İkinci Dünya Savaşı’nda Yunan Adası Meis’te hayatını kaybeden, İtalyan donanmasında dalgıç bir dedenin torunu… Diyabet eğitmeni, dalgıç, romantik, yakışıklı Giovanni’nin sürükleyici romanı…
Kitabı okurken İtalyan kültüründen küçük damlalarla ıslanacak, Yunan Adası Meis’e geçip, oradan Türkiye’nin Kaş ilçesine uzanarak, güneşin sıcaklığını, gökkuşağının tonlarını ve Akdeniz’in serin sularını yüreğinizde hissedeceksiniz…
“Daha ilk gün bitmeden sensizliğin ne kadar zor, ne kadar başa çıkılmaz olduğunu tüm hücrelerimde hissediyorum.Bugün, sensiz, deniz eskisi kadar mavi değildi, balıklar dahi suda mutsuzdu… Bugün, sensiz, gökyüzü eskisi kadar parlak değildi, hiç bulut olmamasına rağmen… Bugün, yanağımdan tek öpen kavurucu güneşti, benim içimdeki kavurucu ateşse yüreğimdeki tek ışık… Yüreğim alev alev, ama sensiz ruhum üşüyor… Bugün, kaldığın evin kapısından geçerken adımlarım geri gitti, bir an havuz başında beni beklediğini hayal ettim ama kimse yoktu… Şu anda Alessandro Safina’yı dinliyorum, sensiz aryalar coşkusunu yitirmiş… Notalar küsmüş…”
—-
GEÇMİŞE AÇILAN PENCERE: MERAK VE GİZEM…
HAZİRAN 2012
Giovanni haftaya üzücü bir olayla başladı. Hastanenin aciline getirilen bir diyabetli akşam saatlerinde maalesef yoğun bakımdan çıkamadı. Bu diyabetliyi daha önce görmemişti, tüm kayıtlı diyabetlileri tanıyordu, ancak bu diyabetlinin hastanede kaydı yoktu, emindi… Diyabeti kontrol altında olmadığı için böbreğinde ve kalbinde komplikasyonlar oluşmuştu… Doktorların tüm müdahalesine rağmen yoğun bakımdan çıkmayı başaramadı. Bu hazin gelişmenin etkisinde, Pazartesi akşamı, dünyayı sırtında taşımışçasına yorgun döndü eve. Biraz dinlenip gevşemeye çalıştı. Detaylı bir yemekle uğraşmak istemedi, pizza siparişi verdi ve terasta yedi. Bir süre kongre sunumu için bilgisayarda çalıştı, biraz kitap okuyup yatacaktı ki yatak başucundaki konsolun üzerinde duran mektupları görüp kitap okumaktan vazgeçti. Heyecanla mektupların kırmızı fiyongunu çözdü, zarfı açtı ve ilk mektubu okumasıyla dedesinin geçmişine yolculuğu böylece başladı…
10.12.1940
Sevgili Gabriella’m, umuda açılan pencerem, ay parçam…
Senden ayrılıp bu bilmediğim topraklara geleli tam on gün oldu. Şimdiden kokunu, teninin sıcaklığını, nefesini nefesimde hissetmeyi özledim.
Akdeniz’deki bu küçük adaya geldiğimden bu yana henüz hiç çatışma olmadı, endişelenmeni gerektirecek bir durum yok, beni merak etme hiç. Sana söz verdiğim gibi sık sık mektup yazacağım ve hiç gitmemişim, hep yanındaymışım gibi hissedeceksin. Buraya ilk geldiğim günden itibaren her gece sana sarıldığımı, senin kollarımda uyuduğunu hayal ediyorum, uzun uzun ipeksi, mis kokulu saçlarını okşuyor, öpüyorum. Adanın türkuaz denizinde senin mavi – yeşil gözlerini görüp, avunuyorum. Bu bilinmezliklere hayalinle göğüs geriyorum. Tek isteğim savaşın bitmesi ve yeniden eski günlerdeki gibi birlikte olmak… 1937’de yemeğe çıktığımız akşamı hatırlıyor musun? Bu sabah dalış yaparken o günü hatırladım. ‘Geçmişte bir gün, bir kurbağa adamla tanışacaksın deselerdi inanmazdım’ demiştin. Ben de, belki tanışmakla kalmayıp, bir kurbağa adamla hayatını paylaşacaksın demiştim… Bana ‘Evet’ demiştin o akşam. Üç yıl süren nişanlılık ne ağır gelmişti… Cepheye gelecek olmam nişanlılıktan evliliğe adım atmamızı sağladı. Şimdi düşünüyorum da belki de savaşın tek iyi yanı evlenmemizi sağlamasıydı… Savaş bizi kutsal bağla bağladı ama fizikî olarak ayrı düşmemize neden oldu ay parçam. Sensiz bir yarım eksik… Meğer ben seninle bir bütünmüşüm… Sürekli geçmişte yaşıyorum buralarda. Sürekli hayal ederek… Seni, geçmişimizi, geleceğimizi…
Noel yaklaşıyor, evli olarak geçireceğimiz bu ilk Noel olacak… Evli ama ayrı yerlerde… Şimdiden sana mutlu Noeller dilerim bir tanem. Yanında olup sana hediyeni verebilmeyi çok isterdim. Bunun ilk ve son ayrı geçireceğimiz Noel olması için dua ediyorum sevgilim.
Seni çok merak ediyorum. Ne olur sen de ilk fırsatta bana yaz sevdiğim. Güzel haberlerini duymaya çok ihtiyacım var. Yaşamaktaki tek gayem sensin. Umarım Antonio sana iyi bakıyordur. Antonio’nun yanında olduğunu bilmek bir nebze de olsa içimi rahatlatıyor. İtalya’ya karşı bir düşman saldırısı olması durumunda sığınağa inip saklanmayı ihmal etmeyin ne olur sevgilim. Dualarım hep sizinle…
Seni sonsuza dek sevecek olan Franco.
05.01.1941
Sevgilim, kır çiçeğim,
Senden henüz hiç mektup almadım. Senin de benim yazdığım ilk mektubumu alıp almadığını bilmiyorum. Arkadaşlardan öğrendiğim kadarıyla adaya postaların gelmesi zaman alabiliyormuş. Benden aylarca önce adaya gelen arkadaşlara henüz ilk mektupları ulaşmış. Ama ben her fırsat bulduğumda, mektuplarımı zamanında alabildiğini umarak sana yazmaya devam edeceğim. Geçtiğimiz haftadan itibaren tatbikat dalışları yapmaya başladım. Çatışma olmasa dahi düşmanların limanda su altına gizlice mayın yerleştirmiş olması ihtimaline karşı her gün dalıyorum. Ülkemin topraklarından ve kara sularından binlerce kilometre uzaktaki küçük bir adayı savunmak ilginç bir duygu. Burada bazen hedef unutulabiliyor. Böyle günlerde bazı askerler firar etmeye çalışıyor. Üstleri askerlerin adanın önemini anlamaları, görevlerine inanmaları için çaba harcıyorlar, ama ikna çabaları sonuçsuz kalabiliyor ve tekneyle yaklaşık yarım saatlik mesafedeki karşı kıyıya geçip kaçmaya çalışanlar oluyor. Askerlerimiz acil ihtiyaçlarımızı veya günlük erzaklarımızı da karşı kıyıdan temin ediyorlar. Ya biz bot gönderiyoruz, ya da onların gelmesini bekliyoruz. Zira ara sıra onlar da buraya tekne gönderiyorlar ve ihtiyaçlarımızı sipariş edebiliyoruz. Stoklu diğer tüm erzaklarımız İtalya tarafından gönderiliyor. Burada savaşın kısa sürede biteceğine ve evlerimize döneceğimize dair söylentiler dolaşıyor. Bunların söylentiden öte gerçekler olmasını diliyorum.
Seni tüm kalbiyle seven, özleyen kocan Franco.
18.01.1941
Sevgilim, neşem, sevincim, küçük dünyamın en parlak ışığı Gabriella,
Senin hayalinin ışığıyla yaşıyorum bu karanlıkta. Hani dolunayın ilk günü çiftlikte sandalyelerimizi alıp o kocaman, altın rengi topun ufuktan yükselmesini seyrettiğimiz geceler vardı ya… Hani biz evin tüm ışıklarını kapatıp saatlerce sandalyemizde mehtapla aydınlanırdık… Sen de benim cephedeki mehtabımsın, kalbimdeki ışığınla aydınlanıyorum bu karanlıkta. Ne olur sevdiğim bana yazmaya başla. Senden haber alamamak beni kahrediyor. Yazıyorsun da bana mı ulaşmıyor? Ben yazıyorum da sana ulaşıyor mu ki? Bu bilinmezlikler beni endişelendiriyor bir tanem!
Kır çiçeğim, geçen hafta büyük bir çatışma yaşadık. İngilizler havadan saldırdılar. Saldırıların karşılığını verdi uçaklarımız. İngilizlerin bir uçağı havada yanarak Akdeniz’in ortasına çakıldı. Adada kaybımız olmadı, ama diğer birliğimizin bulunduğu adaya yaptıkları saldırıda kayıplarımız olduğu haberi geldi. Önümüzdeki günlerde çatışmaların, saldırıların artacağı söylentileri yayılmaya başladı. Hepimiz tetikte bekliyoruz. İtalya’da durumunuz nedir, nasılsınız? İyi olduğunuzu umut ederek yaşıyorum… Senin Franco’n.
02.03.1941
Kalbimin sahibi, gözbebeğim Gabriella,
İlk mektubunu aldım biricik karım. Bebeğimizin olacağını yazmışsın. Ben mektubunu okurken burada yağmur yağıyordu ve bütün ufuk gökkuşağıyla çepeçevre sarılmıştı. Mektubunu okurken gözümden akan sevinç gözyaşlarım o yağmura karışıyordu… İçimdeki sevinç çığlıkları gökyüzüne gökkuşağı olarak yansıyordu… Artık kendini daha fazla kollaman gerek, bebeğimiz için, benim için. Geceleri korkular içinde gözyaşlarını tutamadığını, sabahlara kadar dualar ettiğini yazmışsın. Öyle zamanlarda bebeğimizi okşayıp sakinleş, ikimizi anlat, beni yanında hissetmesini sağla olur mu Gabriella’m. Ağlarsan, üzülürsen benim yokluğumu, senin huzursuzluğunu hisseder. Söz ver bana, güçlü olacaksın.
Beni ilk sevdiğini söylediğin günü hatırla; ‘Kendimi öylece senin rüzgârına bıraktım. Hani martılar rüzgârı göğüsleyip kanat çırpmadan süzülür ya, işte ben de senin aşkının rüzgârıyla süzülüyorum’ dediğini, ‘Hani teknenle akıntıya kapılır da kürek çekmezsin, sadece kendini bırakır, o nereye götürürse gidersin ya, ben de senin aşkının akıntısında sürükleniyorum’ dediğini, ne kadar büyük bir sevgiyle bağlı olduğumuzu anlat bebeğimize… Anlat ki yokluğumu anlamasın, ben cepheden döndüğümde beni tanısın.
Mektuplarımda sana kısa da olsa durumum hakkında bilgi veriyorum. Ben de kendimi koruyup, kolluyorum. Sen şu andan itibaren en çok bebeğimizi düşünmelisin, onun sağlıklı olması için sen de sağlığına dikkat etmelisin. Hem belli mi olur, bakarsın bebeğimiz doğmadan gelirim, yanında olurum. Bebeğimizi birlikte kollarımıza alırız.
Antonio’nun sana çok iyi baktığını belirtiyorsun, ona da minnetimi ilet lütfen. Beslenmeme dikkat ediyorum sen hiç merak etme, burada güçlü olmamız gerektiği için yemeklerimizi de kısmıyorlar. Her gün mutlaka pirinç ya da makarna yiyoruz. Elbette ki İtalya’daki lezzetler yok ama savaştayız tabii ki, tatilde değiliz. O kadarı kusur sayılmaz öyle değil mi kır çiçeğim. Özlemle haberlerini bekliyorum…
Seni tüm kalbiyle seven kocan…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü Roman (Yerli)
- Kitap AdıTi Amo Ada (Seni Seviyorum Ada)
- Sayfa Sayısı343
- YazarHikmet Gedikli
- ISBN9786051284453
- Boyutlar, Kapak14x20 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİkinci Adam Yayınları / 2013
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Yasak İlişki ~ Barbara Taylor Bradford
Yasak İlişki
Barbara Taylor Bradford
Amerikan televizyonunun otuz üç yaşındaki ünlü muhabiri Bill Fitzgerald, görevli olarak uzun bir süre Bosna'da kaldıktan sonra, savaştan bıkmış, yorgun düşmüştür. 1995 Kasım'ının son günlerinde, eski arkadaşı, Time dergisinin savaş muhabiri Francis Xavier Peterson ile buluşmak üzere Venedik'e gider.
- Yemin ~ Fatih Murat Arsal
Yemin
Fatih Murat Arsal
Adı gibi “Kara” bir geçmişi olan, tehlikeli bir adamdı o… Hayat dolu bir genç kız için asla uygun değildi. Çoğu zaman insanı sinir edecek...
- Efruz Bey ~ Ömer Seyfettin
Efruz Bey
Ömer Seyfettin
Küçük bir kalem dairesinde görev yapan Ahmet Bey, kendisini olduğundan daha asil ve saygın göstermeye çalışan, abartılı tavırlarıyla dikkat çeken bir devlet memurudur. Meşrutiyet’in...