Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Türkçülüğün Tarihi
Türkçülüğün Tarihi

Türkçülüğün Tarihi

Yusuf Akçura

Yusuf Akçura, Türkçülüğün Tarihi başlığıyla sunduğumuz bu çalışmasında millet ve milliyet kavramlarının hem Türkler arasında hem de Batı’daki tarihî seyrini siyasî ve toplumsal boyutlarıyla…

Yusuf Akçura, Türkçülüğün Tarihi başlığıyla sunduğumuz bu çalışmasında millet ve milliyet kavramlarının hem Türkler arasında hem de Batı’daki tarihî seyrini siyasî ve toplumsal boyutlarıyla ele almaktadır.

Akçura eserine cevabı çetin bir soruyla başlar: “Türk Milliyeti fikri, Türkler arasına ne zaman ve nerede girdi?” Bu soruya layıkıyla cevap verebilmek için de Yusuf Akçura Türkler ve milliyet tabirlerinden ne anladığını ayrıntılı bir şekilde tartışmaktadır. Dönemin önemli yerli ve yabancı etnografik, filolojik ve tarihî kaynaklarına müracaat eden Akçura, millet şuurun Türkler arasında nasıl ortaya çıktığını ve bu şuurun zamanla Türkçülük düşüncesine nasıl dönüştüğünü Türk Dünyası’nın dört bir yanından gösterdiği örneklerle açıklamaktadır. Akçura; Şinasî ve Ziyâ Paşa’dan Ahmet Cevdet Paşa’ya, İsmail Gaspıralı’dan Ziyâ Gökalp’a kadar onlarca tarihî şahsiyeti –aralarında kendisi de dâhil olmak üzere- Türkçülük düşüncesine katkıları çerçevesinde ele almış ve hem eserleri hem de bu şahıslar etrafında teşekkül etmiş dergi, dernek ve diğer toplumsal organizasyonları incelemiştir.

I- Bir Mes’ele…………………………………………………………………………… 15
Türk’ün Tarifi……………………………………………………………………… 15
Milliyet Fikri ………………………………………………………………………. 16
“Millet”in Tarifi…………………………………………………………………… 16
Milliyet Fikrinin Türkler Arasında ntişarı [Ortaya Çıkışı] ……….. 17
Milliyet Fikrinin Suret-i Tezâhürü [Ortaya Çıkış Şekli]…………….. 18
Garb Türklerinin Avrupa le Münâsebetleri…………………………….. 19
“Tanzîmât” ve “Yeni Osmanlılar” ………………………………………….. 22
Tanzîmâtçılarla Yeni Osmanlılarda Milliyet Mefhumu ……………… 28
Tanzîmât Edebiyatında Türkçülük …………………………………………. 30
Lisanda Bütün Türkçülüğün lk Emâreleri: Ahmed Vefîk Paşa…… 33
Filolocya Ve Târihte Türkçülük: Mustafa Celâleddin Paşa…………. 38
lk Türkçülerin Umûmî Vasıfları……………………………………………. 46
Türkçülüğe Müsteşriklerin Te’sîri………………………………………….. 48
Türkçülük Fikri ve ngiliz-Rus Münâsebâtı [Münâsebetleri] …….. 49
Macarlı Vamberi………………………………………………………………….. 53
-II- Âzerî Türklerinde Türkçülük: ……………………………………………….. 55
Ahund-Zâde Mirza Feth-Ali………………………………………………….. 55
-III- Garb Türklerinde Türkçülüğün kinci Devresi………………………… 61
Süleyman Paşa…………………………………………………………………….. 62
Buhârâlı Şeyh Süleyman Efendi …………………………………………….. 68
Ahmed Midhat Efendi………………………………………………………….. 73
Ahmed Cevdet Paşa …………………………………………………………….. 75
Milliyet-i Osmaniyye [Osmanlı Milliyeti], Vahdet-i slamiyye
[slam Birliği] ve Türkçülük ……………………………………………… 77
-IV- Şeyh Cemâleddin Afganî ……………………………………………………… 81
-V- Kafkas, Kırım ve Kazan Türklerinde Milliyet Fikri……………………. 87
Rusya’da lk Türkçü Gazete: Hasan Beğ Zerdâbî’nin Ekinci’si…… 88
Ünsî-Zâdeler Matbu’âtı………………………………………………………… 90
smâil Beğ Gaspırınski: Tercüman………………………………………….. 92
Kazan Türklerinde lk Milliyetçilik Sesi: Şahâbeddin Mercânî …. 107
Türklük Şubeleri Arasında Münâsebât [Münâsebetler] ………….. 112
-VI- Türkçülüğün Üçüncü Faâl Devresi………………………………………. 114
Ş. Sâmi Beğ ………………………………………………………………………. 115
Necib Âsım Beğ…………………………………………………………………. 120
Veled Çelebi ……………………………………………………………………… 126
kdâmcı Cevdet Beğ …………………………………………………………… 131
Abdülhamîd Devrinin Türkçülüğe Karşı Aldığı Vaziyet…………… 132
Emrullah Efendi………………………………………………………………… 135
Bursalı Tâhir Beğ……………………………………………………………….. 136
Râif Fuad Beğ……………………………………………………………………. 141
Necib Beğ…………………………………………………………………………. 143
Müftüoğlu Ahmed Hikmet Beğ……………………………………………. 145
Millî Şâir Emin Beğ ……………………………………………………………. 147
-VII- Siyâsî Türkçülük ……………………………………………………………… 175
Tunalı Hilmi ……………………………………………………………………… 175
Akçuraoğlu Yusuf………………………………………………………………. 178
Hüseyin-Zâde Ali Beğ ………………………………………………………… 204
-VIII- Ağaoğlu Ahmed Beğ ……………………………………………………….. 215
-IX- Türkçülükte Taazzî [Kurumlaşma] Devresi ………………………….. 241
“Türk Derneği” …………………………………………………………………. 242
“Türk Yurdu” ……………………………………………………………………. 246
“Türk Ocağı”…………………………………………………………………….. 249
Genç Kalemler…………………………………………………………………… 255
Hamdullah Subhi Beğ ………………………………………………………… 257
Gök Alp Ziyâ Beğ ………………………………………………………………. 264
-X- Türkiye Cumhuriyeti………………………………………………………….. 269

Kızım Ülgen ve Oğlum Tuğrul’a

Hazırlayanın Sunuşu

Bu metin, İstanbul’da, Yeni Matbaa’da, 1928 yılında basılmış ve Türk Ocakları Merkez Heyeti tarafından yayınlanmış olan, Türk Yılı 1928 adlı yıllığın 289-455 sahifelerinden alınmış bir makaledir. Bu mecmuayı toplayan da, bu makalenin yazarı olan Akçuraoğlu Yusuf Beğ’dir. Elinizdeki kitap, bu makalenin kitap halinde yayınlanmış halidir. Metni sadeleştirmeye gerek duymadık, ama bugünkü nesiller arasında kullanımdan düşmüş, battal hale gelmiş kelime ve terkipler köşeli parantezler içinde, yazarının cümlelerine uygun bir imla ve açıklama ile belirtilmiştir. Yer yer okuru aydınlatmak için (Haz. Notu) kısaltması konularak notlar, açıklayıcı bilgiler verilmiştir. Kitabın tertibi, metnin akışına halel getirmemeye dikkat edilerek tarafımızdan yapılmıştır. Sadece yazarın vurguladığı kelime, ibare ve cümleler siyahla vurgulanmış; italik beyaz yazılar ise bizim tasarrufumuz olup okumayı, anlaşılmayı daha rahatlatıcı hale getirmek istediğimiz için tercih edilmiştir. Bu işlem yapılırken, okurun açıklanan kelimelerin eski kullanılış şekilleriyle, yani eski harfli metinle, 90 yıl önceki yazı dili ve üslübuyla ünsiyet peyda etmesine, kelime haznesinin, hafızasının bu anlamda zenginleştirilmesine yardımcı olmak niyeti de göz önünde tutulmuştur. Metinde geçen kavisli parantezlerin tamamı yazarındır. Gözden kaçanlar, kusurlar elbette vardır; kusur bizim, af okuyucunundur.

Erol Kılınç

-I-

Mesele

“Türk Milliyeti” fikri, Türkler arasına ne zaman ve nerede girdi?- işte halli pek de kolay olmayan bir târih mes’elesi… Asıl mes’elenin halli yolunda çalışmaya başlamadan evvel, kullandığımız iki tabirden, “Türkler” ve “milliyet fikri” tabirlerinden kasdettiğimiz manâları, açıkça tayîn etmeliyiz.

Türk’ün tarifi

“Türkler” dediğimiz zaman, etnografya, filolocya ve târih müntesiplerinin bazan “Türk-Tatar”, bazan “Türk-Tatar-Moğol” diye yâd ettikleri bir ırktan gelme, âdetleri, dilleri birbirine pek yakın, târihî hayatları birbirine karışmış olan kavim ve kabîlelerin mecmû’unu [toplamını] murâd ediyoruz. Bu cihetle ranlı ve Avrupalı bazı muharrirlerin, ve onlara uyarak bazı Osmanlı muharrirlerinin Tatar dedikleri Kazanlılar, Âzerbaycanlılar.. ilh. ile berâber, Kırgızlar, Yakutlar da “Türkler” tabirinin içinde demektir.

Milliyet fikri

Her kavim ve hatta kabîle, diğer kavim ve kabîlelere karşı dâima kendi hususiyetini [ayırıcı özelliğini] hissetmiş ve ekseriya kendi tefevvukunu [üstünlüğünü] iddia eylemiştir. Bu his ve iddia, zannederim ki milliyet fikrinin insiyâkî bir mebde’idir [içgüdüsel bir çıkış ilkesidir]. Türk kavim ve kabilelerinde bu his ve iddianın her zaman mevcut olduğunu hiç korkmadan tasdîk edebiliriz.2 Lakin bahsimizin mevzû’u olan “milliyet fikri”, bu his ve iddianın çok mütekâmil [olgunlaşmış] bir safhasıdır. Kabîle ve kavmiyet hissinin, milliyet fikri derecesine yükselmesi, şarkta değil, garbda vukû’a gelmiştir. Avrupa kavimleri, bir çok âmillerin [etkenlerin] te’sîri altında, husûsiyle [özellikle] XV’inci asırdan itibaren, milliyet mevzû’unu işleyerek, nihâyet XIX’uncu asır ortalarına doğru, bugün anladığımız manâda milliyet fikrini tayîn ettiler. Zamanımızda milliyet fikrinin, tabir-i diğerle [diğer deyişle] milliyet prensipinin muhtevâsı [içeriği] şudur: “Bir millet teşkil etmiş olan efrâd-ı beşeriyye [beşerî, fertler], müstakil bir devlet halinde ta’azzî ederek [organize olarak] yaşamak hakkını hâizdir.”- Bu cümlenin açık anlaşılması’yçün, “millet” tabiriyle ifâde olunan realitenin iyi bilinmesi icâb eder.

“Millet”in tarifi

“Millet” nedir? Şe’niyette [gerçek hayatta] milletler mevcut olmasına rağmen, milletin tarifi o kadar kolay değildir. Milletlerin şe’niyette teşekkülüne olduğu gibi, nazariyatta tarifine de siyâsî menfaatlerin müdahale ve te’sîri olmuştur. Bugün “millet”in tam ilmî diyebileceğimiz bir tarifini bulup gösteremeyiz; “millet”in birkaç türlü tarifi vardır: Ta’azzî [organize olma] halinde bulunan her millet mevcut şerâite [şartlara] ve istihdâf olunan [hedeflenen] gayeye göre, “millet”i tarif etmiştir; mesela Almanlar ve slavlar ırk ve lisanı (yani târihî mecburiyeti), Fransızlar arzu ve irâdeyi (yani ferdî hürriyeti), talyanlar arazi ve lisanı (yani coğrafî ve târihî mecburiyeti), milletin tekevvün ve idâmesinde [oluşmasında ve devam etmesinde] en esaslı âmil [etken] olarak almışlardır. mkân dâiresinde şey’î (objektif) kalmak arzusuyla biz, milleti şöyle tarif etmek istiyoruz:

“Millet, ırk ve lisanın esâsen birliğinden dolayı ictimâî vicdânında [toplumsal vicdanında] vahdet hâsıl olmuş [birlik meydana gelmiş] bir cemiyet-i beşeriyyedir [insan topluluğudur].” –

Millet bu suretle tarif olununca, muhtelif tarifler az çok te’lif edilmiş [birbiriyle uyumlu hâle getirilmiş] ve “milliyet fikri”nin neden ibâret olduğu da hayli tavazzuh etmiş [açıklık kazanmış] olur. şte şu suretle manâsını tayîn ettiğimiz “milliyet fikri” hudut ve mâhiyetini biraz evvel izâh ettiğimiz Türklerin arasına ne zaman, nerede ve nasıl nüfuz etti?

Milliyet fikrinin Türkler arasında intişarı [ortaya çıkışı]

Fikrin Avrupa’dan gelmiş olduğuna göre, Avrupa ile en çok temas ve münâsebâtı [münasebetleri] olan, Avrupa medeniyetinden az çok feyz almaya başlayan Türk kavimlerinin diğerlerinden evvel bu fikirle istînâs etmiş [tanışmış] olmaları icâb eder. Bu şerâiti hâiz [şartları taşıyan] Türk kavimleri, eskiden Osmanlı Türkleri denilen Garb Türkleri ile Kırım Türkleri ve Şimal Türklerinin dil havzasında yaşayan aksâmıyla [bölümleriyle] Kafkasya’da sâkin Âzerî Türkleridir. Filvâki’ [gerçekten], XIX’uncu asrın sonlarına doğru Türklerin bu dört kümesinin dördünde de milliyet fikrinin tezâhür ederek intişâr eylemekte [ortaya çıkarak yayılmakta] olduğunu görüyoruz.

Milliyet fikrinin suret-i tezâhürü [ortaya çıkış şekli]

Milliyet fikri, Garb, Âzerî, Kırım ve Şimal Türklerinden acaba hangisine daha evvel nüfuz etmiştir? Bu suâlin cevâbını araştırmadan önce, milliyet fikrinin bir kavimde varlığını sezdiren fikrî faâliyetleri tesbîte çalışalım: Milliyet fikrinin nüfuzu altına girmeye başlayan bir kavim, derhal bu fikri şe’niyette [gerçek hayatta] tamamıyla tahakkuk ettirmeye kalkışmaz, kalkışamaz; gayeye erinceye değin geçilecek bir hayli merhaleler, yapılacak bir çok işler vardır. Milliyet fikri aşılanmış bir kavim, kendi milliyetiyle alakadar harsî vâkı’alara [kültürel olay ve olgulara] büyük bir kıymet vermeye başlar. Harsî vâkı’aların en mühimmi lisandır. Kendi lisanının ciddî tedkîkātıyla uğraşan, kendi lisanının istiklal ve inkişâfına [gelişmesine] usulüyle çalışan kavimlerde milliyet fikrinin vücuduna [var olduğuna], hiç olmazsa milliyet hissinin pek kuvvetli olduğuna hükmedebiliriz. Ciddî lisan tedkîkātı, kurûn-ı vustâî [orta çağ-varî] “sarfiyyûn ve nahviyyûn” [gramer ve sözdizimi bilginleri] tarzında cılız muhâkemât [akıl yürütmeler] ile kalmaz, zamanımızın “filolocya” usûllerine kadar gider; yani lisan tedkîkātı, kavmin menşe’lerini [kökenlerini] taharriye [araştırmaya] sevk eder. “Filolocya” ile kavmin en eski devre-i hayatı [hayat devresi], en kadîm harsî ve dâstânî vâkı’aları [en eski kültürel ve destansı olay ve olguları] keşif ve tesbît olunur. Filolocya ve târih taharriyâtı [araştırmaları], etnografya ve arkeolocya tedkîkātını icâb ettirir [incelemelerini gerektirir]. Bu bilgiler sâyesinde kavmin bütün mâzisi, ilk devrelerine kadar aydınlanır; kavmin maddî ve manevî harsı anlaşılır. Aynı zamanda kavmin hâline âit coğrafî, demografî, etnografî ve iktisâdî ma’lûmât toplanır, tanzîm olunur. Bütün bu ma’lûmât sâyesinde kavmin hars hazîneleri, iktisâdî kuvveti, medeniyet seviyesi öğrenilir. Hâsılı kavmin hususiyeti, benliği, şahsiyeti taayyün ve tavazzuh eder [belirlenir ve belirginleşir]. Eğer bu hususiyet, milliyet fikrinin tahakkukuna kâfi şerâiti câmi [yeterli şartları toplamış] ise, milliyet fikri mutlakā tahakkuk eder; yoksa fikrin tahakkuku, şerâitin husûlüne vâbeste kalır[şartların oluşmasını bekler]; ve milliyet fikriyâtçıları ile kavmin pişvâları [önderleri] bu şerâitin vücuda gelmesine çalışıp çabalarlar. Yukarıdaki izâhâta göre, Türk kavimlerinden hangisinde ilk önce milliyet fikrinin tezâhür ettiğini tayîn edebilmek için, bu kavimlerden hangisinin lisanına, harsına, târihine.. ilh. âit tedkîkāta takvim itibarıyla daha evvel başlamış olduğunu tesbît etmek lazımdır. Bu hususa dâir elimde bir miktar malzeme var; fakat bu malzemenin mes’eleyi kat’î surette halle kâfi olmadığını mu’terifim [itiraf ederim]. Hükümlerim tabiî mevcut malzemeye göredir. Hatalı hükümler, bence meçhûl malzemeye istinaden tashih edilirse, millî târihimize hizmet edilmiş olur.

Garb Türklerinin Avrupa ile münâsebetleri

Garb, yani Selçuk ve Osmanlı Türklerinin Avrupa kavimleriyle münâsebetleri çok eskidir. Avrupa medeniyetinin, Avrupa fikirlerinin Garb Türklerine te’sîr ve nüfuzu, ancak XVIII’inci asrın ortalarından itibaren his olunmaya başlar. Bu vâkı’a, slam medeniyetiyle Avrupa medeniyeti arasındaki muvâzenenin [dengenin] ancak XVII’inci asır ibtidâlarından [başlarından] itibâren slam medeniyeti zararına bozulmasıyla izâh olunabilir. Garb Türklerinin ekseriyeti, XIX’uncu asır imtidâdınca [süresince] bile, Avrupa medeniyetinin tefevvukunu [üstünlüğünü] tamâmen kabul etmiş değildir. Ma’mâfîh Osmanlı Devleti’nin muhâfaza ve idâresini deruhde edenler [üstlenenler], XVIII’inci asrın ortalarından başlayarak, Avrupa medeniyetinin, hiç olmazsa maddî medeniyetinin tefevvukunu, çok kat’î deliller önünde tasdîk ve kabul mecbûriyetinde kalmışlardı. Maddî medeniyetin manevî medeniyetle sıkı râbıtası da çok geçmeden sezildi. XIX’uncu asrın ortalarına doğru, Osmanlı Devleti’nin idâresi başında bulunanlar, bazı Osmanlı gençlerini yalnız maddî medeniyetin teknik cihetlerini öğrenmek için değil, Avrupa medeniyetinin diğer kısımlarından da istifâde edilmek için, Fransa’ya, ngiltere’ye gönderir oldular. kinci Mahmud zamanında başlayan bu hareket, halefleri zamanında, gidenlerin adedi artmak üzere, devam etti. Avrupa’nın şurasından burasından tâli’[şans] arayarak memâlik-i Osmaniyye’ye [Osmanlı memleketlerine], bilhassa pâyitaht-ı Osmânî’ye [özellikle Osmanlı başkentine] gelen ve slamiyeti kabul ederek devlet memuriyetlerinde hayli yüksek mertebelere kadar çıkan bir takım yabancılara târih-i Osmânî’nin her devrinde tesâdüf olunur; bunların içinde değerli adamlar da yok değildi. XIX’uncu asrın ortalarına doğru Lehistan ihtilali ile Avusturya-Macaristan karışıklıkları, mültecilerin miktarını arttırır, ve yüksek ictimâî [sosyal] tabakalara mensup cidden ilim ve ma’rifet sâhibi bazı kimseleri, memâlik-i Osmaniyye’ye atar. Osmanlı münevverleri bunlarla tanışırlar, konuşurlar, bunlardan lisan öğrenirler; ve bu mu’ârefeden [tanışıklıktan] Avrupa medeniyetine ıttıla’ları artar. Bazı gençlerin Avrupa’ya gitmesi, bazı kimselerin Avrupa’dan gelmesi, bazı mültecilerin Osmanlı zâbitân ve memurîni [subay ve memurları] arasına girmesi, Osmanlıların okur yazar, ulemâ, asker ve memur tabakaları arasında Avrupa efkârının [Avrupa fikirlerinin] intişârına [yayılmasına] hizmet eder. Yine o sıralarda Tıbbiye mektebi, Mühendis mektebi, Harbiye mektebi, nihâyet Galata-saray açılır ve Avrupa’dan muallimler getirtilir. Avrupa fikrinin Osmanlı Türkleri, daha doğru bir tabir ile müslüman Osmanlılar içine yayılmasında gayr-ı müslim tebaa-i Osmaniyyenin [müslüman olmayan Osmanlı tebaasının] te’sîrleri vâki olduğunu zannediyorum. Mesela eski Osmanlı teşkilatında yüksek mansıplara sâhip olan Fenerli Beğler, XVIII’inci, belki XVII’inci asırdan beri Avrupa medeniyetinden feyz almakta idiler. Divân-ı Hümâyûn tercümanlığının, Eflak ve Boğdan beyliklerinin âdeta gediklisi sayılan bu Rum asîlzâdeleri ricâl-i devletle, memurîn-i hükûmetle bittabi [devlet idarecileriyle, hükûmet görevlileriyle tabii ki] temasta bulunuyorlardı; ricâl ve memurînden gözü açık, kulağı delik olanlar, bu temaslardan husûle gelen intibâlar [izlenimler] üzerine tefekkür ve teemmülden [kafa yormaktan] hâlî kalamazlardı. şte böyle mütenevvi’ [çeşitli] yollarla Avrupa medeniyeti, Avrupa efkârı müslüman Osmanlılar arasına nüfuz ve hulûl ediyordu [giriyor ve sokuluyordu]. XIX’uncu asrın ilk yarısı, Avrupa’da bir çok yeni fikirlerin kaynadığı ve o fikirlerin fiiliyât sahasına geçmesi’yçün milletlerin, zümrelerin çarpıştığı bir devredir: Asrın başlarında Fransız htilali, Napolyon mparatorluğu bütün Avrupa’yı karıştırmıştı. Milliyet fikrine istinâd eden [dayanan] Almanlar, talyanlar, spanyollar Napolyon tahakkümünün son devrelerinde mparatora karşı millî kıyâmlar [isyanlar] ihzâr ve icrâ etmişlerdi [hazırlamış ve uygulamışlardı]. Milliyet fikrinin târih, hukûk ve edebiyat cephelerinde çok ciddî çalışan Almanlar, talyanlar ve slavlar, Alman ittihadını [birliğini], talyan ittihadını, Avusturya tahallülünü [ayrışmasını], slav ittihadını hazırlıyorlardı.

Hürriyetçilik, halkçılık ve sosyalistlik mezheplerinin [öğretilerinin] fikriyâtı da, bu yarım asırda iyiden iyiye işlenmişti. Asrın ortasına doğru, bilhassa merkezî Avrupa’da, saltanat-ı Osmaniyye’nin kadîm komşusu Habsburglar memleketinde, bu muhtelif fikirlerin tahakkuk ettirilmesi arzusundan doğan azîm [muazzam] bir kasırga kopmuştu. Saltanat-ı Osmaniyye ricâlinin, münevverlerinin [Osmanlı saltanatı yöneticilerinin, aydınlarının] bu vâkı’aları [olay ve olguları] işitmemiş, öğrenmemiş ve bunların sebeplerini araştırmamış olması kabul edilemez: Bâhusûs [Özellikle] ki Avusturya-Macaristan kasırgası, savurduklarından bazılarını memâlik-i Osmaniyye [Osmanlı memleketleri] hududunun içine kadar fırlatmıştı; bâhusûs ki o vâkı’alara pek benzeyen Eflak ve Boğdan iğtişâşı [karışıklığı], Mora isyanı, Sırpların harekâtı göz önünde vukû’ bulmuş veya vuku bulup durmakta idi. Bununla beraber çok gariptir ki Tanzîmât devresine kadar Osmanlı âsâr-ı muharreresi [yazılı eserleri] içinde Osmanlı Devleti’nin hayat ve istikbaliyle alakadar bu pek mühim hâdiselerin fikriyâtını izâh eden ve o fikriyâtı Osmanlı Devleti’nin esâs unsurları hakkında tatbîke çalışan hiçbir esere ben tesâdüf etmedim.

* * *

“Tanzîmât” ve “Yeni Osmanlılar”

Tanzîmât devresindedir ki bazı işlerle bazı yazılar, Avrupa’da kaynayan hukukî, siyâsî, ictimâî bazı fikirlerin nihâyet müslüman Osmanlıların kafalarına kadar gelip yetiştiğini gösterir. Umûmiyetle Türklerin millî rûhiyâtını [millî psikolojilerini] tedkîk ettik iddiasında bulunanlar, bu kavmin fikriyâtından ziyâde fiiliyâta kıymet verdiğini beyan ederler. Bu hüküm pek de hatalı olmasa gerek: Hakîkaten Türklerin nazariyât ve fikriyât ile [teoriler ve fikir işleriyle] uğraşıp yorulmaktan ise başkalarının nazarî düşüncelerinden çıkan amelî netîceleri tatbîk ile işi kolaylaştırmayı tercîh ettiklerine delalet eden târihî vâkı’alar pek çoktur. Bahsetmekte olduğumuz sahada dahi aynı hâlet-i ruhiyenin [psikolojik halin] tecelliyâtını [tecellilerini] görmekteyiz: Avrupa fikirleri, esaslarından tetebbu’ olunup [okunup incelenip], o esaslara göre Osmanlı hey’et-i ictimâiyyesinin [toplumsal kadrosunun] tedkîki ile istihsal olunacak [elde edilecek] aslî netîce düşünülmeksizin, yani nazariyât ve fikriyât [teoriler ve fikirler] vâdisinde zihin yorulmaksızın, Osmanlı hey’et-i ictimâiyyesine, yukarıdan ve aşağıdan, yani idâre-i hükûmeti [hükûmet idâresini] elde tutan ricâl-i devlet [devlet yöneticileri] ile idâre-i hükûmeti beğenmeyen münevverler tarafından tatbîke kalkışıldı ki bunun yukarıdan başlayanı “Tanzîmât”, aşağıdan geleni “Yeni Osmanlılık” hareketi namını almıştır; her iki harekette, ef’âl, efkârdan çok mebzuldür [fiiller, fikirlerden çok fazladır]; her iki hareketin fikriyâtına dâir ciddî eserler arayıp bulmak çok zordur. 1865’de, yani Abdülazîz’in cülûsundan [tahta çıkmasından] 4 sene sonra teşekkül eden “Yeni Osmanlılar” cemiyetinin te’sîsi celsesini [kuruluş toplantısını], bizzat cemiyete dâhil bulunmak itibarıyla aslî menba’larından öğrenmiş olması icâb eden Ebuzziyâ Tevfik Bey, Yeni Osmanlılar Târihi adlı eserinde şöyle nakil ve hikâye eder: lk ictimâ’a [toplantıya] cemiyetin müessislerinden Subhi Paşa-zâde Âyetullah Beğ3 ‘Karbonari’ cemiyetiyle Lehistan cemiyet-i hafiyyesine [gizli cemiyetine] müteallık iki mühim kitabı müstashiben [yanına alarak] gelir. ctimâ’da şâir Nâmık Kemal de hazırdır. Âyetullah’ın getirdiği kitaplar okunarak, cemiyet-i inkılâbiyyenin [inkılapçılık/ cemiyetinin] teşkiline teşebbüs hakkında müzâkere olunur. Yeni Osmanlılar cemiyeti âzasından Ebuzziyâ Beğ, ilk ictimâ’ı anlattıktan sonra şöyle bir mütalaa beyan ediyor:

“Bu altı nefer vatanperver o Karbonari nizâmâtını, o Sardunya gibi küçük bir devleti.. bir İtalya devletine kalbeden ‘kömürcü’ namındaki fedâkârân-ı şebbânın teşebbüsâtı azimperverâne ve ef’âl-i ber-endâzânelerini okudukça kim bilir nasıl bir şîr-jiyân-ı hamiyyet, ne yolda neşve-mend-i rahîk-i hürriyet kesiliyorlardı!”… [“Bu altı nefer vatanperver o Karbonari programını, o Sardunya gibi küçük bir devleti.. bir İtalya devletine dönüştüren ‘kömürcü’ namındaki genç fedakârların azimli girişimlerini ve seviye yükseltici faâliyetlerini okudukça, kim bilir nasıl bir gayretin coşkun aslanı, ne yolda hürriyetin kopkoyu şen bir sarhoşu kesiliyorlardı!”…]

Bu ilk ictimâ’ın tasvîri ve tasvîr eden Ebuzziyâ Beğ’in sâdedilâne mütâlaaları pek açık göstermiyor mu ki bu pek hürriyetperver, idealist aristokrat yavrularının, o zamanlar Avrupa’yı karıştıran fikir cereyanları ve o cereyanların amelî sahadaki tecellileri hakkında o kadar sarih ma’lûmatları yoktur; kendi memleketlerinin ahvâl ve vâkı’âtını [durum ve olaylarını] tahlil edip görecek derecede nazarî hazırlıkları da yoktur. Ne kendileri, ne kendilerinden evvel gelenler, Osmanlı hey’et-i ictimâ’iyyesini [toplumsal yapısını] tedkîk için Avrupa’nın fikrî esaslarını öğrenerek, Avrupa’nın tedkîk usullerini kullanarak, bir mecmu’a-i fikriyât [fikirler demeti], bir ideolocya hazırlamamışlardır. Karbonariler Cemiyeti nizamnâmesini tercüme etmek ve onun ahkâmına göre faâliyete geçmekle her şey olup biter, matlub semereler [istenen faydalar] elde edilir, zannetmişlerdi!…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Siyaset ve İktisat ~ Yusuf AkçuraSiyaset ve İktisat

    Siyaset ve İktisat

    Yusuf Akçura

    Türk fikir hayatının en önemli simalarından Yusuf Akçura’nın ilk basımı 1924 yılında yapılmış olan Siyaset ve İktisat kitabı; yazarın 20. Yüzyıl başında cereyan eden...

  2. Zamanımız Avrupa Siyasi Tarihi ~ Yusuf AkçuraZamanımız Avrupa Siyasi Tarihi

    Zamanımız Avrupa Siyasi Tarihi

    Yusuf Akçura

    Ankara Hukuk Mektebi profesörü Yusuf Akçura, ufuk açıcı Târih-i Siyâsî derslerinin 1929-1930-1931 yıllarında okuttuğu 4., 5. ve 6. tedris senelerine ait ders notlarında, Avrupa...

  3. Tarih-i Siyasi / 1926 – 1927 – 1928 Ders Notları ~ Yusuf AkçuraTarih-i Siyasi / 1926 – 1927 – 1928 Ders Notları

    Tarih-i Siyasi / 1926 – 1927 – 1928 Ders Notları

    Yusuf Akçura

    Yusuf Akçura; yalnızca Türk milliyetçiliğinin kurucularından biri olarak değil, aynı zamanda 20. yüzyıl Türk fikir hayatında akademik ve sistematik düşüncenin yerleşmesinde de büyük emekleri...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur