Larchfield’ın en nüfuzlu adamı Angus Russell, Harrow Hill’deki malikânesinde boğazı kesilerek öldürülmüştür. Olay mahallindeki DNA ve parmak izleri, kurbana karşı husumeti bulunan belalı Billy Tate’e işaret eder. Ancak bir sorun vardır: Tate, bir gün önce kilisenin çatısından düşerek ölmüştür.
Polis, Tate’nin cesedinin kaldırıldığı morgu kontrol ettiğinde cesedin yalnızca ortadan kaybolduğunu değil tabutun içeriden kırılarak açıldığını da keşfeder. Bu durum çok geçmeden yürüyen ölü, cehennemden gelen katil, zombi cinayeti olarak anılmaya başladığında bir zamanların huzurlu kasabası artık herkesin bir şüpheliye ve aynı zamanda kurbana dönüşebileceği korkunç bir kâbusa da uyanmış olur.
Eski meslektaşı art arda işlenen bu tuhaf cinayetleri çözmek için kapısını çaldığında Dave Gurney, ölümün ötesinden öldürme ihtimali olan bir katili avlamak üzere tüm analitik becerilerini kullanmak zorundadır.
“Verdon şaşırtıcı bir olay örgüsü yaratıp onu tatmin edici bir şekilde çözmede hiç bu kadar usta olmamıştı.” Publishers Weekly
“Ona verdiğiniz dikkati ve zamanı sonuna kadar hak eden bir yazar.” Bookreporter.com
*
1
“Görgü tanığının katilin eşkâliyle ilgili yaptığı tanımlamayı dikkatle dinleyin,” dedi Dave Gurney.
Eyalet Polis Eğitim Akademisinin konferans salonunun kürsüsünde “Görgü Tanıkları İfadelerinin Yorumlanması,” konulu seminerde konuşuyordu. Arkasındaki platforma bir projeksiyon ekranı yerleştirilmişti. Elinde tek sayfalık bir belge vardı. Hevesli adaylardan bazıları merakla öne doğru eğildiler. Hepsi onu izliyordu.
“Kayıtlara geçen bu ifade Bronx’ta bir devlet okulunda vekil öğretmenlik yapan yirmi iki yaşındaki Maria Santiago tarafından NYPD’ otoyol polisine verilmiştir:
1.Cadde ‘deki metro istasyonunun kuzey yönündeki platformundaydım. İşten eve geliyordum. Dolayısıyla saat 14 civarıydı. Cadde kalabalık değildi. Soğukkanlı görünmeye çalışan, bir hay li zayıf, siyahi bu genç de oradaydı. Üzerinde gençlerin bugünlerde giydiği türden garip giysiler vardı. Hemen yanında yaşları ondan daha büyük olan dört beyaz genç duruyordu. İnşaat işçilerine benziyorlardı. Kötü kötü siyahi gence bakmaya başladılar. İçlerinden, siyah deri ceket ve siyah kirli kot pantolonlu iri yarı genç, çocuğun giysileriyle ilgili bir şey söyledi. O da karşılık verdi. Ne dediğini tam anlayamadım ama benim gibi Puerto Rico aksanıyla konuşuyordu. Bu iri genç, aniden ceketinin cebinden bir tabanca çıkartıp çocuğu vurdu. Oradakiler dehşet içinde, çığlık çığlığa kaçışmaya başladılar. Sonra polisler geldi.’
“Bayan Santiago’nun tam ifadesi bundan biraz daha uzun,” dedi Gurney başını elindeki ifade tutanağından kaldırarak. “Ama ana hatlarıyla bu kadar. Bir kez daha okumamı isteyen var mı?”
On sıradaki bir kız aday elini kaldırdı. “Mümkünse lütfen.” Bir kez daha okudu. “Üçüncü kez dinlemek isteyen var mı?” Kimse bir şey söylemedi. Kürsüden ikinci raporu aldı.
“Şimdiki örneğimiz de yine NYPD otoyol polisine ait. Burada da cinayetin işlendiği platformdaki gözlemler aktarılmış. İfade, kırk beş yaşındaki bir benzin istasyonu sahibi John McIntyre’a ait.
Iş çıkış saatiydi. İstasyon çok kalabalıktı. Metrodan nefret ederim aslında ama arada kullanmak zorunda kaldığım da oluyor. İstasyonlar leş gibi. Pis kokuyor. Yerlere tükürüp duruyorlar. Neyse, bu çocuk da oradaydı. İşten eve dönüyordu. Bekleneceği üzere yorgun ve gergin gibiydi. Kimseye aldırmadan sakin sakin metronun gelmesini bekliyordu. Bir grup ganster-rapçi karışımı serseri de onu izliyordu. Baş belası pislikler işte. Şişkin montlu, bağcıklanı yanlarından sarkan çirkin spor ayakkabılı, aptal şapkalarının üzerine kapüşonlarını çekmiş tuhaf tipler. Çetenin lideri işinden eve dönen gence gözlerini dikti. Kötü bakışlar ve bela arayan tavirlarla çocuğu süzüyordu. Siyahi genç ters bir şey söyledi. Sonra tabancasını çekti. Bir süre boğuştular. O esnada siyahi genç kendi silahıyla vuruldu. Platformdan düştü. İğrençti. Ama silahımı çekmemeliydi sonuçta. Karmayı devreye sokarsan böyle olur işte, değil mi? Bu serserilerin de kafası iyiydi muhtemelen. Meth’ bu iğrenç tipleri tam manasıyla zıvanadan çıkartıyor.’
“Diğer ifade gibi bu da önemli noktaları tespit edilerek özetlenmiş,” dedi Gurney. “Bir kez daha dinlemek ister misiniz?”
Aynı aday bir kez daha okumasını rica etti. Gurney de onu kırmadı. Bitirince karşısındakilerin yüzlerine bakıp her iki ifadeyle ilgili bir yorum yapmak isteyip istemediklerini sordu.
İlk anda sınıf sessizliğini korudu. Sonra arka sıralardan biri “Evet, benim yorumum aynen şöyle; nereye gidersen git ama New York City’ye sakın yaklaşma,” dedi.
Birkaç kişi onu destekler mahiyette şeyler söyledi.
Gurney bekledi. “Neden bu iki ifade tutanağını seçtiğime dair bir fikri olan var mı?”
Sonunda çalışkan bir köylü çocuğu imajı uyandıran sarışın bir genç elini kaldırdı. “Otoyol polisi olmadığımız için ne kadar mutlu olmamız gerektiğini anlamamız için olabilir mi?”
Bu sözler minik kahkahalarla karşılık buldu.
Gurney bekledi.
İlk sıradaki genç kız başını kaldırıp gözlerini kısarak şüphe dolu bakışlarla ona bir süre baktıktan sonra “Bu iki ifade aynı cinayetin farklı görgü tanıklarına ait olduğu için mi?” diye sordu.
Gurney gülümsedi. Bir öğrencinin sezgilerini harekete geçirmek gününün aydınlandığı hissini doğururdu hep.
Gözlerini salondakilerin üzerinde dolaştırınca şüphe, şaşkınlik ve merak dolu ifadeler gördü. Birkaç adaysa polislere has ifadesizlik zırhının ardına gizlenmeyi deniyordu. İtirazları duymak için bir süre bekledi.
İlk itiraz, çelimsiz olsa da kuvvetli olduğu anlaşılan, küçük gözlü, somurtkan yüz ifadeli bir genç adamdan geldi. “Madem öyle hangisi yalan söylüyormuş?”
“İkisi de yalan makinesine bağlanmayı kabul etti. Sonrasında da uzmanlar her ikisinin de doğruyu söylediğini tespit etti.”
“Bu mümkün değil. Aralarında bariz çelişkiler var. Silahın kimde olduğu, kimin yalnız olduğu, kimin hangi gruba dâhil olduğu, kimin ilk fitili ateşlediği falan tamamen farklı. İkisi birden bakh olamaz.”
“Doğru,” dedi Gurney sakin bir ifadeyle.
“Ama az önce dediniz ki…”
“İkisi de doğru söylüyordu dedim. İkisi de haklıydı demedim.” “Bu da ne demek şimdi?” diye atıldı çelimsiz genç, hakkını aramanın ötesine geçen kontrolsüz bir öfkeyle. Bu kontrolsüzlük emniyet teşkilatında iyi bir kariyer yapmasının çok zor olduğunu gözler önüne seriyordu. Ama Gurney bu konuya girerek dersin akışının bozulmasını istemedi.
Tüm sınıfa hitap ederek “Size bazı bilgiler vereceğim,” dedi. “Sonra belki biriniz bana tüm bunların anlamını açıklayabilir. Toplam altı görgü tanığıyla görüşüldü ve hepsinin yazılı ifadeleri alındı. Bu ifadelere göre kavga edenlerden birinde tabanca vardı, diğeri tabancalıydı ve her ikisinde tabanca vardı. Vurulan kişi yirmili yaşlarında siyahi bir Afro-Amerikan ya da açık tenli İspanyol asıllı bir gençti. Sert görünüşlüydü, zayıftı, orta boyluydu ve kısa boyluydu. Diğer şahıs siyah bir deri ceket giyiyordu. Siyah gömleği vardı ama ceketi yoktu. Kahverengi bir yağmurluk giyiyordu. Tartışma silahın ateşlenmesinden önce beş saniye, otuz saniye ve bir dakikadan fazla sürdü. Birbirleriyle tartıştılar. Ya da aralarında hiç konuşma geçmedi.” Duraksadı. “Tüm bunlardan ne anladınız?”
“Tanrım,” diye mırıldandı çiftlikte büyümüş gibi görünen genç aday. “Görgü tanıklarının kafası güzelmiş galiba.”
Gurney omzunu silkti. “ifadeleri alan memurun görüşüne göre altı görgü tanığı da ayıkmış ve gayet güvenilir bir imaj çizmişler.”
“Evet ama… biri vurulmuş işte. Demek ki birinde tabanca varmış. İyi de hangisinde?”
Gurney gülümsedi. “Doğru yorum, yanlış soru.”
Bu; hemen sonrasında arka saradaki, saçların kazıtmış, iri yanı, vücut geliştirme sevdalısı olduğu her hâlinden belli genç
tarafından sonlandırılıncaya dek şaşkınlık dolu bir sessizliğe yol açtı. “Silahın kimde olduğunu sormak yanlış soru mu?”
“Öyle.”
Badici aday yanıt vermeden önce düşünceli bir tavırla gözlerini kıstı. Sonra “Acaba ikisi de silahlı olduğu için mi?” dedi. “Ya da…” diye yönlendirdi Gurney.
“İkisinde de silah yok muydu yani?”
“İyi ama durum böyleyse…”
Bu kez sessizliği salonun ortalarından gelen bir ses bozdu. “Başka biri ateş etmiş!”
“Tarafsız tek görgü tanığı gerçekten de tam olarak bunu ortaya koydu,” dedi Gurney.
Bu cümle salonda şaşkın bakışmalara yol açtı.
Birinin ne demek istediğini anlamasını bekliyordu.
Söze giren ilk sıradaki, ifadeleri birer kez daha okumasını isteyen aday oldu. “Bu sözünü ettiğiniz tarafsız tek görgü tanığı’ güvenlik kamerası olabilir mi acaba?”
Gurney kıza bakıp takdirle başını salladı. “Video kaydından kurbanın vurulduğu andaki konumu saptanabiliyor. Yapılan otopsiyle de kurbandaki yaranın açısı dikkate alınarak kurşunun izlediği yol ve dolayısıyla da katilin muhtemel konumu belirlendi. Sonrasında görüntüler tespit edilen yöne doğru geriye alındığında cebindeki küçük bir tabancayı andıran cismi kurbana doğru tutan genç bir adam belirlendi. Vurulma anının hemen sonrasında bu şahıs cismi cebine soktuğu gibi hızlı adımlarla istasyon çıkışına yöneliyor. Oradan nereye gittiğiyse…”
Öfkeli aday sözünü kesti. “Görgü tanıklarından hiçbirinin silahın hangi yönden ateşlendiğini duymadığını mı söylüyorsunuz yani?”
“Beynin en önemli gücü olan ani bağlantılar yaratabilme yeteneği aynı zamanda en büyük zayıflığı da olabilir. Tüm görgü tanıkları kavga eden şahıslardan en az birinin elinde bir tabanca gördüklerini düşünüyorlar. Silah sesini duyduktan hemen sonra.
Sesi ve görüneni birbirine bağlıyorlar. Beyinleri işitilen sesle birlikte görsel mantığı devreye sokuyor. Tabanca olduğunu düşündüğün bir şey görüyorsun, bir silah sesi duyuyorsun. Ve beynin otomatik bir şekilde bu ikisini birbirine bağlıyor. Aslında beynimiz neredeyse her zaman haklıdır da.”
Badici kaşlarını çatmıştı. “Ama hiçbirinde silah yoktu demediniz. Yanı… silah gördüklerini ileri süren görgü tanıkları… aslinda ne görmüşler?”
“Cep telefonu.”
Bu yanıt salonda o ana kadarki en uzun süreli sessizliğe neden oldu. Bu sözlerin salondaki çoğunluğa stres altındaki polis memurlarının yaptığı büyük hataları içeren trajik haberleri hatırlattığına kuşku yoktu.
Çiftçilere benzeyen aday şaşkınlık içinde gibiydi. “Yani, görgü tanıkları bütünüyle yanılıyorlar mıymış?”
“Evet.” dedi Gurney.
Ön sırada, tam karşısındaki aday elini kaldırdı. “Bundan nasıl bir çıkarım yapmalıyız? Görgü tanıklarının ifadesini almakla hiç uğraşmayalım mı yani?”
-Tanık ifadeleri işe yarayabilir,” dedi Gurney. “Ama burada en önemli husus tedbiri elden bırakmadan zihni her olasılığa açık tutmaktır. Görgü tanığının son derece güvenilir olsa da yanılıyor olabileceğini akıldan çıkarmamak gerekir. Çünkü bu sorun doğrudan mahkeme salonuna kadar ulaşacaktır. Görgü tanığının mahkemede verdiği ifadenin, kanıt açısından son derece zayıf olsa da ikna ediciliği bir hayli yüksektir. Bunun temel nedeni de ortada yalan söyleyen birinin olmamasıdır. Asıl sorun insanların gerçekte olmayan şeyleri gördüklerini sanmalarıdır.”
Öfkeli aday yeniden atıldı. “Kafaları pek çalışmayanlar için belki bu doğru olabilir. Dikkatsiz şapşallar. Ama ben, inanın bana, bir şeyi görüyorum diyorsam o gerçekten orada olduğu içindir.”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Polisiye Roman (Yabancı)
- Kitap AdıTepenin Laneti
- Sayfa Sayısı520
- YazarJohn Verdon
- ISBN9786257781282
- Boyutlar, Kapak14 x 21 cm , Karton Kapak
- YayıneviKoridor Yayıncılık / 2021
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Düşesin Zaferi ~ Elizabeth Loupas
Düşesin Zaferi
Elizabeth Loupas
Ferrara Sarayı yasak elma gibidir, güzel, kırmızı ve çekici, ama zehirli, çok zehirli… Rönesans İtalyası… Araf’ta kalan bir ruh ve Avusturya prensesi Barbara… Prenses...
- Çukur ~ Hiroko Oyamada
Çukur
Hiroko Oyamada
Çağdaş Japon edebiyatının gelecek vaat eden yazarlarından Hiroko Oyamada’nın kaleminden hem Franz Kafka hem Komşum Totoro esintileri taşıyan Akutagawa ödüllü bir roman: Çukur. Oyamada,...
- Gül Ağacı Sokağı ~ Debbie Macomber
Gül Ağacı Sokağı
Debbie Macomber
Her şeye rağmen hayatımızı anlamlı kılan insanlar varsa yaşamak için hâlâ bir sebebimiz var demektir… Sevgili Dostlarım, Cedar Cove’a hoş geldiniz! Olivia, Grace, Charlotte,...