Çağdaş edebiyatın en önemli seslerinden Nobel ödüllü yazar Herta Müller’den sorularla dolu ve soru işaretlerinden yoksun bir roman: Tek Bacaklı Yolcu. Müller’in benzersiz dili ve anlatımı eşliğinde sert, soğuk ve müdanasız bir ahir zamanlar portresi. Bir kadın ve üç erkek; bir kadın, birkaç ülke, bir deniz, dört duvar ve bitimsiz kentler… Aştıkça yenileri keşfedilen sınırların üzerinde bir denge mücadelesi, kuşatan korkular, ıssız odalar.
Herta Müller, Romanya’dan Almanya’ya göçtükten sonra yazdığı bu ilk romanda yabancılaşmanın öyküsünü hücresel kesitlerle betimliyor; var olmanın imkansızlığını, kolektif acıları ve yüreğe çöken yabancıyla düşülen yolları anlatıyor. Yaşam hastalığından iyileşen çıkmıyor; yolcular hep utanç, yalnızlık ve yoksunluk eşliğinde yürüyor. Yaşam illetinin devası, içinde yaşadığımız şu karanlık, suçlu ve suçlayan dünyada, bulunmuyor.
Herta Müller, Tek Bacaklı Yolcu’da yalnızlığı taştan bir duvar gibi örüyor önümüze; taş kadar soğuk, taş kadar somut. Öyle bir yol ki tutulan, yolcuların hepsi ağır yaralı.
Ve diktatörler, işkenceciler, gözlerini dikip her şeyi izleyenler, yalnız ve örselenmiş bedenlerin içinde, her daim nöbette.
Kauçuk mermi, yürekte.
*
1
GÖKYÜZÜNDE dönen radar çanaklarının altındaki küçük köylerin arasında askerler dikiliyordu. Burası diğer ülkenin sınırı olmuştu. Yarı yarıya göğe uzanan sarp sahil, çalılıklar, deniz lavantaları İrene için diğer ülkenin bitimi demek oluyordu.
Bu bitimi en sarih biçimde kıyıya vuran ve geri çekilen suda görüyordu İrene. Kıyıya vurması kısa ve yüzen kafaların iyice ötesine geçerek gökyüzünü kaplayana kadar geri çekilmesi uzun süren suda.
Bu kopuk yaz mevsiminde engindeki suların geri çekilmesi İrene’ye ilk kez ayaklarının altındaki kumdan daha yakındaymış gibi geliyordu.
Sarp sahilin setlerinde, toprağın ufalandığı basamaklarda tıpkı öteki yazlarda olduğu gibi uyarı levhaları görüyordu İrene: “Heyelan Tehlikesi.”
Bu kopuk yaz mevsiminde uyarının ilk kez sahilden ziyade İrene ile alakası vardı. Sarp sahil toprak topaklarından ve kumdan inşa edilmiş, askerler tarafından inşa edilmiş gibiydi, anafor herhangi bir yerden karaya, içeriye sokulmasın diye.
Askerler sarhoş olmuştu akşam vakti. Volta atıyorlardı yine. Şişeler çalılıkların içinde şıngırdıyordu. Bowling hatlarının, barlarda dans eden yazlık elbiselerin uzağında dikiliyordu askerler. radar hunilerinin altında. Işığı yakalıyordu huniler, bir de sudaki renklerin değişimini. Diğer ülkenin sınırına aitti onlar, tıpkı askerlerin diğer ülkenin sınırına ait olduğu gibi.
Gök ve su geceleyin aynıydı.
Gök önüne bakarak için için yanıyordu, gelgitin sürüklediği, oraya buraya dağılmış yıldızlarla tedirgin. Karanlığını, sessizliğini koruyordu. Ve su tepiniyordu.
Su çoktan kararıp dalgalar yükseldiğinde gök hâlâ gri kaliyordu, gece bastırana değin, aşağıdan.
Köyün yanı başındaki küçük barda çalan rock grubunun müziği duyuluncaya kadar sahil boyunca iki saat yürümüştü İrene. Her akşam iki saat.
Yürüyüştü bunlar sözde.
İrene ilk akşam gökyüzünün ötesine ve suya bakmıştı. Sonra bir fundalık diğer fundalıklardan daha farklı kımıldamıştı. Rüzgâr değildi nedeni.
Fundalığın arkasında bir adam duruyordu. Suyun çırpıntısından daha yüksek, ama yine de fısıldarcasına çıkardığı sesle şöyle dedi adam:
Bana bak. Kaçma. Sana bir şey yapmam. Hiçbir şey istemiyorum. Sadece görmek istiyorum seni.
İrene olduğu yerde kalmıştı.
Adam organını ovuyordu. Soluk soluğa kalmıştı. Deniz sesini alıp da beraberinde götürmüyordu.
Sonra tırnakları damla damla aktı. Sonra ağzı parçalandı ve suratı yumuşak ve yaşlıydı. Su kıyıyı dövüyordu. Adam gözlerini kapadı.
İrene ona sırtını döndü. Titriyordu soğuktan İrene. Koyun sonunda kayıkların durduğu yerden duman yükseldiğini gördü. Fundalik rüzgarın etkisiyle kımıldadı. Adam ortadan kaybolmuştu.
İrene koyun sonuna gitmedi. İnsan görmek istemiyordu. Kayıkların durduğu, dumanın yükseldiği yerde kimsenin yüzü olmasın şimdi.
Sonraki günler aydınlık ve boş geçmişti. Bütün o günlerde akşamdan akşama yaşamıştı İrene. Akşamlar günleri birbirine bağlıyordu. Atardamar atıyordu, nabız ve şakaklar. Öyle sıkı bağlıyordu ki akşamlar günleri birbirine, kopuk yazın tamamını bir arada tutmaya yetmişti neredeyse.
Dolaşmakla bitmemişti iş. İrene akreple yelkovanın üstünde yürüyordu.
İrene dakikti.
Adam dakikti.
Her akşam aynı fundalığın arkasında duruyordu yarı yarıya yapraklarla kaplı adam. İrene kumun içinden geliyordu. Adam pantolon düğmelerini açmış oluyordu. İrene olduğu yerde kaliyordu.
Adam bir şey söylemiyordu artık. İrene ona bakıyordu. O, soluk soluğa kalıyordu. Her akşam aynı uzunlukta soluyordu. Deniz durulamıyordu sesi. Adamın ağzı her akşam aynı şekilde parçalanıyordu. Aynı biçimde yumuşuyor ve yaşlanıyordu surati.
Aynı biçimde yükseliyordu suyun sesi adam susunca. Ve fundalık aynı biçimde evcilleşiyordu. Rüzgârın etkisiyle kımıldıyordu sonra sadece. Her akşam.
İrene gündüzleri bu adamı arıyordu. Akşamları da, o ortadan kaybolduktan sonra. Ve onu bir daha hiç görmedi. Veya onu tanıyamayacak kadar sık gördü, çünkü caddelerde ve barlarda başka biri oluyordu.
Aşk olabilirdi bu. Ne var ki İrene bunların olup bittiği günlerde, akşam aralarında alışkanlık ifadesinden başkasını bulamamıştı. Geç kalmışlık duygusu gibi bir şey vardı içinde. O sıralar, gökle kumun arasındaki boşlukta aklı başında değildi sanki. Aşk nasıl dakik olabilirdi ki.
Irene bu adamı aradı ve Franz’ı buldu.
Tren yolunun kenarındaki küçük barın önünde görmüştü onu. Franz girişin yanında, yerde oturuyordu. Başı bir iskemleye dayalıydı.
Franz oturmaktan çok uzanmıştı. Rock grubu bangir bangir çalıyordu. Müzik insanı sersem ediyordu. Franz sarhoştu.
Sarhoş, yarı kapalı gözlerle konuşuyor ve ağzını açmış gökyüzüne bakıyordu. Suratının önünde köy çocuklarının bacakları duruyordu. Çalı çırpı yüzünden çizik içindeydiler. Yalın ayaktılar bir de.
Çocuklarla Almanca konuşuyordu sarhoş. Bir de kendi kendine konuşuyordu.
Çocuklar onun gevşek, yarım cümlelerine karşılık veriyordu. Onun başını diğer ülkenin dilinde bir fundalığa yasladılar. Etrafı kolaçan ettiler bunu yaptıkları sırada.
Birbirini anlamayan iki dil arasında bir yakınlık doğmuştu. Bir yabancıyla yakınlık. Yasaklanmış bir yakınlık.
Çocuklar güvensiz bir edayla kıkırdıyordu. Biraz muzır, biraz hüzünlü, çünkü bazı şeyleri anlamamışlardı henüz. Yine de bu yabancının onların güzel denizlerinin bedelini sarhoşluğuyla ödediğini biliyorlardı.
Arada bir uzun yük trenleri geçiyordu köyden. Gecenin içine içine takırdıyor ve müziğin sesini bastırıyorlardı.
Sonra anneler seslendi. Çocuklar sarhoşu kendisine, yere, iskemleye ve fundalığa terk etti. Arkalarına bakmadan tren yolunun kenarından koşarak köye gittiler. Ortalık çoktan kararmıştı.
Müzisyenler enstrümanlarını küçük bavullara yerleştiriyordu. Sadece davul kalmıştı masaların arasında.
Yabancı ne olacak, diye sordu davulcu.
Sarhoşu işaret etti, saçını bagetle alnından arkaya itti. Bagetleri ceketinin cebine soktu ve çıkışa doğru ilerledi.
Gel, dedi İrene’ye. Gel hadi, yeter.
Ve İrene çaprazlamasına yürüyüp barı geçti. Ve gelmedi.
İrene sarhoşun yanına gitti.
Gel, dedi İrene, gel, ayağa kalk. Buradan uzaklaşmalısın, şimdi polis gelir. Duyuyor musun.
İrene sarhoşu yakındaki ağacın yanına dayadı. Düşmesin diye bacaklarını gövdeye yasladı.
Ulan, sen de, dedi İrene.
Sarhoşun omuzlarına uzanamıyordu, zira ayaktayken öyle uzun ve ağırdı ki.
Niye böyle yapıyorsun.
Sarhoş hiçbir şey yapmıyordu. Yalpaladıkça yalpalıyordu. Nerede oturuyorsun, nerede oturduğunu söyle de seni oraya götüreyim.
Adamın yüzü süzgündü. Açık ağzıyla İrene’nin gözlerinin içine baktı.
Tanrım, nerede oturuyorum ben. Marburg’da, dedi.
İrene güldü ve içini çekti. Çok ağır olduğundan ve durmadan yalpaladığından, adamı pantolon kemerinden sımsıkı kavradı. İrene’den gençti adam. Ve ayakkabıları kum doluydu. Ve sokaklar öyle yamru yumruydu ki.
Hadi Marburg’a, dedi İrene.
Adam debelendi.
Hayır, Marburg olmaz.
Marburg olmaz, dedi İrene. Hadi otele. Otelin nerede.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıTek Bacaklı Yolcu
- Sayfa Sayısı158
- YazarHerta Müller
- ISBN9786055903435
- Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
- YayıneviSiren Yayınları / 2021
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Şeker Portakalı ~ José Mauro De Vasconcelos
Şeker Portakalı
José Mauro De Vasconcelos
“Ne güzel bir şeker portakalı fidanıymış bu! Hem bak, dikeni de yok. Pek de kişilik sahibiymiş, şeker portakalı olduğu ta uzaktan belli. Ben senin...
- Hayaletlerim ~ Gwendoline Riley
Hayaletlerim
Gwendoline Riley
Kırklı yaşlarını süren bir akademisyen olan Bridget, kedisi ve erkek arkadaşıyla sakin bir hayat kurmuş, babasıyla görüşmeyi yıllar önce kesmiş, annesiyle ilişkisini ise senede...
- Tek Ayağı Mezarda / Bir Gece Avcısı Romanı 2. Kitap ~ Jeaniene Frost
Tek Ayağı Mezarda / Bir Gece Avcısı Romanı 2. Kitap
Jeaniene Frost
MEZARDAN KAÇABİLİRSİN FAKAT SAKLANAMAZSIN! ATEŞLE Mİ OYNUYORSUN, KEDİCİK? Yarı vampir Kedicik, FBI’ın gizli bir biriminde özel dedektif. Tehlikeli ‘ölümsüzler’in kökünü kurutmak için devletin emrinde...