Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Türk Romanında Bir Gezinti
Türk Romanında Bir Gezinti

Türk Romanında Bir Gezinti

Erendiz Atasü

Nereden bakarsak bakalım, eleştirmenin bir sorumluluğu vardır ve bu sorumluluğun ağırlık merkezi, onun eserin tema ve biçim bütünselliğini kavramasında odaklanır.Yazar ve edebiyatçı Erendiz Atasü,…

Nereden bakarsak bakalım, eleştirmenin bir sorumluluğu vardır ve bu sorumluluğun ağırlık merkezi, onun eserin tema ve biçim bütünselliğini kavramasında odaklanır.Yazar ve edebiyatçı Erendiz Atasü, Türk Romanında Bir Gezinti’de son dönemde edebiyat üzerine yazdığı denemelerini bir araya getiriyor. “Barış ve Edebiyat”, “Şehir ve Yazar” gibi temalara eğilen denemelerin yanı sıra Suat Derviş’ten Leylâ Erbil’e, Sevgi Soysal’dan Pınar Kür’e, Mine Söğüt’ten Şebnem İşigüzel’e, yakın geçmişten ve günümüzden kadın yazarların eserlerine de ışık tutuyor. Yaşar Kemal’i konu alan denemesinde onun destansı romanını, Orhan Kemal’de ise yazarın sosyalist ve hümanist yanını ele alıyor. Bundan başka günümüz edebiyatına, öykü sanatına ve Batı edebiyatından örneklere değindiği yazılarına da yer veriyor.Edebiyatımızın önde gelen yazarlarına farklı açılardan bakan, yetkin bir yazarın süzgecinden geçirdiği denemelerden oluşan Türk Romanında Bir Gezinti hem meraklı okurlar hem de öğrenciler için vazgeçilmez bir kaynak.

İçindekiler

DÜŞÜNCELER
Eleştiri Üstüne …………………………………………………….. 13
Barış ve Edebiyat …………………………………………………. 23
Yazar ve Şehir …………………………………………………….. 33
TÜRK ROMANINDA BİR GEZİNTİ
Yaşar Kemal ve Destansı Roman …………………………….. 41
Orhan Kemal: Sosyalist ve Hümanist………………………. 53
Suat Derviş’in Masum ve Tutkulu Suçluları……………… 61
Aşk ve Sınıfsal Şizofreni ……………………………………….. 83
Leylâ Erbil’e Saygıyla …………………………………………… 91
Sevgi Soysal’a Mektup ……………………………………….. 105
Asılacak Kadın…………………………………………………… 111
Anadolu’nun Kayıp Tarihi……………………………………. 125
Türkiye’nin Şizofrenisi ve Sayru’nun İsyanı ……………. 141
Kumkuma …………………………………………………………. 157
Çocukluğumuzun Sofraları Nerede?……………………… 165
Deprem Üzerine …………………………………………………. 173
Aydınlanma Geleneğimizin İzinde Bir Yazar:
Emre Caner ………………………………………………………. 179
Son Sultan Abdülhamid ……………………………………… 187
DÜNYA ROMANINDAN ESİNTİLER
Bilinçaltından Uğultular ve Uğultulu Tepeler……………. 197
Troya’lı Kahraman, Romalı Şair, Yazar ve Çevirmen … 213
Postmodern Çağda Kadınlık ve Roman …………………. 235
ÖYKÜCÜ KIZ KARDEŞLERİM
Şiddet Edebileşince…………………………………………….. 255
Hikâyenin Püf Noktası ……………………………………….. 273
ŞAİRLERİMİZ
Gülten Akın ve Kadın Edebiyatı ………………………….. 283
Kırık İnceliklerin Şairi………………………………………….. 291
Ellinci Sanat Yılında Ataol Behramoğlu …………………. 299
DÜNYA VE BİZ
Türkiye’nin Unvansız Elçileri……………………………….. 305

Düşünceler

ELEŞTİRİ ÜSTÜNE

Edebiyat eleştirisi bir yapıttaki kusurları yakalamak mıdır; ya da yapıtın eleştirmene esinlediği düşünceleri, duyguları sıralamak mı; yoksa yapıtın sınırları içinde, erdemlerini ve kusurlarını tema/biçim bütünselliği bağlamında değerlendirmek mi? Günümüzde, edebiyatbilim kapsamında akademik bir disiplin olarak kabul edilmekte, edebiyat eleştirisi. Öyleyse onun ne olup olmadığına dair söz söylemek, amatör bir eleştirel deneme yazarındansa konunun bilimselliğine hâkim kişilere düşer, diye düşünülebilir. Öte yandan her edebiyat okuru, edebiyatın doğası gereği amatör bir edebiyat eleştirmenidir. Belli bir dilin edebiyatı, o dili konuşan herkese ayrım yapmadan seslenir, öyle değil mi? Okuduğuna dair fikir beyan etmek de her okurun hakkıdır elbette. Bunun ne sakıncası olabilir ki? Hiçbir sakıncası yok, yeter ki eleştiriyi yapan kişi amatörlüğünün farkında olsun. Toplumumuzda “amatörlüğünün farkında olanların cesaretle fikrini söylemeleri’’ne pek rastlanmaz. Ya ürkek bir sessizlik ya bilgiçlik… Neden böyle? “Tereciye tere satmak’’ dilimizin deyimi; pekiyi bunun başka dillerde karşılığı var mı? Örnek vermek gerekirse, bizde herkes biraz doktor, biraz eczacıdır; “erbabına sor’’ demek yerine durmadan birbirimize tedaviler öneririz.

Niçin? Uzun yüzyıllar halk tıbbının içinde yaşamış olmamızdan mı kaynaklanıyor bu durum yoksa bilimsel tıpla toplum olarak tanışmamızın göreli yeniliğinden mi? Belki de. Bizde çoğu okurun ve hatta yazarın kendini hiç sorgulamadan keskin eleştirmen saymasında, edebiyat eleştirimizin bir türlü göverememiş olmasının etkisi yok mudur? Amatörlerin fikirleri saçma da, kıymetli de olabilir; özellikle deneysel bilimler dışındaki disiplinlerde, akademik düşüncenin fazlaca kurallaşıp kemikleşmesini engelleyici bir işlevi vardır amatör düşüncenin.

Bu satırların yazarı edebiyatçıyı, eleştirmen olarak kendi amatörlüğünün farkında bir bilinçle böyle bir yazı kaleme almaya iten neden de amatör düşüncenin bu niteliğidir işte. Bizde ne yazık ki edebiyat eleştirisinin geleneği oluşmamış. Daha doğrusu eleştirel düşüncenin geleneği yok. Doğu toplumlarına özgü tarihimizde ne yazık ki eleştirel düşünceye rastlanmıyor. Edebiyat bağlamında eleştirel düşünce neredeyse Nurullah Ataç ve Fethi Naci’yle başlıyor. Diğer eleştirmenlerimizi unutuyor değilim; amacım edebiyat eleştirisinin bizdeki turfandalığını vurgulamak. Nurullah Ataç’ı, Fethi Naci’yi beğeniriz ya da beğenmeyiz; onları fazla heyecanlı, fazla tarafgir, önyargılarını ise saplantılı bulmak işten bile değildir. Ancak çalışkanlıklarını, laflarını sözlerini esirgemeyen cesaretlerini, çıkar gözetmeyen tutumlarını, Türk diline ve edebiyatına verdikleri emeği yadsıyamayız. Ve bir nokta daha var yadsıyamayacağımız: İkisi de eleştirel düşünceyi yerleştirmek ilkesiyle yola koyulmuş, “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür’’ kuşaklar yaratmayı amaç edinmiş Cumhuriyet kültürünü, kendi özlerine yabancılaşmadan deyim yerindeyse kendi kendilerine ihanet etmeden– özümsemiş aydınlardır. Günümüz Türkiye’sinin böyle insanlar yetiştirebileceği şüphelidir.

Bizde edebiyat eleştirisi geleneği zayıf olduğundan ister istemez Batı’ya bakıyoruz. Batı’da yüzyıllara dayanan çok köklü bir edebiyat eleştirisi kültürü var. Yazarları zamanında tir tir titretmiş eleştirmenler var. Örnekse Fransız Sainte-Beuve, İngiliz Thomas Carlyle ve niceleri… Zaman akıp gidince geriye ne yazar ne eleştirmen kalıyor, kalan sadece edebiyat yapıtları arasında zamana meydan okuyabilmiş olanlardır. İşte o kadar.

Peki, eleştirmenin çabası boşuna mı? Bu kadar mı nankör bir dal bu eleştiri? Bu yüzden mi kimse ona itibar etmiyor? Elbette hayır. Eleştirmenin görüşleri yazara yeni ufuklar açabilir, eleştirinin bu işlevi çok açık. O kadar açık olmamakla birlikte belki bundan daha da önemli bir diğer işlevi ise eleştirmenin edebiyattaki sürekliliği –hem ulusal hem evrensel açılardan ortaya çıkaran kişi olmasıdır. Hep yinelenen cümledir: “Newton yerçekimini keşfetmeseydi, bir başkası keşfederdi ama Shakespeare yaşamasaydı, Hamlet yazılmazdı.” İşte sorulmaya değer bir soru: Hamlet yazılmasaydı, Kırmızı ve Siyah, Suç ve Ceza yazılabilir miydi?

Ya da yazılsalardı bile çok farklı olmazlar mıydı? Aynı zamanda edebiyat eleştirmeni de olan Stefan Zweig, Stendhal üstüne o pek ünlü incelemesinde Hamlet’e kadar geri gitmez ama Stendhal yaşamasaydı ve Kırmızı ve Siyah’ın başkişisi Julien Sorel’i yaratmasaydı, Dostoyevski’nin Raskolnikov’u belki de bambaşka biçimde yaratacağına dikkat çeker.1 Zweig’ın üstünde durduğu husus, bilinçli bir öykünmeden, basit bir etkilenmeden ya da günümüz postmodern metinlerinde sıklıkla rastlanan diğer metinlere göndermelerden çok farklıdır.

Zweig, yaşadığı tarihsel zamanı özümsemiş bir yazarın yani Stendhal’in bu özümseyişten yoğurduğu roman kişisinin yani Julien Sorel’in bir buçuk yüzyıl sonrasına, ömrünün rastladığı tarihsel zaman ile dünya edebiyatından beslenirken kişiliğine katılan öğeleri harmanlayan bir diğer beynin yaratıcılığına, yani Dostoyevski’nin kalemine yaptığı katkıya işaret etmektedir. Kendiliğinden gelişen bir sürekliliktir bu.

Kaynağı ise yazarın sadece kendi yaratıcılığına değil, bir parçası olduğu ulusal ve evrensel edebiyata sahip çıkması, yaratıcılığının uzayda asılı bir gökcismi olmayıp dünya edebiyatının geniş haritasında bir bölge, belki bir ada oluşturduğunu fark edebilmesidir. Bizim edebiyatımızda yeterince gelişmemiş bir farkındalıktır bu; edebiyat eleştirimizin bu bağlamda edebiyata yeterince rehberlik edebildiği söylenemez herhalde. Bir Kuyucaklı Yusuf, bir İnce Memed yaratabilmiş Türk edebiyatının, üstünden yarım yüzyıl –yani olup bitene incelemeci bir gözle bakabilmeye yetecek süre geçmiş olmasına rağmen, örneğin ’68 devrimcilerine dair adı geçen romanlar çapında bir eser verememiş olmasının bir nedeni belki de burada aranmalıdır.

20. yüzyılın ünlü eleştirmenlerinden George Steiner, “Edebiyat eleştirisi hayranlıktan, sevgi borcundan doğar,’’2 diyor. Hayatımızı zenginleştirdiği için sanatçıya duyduğumuz sevgi borcundan… Ve ekliyor: “Edebiyat eleştirisi ‘iyi’ ile ‘iyi’yi kıyaslamalıdır; ‘iyi’yi ‘kötü’den ayırmak edebiyat eleştirisinin değil, edebiyat tarihinin işidir.” Steiner, “Ey eleştirmenler, ‘kötü’lerle vakit harcamayın, ‘iyi’leri kavramaya çalışın. Bırakınız edebiyat tarihçileri bir devrin molozlarının kayıt defterini tutsunlar,” demeye getiriyor. Tartışmaya açık görüşler elbette, ama şurada büyük bir haklılık var:

Derinlikli bir yapıta gönül gözüyle yaklaşmazsanız, yapıt sizi derinliğine kabul etmez! Zeki bir insanın bunalımına nasıl vasat bir psikiyatrist derman bulamazsa, kavrayışsız bir eleştirmenin eline düşmüş bir yapıt da o kişi tarafından anlaşılamaz. Edebiyata verilen emeğe saygı duymayan, yapıtlara bu saygıdan kaynaklanan bir sempatiyle yaklaşmayan eleştirmen; haliyle, gerçeklikleri ders kitabı gibi madde madde sıralamayan edebiyat yapıtını değerlendirmeye uygun bir zihin yapısına ulaşamayacaktır. Akademik bir dal olarak edebiyat eleştirisine kulak verecek olursak, edebiyat eleştirisi çeşit çeşit olabiliyor: Metni mutlak bir olgu olarak ele alan yapısalcı ve/veya yapıbozumcu eleştiri…

Birincisi metnin nasıl kurulduğunu gösterirken, ikincisi metni parçalarına indirgeyerek büyüsünü bozmayı hedefliyor. Her ikisi de metne derinlemesine nüfuz edilmesini zorunlu kılıyor. Marksist ve/veya feminist eleştiri metne ideolojik bağlamda yaklaşıyor. Metni yazarın kişiliğiyle ve yaşadığı dönemle ilişkilendirerek değerlendiren bir eleştiri türü de var. İzlenimci eleştiriden de söz ediliyor ki (herhalde Nurullah Ataç’ın ve Fethi Naci’nin eleştirileri bu gruba girmektedir), bu tür eleştiri yazıları eleştirmenin bir yapıttan edindiği izlenimleri herhangi bir disipline uymadan keyfî biçimde sıralamasından ibaret kalıyor.

Sonuçta eleştirmen bir yargı bildirecek; yapısalcı ise metnin oluşumundaki (dilerseniz sentezlenmesindeki diyelim) tutarlılığı ya da tutarsızlıkları saptayacak; yapıbozumcu ise metni parçalarına ayıracak, dilerseniz analizleyecek diyelim. Marksist bir eleştirmen, temadaki sınıf çelişkileri, feminist bir eleştirmen ataerkil bakış açıları ya da ataerkilliğe yöneltilen eleştiriler üstünde duracak; eser Marksist ya da feminist bir ileti hedeflemişse, hedefine ulaşıp ulaşmadığına dair bir hüküm bildirirken keyfî izlenimine değil, tema ve biçim ilişkisine dayanacak; eserde kimi tutarsızlıklar varsa, yazarın sınıf çelişkilerine ya da cinsiyet ayrımcılığına körlüğü bu tutarsızlıklara yol açmışsa, bu durumu saptayacak, vs. vs. Yani nereden bakarsak bakalım, eleştirmenin bir sorumluluğu vardır ve bu sorumluluğun ağırlık merkezi, onun eserin tema ve biçim bütünselliğini kavramasında odaklanır. “Eleştiri nasıl olmalıdır?’’ sorusunu yanıtlamak zor da, “Nasıl olmamalıdır?’’ sorusunun yanıtını vermek hiç zor değil:

• Eleştiri uzun uzadıya yapıtın konusunu anlatarak sayfa doldurmamalıdır.

• Övgülerden, sövgülerden ibaret olmamalıdır. Gereksiz övgü, söz konusu yapıtı yüceltmez, sövgü ise küçültmez; her ikisi de eleştiri yazısını değersizleştirir ve bu yazıyı kaleme alan kişinin karakterine dair doğrudan ipuçlarını ele verir. • Eleştiri metni, eleştirmenin önyargılarından, saplantı ve fantezilerinden mümkün olduğunca arınmalıdır.

• Eleştirmen, elinde pertavsız, iz peşinde koşan Sherlock Holmes’vari bir dedektif rolüne çıkıp küçük gramer yanlışlarının, gerçekliğe değgin kimi küçük yanılgıların peşinde koşmamalıdır.

Bu çeşit yanlışlar elbette düzeltilmeli, ancak bu iş, yapıtın içerik/biçim bütünselliğinin değerlendirilmesinin önüne geçmemelidir. Aksi halde eleştiri metni, konusu olan yapıta dair bir şeyler söylemektense eleştirmenin kişiliğine dair ipuçlarını ele vermek gibi kimseye yararı olmayan gereksiz bir işe koşulmuş olacaktır.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Edebiyat Roman (Yerli)
  • Kitap AdıTürk Romanında Bir Gezinti
  • Sayfa Sayısı312
  • YazarErendiz Atasü
  • ISBN9789750740909
  • Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2019

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Dullara Yas Yakışır ~ Erendiz AtasüDullara Yas Yakışır

    Dullara Yas Yakışır

    Erendiz Atasü

    İlk baskısı 1983’te yapılan ve o gün bugündür güncelliğini koruyan Dullara Yas Yakışır’daki öyküler, toplumsal kalıplara hapsolmuş her yaştan kadını konu alıyor. Kadının gerek...

  2. Onunla Güzeldim-Uçu ~ Erendiz AtasüOnunla Güzeldim-Uçu

    Onunla Güzeldim-Uçu

    Erendiz Atasü

    Erendiz Atasü’nün 1990 ve 1998 yıllarında ayrı ayrı yayımlanan Onunla Güzeldim ve Uçu adlı iki öykü kitabını tek bir kitapta toplayan bu seçki, Atasü...

  3. İncir Ağacının Ölümü ~ Erendiz Atasüİncir Ağacının Ölümü

    İncir Ağacının Ölümü

    Erendiz Atasü

    Türk edebiyatının en verimli ve tartışma yaratan yazarlarından biri olan Erendiz Atasü, ilk baskısı 2008 yılında yapılan öykü derlemesi İncir Ağacının Ölümü’nde hem toplumsal...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Gecenin Atları ~ Ali TeomanGecenin Atları

    Gecenin Atları

    Ali Teoman

    Ali Teoman’ın ve “üçleme”nin son romanı: “Gecenin Atları” Ali Teoman’ın ölümünden iki ay önce bitirip YKY’ye teslim ettiği son romanı Gecenin Atları yayımlandı. Böylece...

  2. Köle ~ Işıl ParlakyıldızKöle

    Köle

    Işıl Parlakyıldız

    Kudretli bir prensin bir köleye duyduğu tutku... Bir kölenin efendisine olan aşkı... Veliaht Prens Edward, yatağını nice kadınlar süslerken, aradığı tutkuyu kölesinin gözlerinde bulduğunda âşık olabileceğini hiç düşünmemişti. Aslında Prens Edward'ın aklını kurcalayan sorunun yanıtı gayet basitti: İkisi de sadece bedenlerinde özgürdüler. Ne Edward bir prensti ne de Jaymie bir köle... Dudakları, gözleri, elleri özgürce konuşuyordu. Sevişmeleri, birbirlerine haykıramadıkları, söylemek isteyip susmak zorunda kaldıkları cümlelerdi.

  3. Jerusalem ~ Markar EsayanJerusalem

    Jerusalem

    Markar Esayan

    “Eylül 1977 / Babamın beni almaya geldiği günü dünmüş gibi hatırlıyorum. Eve ürküntü veren bir gerginlik hâkimdi o akşamüstü” diye başlıyor Jerusalem. Esayan, bir...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur