Aşkla doğar Teo, mavinin yeşille buluştuğu, güneşin dalgalarla öpüştüğü bir sahil şehrinde. O dört yaşındayken amansız hastalığa tutulduğunda, anne babası ve kız kardeşleri korkuya değil, eşi az bulunur sevgi ve fedakârlığa sarılırlar. Hepsinin gözbebeği olan Teo ise bir ömür sürecek acılarını, ıstırabını; içinde taşıdığı olgun ruh aracılığıyla bambaşka bir boyuta, yaşam aşkına ve sanata dönüştürür. Bedenen, ruhen yaşadığı her duyguyu çizgilerde ve renklerde anlatır. Kimsenin bilmediği diğer hayatının esintilerini nakşeder resimlerinde.
Umudu henüz küçücükken çalınmış bir çocuk nasıl olur da böylesine umutla yaşayabilir? Bir aile “son”a karşı nasıl bu kadar büyük bir sevgiyle kavga verebilir? Bu dünya yaşamı, tek yaşamımız mıdır?
Bunları anlatıyor Teo… Ve bizlerin, ruhu olan insanlar değil, insan bedeninde tecrübe kazanan ruhani yaratıklar olduğumuzu… Ölüm değil, hep yeniden kavuşma, yeniden bir keşfediş var yaşamın ucunda.
“Ama biliyor musun, sana en yakın meleğin kimdi? Seni en çok kucaklayan, kollarına alıp uyutan, sen ağrılarından sıyrılıp derin uykuya gidene kadar yanında uzanıp bekleyen, sen daldığında da nefesini dinleyerek gecelerini uykusuz geçiren… Annen…”
*
Sevgili Teo’nun hayatını / hayatlarını kutlamak için yazdığım
bu romanımı yine Teo’ya adıyorum.
Sevgili Okurlarım,
Farkında olalım olmayalım, hiçbirimiz tek bir hayat yaşamıyoruz. Tek yaşamımız diye bildiğimiz bu dünyada bile defalarca farklı hayatları kucaklıyor, farklı boyutlardan geçiyoruz. İçimiz dışımız devinimde. Sürekli akış içindeyiz, devamlı yenileniyoruz; kâh bilinçli kâh bilinçsiz. Bazen daha iyi, bazen daha kötü oluyoruz. Bazen mükemmel, bazen bedbin hissediyoruz. Çoğalıyoruz, sonra yok oluyoruz ya da yok olduğumuzu zannediyoruz. Anaforla yer değiştiren sular gibiyiz; ruhlarız esasında, kâh ağır ve sakin kâh baş döndürücü bir hızla yenilenen. Çok kez öyle olduğu, bazen de öyle olması gerektiğine inandığımız için yola devam ediyoruz, nasıl değiştiğimizi, bize neler olduğunu sorgulamadan sürükleniyoruz. “Hayat bu” diyoruz, en sadesinden, kabullenirken yaşadığımızı. İsyan etsek bile, kimi “tevekkül” diyor kabullenişine, kimi “kader”, kimi “alın yazısı”, kimi “yazgı”. Sonra “kısmet” var, “şans” var yaşam yelpazemizde tanımladığımız. Bunların her birini fark ettiğimizde, düşündüğümüzde ya da dile getirdiğimizde esasında yeni bir hayatın başlangıcında olduğumuzu algılayamıyoruz birçoğumuz. Hatta genellikle o yeni hayatın içine dalmış olduğumuz fark edilmiyor bile, ta ki o bize kendinden işaretler verene kadar.
Evet, her yenilikte, her değişimde, hayatımız aslında bir önce olabileceğinden farklı bir istikâmete doğru gider. Doğumlar, karşılaşmalar, buluşmalar, ayrılıklar, aşklar, mutluluklar, kırgınlıklar, kutlamalar, kazalar, hastalıklar, sakatlıklar, ölümler… Hepsi ama hepsi bizi bunlar olmadan önce yaşadığımızdan farklı bir hayatın içine alır. Yeni hayatlar da bu karşılaşmaların, ayrılıkların, buluşmaların, ölümlerin nedenlerine ve gerçekleşme biçimlerine göre şekillenir.
Yani sürekli bir hayatımız biter, bir başkası başlar. Sadece kişinin kendisini, yaşamındakileri, yanındakileri etkilemez yeni hayatlar. Uzağındakileri, sevdiklerini ve sevmediklerini dahi içine alır. Hepimiz er ya da geç, o veya bu şekilde değişikliği fark ederiz de bunun başka, bambaşka yazılmış bir hayat olduğunu çoğumuz algılayamayız.
Bazen bir uçurtmayı uçururken değişir hayatımız, bazen bir yunusla koyun koyuna yüzerken, bazen sevdalandığımızda, bazen bir omuza yaslandığımızda; bir bakmışsınız koyun güderken, uykuya ya da ameliyat masasına yatarken, bir sevdiğimiz acı çektiğinde ya da son nefesini verirken. Sonu ve sınırı yoktur değişen hayatların. Yaşadığımız kadar değişir hayatlar ve biz yeni hayatları solumaya devam ederiz. Kâlbimizin de bir hafızası olduğunu bilmez ve bilincimizin, bireyselin yanı sıra kolektif bütünlüğü ve yaşamı olduğunu irdelemez çok kişi.
Bir de evveli var bu hayatların ve ondan daha evveli. Sonrası var, daha da sonrası… Esasında bu ayrımlar yine bu yeryüzü dünyasına ait. Evrende böyle bir sıralama yok. Hepsi aynı zamanda, bizden bizler yaratan, çoğaltan, insan için algılaması zor, farklı ama aslında başlangıcı ve sonu olmayan zamanlı evren. Farklı mekânlarda, farklı yaşamlarla, farklı boyutlarda devam ettirdiğimiz. Her yeni hayatta bir evvelkini unutuyoruz, yeni hayatımıza uyum sağlamanın telaşında. Bütün eski yaşamımız, yaşamlarımız bizde kalıyor, bizimle seyahat ediyor, sadece biz hatırlamıyoruz.
Yeni hayatlarımızda yepyeni insanlar tanır, taze bağlar kurarız. Bazen içimizden biri eski hayatını hatırlar ve diğerine anlatmak ister. Ya da biz bir diğerini merak eder ve onun geçmişine ulaşırız.
İşte Teo’nun romanı da böyle bir buluşma, buluşmalar neticesinde yazıldı. Hepimiz için zor bir yolculuktu. Ben bu buluşma sayesinde evrenin diğer yolculuklarını tanıdım, bugüne kadar çalmadığım kapılar açıldı, farklı boyutlarda dolaştım.
***
“Bütün bilgi yıldızlardan gelir; evrenin hafızasından. İnsanoğlu fikir keşfetmez veya yaratmaz; o fikirler zaten oradadır ve sadece onları yakalar insanoğlu” demiş fizikçi ve kimyager Paracelsus. “Hepimiz yıldızlardan geldik, yıldız tozlarından ibaretiz ve yıldızlara döneceğiz” demiş filozof Carl Sagan. Mevlâna Celâleddin Rûmi ise şöyle dile getirmiş: “Bizler tene sarılmış yıldızlarız. Peşinden koştuğun o ışık her zaman senin içinde.” Bu defa sizlerle yeryüzü dünyamızın, belki size komşu bir coğrafyasından, belki de komşu bir evinden ama aynı zamanda yıldız tozlarından, evrenin Akaşa Kayıtları’ndan akıp gelen bir öyküde buluşuyoruz. Akaşa Kayıtları evrenin ortak ruhsal hafızası. Zaman içermiyor. Çünkü evren zamansız. İnsan yaşamı bir enerjiden ibaret ve yine enerjiden oluşan bir kayıta giriyor bütün yaşanmışlığıyla. Ruhların titreşimleriyle olaylardan, duygulardan ve öğrenilen derslerden oluşan kayıtların yer aldığı bilinç boyutu Akaşa Kayıtları. İnsanoğlu, her ne kadar bu dünyayı esas gerçeği ve bedenin görevini tamamlamasını ise ölüm, bitiş, sonlanış diye kabul etsede, aslında beden ruh için yalnızca yeryüzü boyutundaki tecrübeleri edinmek üzere giydiği bir giysidir. Esasımız, özümüz beden değil, ruhtur ve ruh saf enerjiden ibaret olduğu için ölümsüzdür, sonsuzdur. Bizler ruhu olan insanlar değil, insan bedeninde tecrübe kazanan ruhani yaratıklarız.
Beden hastalanan, zayıf düşen, yaralanan, acı çeken, ölen, çürüyendir. Giysisini terk eden ruh ise, içinden çıkıp geldiği sonsuz ışığa, kendi sonsuzluğuna geri döner ve Gaia’da tecrübe edindiği, yaşadığı ne varsa hepsi o büyük enerji evreninde çoktan kayda geçmiştir. Bu romanımı yazarken önce sadece sevgili Bilgen ailesini huzura erdirmek amacıyla çalışmaya başladığım Akaşa Kayıtları zamanla Teo hakkında sürpriz, muhteşem bir veri kaynağı oldu. Benim için senelerdir geliştirmeye çalıştığım spiritüel dünyamın kuantum fiziğiyle birleşmiş hali Akaşa Kayıtları. Bu muhteşem kütüphaneye ziyaretlerim ve meditasyonlarım bana daha önceden hep hissettiğim, algıladığım ama tam adlandıramadığım; yaşam-ölüm, ruhani-metafizik alanlarında, rüya–berrak rüya konularında bambaşka bir farkındalık getirdi, önüme yeni âlemler açıldı. Hiçbir romanımı bitirdikten sonra başlamadan önceki Nermin olamadım, biliyorum. Bir yandan yazarken, satır aralarındaki duygular, acılar, heyecanlar, tebessümler, gözyaşları bende kalır hep, benden de birçok şey sayfaların arasına saklanır, ta ki okurlarım kitabın kapağını açıp çevirmeye başlayıncaya kadar. O zaman onların gözlerinden yüreklerine akarım, kahramanlarımla beraber.
Bu kez, Teo’yu anlatmak üzere çıktığım bu serüven benim için özellikle ruhani yönden benzersiz bir yolculuk oldu. Şimdi siz, sevgili okurlarımla paylaşırken, bu yolculuğun sizin dünyalarınıza da farklı pencereler açacağını umuyorum. Özellikle sonsuzluğa gitmiş sevenleriniz varsa, onlar için yastaysanız ya da yasınız biraz soluk almış ama siz hâlâ hasretlerdeyseniz.
Teo’nun peşinde kendi zamanlarımın da, kâinatın zamansız sonsuzluğunda tekrarlandığını keşfettim. Artık “ölüm”ün bir durum değil, sadece değişen bir hayatın ifadesi olduğunu biliyorum. İşin garip yanı bu bilgileri edinirken ve sevgili Bilgen ailesini huzura kavuşturmaya çalışırken, kısa bir süre sonra sevdiceğim, canım kocam, sevgilim, aşkım Tolgacığımın aniden sonsuzluk boyutuna yolculuğa çıkacağı ve bu serüvende edindiğim bilgilerin derin acıma, çaresiz hüznüme, hasretime ve yasıma teselli olacağı aklıma gelmezdi. Hayat kesinlikle bir tesadüf değil. Şayet son bir buçuk senedir Teo’nun, boyutlar, zamanlar arasındaki yolculuklarını anlamak ve anlatmak üzere çalışmasaydım, Tolgamı uğurlamam da bu kadar isyansız, bu kadar tevekkülle olamazdı. Teşekkürler Teo!
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıTeo
- Sayfa Sayısı448
- YazarNermin Bezmen
- ISBN9786256666726
- Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
- YayıneviDoğan Kitap / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Ustam ve Ben ~ Elif Şafak
Ustam ve Ben
Elif Şafak
Öğrenme aşkıyla geçti ömrümüz, aşkı öğrenemesek de… Tarihimizin en önemli ve çalkantılı dönemlerinden biri olan 16. yüzyılda İstanbul… Hindistan’dan gelen beyaz bir fil ve...
- Sevgili Yalnızlık ~ Seyfettin Araç
Sevgili Yalnızlık
Seyfettin Araç
“Ben insanları anlayamadığım için canım acıyor, insanlar beni anladıkları için canımı yakıyorlar.” Ben sonsuz yalnızlığa inanıyorum, iklimlere, mevsimlere, kuşlara ve sokaklarda oynayan çocukların masumiyetine...
- Rüzgâra Dokunmak ~ K. Kübra Berk
Rüzgâra Dokunmak
K. Kübra Berk
Siz her şeyi geride bıraktığınızı düşünmenize rağmen, geçmişin izlerinden kaçmak ne kadar mümkün? Rüzgâr Ulu, asistan doktor olarak çalıştığı hastanede sıradan bir hayat süren...