New York Times’ın çoksatanlar listesine bir numaradan giren Gray Man, kayıp istihbarat ajanlarını ararken belanın girdabına kapılıyor.
İlk ajan br bilmece gibi ortadan kayboluyor.
İkincisi bir gizem.
Üçüncüsü ise bir komplo teorisi.
İstihbarat ajanları dünyanın her yerinde sırra kadem basıyor. Kayıp bir Amerikalı ajan Venezuela’da yeniden ortaya çıkınca Gray Man’e onu getirmesi görevi veriliyor ama suikastçılar takımının başka fikirleri var. Court hayatı pahasına ve hayati bir istihbaratla kaçıyor.
Bu arada CIA ajanı Zoya Zaharova Berlin’dedir. Görevi ise tehlikeli bağlantıları olan özel bir istihbarat şirketine sızmaktır. Cevaplara yaklaştıkça canlı kurtulma ihtimali daha da azalmaktadır.
İsrail, İran, Rus ve Amerikan hükümeti arasında kalan, Court ve Zoya bu uluslararası satrancın sadece iki taşı ve yadsınamaz bir gerçeği ortaya çıkarmak üzereler, bazen veziri almak için birkaç piyon feda edilir.
*
GİRİŞ
Ajan bir sıkıntı olduğunu sezdi; hem operasyonunu hem de kendini tehdit eden bir şey vardı ve bir tehlike içinde olduğunu anladı.
Amerikalı yıllardır hiçbir şeyi kaçırmamak, her şeyi sorgulamak üzere sahada eğitilmişti. Pek çok insan siyah ve beyaz bir dünyada yaşarken o grinin tonlarını görüyor ve onların arasından yolunu nasıl bulacağını biliyordu. Şu ana kadar bu, onu hayatta tutmuştu ama onu bu akşamki sorundan kurtaracak olan şeyi eğitiminde nasıl bulması gerektiğini henüz bilmiyordu.
Küçük bir şeydi ancak ajanın hata yapma lüksü yoktu. Durum basitçe şuydu: Hedefinin davranışları aranan biri için tamamen yanlıştı.
Hedefi de ajandı. İkisi de hayatlarının büyük kısmını bu boku yaparak geçirmişti. Hedef de gözünü dört açması gerektiğini biliyordu; bu onun şimdiye kadar karakterinin bir parçası olmalıydı ve bu sıcak Caracas akşamında tek başına sokaklardaki tezgâhların arasında dolaşan, etrafında ne olup bittiği sanki umurunda değilmiş gibi el yapımı deri ürünlere ve duvar süslerine öylesine bakan bu elli beş yaşındaki Amerikali, bunun onu bir tuzağa düşürme girişimi olabileceğini ajana ima ediyor gibiydi.
Ajan bu tehlikeye karşı aşırı tepki göstermedi. Onun yerine hafifçe sola döndü, hedefin peşinden ayrıldı ve pazara giden kalabalığı arkasında bırakarak tembel tembel bir ara sokağa girdi. Umursamaz bir tavır takınmıştı ama tüm duyuları tetikteydi, beyni hızla çalışıyor, buradan def olup gitmek için gereken bilgiyi bulmaya çalışıyordu.
Şimdi.
Pazardan uzaklaşınca hemen hızlandı.
Şimdi düşünme zamanı değildi, eylem zamanıydı ancak karanlıkta tek başına sessizce hareket ederken ajan, hâlâ neyin yanlış gitmiş olabileceğini düşünmeden edemiyordu. Nasıl bir cehenneme düşmüştü? Daha önce hiç Caracas’a gelmemişti, burası onun çöplüğü değildi ama kalabalığa, herhangi bir kalabalığa karışma yetilerine güveniyordu.
Fakat açıkçası çuvallamıştı, her şey anlamsızdı ve şimdiki tek amacı ortadan kaybolur kaybolmaz amirleriyle görüşerek operasyonun tümüne gelebilecek zararı en aza indirgemekti.
Kiralık Toyota Hilux’üne elli metre kadar uzaktaydı, araba trafiğin yoğun olduğu Calla Cecillio Acosta’nın biraz aşağısındaydı ve arabaya binip bir U dönüşü yaparsa, dakikalar içinde Francisco Fajardo ana yolunda olacağını biliyordu.
Ajan o zaman özgür olacağını düşündü.
Ama öyle olmadı.
Görünüşlerinden Venezuelalı ve kokularından hükûmete çalışan dangalaklar olduğu anlaşılan sekiz adam vardı. Polis değillerdi. Hayır, duruşlarından ve bariz öz güvenlerinden ajan onların devlet güvenlik biriminden olduğunu anladı. O otoriter havaya, o koordine olmuş duruşa sahiplerdi ve ara sokağa girdiklerinde keskin gözleri hemen ona kilitlenmişti.
Ajan silah filan görmemişti ama silahları olmalıydı. Ajan, bu durumda hiç kimsenin ona silahı olmadan yaklaşmayacağını biliyordu.
Amerikalı kendi silahını çekmiş olabilirdi; belinde bir dokuz milimetrelik Walther PPQ vardı ama bu öyle bir tür operasyon değildi. İşler sarpa sararsa birkaç yumruk atabilirdi ama Venezuelalı heriflere ateş etmeyecekti.
Onlar yaşamış mı, ölmüş mü umurunda bile değildi. Bu herifler kirli bir rejimin pislikleriydi. Ama onlara ateş edemezdi çünkü bu işi bir kan banyosuna çevirirse, amirleri onun ipini çekerdi. Gömleğinin altındaki silah uluslararası olaylar yaratmak için değildi, kaçınılmaz sokak olaylarını bertaraf etmek içindi.
Ajan çok fazla İspanyolca konuşamıyordu, bu yüzden ara sokakta yolunu kesen adamlara yeterince yaklaştığında İngilizce konuştu. “Pekâlâ beyler, bu akşam menüde ne var?”
Sert bakışlı, sade giyimli adamlardan biri ona doğru yürüdü; elleri boştu, iki yanındaydı ve vuracak kadar yaklaşınca sağ yumruğunu savurdu.
Amerikalı ajan yumruğun geleceğini önceden sezmişti. Hemen başını eğdi, adamın arkasına doğru hafifçe eğilip soluyla adamın sağ böbreğine bir tane indirdi ve Venezuelalı bir kum torbası gibi yere yığıldı.
Bir diğeri atıldı; paslanmaz çelikten bir teleskop sopasını savurdu ama Amerikalı hareketi savuşturdu, yana kaydı ve adamın çenesine bir aparkat indirdi.
Fakat bu sırada diğerleri ona yaklaşma fırsatını yakalamıştı ve ajan bir sonraki yumruğunu indiremeden üzerine çullandılar. Yumruk, tekme ve tokatla saldırıp ellerindeki küçük sopalarla vurmaya başladılar. Ajan elinden geldiğince karşılık verdi, bir dakika sonra üçüncü adamı yere indirip dördüncünün gözüne bir dirsek çaktı ama o sırada nereden geldiğini anlamadığı metal bir sopa ensesine indi. Amerikalı yere düştü, başını elleriyle korumaya aldı, cenin pozisyonuna geçti ve darbelerden korunmak için elinden geleni yaptı.
Durumu vahimdi, biliyordu ve düşünebildiği kadarıyla dayak yemeyi bir şekilde hak etmiş olmalıydı.
Amerikalı bilincini asla kaybetmedi -çetin cevizdiama zaman kavramını yitirmişti. Dayak yedikten sonra kafasına çuval geçirilmiş, bir arabanın arkasına atılmış, sürüklenmiş ve yaka paça yürütülmüştü, en sonunda da tıngırdayarak kapanan çelikten kapıları olan bir binaya götürülmüş ve kapıların kapanma sesi ona bir süre burada kalacağını söylemişti. Artık bir ajan değildi. Bir tutsaktı.
Bir odaya iteklendi, bir başka kapı ardından kapandı ve kafasındaki çuval çıkarıldı. Dört adam onu kolçaklarında demir kelepçeler olan bir sandalyeye zorla oturtup ellerini kelepçeledi.
Grubun sert görünümlü daha genç üyelerinden biri bir raftan bir şişe su aldı, açtı ve Amerikalının kafasından aşağı dökerken tutsağı rahatsız eden bir miktar teri ve kani suratından temizlemiş oldu.
Kaburgaları ağrıyordu, başının arkasında kesik vardı ve iki gözü de morarmıştı ama güçlü, kaslı bedeni hâlâ sağlam görünüyordu ve bunun için mutluydu.
Su ve kan başından aşağı akarken bir süre oturdu ve sor ra saçları kırlaşmış yaşlı bir adam önünde durup diz çöktü. “İspanyolca konuşamıyorsun değil mi?” diye sordu İngilizce.
Ajan başını salladı.
“SEBIN tarafından alındın. Kim olduğumuzu bildiğini inkâr edersen, bana hakaret etmiş sayarım.”
Tutsak SEBIN’i biliyordu ama bu adama hakaret etmekte bir sakınca görmediği için bilmediğini söyledi. “Sizi hiç duymadım. Ben turistim. Burada turistlere böyle mi davranıyorsunuz?” Sakin adamı oynuyordu ama bu bir taktikti. SEBIN, Servicio Bolivariano de Inteligencia de Nacional, yani Venezuela İstihbarat Teşkilatı’ydı; Venezuela’nın hem FBI’ı hem de CIA’yiydi ve Amerikalının daha önce durumunun vahameti konusunda şüpheleri varsa da şimdi başının büyük belada olduğunu biliyordu.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıThe Gray Man - Amansız
- Sayfa Sayısı576
- YazarMark Greaney
- ISBN9786257522540
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- YayıneviParola Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Balinalar Geldiğinde ~ Michael Morpurgo
Balinalar Geldiğinde
Michael Morpurgo
“Kuşçu insanlara büyü yapıyor. Onunla konuşmamalıyız. Bu kesinlikle yasak.” Savaş Atı, Kelebek Aslanı, Issız Adanın Kralı, Kayıp Zamanlar gibi milyonlarca okura ulaşmayı başaran kitaplarından tanıdığımız, Children’s Book Ödülü’nün sahibi İngiliz...
- Av/Bir Gece Evi Romanı ~ P. C. Cast/ Kristin Cast
Av/Bir Gece Evi Romanı
P. C. Cast/ Kristin Cast
EĞER DÜNYADAKİ EN ATEŞLİ ERKEK İSİMSİZ BİR ŞEYTAN OLARAK KENDİNİ GİZLİYORSA VE İSTEDİĞİ TEK ŞEY SİZSENİZ NE YAPARSINIZ? Çayırın kenarında, ağaçların gölgelerinin arasında bir...
- Harika Çocuk ~ Roy Jacobsen
Harika Çocuk
Roy Jacobsen
Mutfak masasında oturmuş kızartmanın soğuyan yağlarını kemiriyoruz, bütün dişlerimiz gıcırdıyor. Ardından kâğıt oyunları oynuyoruz; Linda kazanması için hiçbir şey yapmamıza gerek kalmadan kazanıyor. Masanın...