Yaşlıların sonsuza dek yaşadığı, çocukların da bir türlü serpilip büyümediği bir dünya… Ödüllü yazar Yoko Tawada, Tokyo’nun Son Çocukları’nda çağın gerçeklerinden yola çıkarak bir gelecek hayali kuruyor. Öyle bir gelecek ki bu, ağaçlar zehirli meyveler veriyor, “Yaşayalım Yeter Günü” kutlanıyor, Japonya dış dünya ile tüm bağlarını kesmek zorunda kalıyor, yetişkin ve çocuk kavramları yeniden tanımlanıyor. İnsanlar, sağ kalabildikleri her ortamda yaşayabilse de dolu dolu yaşıyorum demek için bundan fazlası gerekiyor ve değişen dünyayla birlikte anlamlar, algılar da dönüşüyor.
*
Mumei üzerinden hâlâ çıkarmadığı mavi ipek pijamasıyla tatami’de oturuyordu. İncecik boynuna kıyasla kafası kocamandı, belki de bu yüzden yavru bir kuşu andırıyordu. İpek gibi ince telli saçları terden sırılsıklam olup tenine yapışmıştı. Kısılmış gözleriyle havada bir şeyler saptamaya uğraşırmış gibi başını oynatıyor, çakıl döşeli yoldan gelen ayak seslerine kulak kabartıyordu. Giderek yaklaşan ayak sesleri aniden durdu. Sürgülü kapı yük vagonu misali sesler çıkararak aralandığında çocuk gözlerini açtı ve erimiş papatyalar kadar sarı sabah güneşi içeriye doldu. Mumei omuzlarını gerdi, göğsünü şişirdi ve kanat açan bir kuş gibi kollarını havaya kaldırdı.
Yüzünde bir gülümseme, gözlerinin çevresinde derin çizgilerle Yoşiro gelmişti. Nefes nefeseydi. Ayakkabısını çıkarmak için tek ayağını kaldırıp başını eğmesiyle birlikte alnında biriken ter şıpır şıpır yere damladı.
Yoşiro nehir kenarındaki dükkândan kiraladığı köpekle sabahları yarım saat kadar koşardı. Nehir, su seviyesi düşük olduğu zamanlarda sanıldığından çok daha uzağa varan kurşuni şeritlerden ibaretmiş gibi görünürdü. Onunkisi gibi amaçsız koşulara eskiden jogging denirdi, ama yabancı dillerden gelme sözcükler kullanımdan kalktıkça bu kelimenin yerini düşürme almıştı. Bu sözcük, “koşu tansiyon düşürür,” gibi şaka yollu bir iddiadan türemiş ve her nasılsa moda olup çıktığından herkesin diline dolanmıştı. Mumei’in kuşağındaki çocuklar, düşürme ifadesinin bir zamanlar farklı anlamlar taşıyabileceğini hayal dahi edemezdi.
Yabancı kökenli sözcük kullanımı azalsa da, yabancı sözcüklerin yazımında kullanılan katakana yazısı köpek kiralama dükkanının duvarlarını boydan boya kaplamıştı. Yoşiro, düşürme amacıyla koşuya başladığında ilkin kendi hızına güvenememiş, küçücük bir köpeğin işine yarayacağı düşüncesiyle Yorkshire Terrier cinsi bir köpek kiralamıştı ama bu hayvan ummadığı bir hızda koşmuştu. Sendeleyip düşecek gibi olduğunda, hatta nefesi kesildiğinde köpek, “Nasılmış?” der gibi dönüp dönüp ona bakıyor, küstah bir tavırla havaya diktiği burnuyla tam bir kendini beğenmişlik tablosu çiziyordu. Ertesi gün bir Dachshund denemişti, ama o da öyle tembel çıkmıştı ki iki yüz metre kadar koştuktan sonra yere yapışmıştı. Yoşiro onu tasmasından çeke çeke kiraladığı yere geri götürmek zorunda kaldı. “Yürümekten hoşlanmayan köpekler de varmış…” diye sızlandı.
“Nasıl? Yürümek mi? Evet ya, yürüyüş… Ha ha ha…” diye yanıtladı kasadaki adam, dediğini biraz geç idrak ederek. Kibirli bir gülüştü bu, ölü sözcükler arasına katılmak üzere olan “yürümek” kelimesini kullanan ihtiyara yöneltilmişti. Sözcüklerin raf ömrü zaman geçtikçe daha da kısalıyordu, üstelik yok olup gidenler yabancı dil kökenli sözcüklerle sınırlı değildi. Eski moda damgası yiyerek silinip giden sözcükler arasında yerine yenisi konulamayanlar da vardı.
Önceki hafta bir Alman kurdu kiralama cesaretini bulmuştu kendinde; bu, Dachshund’un tersine Yoşiro’yu yetersiz hissettirecek ölçüde iyi eğitimli bir köpekti. Yoşiro durduk yere heveslenip var gücüyle koştuğunda ya da ayaklarını sürüyerek ağır ağır ilerlediğinde köpek istifini hiç bozmadan ona ayak uyduruyordu. Yüzünü çevirmeden, yan gözle, “Ne dersin? Harikayım, değil mi?” dermiş gibi bir bakış atıyordu bir de Yoşiro’ya.
Yetmişini devirdikten sonra ayakları en çok takunya ve sandaletlerle rahat eder olmuştu. Çıplak ayakları bunların içindeyken sivrisinek saldırılarına maruz kalıyor, yağmur yağdığında islanıyordu, ama sessiz sedasız bunca cefa çeken tenine baktıkça benliği aklına geliyor, “Bu ayaklar tıpkı benim gibi,” diye düşünüp koşma isteği duyuyordu. Tengu’nun ayakkabılarıyla hasır sandalet benzeri bir şeyler ararken karşılaşmıştı.
Yoşiro antrede ayakkabısını çıkarmaya çalışırken sendelevip tek eliyle ahşap sütuna tutundu ve ağacın dokusunu parmak uçlarında hissetti. Yıllar, ağaç gövdelerinde halkalar oluşturarak kendilerini gösterirdi, peki zaman onun vücudunun içinde ne şekilde ilerliyordu? Yaşlandıkça, halkaları çoğalmaksızın, bir düz çizgi üzerinde de sıralanmaksızın, belki de dağınık bir çekmecenin içi gibi birikip duruyordu yalnızca. Aklından bu düşünceler geçerken tekrar sendeledi ve bu sefer sol ayağını yere bastı.
“Galiba tek ayak üzerinde durmayı hâlâ beceremiyorum,” diye söylenince Mumei gözlerini kısarak burnunu hafifçe kaldırıp, “Turna mı olmak istiyorsun, büyükdede?” diye sordu. Mumei’in balon gibi sallanan kafası, ağzını açar açmaz belkemiğinin uzantısında aniden sabitlendi, gözlerine tatlı bir huysuzluk çöktü. Bir an Buda heykelciğine benzemişti çocuk böyle, Yoshiro neye uğradığını şaşırdı ve sert bir sesle çıkışıp, “Hâlâ pijamalarla mı duruyorsun sen? Çabuk değiştir üstünü!” diyerek komodinin çekmecesini açtı. Gece yatmadan önce dörtgen katlayarak üst üste yerleştirdiği çocuk iç çamaşırları ve okul giysileri uslu uslu sahibinin çağrısını bekliyordu. Mumei kıyafetleri konusunda hep endişelenir, gecenin bir vakti kalkıp dışarı çıkacaklarını sanırdı. Gece kulübünün birinde gömleğinin kokteyl üzerine kokteyl içtiğini, pantolonunun bütün gece dans edip eve güç bela, buruş kırış döndüğünü gözünün önüne getirip tasalanırdı. Yoşiro’nun yatmadan önce çocuğun giysilerini komodine yerleştirip kilitlemesinin nedeni buydu.
“Kendin giyin. Bu defa yardım etmeyeceğim.”
Yoşiro giysileri çocuğun önüne koyduktan sonra lavaboya gidip soğuk su çarparak yüzünü yıkadı. İncecik el beziyle yüzünü silerken karşısındaki duvara baktı. Ayna yoktu. Kendi yüzünü en son ne zaman gördüğünü düşündü. Seksenine gelene değin her sabah aynada yüzünü incelemiş, burun kılları uzamışsa kesmiş, göz çevresindeki teni kurumuşsa kamelya merhemi sürmüştü.
Yoşiro el bezini çamaşır sırığına asıp mandalla tutturdu. Ne zamandır havlu yerine yalnızca el bezi kullanıyordu. Havlular yıkanınca kolay kolay kurumuyor, öyle olunca da sayıları yetmiyordu. El bezleri terasa asıldığında hafif bir rüzgârla bile havalanıyor, kısa sürede kupkuru oluyordu. Yoşiro bir zamanlar kocaman, kalın havlulara bayılırdı. Kullandıktan sonra çamaşır makinesine tıkıştırıp acımadan bolca deterjan dökerken yaşadığı zenginlik hissi, şimdi düşününce komik geliyordu. Zavallı çamaşır makinesi karnındaki ağır havluları güçlükle döndürmeye çalışır, üç yıl geçmeden de iş yorgunluğundan çürüğe çıkardı. Böylelikle ölen yüzlerce çamaşır makinesi Büyük Okyanus’a atılmış, balıklara yuva olmuştu.
On dört metrekarelik oda ile mutfak arasında iki metre genişliğinde bir açıklık vardı; burada basit bir piknik masası ile olta balıkçılarının kullandığı türden katlanabilir iskemleler duruyordu. Piknik atmosferini iyice güçlendirecek şekilde masanın üzerine maymun resimli bir vazo konmuştu, içinden de koca bir papatya sarkıyordu.
Son zamanlarda papatya yapraklarının uzunluğu on santimetreyi bulur olmuştu. Hatta halkevinde her yıl düzenlenen Krizantem Yarışması’na biri papatya ile katılmış, bu olay papatyaların krizantem olarak sınıflandırılmasının tartışılmasına yol açmıştı. “Papatyanın iriliği onun krizantem olduğuna değil,
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıTokyo’nun Son Çocukları
- Sayfa Sayısı120
- YazarYoko Tawada
- ISBN9786055903824
- Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
- YayıneviSiren Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Federico Sánchez’in Özyaşamöyküsü ~ Jorge Semprun
Federico Sánchez’in Özyaşamöyküsü
Jorge Semprun
Federico Sánchez’in Özyaşamöyküsü, 20. yüzyıla özgü Komünist Parti ideolojisi ve yaşam tarzının belirlediği bir hayata dair çarpıcı bir anlatı. Jorge Semprún’un gerçek hayatının bir...
- Uygarlığı Değiştiren 100 Kedi – Tarihte En Çok Sözü Geçen Kediler ~ Sam Stall
Uygarlığı Değiştiren 100 Kedi – Tarihte En Çok Sözü Geçen Kediler
Sam Stall
Tek bir kedinin uygarlığı değiştirmeye gücünün yetmeyeceğini düşünüyorsanız, koca bir canlı türünü tek başına yok eden Tibbles’ı duymamışsınız demektir. Ya da Pakistan ile ABD...
- Yalanlar – Bir Yoklar Romanı ~ Michael Grant
Yalanlar – Bir Yoklar Romanı
Michael Grant
Yetişkinler Tam Yedi Aydır YOKLAR. HER ŞEY BİR GECEDE OLDU. Ölü bir kız, yaşayanların arasında dolaşmaya başladı. Zil ve İnsan Ekibi, Perdido Kumsalı’nı ateşe...