Bu kitap, ırkçılığa ve ırk kuramlarına bir giriş niteliğindedir. Bu kitapta, Kant, Marx, Levi-Strauss ve Fanon ile beraber, çağdaş düşünürler Foucault, Balibar ve Bernasconi’de ırk kuramlarının izi sürülmektedir.
Irkçılığın tarihsel ve ekonomik kökenleri nelerdir? Milliyetçilik ve cinsiyetçilikle ilişkisi nedir? Irkçılık kapitalizmin ürünü müdür, yoksa insanlık tarihinin bir parçası mıdır? Aristoteles‘e göre ‘barbarlar’ın kölelik için doğması ne anlama gelir? Ksenofobi, yabancı düşmanlığı ve ırkçılık aynı şey midir?
Tüm bu sorularla birlikte bu kitapta, Türkiye’de ırkçılığın ekonomik ve kültürel kökleri ve farklı görünümleri sorgulanmaktadır.
İÇİNDEKİLER
Yeni Baskıya Önsöz 11
Birinci Bölüm
Irk Kavramı ve Kuramları 15
1. Irk Kavramı 15
2. Irk Kuramları 22
İkinci Bölüm
Antikçağda Irkçılık Var mıydı? 38
1. Antik Yunan ve Mısır 41
2. Antisemitizm Irkçılık mıdır? 49
Üçüncü Bölüm
Irkçılığın Tarihsel ve Ekonomik Kökleri 54
1. Irkçılığın Ekonomik Politiği 56
2. Ucuz Emek Gücü ve Sermaye 62
Dördüncü Bölüm
Irkçılık ve Ksenofobi 66
1. Başka Olandan Korkma 66
2. Ksenofobi Kavramı 69
Beşinci Bölüm
Irkçılık ve Cinsiyetçilik 73
1. Foucault’da Cinsellik ve İktidar 73
2. Biyo-iktidar 80
3. Irkçılık ve Cinsiyetçilik Aynı İdeoloji mi? 84
4. Kadın ve Irkçılık 87
Altıncı Bölüm
Irkçılık ve Milliyetçilik 94
1. Ulus Devlet ve Milliyetçilik 99
2. Meta Olarak Kitap ve Dil 104
3. Milliyetçilik ile Irkçılık Arasındaki Ayrımlar-Bağlar 107
Yedinci Bölüm
Yeni Irkçılık 115
1. Fanon ve Kültürel Irkçılık Eleştirisi 116
2. Lévi-Strauss’ta Irk ve Kültür 121
3. Farkçı Irkçılığın Misilleme Etkisi 127
Sekizinci Bölüm
Türkiye’de Irkçılık 129
1. Irkçı İdeoloji Transfer Ediliyor 131
2. Türkiye’de Irkçılık Daima Kültüreldir 136
3. Ekonomik Rekabet Irkçılığı Yaratıyor 140
4. Irkçı Tarihi Hatırlatıyor 142
5. Türkiye’de Irkçılık Evrenselci Değildir 143
Kaynakça 147
Dizin 154
Yeni Baskıya Önsöz
Irkçılık sorununu bir araştırma alanı olarak ele almam, doktora tezimi hazırlamak için yurtdışında yaşadığım yıllara kadar geri gidiyor. Yurtdışında günlük hayatta gözlediğim ve sıklıkla da muhatap olmak zorunda kaldığım birtakım davranışların asıl nedenini görmek, yeni bir teorik sorunu konu edinmemi de getirdi. Aynı yıllarda ırkçılık, verdiğim derslerin önemli başlıklarından biri oldu. Konuşmak için çağrıldığım toplantılarda da fırsat buldukça ırkçılığı anlatmayı denedim. Yine o tarihlerde Irkçılık Nedir? başlıklı bir makale yazdım. Geçen zaman içinde ırkçılık sorununa ilişkin okumalarımı sürdürdüm. Irkçılık Nedir? başlıklı makale bu kitabın bir taslağını oluşturdu.
Kitabı hazırlarken, ulaşabildiğim Batılı kaynakları kullanmaya özen gösterdim. Bu kaynakları kullanarak tartışmayla yetinmeyip sorunu sürekli Türkiye’yle ilişkilendirmeye çalıştım. Bununla Batı’da geliştirilmiş tezleri tartışarak Türkiye’ye aktarmaktan daha fazla bir şey yapmayı hedefledim. Umarım bu çabada başarılı olmuşumdur. Yine bu çalışma tarzım birçok farklı disiplin alanında okumalar yapmama yol açtı. Değişik disiplinlerde okuma yapmak, yorucu olduğu kadar haz veren bir çalışma da aynı zamanda. Özellikle tarih okumalarını büyük bir zevkle sürdürdüğümü söylemeliyim. Okumalarımın farklı disiplinlere doğru genişleyerek sürmesi, kitabın hedeflediğim zamandan daha geç bitmesini de berbaberinde getirdi. Değişik alanlardan toparlanan bilgilerle iş görmek, kuşkusuz, hata yapma ihtimalini de artıran bir durum yaratır. Hatalarım olmuşsa sorumluluğunu şimdiden üstleniyorum.
‘Biz’ ve ‘onlar’ ayrımı kuşkusuz, tarihin derinliklerinden beri var. İnsan toplulukları kendi aidiyetlerini ‘başkası, öteki’ üzerinden oluşturuyor. Antik Yunan’ın barbarlar ayrımı bunun klasik örneklerinden biri. Ancak, bu ve benzeri ayrımların ırkçılık olduğunu söylemek mümkün değil. Irkçılık, dışlayıcı bir pratik olarak, sömürgecilik döneminde ortaya çıkıyor. Yeni Dünya’da plantajlarda muazzam bir emek gücü birikiyor. İlk hâliyle ırkçılık, plantaj aristokrasisinin ideolojisi olarak ortaya çıkıyor. Bu dönemin ırkçılığı, kapitalist üretim ilişkisi içinde kullanılan köle emeğini açıklamayı sağlıyor. Buna ihtiyaç duyuluyor, çünkü kapitalist üretimde ücretli-özgür emek söz konusu, köle emeği kullanmanın kapitalizmde olmaması gerekiyor. Sömürgecilik döneminde ırkçılık biyolojik özelliklere gönderme yaparak işliyor ve son derece vahşi şekilde.
Irkçılık, kapitalist üretimin kölecilik dönemine özgü bir ideoloji olarak sınırlanamaz. Irkçılığın nereden kaynaklandığını tespit etmek için üretim tarzına bakmak gerekiyor. Kapitalist üretim ilişkileri, kendi işleyişi içinde ırkçılığa mecbur. Bunu ortaya koymak için ‘değer yasası’ üzerinde yoğunlaşan bir sorgulama gerekiyor. Irkçılığın köklerinin kapitalist üretim tarzından kaynaklandığını göstermek, yine ırkçılığın uydurulmuş, kurmaca bir ideoloji olmadığını da en etkin şekilde sergilemeyi sağlıyor. Aynı zamanda bu nokta, ırkçılığın diğer dışlama ideolojileriyle farkını ve bağlarını kavramayı mümkün kılıyor. Irkçılığın çoğu zaman kendisiyle karıştırılan milliyetçilik, şovenizm, cinsiyetçilik benzeri ideolojilerle aynı şey olmadığının görülmesini sağlıyor.
Irkçılığın kapitalist üretim tarzından ve ilişkilerinden kaynaklanması, kapitalist üretim tarzının hüküm sürdüğü her yerde olduğunu iddia etmeyi getiriyor. Dolayısıyla ırkçılık, Batı’ya özgü bir ideoloji değil. Ama bunu tespit etmek, ırkçılığın her yerde birebir aynı modele dayanarak şekillendiğini ileri sürmek de değil. Türkiye’de de keskin bir ırkçılık var. Ama Türkiye’deki ırkçılık, Batı’daki klasik formundan farklılıklar gösteriyor. Türkiye’deki ırkçılık başlangıçtan beri biyolojik özelliklerden çok, kültürel gösterenlere işaret ederek çalışıyor. Yani ‘yeni ırkçılık, kültürel ırkçılık’ tanımlaması içinde anlatılan özellikleri taşıyor.
Refah toplumlarında yükselen ırkçılığı, kriz dönemleriyle ilişki kurarak düşünmek gerekiyor. Bu dönemlerde ırkçılık daha da azgın bir hâl alıyor. Krizin etkisiyle yoksullaşan kitlelere, bunun sorumlusu olarak göçmen işçiler gösteriliyor. Bu, göçmen emek gücüne karşı bir öfkenin birikmesini sağlıyor. Böylece kapitalizm kendi yapısal krizini, yarattığı ‘günah keçileri’ üzerinden açıklıyor ve gerektiğinde bu göçmen emek gücünü üretim süreçlerinin dışına atmayı deniyor. Bütün bunlar daha uzun yıllar ırkçılığın üzerinde düşünmemiz, yazmamız ve dahası mücadele etmemiz gereken bir ideoloji olarak varlığını sürdüreceğini gösteriyor.
Yaklaşık yirmi yıl önce elimdeki çalışmaları bir kenara bırakarak bu kitabı yazdım. Bunun nedeni Türkiye’de de ırkçılığın giderek artan bir sorun olacağını tespit etmemdi. Yanılmış olmak isterdim! Şimdi de aynı gerekçeyle sürmekte olan çalışmalarımı bir kenara bırakıp, kitabın gözden geçirilmiş yeni baskısını hazırladım.
Yeni baskıyı hazırlarken, benim kitabımın yayımlanmasından sonra, Batı’da çıkan kitaplardan dikkatimi çekenleri gözden geçirdim. Bunlardan sınırlı da olsa eklemeler yaptım. Kitap, ırkçılığı teorik olarak tartışan bir eser olduğundan, güncelliğinden bir şey kaybetmedi. Umuyorum ki kitap, günlük hayatta tanık olunan dışlama pratikleri karşısında, “Irkçılık nedir?” diye soranlara cevap bulmada yardımcı olmaya devam edecek.
Kitabı hazırlarken bitirdiğim her bölümü, 2002-2003 dönemi yüksek lisans öğrencilerimle tartıştım. Onların eleştirilerinden elimden geldiğince yararlanmaya çalıştım, öğrencilerime dikkatli okumaları ve eleştirileri için teşekkür ediyorum. Yurtdışındaki dostlarım ihtiyaç duyduğum her kitabı, makaleyi bana ulaştırarak yardımlarını esirgemediler. Yurtdışındaki dostlarıma bu destek için teşekkür ediyorum. Başta Ebubekir Demir olmak üzere kitabı yayına hazırlayan Fol Kitap çalışanlarına teşekkür ediyorum. Hür
Sinan Özbek
İstanbul 2021
Birinci Bölüm
Irk Kavramı ve Kuramları
Irkçılık diskurunda ırk kavramının dil tarihi açısından ele alınıp sorgulanması genellikle verimli bir yol olarak görülüyor. Bu, bence de ırkçılık konusunda derinleşme savındaki bir çalışmanın izlemek zorunda olduğu yoldur. Peki, ırk kavramı üstüne dil tarihi bağlamında ortaya konulacak çaba neyi sağlayacaktır? Öncelikle ırkçılık tartışmasının anahtar kavramı olan ırk kavramının meydana çıkması, tartışmanın kendisinden oldukça eskidir. Irk kavramı, Immanuel Geiss’ın tespitiyle, tıpkı bilinç ve bilinçaltında olduğu gibi, çağdaş dilde de iyi okunması, çözümlenmesi gereken derin izler bırakmıştır. Kavram üstüne dil tarihi açısından yapılacak yoğunlaşma, derinleşme işte bu çözümleme işlemine yardımcı olmalıdır. Geiss’a göre ırk kavramının tarihini aydınlatmak, ırkçılığın tarihini anlama açısından doğrudan önem taşıyor. Geiss’ın bu düşüncesinden hareket ederek önce, ırkçılık diskusyonunun çok daha yoğun olarak sürdüğü Batı dillerinde ırk kavramını, dil tarihi açısından sorgulamayı deniyorum. Bunu, Türkçedeki ırk kavramını sorgulama izliyor.
1. Irk Kavramı
Irkçılığa ilişkin çalışmalarıyla ve özellikle kuramlarıyla öne çıkmış filozoflar, araştırmacılar ırk kavramının Batı dillerindeki kökeni konusunda anlayış birliği içinde değiller. Tartışmanın Fransa’daki önemli ayaklarından biri olan Albert Memmi, ırk (race) kavramının Fransız diline 15. yüzyılda girdiğini, dolayısıyla yakın zamanlara ait olduğunu söylüyor. Memmi’ye göre race sözcüğü, Latince ratio kavramından türemiştir ve bugünkü kullanımında hâlâ ‘kronolojik düzen’ yüklemini içermektedir. Doğrusu Memmi’nin, ırk kavramının Latince ratio kavramından türediğini savunması, dayanaktan yoksun ve keyfî bir yaklaşım gibi görünüyor.
Kavramın Geiss tarafından yapılan etimolojik çözümlemesi, daha inandırıcıdır. Geiss, kavramın 13. yüzyıl Roma diline kadar geri götürülebileceğini vurguluyor. Irk kavramı; İspanyolcada raza, Portekizcede raca, İtalyancada raza şeklinde kullanılıyor. 16. yüzyılda Fransızcadan İngilizceye bir değişikliğe uğramadan race şeklinde geçen kavram, daha sonra Almancaya da aynı şekilde giriyor. Kant da kavramı bu hâliyle kullanıyor. Daha sonra sözcük, 19. yüzyılda Almancalaştırılıyor ve rasse şeklini alıyor. Buna kavramın Rusçada raca şeklinde kullanıldığını da eklemek gerekiyor. Bu benzerlik kavramın Batı dillerindeki serüvenini Rusçada da sürdürdüğünü gösteriyor. Kavramın serüveni Rusçayla bitmiyor, bu kez Rusça üstünden değişime uğramadan Tatar diline geçiyor. Öte yandan Geiss, Memmi’nin tersine, kavramın Latince kökenli değil, Arapça kökenli olduğunu belirtiyor. Buna göre, Arapçada ‘kafa’, ‘kabile şefi’ anlamı taşıyan ras, race kavramının geri götürülerek bağlanabileceği terim oluyor. Yine Geiss’a göre Avrupa’da kavramın ilk kez İspanyollar ve Portekizliler tarafından kullanılmış olması, bu ulusların Araplarla olan yakın ilişkileri göz önünde tutulduğunda, yukarıda dile getirilen tezi güçlendiriyor. Bilindiği gibi Bedeviler, soya özel bir önem veriyor; onlarda bireyin bağlı olduğu topluluk ve aşiret soyla (geneloji) belirleniyor. Aynı zamanda aşiretin kim tarafından yönetileceği de soyla ilişki içinde kararlaştırılıyor. Okuma yazma bilmeyen bu göçebe topluluklarda her birey, kendi kökenini kimlik ispatı olarak ezbere bilmek durumundadır. Kuşkusuz, soy ya da köken diğer birçok insan topluluğu için de önemli olageliyor, ‘soylular’ın üstün olduğu düşüncesi varlık alanı buluyor. Geiss, İspanyolların soyluluk onuru anlayışı ile Arap Berberilerin ras strüktürü anlayışının coğrafi buluşmayla kaynaştığı savını öne sürüyor. Bir başka kuşatımla reza, reca aynı zamanda bir ailenin soylu oluşunun, soylu bir kan taşıdığının kanıtı olarak generasyonla eşanlamlı olarak kullanılıyor.
Üzerinde birlik sağlanamayan bir diğer nokta da kavramın ilk belirleniminin nasıl olduğuna ilişkin. Geiss’a göre, kavram ilk önce aristokratlara ve kral ailesine ilişkin kullanılıyor. Ama zamanla bu anlam tam karşıtı bir içerikle yer değiştiriyor. Artık kavram, ‘aşağı’ olan, ‘soylu’ olarak görülmeyen grupları tanımlamak için kullanılıyor. Örneğin bağımsız olmayan köylüler ya da kötü, değersiz olduğuna karar verilmiş insanlar bu kavramla tanımlanıyor (das races maudites). Daha sonraki süreçlerde ırk kavramı, hayvanlar âlemine taşınıyor ve hayvancılıkta sınıflayıcı bir kategori olarak kullanılıyor. Kavramın hayvanlara ilişkin ilk kullanımı safkan at üretimine ilişkin. Bu noktada Arapların ata verdikleri özel önem ve Ortaçağdan Yeniçağa kadar safkan Arap atlarıyla da anılıyor olmaları göz önünde bulundurulmalı. Geiss’a göre ırk kavramının hayvancılığa taşınış tarzı, kavramın Arapça ras kavramından türediği savını güçlendiren bir başka kanıt oluyor. Memmi ise bu yaklaşımın tam tersini savunuyor, ırk kavramının asıl kaynağının hayvancılık olduğunu ve 17. yüzyılda insana ilişkin kullanılmaya başlandığını söylüyor.
1.1. Türkçede Irk Kavramı
Bütün bunlardan sonra ırk kavramının Türkçedeki izini sürmeyi deniyorum: Bazı sözlükler Türkçedeki ırk sözcüğünün Arapça olduğunu ve ‘kök’ anlamında kullanıldığını yazıyor. Arapçada asl kavramı da ‘asıl’, ‘soy’ anlamına geliyor.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Düşünce-Genel Felsefe
- Kitap AdıTeori ve Pratikte Irkçılık
- Sayfa Sayısı160
- YazarHür Sinan Özbek
- ISBN9786257307376
- Boyutlar, Kapak13.5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviFol Kitap / 2021