“Müjdeyi çocuklar verdiler. Yarın burada olacakmış. Dr. John nihayet kasabaya geliyor. Sapkın zevkli, çılgın bir oyuncakçının elinden çıkmış irili ufaklı vudu bebekleri, ürkütücü maskeler, şifalı otlar, kertenkele salyası, ölümcül keneler, sülükler, tarantulalar, bataklıkların çamurlarını, sazlıkların yosunlarını, ölümün uzun gecesinden söküp aldığı daha pek çok şeyi beraberinde getiriyor.”
J. E. Bellocq, New Orleans genelevlerine fahişelerin fotoğraflarını çekmek için giden ve onlara sadece poz vermeleri için para ödeyen bir fotoğraf sanatçısı. Halil Turhanlı, Çanakkale’den ve “Çanakkaleli Melahat’i kızkardeş kabul ediyorum” diyen Ece Ayhan’dan selam götürüyor ona.
Daha kimlere kimlere selam taşıyor, daha nerelere nerelere uğruyor Halil Turhanlı…
Çöl, bataklıklar, bataklıların ortasında yükselen ağaçlar tünemiş yırtıcı kuşlar… Vudu büyüleri ve zombiler… Siyahların hak ve özgürlük mücadelesi… Dansa yeni can verenler… parlak zihinlerin delirme maceraları… Rock dünyası ve trajik rockçıların hayat hikâyeleri… Kadri bilinmemiş veya buralarda pek az bilinen şairler, düşünürler, hikmet sahipleri…
Kâh mahzun mahzun tımbırdayan bir gitar, kâh şaha kalkan bir elektrogitar salvosu… Halil Turhanlı’nın kaleminden, felsefî bir epiğe benzeyen bir uzun yol nesri.
NEW ORLEANS
Baby please don’t go
Down to New Orleans
Muddy Waters
Geliyor
Müjdeyi çocuklar verdiler. Yarın burada olacakmış. Dr. John nihayet kasabaya geliyor. Sapkın zevkli, çılgın bir oyuncakçının elinden çıkmış irili ufaklı vudu bebekleri, ürkütücü maskeleri, şifalı otları, kertenkele salyası, ölümcül keneleri, sülükleri, tarantulaları, bataklıkların çamurlarını, sazlıkların yosunlarını, ölümün uzun gecesinden söküp aldığı daha pek çok şeyi beraberinde getiriyor. Bu işe en çok çocuklar seviniyorlar. El ele tutuşmuş tarifsiz bir neşe içinde bağırıyorlar: Gris-Gris! Dr. John, Mississippi bataklılarındaki kış uykusundan uyanmış kasabaya geliyor. Asit yağmurunda yıkanmış, mağaranın dehlizlerinde yıllarca saklanmış, meşum Louisiana gecelerinde bedeni parçalanmış, kol ve bacakları koparılmış bir ucube yarın burada olacak, aramıza katılacak. Çocuklar bu haberi şehirde duymayan kalmasın istiyorlar. Gris-Gris!
Dr. John
Babasının New Orleans’da radyo ve elektrikli eşyalar satan bir dükkânı vardı, 78’lik plaklar da bulunuyordu bu dükkânda. John Rebennack bunların hepsini dinledi. Blues, hillbilly, ragtime… Dükkânda bulduğu bütün plakları ve her müziği… Babası onu evde bulunan ve pek de bir işe yaramayan piyanoyu çalmaya da teşvik etti. Okulu, dersleri hiç sevmedi. Öğretmenleri dinlemeyi katlanılmaz bir işkence buluyordu. Sınıfın arka sırasında oturur, defterine şarkılar yazardı. Uyuşturucu kullanmaya ise çok genç yaşta başladı. Dorgenois ve Kanal Sokakları’nın kesiştikleri yerde bir eczane vardı. New Orleans’daki uyuşturucu bağımlılarının neredeyse tamamı ihtiyaçlarını oradan temin ediyorlardı. Uyuşturucu satın almak isteyen bağımlının elinde bir çizgi romanla eczaneye girmesi yetiyordu.
Eczacı ile uyuşturucu bağımlısı arasında bir tür parola işlevi görüyordu çizgi romanlar. John Rebennack da öyle yapıyordu, çoğu kez elinde Mad Comics ile eczaneye giriyor ve siparişini veriyordu. “Kodeinli şurup, amfetamin, demerol…” O gün canı ne çekiyorsa. Kötü yerlerde bulundu, ama iyi vakit geçirdi. Striptiz kulüplerinde, kumarhanelerde nice düzenbaz, kumarbaz, pezevenk tanıdı, onlarla arkadaşlık etti. 1950’lerin sonlarında Bourbon Sokağı’ndaki Dixieland kulüplerinde çalıyor, turistleri can sıkıcı bulsa da oradaki yaşlı kuşak müzisyenlerle birlikte müzik yapmaktan keyif alıyordu. O kulüplerde marihuanayı, şeytan elması (datura stramonium) ile harmanlayarak içen siyah müzisyenler tanıdı. Derin derin içlerine çeker, ciğerleri tutuşur, kavrulur, zihinleri bulanıklaşır, ama kristal berraklığında müzik yaparlardı. Fakat aralarında çıldıranlar, çalgılarını bir daha hiç eline alamayanlar, cinayet işleyenler de oluyordu. John Rebennack bu yaşlı müzisyenlerden hem müziğin, hem de vudunun gizemlerini öğrendi. 1961 yılının Noel günüydü. Kıskanç bir kulüp sahibi karısını baştan çıkarmaya çalıştığı gerekçesiyle müzisyenlerden birini yumruklayınca araya girdi. Daha doğrusu arkadaşını kulüp sahibinin yumruk ve tekmelerinden kurtarabilmek için davulun zilini adamın suratına fırlattı.
Tam isabet! Kulüp sahibinin yüzü yamyassı olmuştu. Kanlar içindeydi, gözleri de yuvalarından fırlamıştı. Ama bu arada John Rebennack’ın parmaklarından birinin iki boğumu koptu kopacak, sallanıyordu. Ameliyatla parmağı dikildi; ne ki bundan böyle gitar çalması mümkün değildi. 1960’ların başında New Orleans’ın tadı kaçtı. Yeni atanan başsavcı Jim Garrison gece kulüplerine, kumarhanelere durmadan baskın düzenliyor, kumar oynanan yerlere kapıdan içeri elinde silahla giriyordu. Çalışma ruhsatı almayı zorlaştırıyor, alınmış ruhsatları en küçük bir bahaneyle iptal ediyordu. Şehri temizlemeye yemin etmişti; göz açtırmayacak, nefes aldırmayacaktı.
Garrison’un onca sıkı denetimine rağmen uyuşturucuya ulaşmak yine de kolaydı. Sizin uyuşturucu aramanıza hiç gerek yoktu. Uyuşturucu gelip sizi buluyordu. Şu da var ki, New Orleans eskisi gibi değildi. Kulüplerin büyük bir kısmı kapanmış, geç saatlere değin süren müzik susmuş, parti dağılmıştı. Müzisyenlerin çoğu Batı’ya gruplar halinde göç etmiş, bir tür toplu çıkış, exodus gerçekleştirmişlerdi. John Rebennack, New Orleans kulüplerinde eroin bağımlılığı edinmişti. 1963 yılında Garrison’ın baskınlarından birinde uyuşturucuyla yakalandı. Teksas’da, Fort Worth hapishanesine kapatıldı. Yaklaşık iki yıl sonra salıverildiğinde eroin bağımlılığından kurtulabilmek için önce New Orleans’dan kurtulması gerektiğine karar verdi. Ver elini Kaliforniya… Los Angeles’da eski arkadaşlarını buldu, yeni arkadaşlar edindi. Orada stüdyo müzisyeni olarak çalıştı. Phil Spector’ın prodüktörlüğünü yaptığı bir çok plağa katkıda bulundu. Gittiği her yere New Orleans’ın zengin müzikal mirasını, Mississippi’nin çamurlu sularından getirdiği sesleri, Mardi Gras yerlilerinin şarkılarını, Afro-Karayip müziğini, cajun müziğini taşıyordu… Nihayet, kendi müziğini yaratmanın zamanı geldi. Ama müziğinin yanı sıra bir de bu müziğe uygun “persona” yaratması gerekiyordu. Onu da yaptı. Adını değiştirdi. 19. yüzyılda yaşamış bir büyücü doktorun adını aldı. Dr. John. Gece Yolcusu Dr. John.. İşin aslında, Gece Yolcusu Dr. John bir “persona”dan daha fazlasıydı.
Bataklıklı Nehrin John’u
Dr. John Montaine, diğer adıyla Bataklıklı Nehrin Johnu 1840’larda New Orleans’da yaşamış bir büyücü doktor, bir vudu rahibiydi. Vücudunun her yerinde, yüzünde bile dövmeler vardı. Onun adını duyan hemen herkes korkar, ürperirdi. Soğuk bir dalga enselerinden aşağılara doğru kıvrılarak inerdi. Afrika’nın batı kıyılarında, bugün Senegal olarak bilinen topraklarda doğduğu söylenirdi. Daha başka şeyler de rivayet olunurdu. Bambara prensi olduğu, ama İspanyol köle tacirlerinin, sömürgecilerin eline düştüğü, Karayipler’e götürüldüğü, orada kahve, tütün ve şeker plantasyonlarında çalıştırıldığı, günün birinde yolunu bulup, kölelikten kurtulup özgürlüğüne kavuştuğu, bu kez gemilerde çalıştığı, denizleri dolaştığı, yolu New Orleans’a düştüğünde orada kalmaya karar verdiği, limanda pamuk balyaları yüklediği, biriktirdiği parayla küçük bir toprak parçası satın aldığı, onbeş kadınla evli olduğu, on beş kadından elli küsur çocuğu olduğu, atlı arabasıyla şehirde dolaştığı anlatılır, öyküsü kulaktan kulağa yayılır, kuşaktan kuşağa geçerdi. Asıl şöhretini; bir şehir efsanesi olarak büyücü doktor, fal bakıcı ve gelecek okuyucu olmasına borçluydu.
Gris-Gris çantalarının içinde doldurduğu şifalı bitkileri satar, şifa dağıtırdı. Ama zehirli otlar, sanrı uyandırıcı bitkiler konusunda da çok bilgiliydi. Onu ürkütücü kılan da buydu. Evini mezarlardan çıkarılmış insan kemikleri ve kafataslarıyla süslemiş, duvarlarına bataklıklarda yakaladığı, güneşte kuruttuğu iri kurbağalar çivilemişti. Evinde, irili ufaklı iksir şişelerinin, Bakire Meryem heykelciklerinin, Katolik sembollerinin yanı sıra canlı yılanlar, akrepler, zehirli örümcekler, kertenkeleler de bulunuyordu. Önceleri yoksul siyahlara şifa dağıtıyordu. Onlardan fazla para kazanamayacağını anladığında bütün bilgisini New Orleans zenginlerinin hizmetine sundu, elbette iyi paralar karşılığında… Kaybolan kıymetli eşyalarını bulmak, çalınan mallarını geri almak, sevdiğine kavuşmak isteyenler onun kapısını çalıyordu. Sadece onlar değil; düşmanlarından intikam almak isteyen kindar insanlar da geliyordu. Gelenler on beş dolardan az olmamak üzere para da bırakıyorlardı. Hoşnut olup elli dolar bırakanlar da oluyordu. Parasını çaldırmaktan korktuğu için küçük miktarlara bölerek cam kavanozlara koyduğu ve evinin bahçesine gömdüğü rivayet olunuyordu. Bu nedenle ölümünden sonra insanlar servetini bulabilmek, bu servetten pay alabilmek için gelip evin bahçesini, evin çevresini günlerce kazmışlardı.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Türkiye Edebiyatı Popüler Bilim
- Kitap AdıTuhaf Günler Peşimizde
- Sayfa Sayısı144
- YazarHalil Turhanlı
- ISBN9789750515651
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2014
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Eski Sevgili ~ Leyla Erbil
Eski Sevgili
Leyla Erbil
“Leylâ Erbil’in ilk novellası olan Eski Sevgili’deki aynı adlı uzun metin 1973-76 tarihlidir. Novella biçimi, hayat kısıtlanır ve olasılıklar teker teker sönerken bile bu...
- Yüz: 1981 ~ Mehmet Eroğlu
Yüz: 1981
Mehmet Eroğlu
Tekrarlıyorum: Suçsuzum; tıpkı sizler gibi. Suçluysam bile, unutmayın, en çok sizinki kadardır bu… Hiçbir hayatın başrolünü oynamaya kalkışmadım; kendiminkinin bile… Bu durum beni ne...
- Zamanın Manzarası ~ Mehmet Eroğlu
Zamanın Manzarası
Mehmet Eroğlu
Acıya dayanacak kadar güçlü olduğumu düşünmüştüm. Garip ama gerçek; aslında acısız yaşayamıyoruz. Çünkü bilgi ve gerçeğin asıl kaynağı olan acı, varlığımızın farkına varmamızı da...