamakta olduğumuz birçok sorunun temelini teşkil etmektedir. Türkiye toplumu hâlâ bu fikirsel ve entelektüel boşluğu doldurabilmiş değildir.
Sosyolog Kurtuluş Kayalı, Türk siyasal düşüncesinin temelde siyasal gelişmelere bağlı olduğu tespitini yapar. Bu tespit, düşünce dünyamızın temel sorunlarına işaret etmektedir. Düşünce ve siyasal gelişmeler arasındaki ilişki bir yanıyla tarihsel; bir yanıyla da günceldir. Bizde ağırlıklı olan durum ve konum daha çok güncel gelişmeler içinde belli teorilerin üretilmesi ve bunların bir tarihselliğe ve geleneğe bağlanmamasıdır. Şöyle ki; Osmanlı son döneminde devletin dağılmasını önlemek amacıyla Batıcılık, Osmanlıcılık, Türkçülük ve İslâmcılık akımları tartışılmış ve bunlar çözüm olarak dönemin gazeteci ve aydınları arasında önemli destekçiler bulmuştur. Cumhuriyet’in kurulmasıyla düşünsel hareketin seyri değişmiştir. Düşünsel hareket güncel siyasal gelişmelerden bağımsızlaşamamıştır. Sonraki dönemde çok partili yaşam, askerî darbeler tartışılmıştır; ancak bu rutini kırma noktasında 1960 ve 1980 arası daha tarihsel bir perspektifin benimsendiğini söyleyebiliriz. Osmanlı üretim tarzı ve Türk toplumsal yapısının niteliği birçok tartışmaya konu edilmiş, güncel siyasal gelişmelere bağlı olsa da tarihsel bir niteliğin hasıl olduğu görülmüştür. Ancak bu durum uzun sürmemiştir. 1980 sonrası neoliberal hegemonyanın kurulması ve bunun günümüze olan yansımaları siyasal düşüncenin kısırlaşması ve gündelik siyasete endeksli bağımlılığı daha da arttırmıştır.
Bu kısa tarihsel özet, düşünce dünyamızın kendisini güncel ve siyasal olandan bir türlü bağımsızlaştıramadığını ve her zaman bu siyasal gelişmelerin yorumcusu pozisyonundan kurtulamadığını ortaya koymaktadır.
Türk siyasal düşüncesinin bu topraklardaki düşünsel ve siyasal gelişmeleri tarihsel bir kuram çerçevesinde çözümlemesi rastlanır bir olgu ve durum değildir. Yaklaşık 200 yıldır içinden çıkamadığımız modernleşme tartışmaları bu kısır düşünsel gelişimin hem bir nedeni hem de bir sonucudur.
Kendi tarihsel ve toplumsal gelişimini hâlâ çözümleyemeyen, bu gelişimin aktörleri ve iç/dış dinamikleri konusunda bir fikir birliğine varamayan siyasal düşünce evrimimiz, temel gelişme evrelerini hâlâ gerçek anlamıyla tamamlayabilmiş değildir.
Sınıf olgusu bizim siyasal düşüncemizin kör noktasıdır. Bizim siyasal düşüncemiz kendi sınıfsal gerçekliklerini ve sınıfsal arka planını görmez. Sınıfsal çelişkilerini farklı toplumsal çözümlemelerle kapatmaya çalışır. Örneğin Osmanlı devleti parçalanmaya yüz tutarken birçok akım tartışma konusu olmuş, yarısömürge bir imparatorluk olan Osmanlı’da sosyalizm ve antiemperyalizm bir akım olarak gündeme gelmemiştir.
Bir diğer husus da Batı’nın evrenselliği konusudur. Kurtuluş Kayalı Türkiye’de düşünce alanında derin farklılaşma olmamasına paralel bir şekilde, siyaset konusunda da benzer bir saptama olduğunu ve Türk toplumunun Batı toplumlarından bir farkı olmadığı saptamasının entelektüellerin farklı düşüncelere yönelmelerini engellediğini ifade etmektedir. Batı’nın evrensel bir kategori olarak kabul edilmesi Türkiye’nin de benzer bir süreçten geçeceği varsayımını ortaya çıkarır. İşte Kayalı bunun farklı düşüncelerin gelişimini engellediği saptamasını yapmaktadır.
Hâlâ kendini Batılı düşünce evrimi içinde bir yerlere konumlandırmaya çalışan düşünce dünyamız, kendi ufkunu bir türlü Batı’nın şafağından başka bir noktaya taşıyamamıştır. Taşıyamadığı içindir ki, ne kendini ne de siyasal yaşamı dönüştürme imkânını elde edememiştir.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Araştırma-İnceleme Politika Siyasal Hareketler-Eylemler-Topluluklar Siyasal Tarih
- Kitap AdıTürkiye'nin Cumhuriyeti - Bir Cumhuriyet Sorgulaması
- Sayfa Sayısı247
- YazarAli Haydar Fırat
- ISBN9789944610483
- Boyutlar, Kapak13x19,5, Karton Kapak
- YayıneviTekin Yayınevi / 2012