Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Teklifinizle İlgilenmiyorum
Teklifinizle İlgilenmiyorum

Teklifinizle İlgilenmiyorum

Başar Başarır

Sakin sakin kumandanın kırmızı düğmesine basıyorum. Susun, hepiniz susun lütfen. Ne halin varsa gör Cüneyt. Öpsün seni Zeki Müren.Küçük adımlarla balkona doğruyum… Bir sıçrayışta…

Sakin sakin kumandanın kırmızı düğmesine basıyorum. Susun, hepiniz susun lütfen. Ne halin varsa gör Cüneyt. Öpsün seni Zeki Müren.Küçük adımlarla balkona doğruyum… Bir sıçrayışta korkulukların tepesindeyim. En dengeli halimde. En güvenli. En ben. Yüzüme çarpan rüzgârın tatlı nefesinde nenemin kokusunu buluyorum. Kollarımı iki yana açıp Abdurrahman Efendi’nin çatısına doğru bırakıyorum gövdemi.

Biliyor musunuz, ben Seher’im.

Başar Başarır, cümlesi açık, kalemi tutuksuz yazarlardan. Türkçeyi gündelik dilin tüm alanlarına uzanacak, tüm renkleri kapsayacak biçimde kullanıyor. Bu nedenle, aklınıza gelebilecek her kesimden insan, bütün zenginliği ve cıvıltısıyla yer alıyor bu öykülerde. Teklifinizle İlgilenmiyorum, yaşamın insanı köşeye sıkıştırdığı, onun canını yaktığı her parçasına başkaldırıyor. İçerdiği mizaha, taşkın zekâsına ve akıcılığına bayılacaksınız.

İçindekiler

Seher …………………………………………………………………….. 13
Müzedeki Çocuk …………………………………………………….. 27
Teklifinizle İlgilenmiyorum ………………………………………. 41
Fotofiniş ………………………………………………………………… 65
Drakula …………………………………………………………………. 83
Yuh Deveci ……………………………………………………………. 91
Distolcüler …………………………………………………………… 105
Anam Ateş Babam Kor …………………………………………… 141
Hangi Şeyler? ……………………………………………………….. 157

SEHER

— Bir ilişkinin en tehlikeli dönemi üçüncü ve yedinci yıllardır. Orayı geçtin mi tamam. Gene bilmiş bilmiş anlatıyor Gülten. Öğlen yemeğinde beni esir aldı. Rüzgârlı alışveriş merkezinin en havalı, en modalı mekânındayız. Pahalı saatini takmış, ama sağ bileğine takmış. Çünkü sol bileğindeki saat izi halkasını gururla taşıyor. Teknede ne kadar bronzlaştığının kanıtı o. Kalkıp gitmemek için kendimi zor tutuyorum. Dayanışma halindeyiz – sözde. Bir tür kader ortaklığı var aramızda. “İşkilli büzük dingilder” kardeşliği. Kocalarımız (Tarık ve Cüneyt) bir süredir aynı sinyalleri veriyor. Çok tehlikeli sinyaller: Geç gelmeler, sürekli şehir dışına yatmalı-kalmalı iş gezileri, ıslak saçlar, çürükler, çizikler, lekeler, kıçını devirip uyumalar. Arama geçmişi sıfırlanmış, bütün mesajları silinmiş, tuş kilidi şifresi değiştirilmiş bir telefon kadar şüphe uyandıran başka bir şey olabilir mi? Kırk yaşının üzerindeki evli kadınlar adına cevap veriyoruz: Olamaz! — Karar ver. Üç mü, yedi mi? Hiç zorlanmadan yanıtlıyor Gülten: — Sevgiliysen üç, evliysen yedi. Yeni yaptırdığı dolgularıyla yüzü yalbır yalbır, bir ay parçası gibi parlıyor. Ona “Senin adın artık Gülten değil Ayten olsun” demek istiyorum.

Demiyorum. Ama yerçekimi diye bir şey var Gülten. Kartal kalkar, etler sarkar. Kestir, biçtir, askıya aldır… Nereye kadar? Sürekli üzerindeki dekolte elbiseyi çekiştiriyor. Başkalarına nasıl göründüğünü unutamayan bir organizma. İçinde rahat edemiyorsan giyme kardeşim şu elbiseyi, giyme! Zorla mı giydiriyorlar sana? Bunu da söylemiyorum arkadaşıma. Demek yedinci yıl sakat ha. Gizli saklı hiçbir şeyin kalmadığı. İlginç olmaktan çıktığın dönem. Tensel çekimin hududu. Dikkat! Bu noktadan sonra tehlikeli bölgeye geçiyorsunuz! Zamanda bir zamanaşımı çizgisi. Siz artık kardeşsiniz. Sizi iki kardeş ilan ediyoruz. Başkalarını öpebilirsiniz! Biz Cüneyt’le kaçıncı yıldayız? On üç. On üç nasıldı Ayten? Pardon, Gülten? Çok sakat mı? — Bana bak Seher. Gözünü dört aç, bunlar kesin bir haltlar karıştırıyorlar. Karıştırıyorlar tabii.

Otomobil fuarına gittikleri o cumartesi ne oldu sanıyorsun? Yeşilköy’deki fenerli otelde bindikleri o motorlar ne yapımıydı sence. Rus? Ukrayna? Macar? Demirperde yırtılınca kıymıklar bizim elimize battı. İkimiz de biliyoruz. Bildiğimizi de biliyoruz. İtiraf etmek hiç zor değil. Sadece imkânsız. Ne gözümü açacağım be Gülten, adam ortadan kayboldu. Üç haftadır hayır, haber yok. Kocam Cüneyt gitti gelmez, uçtu konmaz. Gülten, hadiseyi çözmüş kadınların o can sıkıcı güveniyle, edalı edalı anlatıyor. Bana detaylı bir brifing veriyor. Konumuz “erkeklerin o küçük aklı nasıl çalışır”: Eskiden de sadece üç şey önemliymiş erkekler için: At, avrat, silah. Ya şimdi? Araba, icraat, saat. Gördüğüm gibi değişen hiçbir şey yokmuş asırlardır. Merkezde bel altı bölgeler dururmuş her daim. Kadınlar da aldatırmış ama aldatan kadınlar aslında babalarını beğenmeyen kadınlarmış. Zaten kadınlar yatmak için öncelikle bir sebep ararmış, erkeklerse sadece bir yer. Eğer bir adam bir kadına arabanın kapısını açıyorsa ya araba yeniymiş ya da kadın. Atlar dört ayaklıymış, arabalar dört tekerlekli. Ölenle ölünmezmiş, yedi üçe bölünmezmiş. Sakin sakin anlatırken birden krize giriyor Gülten, sesindeki dalgalanma gözyaşlarının nemli esintisini müjdeliyor: — Yıllarca Tarık denen o pezevengin bütün çulsuzluğunun acısını ben çektim.

Şimdi beni bir kenara fırlatıp yerime bir “trophy wife” alamaz! Öyle bir alır ki. Gülten depresyonda falan değil. Adeta duvara çarpmış. Kariyerinin sonuna gelmiş bir futbolcu gibi kenara çekilip meydanı takımdaki genç yeteneklere bırakma düşüncesi, yüzünden bir karaltı gibi geçiyor. Ben nasılım? Mojito’mdan kalın bir yudum çekiyorum. — Gizli sevişenin aşikâr çocuğu olur be Gülten, nasılsa çıkar kokusu yakında, illaki bir hata yapacak Tarık Beyimiz, takma kafanı bu işlere, boş yere üzme kendini. Hemen kendini topluyor. Sağa sola bakınıyor.

Küçük krizini yakalayan oldu mu diye endişeleniyor havalı Magirus. Sonra bana 9/11 olaylarında ayvayı yiyen şu talihsiz çapkının hikâyesini anlatıyor: New York’ta bir adam varmış. Her sabah saat yedide işe gidiyorum diye evden çıkar, metroya atlayıp doğru sevgilisinin evine… Orada bir sabah postası sevişir, ateşini söndürür, sonra gerçekten de işe gidermiş. Ama bu sabah ziyaretleri yüzünden de ofisinin bulunduğu Dünya Ticaret Merkezi Kuleleri’ne ancak saat dokuz buçuğa doğru ulaşabilirmiş. 9/11 sabahı hayatın en talihsiz gününe uyanıyor gariban. Ya da en talihlisine. Her zamanki gibi evden çıkıyor, metroya biniyor, ofisi yerine aşk yuvasına gidiyor. Saat tam 8.46’da, yani onlar henüz yataktayken, kuzey kulesine ilk uçak çarpıyor. Faciayı duyan adamın karısı telaşla telefona sarılıp delirmiş bir halde kocasını arıyor. Hesapta adam işte ya. Tam da uçağın vurduğu kulede. Bizimki saf saf açıp “Uçak mı? Kaza mı? Çıldırdın mı sen sevgilim, olağandışı bir şey yok, şu anda masamdayım ve her şey yolunda” diyor. Sonuçta, çapkın koca sevgilisinin koynundan çıkıp doğruca mahkemeye gidiyor ve boşanıyor. Hem boşanıyor, hem rezil oluyor, hem de her şeyini kaybediyor. Bahtsız bedevi. Gülten, aynısı kendi başına gelse nasıl hissedeceğini, Tarık’a neler yapacağını, onu nasıl rezil kepaze edeceğini detaylarıyla tarif ediyor. Aldatılmak? Mmmm, bu öfke. Aldatılmak ve herkesin bunu bilmesi? Ooooo, bu öldürme arzusu. İntikam talebi. Bütün malvarlığını alıp, donuna kadar soyup kapının önüne koyma planları. Savaş. İntikam. Onu dinlerken, aslında sadece kendimi düşünüyorum. Cüneyt sıvıştığından beri tam olarak ne hissettiğimi bulmaya çalışıyorum.

Kırgınlık?
Kızgınlık?
Endişe?
Bilmiyorum. Ama şunu biliyorum ki Gülten’le yemek bana iyi gelmiyor. Yanından kalkıp eve geldiğimden
beri belim, dişim ve başım ağrıyor.

Çocuklarımın babası üç haftadır eve uğramıyor. Sanırım bir otelde kalıyor. Sarayın tepesine dikilen o İsviçre otelinde. Aramıyor. Ben de onu aramıyorum. Canım kimseyle konuşmak istemiyor. Telefonundaki arama geçmişinin gözü çıksın. Bana ne.

Üç haftadır yokuz birbirimize. Kapıyı vurdu çıktı, bir daha geri dönmedi ahmak. Anlamayacağımı, anlayamayacağımı sandı. Yakalanınca da kaçtı. Yüzlemeye hiç gelemez benim kocam. Tam bir Cüneyt işe. Cün cün Cüneyt. Kaçıverir. Onu uyarmıştım. Önce tatlı tatlı. Sonra sert sert, net net. “Yapma” demiştim. “Orda burada, öyle önüne gelenle yatma Cüneyt.” Çocuklar uyudu. Şimdi bu balkonda kendimleyim. Boşlukla aramda demirden korkuluklar. Yarı belime kadar. Sözde beni engelleyen, koruyan, korkutan korkuluklar. Bir zıplamayla tepesine çıktığım. Bir ip cambazı gibi dengemi buluyorum. Özgürlük hoşuma gidiyor. İnsanlar yükseklikten korkmaz. İçlerinde kabaran aşağıya atlama arzusundan korkar. Cüneyt, ah Cüneyt! Sanki farkında değildim. Bir kadın anlar. Çünkü yaptığını gizlemeye çalışan bir erkekte çeşitli değişiklikler olur.

İşaretler ortaya çıkar. Hatasını bilen bünye aslında kendini ele vermek istemektedir. Bir yandan da yakalanıp yakalanmadığını merak eder. Katilin cinayet mahalline geri gelmesi gibi. Bu işaretlerin üzerini örtmeye çalışırken de daha çok açık verir. Karısından gizli bir halt eden erkek kafasının üstünde atom gülü şeklinde bir bomba bulutuyla dolaşmaktadır artık. Ve bir kadın o bulutu hemen hisseder. Cüneyt’in bulutunu bir kilometreden görebilirdiniz. Şart mıydı sekretere, asistana, stajyere değdirmek? Hem “sekreterini düzen, klavyenin başına kendi otururdu” hani? Kendi mi yazıyor şimdi mektuplarını koskoca Cüneyt Derman? Balkondan gökyüzüne bakıyorum. Yıldızlar. Yaşım geçti ama hâlâ yıldızları görebiliyorum. Yaşadığımız gökdelenin tepesinden şehir çok çirkin. Bip bip eden, anlamsızca yanıp sönen binlerce ışık. Şuursuz yerleşim. Kafası bozuk ahali.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Bize Umut Gerek ~ Başar BaşarırBize Umut Gerek

    Bize Umut Gerek

    Başar Başarır

    O sırada, ayakkabısının altı delik, canı sıkkın, içinde büyük bir boşlukla caddeye yeni inmiş gazeteci cigarasını yakmak için durmuş, rüzgârı kolluyordu, siz görmediniz. Hemen...

  2. Havaalanında Satılmayan Kitaplar ~ Başar BaşarırHavaalanında Satılmayan Kitaplar

    Havaalanında Satılmayan Kitaplar

    Başar Başarır

    İşte mülkiyetin gücü! Evet ev senin, hayat da senin. Bunlardan gelen gücünü sonuna kadar kullan. Mallarına yaslan ve öt. Konuş Şerif, konuş. Memleketin sana...

  3. Dünyanın Bütün Fıstıkları ~ Başar BaşarırDünyanın Bütün Fıstıkları

    Dünyanın Bütün Fıstıkları

    Başar Başarır

    Küçüklüklerinde kedi-kolonya gibiydiler. Birbirlerinden hoşlanmazlardı. Zaten benzemezlerdi de. Ağabey daima aklı başında, yalnız, sessiz; küçük kardeş zirzop, delidolu, şenlikli… Anlaşamamak konusunda anlaşmışlardı. İşin aslı,...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Ayten ~ Burhan Cahit MorkayaAyten

    Ayten

    Burhan Cahit Morkaya

    Kızıl Serap’ın devamı olarak kurgulanan Ayten’de, bu defa anne Ayten ile kızı Ayten’in İstanbul’dan Paris’e uzanan hayatları konu edilir. Cumhuriyet’in ilanıyla hız kazanan modern...

  2. Aç Koynunu, Ben Geldim ~ Aslı TohumcuAç Koynunu, Ben Geldim

    Aç Koynunu, Ben Geldim

    Aslı Tohumcu

    Hikâye yıllar evvel, Bursa Kapalı Çarşı’dan başkente kadar namı ulaşmış bir hançer ustasının aynı demirden döverek yaptığı, birinin sapına ateş, diğerininkine toprak işlediği iki...

  3. Her Gün Perşembe Olsa ~ Attilâ ŞenkonHer Gün Perşembe Olsa

    Her Gün Perşembe Olsa

    Attilâ Şenkon

    Yaşlı kadının plastik bir kutu içinde sunduğu lokumları sever, hele pembe olanlara bayılırdı. Yaşlı kadın güllü diyordu onlar için. Tadını tam çıkaramadığı, ama limona...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur