İki dünya arasındayım, her ikisinde de rahat edemiyorum, bu yüzden işim zor. Siz sanatçılar benim bir burjuva olduğumu söylüyorsunuz, burjuvalarsa beni tutuklamaya kalkıştılar… Burjuvalar aptal; ama güzelliğin hayranları olan sizler, benim ağırkanlı olduğumu, özlemlerim olmadığını söyleyenler hiçbir özlemin sıradanlığın hazlarından daha tatlı ve dokunaklı olmadığını savunan bir sanatçılık anlayışı da olduğunu göz önünde bulundurmalısınız… Sanatın ve sanatçının sorunları, Thomas Mann eserlerinin en sık karşılaştığımız motiflerindendir. Yazarın erken dönem çalışmaları arasında öne çıkan Tonio Kröger’de bu motif, toplumsal konularda apolitik yaklaşımıyla adını duyuran genç bir sanatçının hayata dair özlemlerinde ifade bulur. Mann’ın burjuvazi ile sanat arasındaki ilişkiyi sorunsallaştırdığı Tonio Kröger, sanatçının kendi dünyası dışındaki hayatla yüzleşmesini öyküler.
1
Kış güneşi, dar kentin üzerindeki bulut tabakalarının ardından süt duruluğunda ve donuk, yalnızca cılız bir ışık olarak yansıyordu. Yüksek çatılı evlerin bulunduğu dar sokaklar, ıslak ve esintiliydi, bazen de ne buz ne de kar olmayan yumuşak bir dolu yağıyordu.
Okul bitmişti. Azat edilenler, sürüler halinde taş döşeli avluyu geçip büyük kapıdan dışarıya boşalıyor, sağa ve sola ayrılarak aceleyle yürüyorlardı. Büyük öğrenciler, kayışla bağlanmış kitap destelerini gururla sol omuzlarına bastırmış tutuyorlar, bir yandan sağ kollarıyla rüzgâra karşı koyarak öğle yemeğine doğru ilerliyorlardı; küçüklerse buzlu çamuru sıçratıp fok derisi okul çantalarındaki ders gereçlerini takırdatarak neşeyle tırısa kalkıyorlardı. Ama bunların birçoğu, ötede beride ölçülü adımlarla ilerleyen bir öğretmenin ulu şapkasıyla sivri sakalı önünde kasketlerini saygılı gözlerle başlarından çekip çıkarıveriyorlardı…
“Ah, nihayet geldin Hans,” dedi, çoktandır caddede bekleyen Tonio Kröger; öbür arkadaşlarıyla konuşmaya dalmış, kapıdan çıkan ve az kalsın onların peşi sıra gidiverecek olan arkadaşına doğru gülümseyerek ilerledi… “Neden?” dedi Hans, Tonio’ya bakarak… “Doğru ya, evet! Haydi biraz yürüyelim.”
Tonio sustu, gözleri bulutlandı. Hans bugün öğleyin biraz dolaşacaklarını unutmuş muydu, ancak şimdi mi aklına geliyordu? Oysa kendisi buluşma sözünün verilmesinden beri sırf buna sevinip durmamış mıydı?
“Haydi, hoşça kalın,” dedi Hans Hansen arkadaşlarına. “Tonio Kröger’le biraz gezineceğiz.” Böylelikle ötekiler sağa doğru kıvrılırken, ikisi sola döndüler.
Evlerinde ancak saat dörtte öğle yemeği yenen ailelerin çocukları olduklarından, Hans ile Tonio’nun okuldan sonra gezinebilecek zamanları oluyordu. Babaları kamu görevlerine yükselmiş, kentte söz sahibi olan büyük tüccarlardandı. Dev testerelerin tıslamalar ve cızırtılar arasında kütükleri parçaladığı nehrin oradaki uçsuz bucaksız odun depoları ta ne zamandan beri Hansen’lerindi. Tonio ise Konsül Kröger’in oğluydu; babasının geniş, kara fabrika damgasıyla işaretlenmiş tahıl çuvallarının her gün kentin sokaklarından at arabalarıyla geçirildiği görülürdü. Atalarının eski, büyük evi bütün kentin en görkemli eviydi. Tanıdık çok olduğu için iki arkadaş kasketlerini sık sık çıkarmak zorunda kalıyorlar, hatta evet, kimileri de bu on dörtlüklere ilk selamı veriyorlardı…
İkisinin de okul çantaları omuzlarına asılıydı, ikisi de iyi ve kalın giyimliydiler; Hans kısa bir gemici ceketi giymiş, bahriyeli elbisesinin geniş, mavi yakasını da, bunun omuzlarıyla yakasına gelecek biçimde dışarıya çıkarmış; Tonio ise kemerli, gri bir palto giymişti. Hans’ın başında, üstünde kısa kurdeleler bulunan Danimarka işi bir gemici kasketi vardı, bunun altından mısır püskülü sarısı bir tutam saç fırlamıştı. Son derece güzeldi, bedeni orantılıydı, omuzları geniş, kalçaları dardı, çelik mavisi keskin bakışlı gözleri çevreyi kolluyordu. Oysa Tonio’nun yuvarlak kürklü kasketinin altındaki kumral ve güneyli yüzünden dışarıya bakan ağırca gözkapaklı, koyu renk, hafifçe gölgeli gözleri hülyalı ve biraz da çekingendiler… Ağzıyla çenesinin çizgileri alışılmadık biçimde yumuşaktı. Hansen’in kara çoraplara bürünmüş ince bacakları hoplaya zıplaya, ölçüyü tutturmuş giderken, o, tembel ve düzensiz adımlarla ilerliyordu.
Tonio konuşmuyordu. Acı çekiyordu. Biraz eğik duran kaşlarını çatıp dudaklarını ıslık çalacakmış gibi büzmüş, yana eğdiği başıyla uzaklara bakıyordu. Bu duruş ve yüz onun özelliğiydi.
Hans kolunu birden Tonio’nun koluna geçirdi, ona şöyle yandan bir baktı; neler olup bittiğini çok iyi biliyordu çünkü. İlerleyen adımları boyunca susmayı sürdürmesine rağmen Tonio’nun yüreği birden yumuşamıştı.
“Hayır, unutmamıştım Tonio,” dedi Hans, önündeki yaya kaldırımına indirdi gözlerini, “yalnızca hava böyle yağmurlu, rüzgârlı ya, ‘Bugün olmaz belki,’ diye düşünmüştüm. Ama benim için fark etmez, hem buna rağmen beni beklemen de çok harika bence. Eve gittin sanmış da kızmıştım hatta…”
Bu sözleri duyunca Tonio’nun içinde bir şeyler hop etti, sevinçli bir kıpırtıya büründü.
“Haydi, setlerin üstünden gidelim öyleyse,” dedi heyecanlı bir sesle. “Mühlen ile Holsten’in oradaki setlerin üzerinden geçelim, seni eve kadar geçireyim Hans… Yok canım, sonra eve kendi başıma dönmemde hiçbir sakınca yok; bir dahaki sefere de sen beni geçirirsin.”
Aslında Hans’ın söylediklerine pek fazla inanmamıştı, onun bu iki kişilik gezintilere kendisinin verdiği önemin ancak yarısını verdiğini de seziyordu. Öte yandan Hans’ın unutkanlığından pişmanlık duyduğunu, kendisini avutmayı iş edindiğini de görüyordu. Üstelik barışmaktan kaçınmaya hiç mi hiç niyeti yoktu…
Uzun sözün kısası Tonio, Hans Hansen’i seviyordu ve onun uğruna nice başka acılara da katlanmıştı. En çok sevenlerin boynu hep eğiktir ve acı çekerler –Tonio’nun on dört yaşının ruhu, hayattan bu yalın ve katı dersi çoktan çekip çıkarmıştı; zaten bu gibi dersleri bir kenara yazacak, gizliden gizliye bilincine erecek ve hatta bundan biraz da zevk duyacak yaradılıştaydı– bunların kendi kişiliğini yönlendirmesine izin vermiyor, bunlardan herhangi bir yarar elde etmeye çalışmıyordu tabii. Bu tür dersleri kendisine okulda öğretilen bilgilerden çok daha ilginç ve önemli bulma eğilimindeydi ama, öyle ki sınıfın gotik tavanı altında zamanının çoğunu bu duygularını sonuna kadar tanımlamak ve enine boyuna düşünmekle geçirirdi. Ayrıca bu uğraşı, ona kemanıyla (keman çalıyordu çünkü) odasını arşınladığı ve yalnızca kendisinin çıkarabildiği o yumuşacık tınıları, aşağıda bahçede yaşlı bir ceviz ağacının altında oynaşarak yükselen fıskiyenin şıpırtılarına dökerek çınlattığı zamanlar hissettiği mutluluğa benzer bir şey de veriyordu…
Fıskiyeli havuz, yaşlı ceviz ağacı, keman ve uzaklardaki deniz, getirdiği yaz düşlerine kulak vermesine ancak tatillerde izin verilen Baltık Denizi; işte sevdiği, çevresini eşit ölçüde saran, gizli saatlerini aralarında geçirdiği şeyler bunlardı; etkisi şiir dizelerinde yaşatılabilecek, aslında Tonio Kröger’in ara sıra yazdığı dizelerde de tekrar tekrar çınlayan şeyler…
Bu sonuncusunu, yazdığı şiirlerle dolu bir defteri olduğunu ağzından kaçırmış ve bunun hem öğrenciler hem de öğretmenler açısından kendisine büyük zararı dokunmuştu. Konsül Kröger’in oğluna, bir yandan böyle bir şey yüzünden öfkeye kapılmak budalalık ve bayağılıkmış gibi geliyor, bu yüzden öğretmenleri olduğu kadar, hem kötü davranışları dolayısıyla kendisine itici gelen, hem de kişisel zayıflıklarını anlaşılmaz biçimde bulup çıkarıverdiği öğrencileri de küçümsüyordu. Öte yandan kendisi de şiir yazmayı aklı bir karış havadalık ve hatta uyumsuzluk olarak görüyor, bunu ayrıksı bir çaba olarak görenleri bir ölçüde haklı buluyordu. Ama yalnızca bu kadarı onu şiir yazmaktan alıkoyamıyordu.
Evde başka işlerle zamanını geçirdiği, derslerde ağırkanlı ve ilgisiz olduğu, öğretmenlerle de arası pek iyi olmadığı için, eve her zaman akla gelebilecek en kötü karneleri getiriyor; düşünceli, mavi gözlü, uzun boylu, titiz giyimli bir adam olan ve ceketinin iliğinde daima bir kır çiçeği taşıyan babasının da buna çok alındığı ve kaygılandığı görülüyordu. Oysa Tonio’nun annesine adı Consuelo olan, güzel, kara saçlı ve babası onu haritanın ta aşağılarından bir yerden alıp getirdiği için kentin bütün hanımlarından farklı olan annesine kalırsa, bütün karneler birdi…
Tonio, o kadar güzel piyano ve mandolin çalan, esmer ve ateşli annesini seviyordu; insanlar arasındaki kuşkulu konumunun annesini üzmemesinden hoşnuttu. Ama bir yandan da babasının öfkesinin çok daha onurlu ve saygın olduğunu seziyor, onun tarafından azarlansa da annesinin şen kayıtsızlığını biraz savrukça bulduğunu, temelde babasıyla aynı görüşleri paylaştığını biliyordu. Bazen aşağı yukarı şunlar geçiyordu aklından: “Kendim gibi, olduğum gibi olmam, kendimi değiştirmeyecek ve değiştiremeyecek olmam, başıboş, dik başlı, başkalarının kafa yormadığı şeylere kafa yoruyor olmam yeter de artar bile. Bunların öpücükler ve müzikle geçiştirecek yerde beni azarlayıp cezalandırmaları yerinde bir davranış. Yeşil arabada yaşayan çingeneler değiliz biz; aklı başında insanlarız, Konsül Kröger’in ailesi, Kröger ailesiyiz…” Sık sık şunları da düşündüğü oluyordu: “Neden ben böyle farklı, herkese ters düşen biriyim; öğretmenlerimle neden anlaşmazlık içindeyim, öbür oğlanlara yabancıyım? Bak şunlara, hepsi de iyi öğrenciler, sarsılmaz bir sıradanlık içindeler. Öğretmenleri gülünç bulmuyor, şiir yazmıyor, gerçekten düşünülecek ve yüksek sesle söylenebilecek şeyleri düşünüyorlar. Her şeyle ve herkesle nasıl da barışık, nasıl da düzenli buluyorlardır kendilerini! Böylesi iyi herhalde… Peki benim neyim var, bütün bunların sonu neye varacak?”
Kendisini ve hayatla olan ilişkisini bu açıdan görmesi, Tonio’nun Hans Hansen’e olan sevgisinde de önemli rol oynuyordu. Onu öncelikle güzel olduğu için seviyordu; ama daha da önemlisi her yönüyle kendisinin karşıtı ve tersi olduğu için… Hans Hansen örnek bir öğrenciydi; bir kahraman gibi ata binen, beden eğitimi yapan, yüzen, herkesin sevgisinin kendisine yönelmesinden hoşnut olan, sağlıklı bir oğlandı. Öğretmenleri ona neredeyse âşıktılar, onu adıyla çağırıyor, hep ondan yana oluyorlar, arkadaşları iyiliğini düşünüyorlar; beylerle hanımlar onu sokakta durdurup Danimarka işi gemici kasketinden fırlayan mısır püskülü sarısı perçemini çekiştiriyor, şunları söylüyorlardı: “Merhaba Hans Hansen, şirin perçemli çocuk seni! Hâlâ sınıfın birincisi misin? Annenle babana selam, ne harika bir çocuk bu!”
Hans Hansen buydu ve Tonio Kröger onu tanıdığından beri bir özlem, ona bakar bakmaz göğsünün üst kısmında kor gibi yanmaya başlayan kıskanç bir özlem duyuyordu. “Senin kadar mavi gözleri olan, bütün dünyayla senin kadar mutlu bir düzen ve birliktelik içinde yaşayan kim var ki?” diye düşündü. “Her zaman akıllı uslu ve herkes tarafından saygıyla karşılanan bir işle uğraşıyorsun. Okul ödevlerini bitirdiğinde ata binmeyi öğreniyor ya da kıl testereyle çalışıyorsun, tatilde bile; deniz kenarında, ben avare ve yitik kumda yatar, gözlerimi deniz yüzeyinde fısıldaşan, esrarengiz, değişken dalgalara dikmiş bakarken, sen kürek çekmekten, yelkenliyle açılmaktan, yüzmekten baş alamıyorsun. Senin gözlerin bu yüzden parlak işte. Senin gibi olmak…”
Hans Hansen gibi olmaya hiç kalkışmamış, belki de bu isteğinde ciddi bile olamamıştı. Ama olduğu gibi kalsa da, onun tarafından sevilmeyi içi yanarak özlemiş, onun sevgisine doğru kendi yordamınca, kendi usul usul, için için, vermekten kaçınmayan, acılı ve acı çeken yordamınca, yabancı dış görünüşünden beklenebilecek, tüm zorlu tutkulardan daha derin ve kemirici bir acıyla yönelmekten çekinmemişti.
Bu yönelişi de tümüyle boşa gitmemişti, çünkü Tonio’daki belli bir üstünlüğe, zor şeyleri dile getirmedeki beceriye, onun dil kıvraklığına saygı duyan Hans, kendisine yönelik alışılmışın dışında, güçlü ve sevecen bir duyguyla karşı karşıya bulunduğunu çok iyi sezmiş, gönül borcunu belirtmiş, bu sevgiye karşılık olarak kimi davranışlarıyla Tonio’ya mutluluk kaynağı sağlamış, ama aynı zamanda onun bir gönül birlikteliği kurmak uğrunda kıskançlık, hayal kırıklığı ve boşuna çabalara girişmesine de neden olmuştu. Çünkü garip olan, Hans Hansen’in varoluş biçimine gıpta eden Tonio’nun, onu sürekli olarak kendininkine çekmeye çalışmasıydı; buysa yalnızca kimi anlar, üstelik ancak görünürde gerçekleşebiliyordu…
“Demin çok müthiş, çok görkemli bir şey okudum…” dedi. Hem yürüyor, hem de külahtan, Mühlen Sokağı’ndaki bakkal Iwersen’den on feniğe aldıkları meyveli şekerlemeleri yiyorlardı. “Sen de okumalısın Hans; Schiller’in Don Carlos’u söylediğim… istersen sana ödünç veririm.”
“Yok, hayır,” dedi Hans Hansen, “boşver Tonio, bana yaramaz öyle şeyler. Biliyor musun, ben atçılık kitaplarımdan vazgeçmem. Bak ne diyeceğim, müthiş resimler var o kitapların içinde. Bana bir geldiğinde gösteririm sana. Tam ânında çekilmiş fotoğraflar bunlar; atları tırısta, dörtnala giderken, atlarken gösteriyor; çok hızlı koştukları için gerçekte hiç görülemeyecek pozisyonlarda…”
“Bütün pozisyonlarda, öyle mi?” diye sordu Tonio kibarca. “Evet, güzelmiş. Don Carlos’a gelince, aklın alamayacağı bir şey… Öyle yerler var ki içinde, bir görsen, öyle güzel bölümler var ki insanı şöyle bir tutup sarsıyor, kırbaç gibi şaklıyor…”
“Şaklıyor mu?” diye sordu Hans Hansen, “… Nasıl yani?”
“Örneğin kralın, marki tarafından aldatıldığı için ağladığı bir sahne var… oysa marki, kralı sırf kendini yoluna feda ettiği prensin hatırı için aldatmış, anlıyor musun? Derken kralın ağladığı haberi kral dairesinden kabul odasına kadar ulaşıyor. ‘Ağlamış mı?’, ‘Kral ağlamış mı?..’ Bütün saray halkı ne yapacağını bilmez durumda, insanın içine işliyor bu haber, çünkü kral korkunç sert ve kararlı bir kral. Ama kralın ağladığı öylesine kesin ki; ben krala markiyle prense acıdığımdan daha çok acıyorum. Hep öylesine yalnız ve sevgisiz ki, tam birini bulduğunu sanırken, bu adam kalkıp ele veriyor onu…”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıTonio Kröger
- Sayfa Sayısı96
- YazarThomas Mann
- ISBN9789750748738
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kâğıttan Kaplan ~ Ceyhan Usanmaz
Kâğıttan Kaplan
Ceyhan Usanmaz
İstanbul’da tavşan arayışına çıkan bir yazar adayının, önünden kaçışmayan güvercinlerce tescillenen hayaletliği… Hayat parçaları atık kâğıt tesislerinde parçalanan bir hayalet-yazar… Kendini bir yazara feda...
- Annem Neden Çıldırdı? ~ Aytül Akal
Annem Neden Çıldırdı?
Aytül Akal
Böcek koleksiyonu yapan çocuk, işteki ilk gününü anlatan Emel Hanım, torunlarını özleyen Neriman Hanım, yeğenini tren yolculuğuna çıkaran Kerim dayı, bahçe katına taşınan aile,...
- Biraz Kuşlar, Azıcık Allah ~ Gökhan Yılmaz
Biraz Kuşlar, Azıcık Allah
Gökhan Yılmaz
“Biraz Kuşlar, Azıcık Allah” adından da anlaşılacağı gibi, çocuksu cinliklerle dolu ama yazınsal derinlikleri olan bir ilk kitap… Gökhan Yılmaz’ın, dili bir oyun hamuruna...