Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Tefeci Gobseck
Tefeci Gobseck

Tefeci Gobseck

Honore de Balzac

Balzac İnsanlık Komedyası’nda 19. yüzyılın ilk yarısını ve Fransa’yı kapsayan, yaşanmış gerçeklikten çok onun bir tür aynası niteliğini taşıyan, kendi tarihi, coğrafyası, soyluları ve…

Balzac İnsanlık Komedyası’nda 19. yüzyılın ilk yarısını ve Fransa’yı kapsayan, yaşanmış gerçeklikten çok onun bir tür aynası niteliğini taşıyan, kendi tarihi, coğrafyası, soyluları ve burjuvazisi, esnafı ve köylüleri, politikacıları ve züppeleri daha da önemlisi kendi yasaları, felsefesi, bilimi bulunan alabildiğine özgün bir roman evreni yarattı.

Yüz otuz yedi eserden oluşan yirmi altı ciltlik devasa yapıtın Özel Yaşamdan Sahneler bölümünde yer alan Tefeci Gobseck’de, Balzac bu kez bir tefecinin de dahil olduğu bir aile dramını genç avukat Derville’in gözünden anlatıyor.

*

GOBSECK

Mösyö Baron Barchou de Penhoen’e

.
Sadece De Viris ile eğitilmek zorundayken, felsefeye
de merak saldığımız dönemde, Vendôme’daki öğrenciler
arasında, sanırım kendini edebiyat yolunda bulan yalnız
ikimiz olduk! Alman felsefesi üzerine esaslı kitaplarına çalıştığın günlerde yeniden görüştüğümüzde, ben de işte bu
eseri yazmaktaydım. Böylece, ikimiz de eğilimimizden yoksun kalmadık. Adını burada görmekten kuşkusuz, benim
adını buraya yazarken aldığım hazzı duyarsın.
Eski okul arkadaşın,
Honoré de Balzac, 1840

1829 yılını 1830’a bağlayan kış, sabah birde, Vikontes de Grandlieu’nün salonunda hâlâ ailesinden olmayan iki kişi bulunmaktaydı. Duvar saatinin vuruşları duyulduğunda yakışıklı bir delikanlı evden ayrıldı. Arabanın sesi avluda yankılandığında, vikontes salonda sadece iskambil oyununu bitirmek üzere olan erkek kardeşiyle bir aile dostlarının kaldığını görünce, arkasındaki mumun ışığını perdeleyen incecik mermere kazınmış gravürdeki ışık oyunlarına dikkat kesilmiş gibi görünürken, annesinin kaygılarını doğrularcasına şöminenin önünde durup arabanın tıkırtılarını dinleyen kızının yanına gitti. “Camille, genç Kont de Restaud’ya karşı tutumunuzu bu geceki gibi sürdürürseniz, beni onu bir daha davet etmemek zorunda bırakacaksınız. Dinleyin evladım, eğer benim şefkatime güven duyuyorsanız, hayatta sizi yönlendirmeme izin verin. On yedi yaşındayken insan ne geleceği, ne geçmişi ne de bir takım toplumsal görüşleri değerlendirebilir. Size tek bir uyarıda bulunacağım. Mösyö de Restaud’nun milyonları yiyebilecek bir annesi var, yaradılışı kötü, Goriot’nun1 adı bir zamanlar adı dilden dile gezmiş kızlarından biri. Babasına o kadar kötülük etmiş bu kadın böyle iyi bir oğlu kesinlikle hak etmiyor. Genç kont, annesine hayran ve büyük övgülere layık bir oğul sevgisiyle onun hep destekliyor; erkek kardeşi ile kız kardeşine de büyük bir özen gösteriyor.” Kontes sözlerini alaycı bir dille sürdürdü. “Onun davranış tarzı hayranlık uyandırsa da, annesi yaşadıkça, bir genç kızın servetini ve geleceğini bu küçük Restaud’ya emanet etmekten bütün ailelerin ödleri patlayacaktır.” “Duyduğum birkaç söz bende Matmazel de Grandlieu ile yaptığınız konuşmayı bölme ihtiyacı uyandırdı,” diye seslendi aile dostu. “Ben kazandım sayın kont, sizi yeğeninizin imdadına koşmanız için serbest bırakıyorum.” “İşte buna tam da avukat kulağı denir,” diye karşılık verdi vikontes. “Sevgili Derville1 , Camille’e iyice alçak bir sesle söylediğim şeyi nasıl duyabildiniz?” Derville şöminenin yanındaki berjer koltuğa otururken, “Bakışlarınızdan anladım,” dedi. Dayı, yeğeninin yanına geçti, Madam de Grandlieu de kızı ile Derville’in arasındaki geniş pufa oturdu. “Size Kont Ernest de Restaud’nun serveti hakkındaki düşüncelerinizi değiştireceğiniz bir hikâye anlatmamın tam zamanı vikontes.” “Bir hikâye!” diye bağırdı Camille. “Hemen başlayın efendim.” Derville, Madam de Grandlieu’ye bu hikâyenin onu da ilgilendirdiğini anlamasını sağlayacak bir ifadeyle baktı. Vikontes, serveti ve çok eski tarihlere dayanan soyadıyla Saint-Germain semtinin en kayda değer kadınlarından biriydi; Parisli bir dava vekilinin onunla böyle teklifsiz konuşması ve evinde laubali denebilecek bir tarzda davranması pek doğal karşılanacak bir şey olmasa da, bu tuhaflığı açıklamak kolaydır. Fransa’ya kraliyet ailesiyle geri dönen Madam de Grandlieu, Paris’e yerleşmişti, önceleri, XVIII. Louis’nin Liste civile1 ödeneğinden tahsis ettiği yardımlarla yaşamıştı ki bu da katlanılmaz bir durumdu. Grandlieu konağının cumhuriyet döneminde yapılmış satışında bir takım düzenler döndüğünü keşfetme fırsatı yakalayan avukat, vikontese konağı geri alma hakkını kazandırmıştı. Bu davaya götürü ücret karşılığında girişmiş ve davayı kazanmıştı. Bu başarının verdiği cesaretle, hangisi bilmem ama bir bakımevine de dava açarak Grandlieu Ormanı’nı da geri alma hakkını kazandı. Sonra, Orléans Kanalı üzerindeki birkaç hisseyi ve imparatorun gelirlerini kamu kurumları yararına vakfettiği fazlasıyla önemli bazı binaları geri aldı. Böylece, genç dava vekilinin ustalığı sayesinde eski durumuna kavuşan Madam de Grandlieu’nün serveti, tazminat yasasıyla kendisine ödenen çok yüksek tutarlarla yaklaşık altmış bin franka yükseldi. Son derece dürüst, bilgili, alçakgönüllü ve candan bir arkadaş olan bu avukat da aile dostuna dönüştü. Madam de Grandlieu’ye karşı tutumu ona hak ettiği bir saygınlık ve Saint-Germain semtinin en gözde evlerinden müvekkiller kazandırmış olsa da, bu itibarı gözü yükseklerde birinin yararlanacağı şekilde kazanç sağlamak için kullanmıyordu. Onu avukatlık bürosunu satmaya yönlendiren ve kendisinin koruması altında mesleğinde çok çabuk yükseleceği yargı makamlarına yerleştirmeyi isteyen vikontesin tekliflerine direniyordu. Kimi geceler vakit geçirdiği Grandlieu konağı dışındaki evlere sadece ilişkilerini kesintiye uğratmamak için gidiyordu. Yeteneklerinin Madam de Grandlieu’ye gösterdiği bağlılıkla gün yüzüne çıkmış olmasından çok mutluydu, çünkü işini yapamayacak duruma düşebileceği bir riski göze almıştı. Derville, avukat ruhlu biri değildi. Kont Ernest de Restaud, vikontesin evine gelip gitmeye başladığından beri Camille’in bu delikanlıya meyli olduğunu sezen Derville, soylu semtin çevresine yeni kabul edilmiş bir Chaussée-d’Antin semti dandy’si gibi, Madam de Grandlieu’nün evinin gediklisi olmuştu. Birkaç gün önceki bir baloda Camille’in yanında durduğu sırada ona genç kontu göstererek, “Şu çocuğun iki-üç milyonu olmaması ne kadar da yazık değil mi?” demişti. “Bu bir talihsizlik mi? Hiç sanmam,” diye yanıt vermişti Camille. “Mösyö de Restaud çok yetenekli, eğitimli ve yanında çalıştığı bakan onu çok beğeniyor. Onun kayda değer biri olacağından kuşku duymuyorum. Bu çocuk, yükseldiği gün, istediği kadar servete kavuşacaktır.” “Evet, ama ya şimdiden zengin olsaydı?” “Zengin olsaydı,” dedi Camille kızararak ve kadril dansı yapanları göstererek ekledi: “Buradaki genç kızlar onu ağızlarından düşürmezlerdi.” “O durumda,” dedi avukat, “Matmazel de Grandlieu onun gözlerini çevireceği tek küçükhanım olmazdı. Bu yüzden kızarmadınız mı? Ondan hoşlanıyorsunuz değil mi? Hadi ama, söyleyin.” Camille aniden ayağa kalkmıştı. “Onu seviyor,” diye düşündü Derville. Camille, genç Kont de Restaud’ya duyduğu eğilimi hoş gördüğünü fark ettiği Derville’e o günden itibaren alışılmadık bir yakınlık göstermeye başlamıştı. Camille, ailesinin Derville’e duyduğu minnet borcunu biliyor olsa da, avukata o âna dek gerçek bir dostluktan ziyade saygılı, duygu içermeyen bir nezaket içinde davranmış; ses tonu kadar davranış tarzıyla da ona hep toplumsal konumlarının aralarına koyduğu mesafeyi hissettirir biçimde davranmıştı. Minnettarlık, çocukların dikkate almayı her zaman kabul etmedikleri bir borçtur.Kısa bir süre susan Derville, “Bu macera, bana hayatımın eşi benzeri olmayan romansı evrelerini anımsatıyor,” dedikten sonra sözlerini sürdürdü: “Bir dava vekilinin hayatının romanından söz etmesine şimdiden güldünüz! Ama ben de herkes gibi yirmi beş yaşında oldum, ve o yaşta çok tuhaf şeyler yaşadım. Size tanımanızın mümkün olmadığı birinden söz ederek başlamalıyım anlatmaya. Söz konusu adam bir tefeciydi. Akademi’nin1 izniyle ablak diyeceğim, yaldızı dökülmüş altın kaplama gibi rengi solmuş bu yüzü gözünüzün önüne getirebilecek misiniz? Benim tefecinin özenle taranmış düz saçları kül rengiydi. Tıpkı Talleyrand’ınki2 gibi hiçbir duygu okunmayan yüzünün hatları sanki bronzdan yontulmuştu. Bir sansarınkiler kadar sarı, neredeyse kirpiksiz ufacık gözleri ışıktan rahatsız olurdu, gözlerini eski kasketinin siperliğiyle korurdu. Sivri burnunun koca bir çiçek bozuğu bulunan ucu burguyu andırırdı. Dudakları, Rembrandt3 ya da Metsu4 tarafından resmedilen ufak tefek ihtiyarlar ve simyacılar gibi incecikti. Bu adam yumuşak bir tonda alçak sesle konuşur ve asla öfkelenmezdi. Yaşı bir muammaydı: Zamanından önce mi yaşlandığı, yoksa hep hizmetinde olsun diye gençliğini idareli mi kullandığı anlaşılamazdı. Çalışma masasındaki yeşil örtüden, yatağının önündeki halıya kadar odasındaki her şey, günler mobilyalarını parlatarak geçiren o yaşlı kızların soğuk sığınağındaki gibi temiz ama yıpranmıştı. Kışları, ocağındaki odunlar hep bir kül yığınına gömülmüş olurdu, tutuşmadan tüterlerdi. Kalktığı saatten akşam tutan öksürük nöbetlerine kadar, işleri bir duvar saati düzeni içinde ilerlerdi. Uykuyla canlanan, bir çeşit örnek insandı. Kâğıt üzerinde gezinen bir tespihböceğine dokunduğunuzda nasıl ölmüş gibi hareketsiz kalırsa, bu adam da bir araba geçerken, sesini zorlayıp yükseltmemek için sözüne devam etmez, konuşmasının orta yerinde susardı. Fontenelle’e1 öykünerek, yaşamsal faaliyetlerini idareli kullanır ve tüm insani duyguları içinde biriktirirdi. Hayatı, bir kum saatinin içindeki kumdan daha fazla ses çıkarmadan öylece akıp giderdi. Ocağına düşmüş olanlar ara sıra öfkelenip avaz avaz bağırırlardı; ama sonra bir ördeğin boğazlandığı bir mutfakta olduğu gibi derin bir sessizlik çökerdi. Bu banknot adam akşama doğru sıradan biri haline gelir ve madenî paraları da bir kalbe dönüşürdü. Gününden hoşnutsa ellerini ovuştururdu, yüzündeki derin kırışıklarda bir neşe esrikliği uçuşurdu, Bas-de-Cuir’in2 sessiz gülüşüyle kıyaslanabilecek bir izlenim resmeden yüz kaslarının dilsiz oyununu başka türlü açıklamak imkânsızdı. Gerçekten de, büyük bir sevince kapıldığında bile sohbeti tek hecelik sözlerle ilerlerdi ve tavrı hep olumsuzdu. Hukuk eğitimimin üçüncü yılını tamamladığımda henüz bir avukat yardımcısıyken oturduğum Grés Sokağı’nda, tesadüfün bana komşu olarak sunduğu adam böyle biriydi. Avlusu olmayan bu bina rutubetli ve karanlıktı. Daireler ışığı sadece sokaktan alırdı. Komşu odalara bakan küçük pencerelerden sızan ışıkla aydınlanan uzun koridora açılan manastırlardaki gibi eşit büyüklükteki odalar, binanın eskiden bir manastırın parçası olduğunu gösteriyordu. O kadar kasvetliydi ki, bir çocuğunun neşesini daha komşumun evine girmeden merdivenlerde yok edebilirdi: Evi de kendisine benzerdi. Yapışık olduğu kayayla bütünleşmiş istiridye gibiydi adeta. İş dışında görüştüğü tek kişi bendim; ateş istemek, geri vermek üzere bir kitap, bir gazete almak için uğrardı bana, keyfinin yerinde olduğu akşamlar girmeme izin verdiği hücresinde sohbet ederdik. Bu güven işaretleri dört yıllık komşuluğun ve parasızlık yüzünden kendisininkine fazlasıyla benzeyen kanaatkâr yaşam tarzımın eseriydi. Akrabaları ya da dostları var mıydı? Zengin miydi yoksa yoksul mu? Bu soruları kimse yanıtlayamazdı. Odasında hiçbir zaman para görmedim. Serveti kuşkusuz bankanın mahzenlerinde duruyordu. Paris’i geyik gibi koşar adım arşınlar, banknotlarını kendisi toplardı. İhtiyatlı davranmasının kurbanı olduğu da olurdu. Tesadüfen yanında altın bulundurduğu bir gün nasıl oldu bilinmez, iç cebinden düşen çifte Napoléon altını1 yere düşünce, merdivende onun arkasından gelen bir kiracı altını alıp kendisine verdi. Şaşırmış gibi yaparak,‘Bu bana ait değil,’ dedi. ‘Ben ve altın ha! Zengin olsaydım, böyle mi yaşardım?’ Sabahları kahvesini hep ocağının kararmış köşesinde duran sac mangalda kendisi yapardı; akşam yemeğini ızgara etler yapan bir lokantacı getirirdi. Yaşlı kapıcı kadın da her gün aynı saatte temizliğini yapmaya gelirdi. Sözün kısası, Sterne’in2 ilahî takdir diye adlandıracağı tuhaf bir şans eseri, bu adam Gobseck adını taşımaktaydı. Daha sonraları işlerini yapmaya başladığımda, tanıştığımız zaman yaklaşık yetmiş altı yaşında olduğunu öğrendim. 1740’a doğru Anvers’in kenar mahallelerinde, Yahudi bir kadınla Hollandalı bir adamın oğlu olarak doğmuş ve Jean-Esther Van Gobseck adını …

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıTefeci Gobseck
  • Sayfa Sayısı80
  • YazarHonore de Balzac
  • ISBN9789750751059
  • Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2024

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Gizli Başyapıt ~ Honore de BalzacGizli Başyapıt

    Gizli Başyapıt

    Honore de Balzac

    Balzac, en ünlü yapıtlarından biri olan Gizli Başyapıt’ta, kusursuzluğu arayan ressam Frenhofer’in olağandışı öyküsünü anlatır. Başyapıtının üstünde tam on yıl çalışan bu 17. yüzyıl...

  2. Sönmüş Hayaller II- Taşralı Bir Büyük Adam Paris’te ~ Honore de BalzacSönmüş Hayaller II- Taşralı Bir Büyük Adam Paris’te

    Sönmüş Hayaller II- Taşralı Bir Büyük Adam Paris’te

    Honore de Balzac

    Büyük Fransız romancısı Balzac, üç ciltlik Sönmüş Hayaller’in ikinci cildinde ünlü bir yazar olma hayalleri kuran Lucien'in, kendisini koruyup kollayan büyük aşkıyla taşradan Paris'e kaçtıktan sonra edebiyat cumhuriyetinde başından geçenleri anlatıyor.

  3. Vadideki Zambak ~ Honore De BalzacVadideki Zambak

    Vadideki Zambak

    Honore De Balzac

    Balzac, Vadideki Zambak romanını 1835 yılında, 36 yaşındayken, ölümünden on beş yıl önce kaleme almıştır. Ölümünden bir yıl önce eşi Hanska’ya yazdığı bir mektupta,...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Bikini ~ James Patterson/ Maxine PaetroBikini

    Bikini

    James Patterson/ Maxine Paetro

    Kim, nefes kesici, güzeller güzeli bir manken ve Hawaii’deki bir moda çekimi sırasında ortadan kayboluyor. Endişeden deliye dönen anne babası, olayı bizzat araştırmak için...

  2. Sunset Park ~ Paul AusterSunset Park

    Sunset Park

    Paul Auster

    Brooklyn, Paul Auster’ın her köşesini özümsemiş olduğu kendi coğrafyası. Bu romanı da, Florida’da başlamakla birlikte yine gelip Brooklyn’in Sunset Park semtinde düğümleniyor. Çocukça bir...

  3. Göçmen Yıldız ~ J.M.G. Le ClézioGöçmen Yıldız

    Göçmen Yıldız

    J.M.G. Le Clézio

    Güneş herkes için parlamıyor mu? Nazi kıyımından kurtulmuş olan Esther, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından annesiyle birlikte yeni yurduna, İsrail’e kavuşmak için yollara düşer. İsrail’in...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur