Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Telekız
Telekız

Telekız

Tanguy Viel

Telekız patriyarkanın ve politik bir gücün karşısında, “rıza” denen şeyin nasıl aşınabileceğini anlatan cesur bir roman. Fransa’da küçük bir kent ve burada oluşan tuhaf…

Telekız patriyarkanın ve politik bir gücün karşısında, “rıza” denen şeyin nasıl aşınabileceğini anlatan cesur bir roman.

Fransa’da küçük bir kent ve burada oluşan tuhaf bir üçgen: en tepede Laura, yirmi yaşında, terk ettiği memleketine dönmüş, evsiz ve parasız; bir yanda babası Max Le Corre, ünlü boksör ve ringde olmadığı zamanlarda belediye başkanının şoförü; karşı köşede parlak siyasetçi, deneyimli belediye başkanı Quentin Le Bars… Bir gün Max, kendince masumane, kızı için belediye başkanından yardım ister: Laura’nın kalacak bir yere ihtiyacı vardır. İşte o andan sonra işler çığırından çıkar. Şimdi Laura, iki polis memurunun önünde, onların ikna olmaz ve şüpheci tavırlarının karşında yılmayarak, bir şikâyet dilekçesi yazdırmaktadır.

Tanguy Viel karanlık ve gerilimli atmosferler yaratmadaki maharetini bir kez daha gösteriyor.

“Temel gücünü üslubundan alan bir romanı övmek zor iştir. ‘İşte Tanguy Viel, mükemmel!’ demek istersiniz. Çünkü Viel üslubu diye bir şey var, tüm büyük yazarlar gibi.”
Mohammed Aïssaoui

*

Birinci Bölüm

1

Hiçbiri ona o sabah nasıl giyindiğini sormadı, ama o açıklamakta ısrar etti, beyaz spor ayakkabılarından başka ayakkabısı yoktu, ama duruma hangi elbisenin ya da pantolonun uyacağını biliyordu, dudaklarına süreceği parlak kırmızı ruju da öyle, şafaktan beri bunu düşünüyordu çünkü. Eski kentin tam ortasında, yayalara ayrılmış büyük meydandaki Univers’in taraçasına oturmuştu, arkasında, yüksek taş binanın cephesinde iri harflerle yazılmış “BELEDİYE SARAYI” yazısı okunabiliyordu, daha yukarıda ılık havada dinlenen, uyuyakalmış bir bekçi gibi, üç renkli bayrak. Birazdan büyük avlu kapısından geçecek, şatonun, yani eski bir şato olan sarayın taş döşeme avlusunu aşacak; burası uzun süreden beri belediye binasına dönüştürülmüş durumda, ama onun için fark etmezdi, öyle diyecekti: Belediye başkanıyla ya da şatonun kralıyla randevusu olduğunu söyleyecekti, kafasında ikisi arasında hiç fark yoktu – hangisi olursa olsun aynı heyecanı duyardı, ilk kez ayak basacağı büyük hole girince aynı biçimde yüreği sıkışırdı, o yaklaştığında otomatik kapıların kendiliğinden açılmasına da şaşırırdı, sanki hendeğin üzerine doğru yavaşça alçalan bir iner-kalkar köprüyle karşılaşacak, siyah takım elbiseli bir korumanın yerinde de örme zırhlı bir nöbetçi görecekti. Bu kent böyleydi, sanki tarihin yüzyılları taşların üstünden geçmiş, onları değiştirmemiş, hatta bu taşlara günde iki kez yükselerek saldıran, sonra yine iki kez yenilip bir köpek gibi kuyruğunu kıstırarak kaçan denize bile dokunmamıştı.

Univers’in taraçasında oturmuştu, elbette erken gelmişti; bir kahve içmeye, Ouest-France gazetesi okumaya yetecek kadar erken, ama gazeteyi tam olarak okumayacaktı, sadece başlıklarına, renkli resimlerine bakacak, yine de spor sayfasında biraz oyalanacaktı, boksör babası hakkında bir yazı arayacaktı çünkü – babası kırkını geçmiş olmasına karşın otuz beşinci müsabakasını kazanmıştı, yerel basın onun uzun ömürlü spor yaşamı bir yana, daha çok yeniden doğuşunu öve öve bitiremiyordu. Yeniden doğuş, evet, Max Le Corre bir süre ortadan kaybolmuş olsa da afişlerde yeniden yerini aldıktan sonra herkesin ikide bir kullandığı sözcüktü bu – onun ring üstünde kollarını havaya kaldırmış çok sayıda fotoğrafından birini, altındaki büyük puntolu “Bir kez daha suda yürüyecek mi?” başlığını gördüğünde kuşkusuz gülümseyecekti. Sonra, telefon ekranından saate baktı, gazeteyi katladı, fincan altlığına iki avro koydu, kalktı. Kafenin büyük camında kendine son kez baktı, daha sonra söyleyeceği gibi, doğru seçimi yaptığına emindi, kalçalarını açıkta bırakan bu siyah deri ceket, altında biraz süslü, yünlü bir etek; yukarı çektiğinde, kenarları rüzgârla azıcık havalanıyordu.

“Evet,” dedi polislere, “sizi şaşırtabilir, ama doğru seçimi yaptığımı düşündüm, bunlar, bir de yirmi yaşında herkesin giydiği beyaz spor ayakkabısı, öğrenci mi hemşire mi yoksa, ne bileyim, telekız mı olduğum tahmin edilemesin diye.”

“Telekız mı?” diye sordu içlerinden biri.

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Ceza Kanunu, 353. Madde ~ Tanguy VielCeza Kanunu, 353. Madde

    Ceza Kanunu, 353. Madde

    Tanguy Viel

    Tanguy Viel, bir cinayetin altında yatan kişisel ve toplumsal sorunları, bunların nasıl kesiştiğini masaya yatırıyor. Bir hâkimin önünde, Martial Kermeur, kazanma umudu olmadan, emekliye...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Kamelyalı Kadın ~ Alexandre DumasKamelyalı Kadın

    Kamelyalı Kadın

    Alexandre Dumas

    Gerçek bir aşkın dokunaklı ve yürek burkucu hikâyesi… Hukukçu Mösyö Armand Duval’in yolu bir gün kamelya çiçekleriyle ünlenmiş Matmazel Marguerite Gautier ile kesişir. Armand’ın...

  2. Kuş Kral ~ G. Willow WilsonKuş Kral

    Kuş Kral

    G. Willow Wilson

    15.yüzyılın sonlarına gelinirken, Endülüs İmparatorluğu da artık kaçınılmaz sonunu beklemeye koyulmuştur. Sultan Ebu Abdullah’ın cariyelerinden olan Fatma, başına buyruk bir genç kızdır ve günleri...

  3. Ateş Merdivenleri ~ Anais NinAteş Merdivenleri

    Ateş Merdivenleri

    Anais Nin

    Anaïs Nin’in kendi sözleriyle “kadındaki yıkımla ilgili” olan Ateş Merdivenleri daimi, yerleşik meskeni olmayan ruhların içsel kentlerden dışarı taştığı yakıcı bir roman.

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur