Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Tavşan
Tavşan

Tavşan

Mona Awad

“Biz, sadece gece vakti güzel şeyler yapan masum kızlardık. Neredeyse ölüyorduk. Ölüyorduk, değil mi?” Samantha Heather Mackey, New England’daki Warren Üniversitesi’nin seçkin yüksek lisans…

“Biz, sadece gece vakti güzel şeyler yapan masum kızlardık. Neredeyse ölüyorduk. Ölüyorduk, değil mi?”

Samantha Heather Mackey, New England’daki Warren Üniversitesi’nin seçkin yüksek lisans programına katılan en aykırı tipti. Karanlık hayal gücünün arkadaşlığını çoğu insanınkine tercih eden burslu öğrenci Samantha, yazarlık sınıfının diğer dört üyesi olan, birbirlerine “Tavşan” diyen ve aynı şekilde hareket edip konuşan, havalı ve zengin kız grubu tarafından tamamen dışlanıyordu.

Ancak Samantha, Tavşanların efsanevi Müstehcen Salon’una davet edildiğini söyleyen bir kart aldığında her şey değişecekti. Tavşanların ürkütücü ama bir o kadar da kutsal dünyasının derinliklerine dalıp, canavarca yaratımlarını ortaya çıkardıkları ayinsel Atölye’ye katıldığı zaman gerçekliğin sınırları belirsizleşecekti. Samantha çok geçmeden kendisini karşı konulmaz ve tehlikeli bir dünyanın içinde bulacaktı.

“Ah, Tavşan. Muhteşem bir kitapsın sen!” –Margaret Atwood

“Bu kitabın şeytani bir güzelliği var. Mona Awad soğukkanlı bir dâhi.” —The Washington Post

“Donna Tartt’ın Gizli Tarih’i ile Jennifer’s Body’nin karışımı gibi. Çok tuhaf bir roman. Elimden bırakamadım!” —Kristen Roupenian, Bunu Sen de İstiyorsun’un yazarı

BİRİNCİ KISIM

1

Onlara “Tavşan” diyorduk çünkü onlar da birbirlerine öyle sesleniyorlardı.

Cidden. “Tavşan” diyorlardı.

Örneğin:

“Selam, Tavşan!”

“Selam. Tavşan!”

“Dün gece ne yaptın, Tavşan?”

“Dün gece beraberdik, unuttun mu Tavşan?”

“Doğru. Tavşan, dün gece beraberdik ve hiç bu kadar eğlenmemiştim.”

“Tavşan, seni seviyorum.”

“Seni seviyorum, Tavşan.”

Sonra da birbirlerine öyle bir sarılırlardı ki gögüsleri patlayacak zannederdik. Aslında gizli gizli bunu umardım: oturduğum, ayakta durduğum ya da duvara yaslandığım yerden, amfinin öbür köşesinden, bölümün dinlenme salonundan ya da konferans salonundan, üniversite arkadaşlarım olan bu dört yetişkin kadının kıkır kıkır, birbirlerini boğarak selamlaşmalarına, vedalaşmalarına ya da Sadece bu kadar harika olduğun için. Tavşan, cümlelerine şahit olurdum. Birbirlerinin pembe beyaz vücutlarına öyle bir sarılırlar, öyle bir sevgi ve anlayışla birbirlerinin kaburgalarını ezerlerdi ki nefesim kesilirdi. Sonra da kalkık burunlarını birbirlerinin ince tüylü yanaklarına gömerlerdi. Sakakları birbirlerine öyle bir yapışırdı ki bana bonobo maymunlarının dudak dudaga hallerini ya da korku filmlerindeki cani çocukların telepatik güçlerini hatırlatırdı. Sanki bu toplu nefes kesmenin bir dini kutlamaymış gibi sekiz gözün sekizi de sımsıkı kapalı olurdu. Dördünün de parlatıcılı dudakları, yüzümü acıtan canavarca bir sevgiyle ciyaklıyordu.

Seni seviyorum. Tavşan!

Geçen yıl boyunca içten içe bu sarılma patlaması için dua ettim. Hatta bu coşkulu sarılışlarından dolayı etlerinin, çöreklere benzeyen evaze elbiselerinin kol ağızlarından, yaka boşluklarından ve etek uçlarından krema gibi fırlamasını diledim. Birbirlerinin Taht Oyunları’ndan çıkmış saçlarına dolanmalarını birbirlerinin kalp şeklindeki küçük kafalarına ördükleri suslu örgüler arasında sonsuza kadar boğulmalarını istedim. Ama bu hiç gerçekleşmedi, bir kere bile.

Çizgi romanlardaki kötü karakterlere mahsus kenafir bakışlarıma rağmen, bu sarılmalardan gülümseyerek ve birbirlerinin ellerini sımsıkı tutup sallayarak, hiçbir zarar görmeden kurtuldular. Ciltleri sanki biraz evvel dağlardan akan en saf kaynak suyuyla nemlendirilmiş gibi sevgi ve aidiyet duygularıyla ışıl ışıldı.

Seni seviyorum. Tavşan.

Asla bir Tavşan olamayacak üniversite arkadaşları olan benim. Samantha Heather Mackey’nin aşağılamalarından hiç etkilenmemişlerdi.

Dalga dalga tüllerle süslenmiş Dor tarzı sütuna yaslandığım tenteli yeşil alanın öbür köşesinde kendime ve Ava’ya şampanya doldurdum. Warten Üniversitesi’nde aylardan eylüldü. Sözlü Anlatım Sanatı Bölümü’nün her sene düzenlenen tekrar hoşgeldin demitasseydi çünkü bu okul partiye parti diyemeyecek kadar Sarmaşık Ligit ve New Englandlıydı. Bir yanda kaplan zambağı ile bezenmiş kabartmalar, öteki tarafta havada süzülen hayaletleri andıran, Noel ışıklarıyla aydınlanan beyaz tüller; metal tepsilerde sunulmuş, somon balığından yapılmış rüzgar gülleri ve şekerli orkidelerle süslenmiş ördek ciğeri ordövrleri… Diğer yanda kimsenin okumadığı Fransız şairlerin eserlerini çevirmeleri için kazandıkları burslar hakkında tartışan siyah takım elbiseli beyazlar. Hele şu altında sohbet etmek dışında her şeyde uzman olan fazla eğitimlilerin kaynaştığı, bol keseden paraların harcanarak alındığı tenteye bir bakın. Cehennemin ağzında olduklarından bihaber, gülümsüyorlardı. Ya da Ava ile benim dediğimiz gibi, burası Cthulhu’nun Haydut Yatağı’ydı. Cthulhu, burada delirip ölen bir yazarın yarattığı dev bir kalamar canavardı ve biliyor musunuz, bu çok mantıklıydı. Çünkü Warren Fanusu’nun ötesinde, sokaklarda yürüdüğünüz zaman bu şehirde bir terslik olduğunu hissediyorsunuz. Evlerde, ağaçlarda ve ışıklarda bir terslik olduğunu hissediyorsunuz. Normalde bu konudan bahsettiğinizde insanlar size bon bon bakardı. Ama Ava onlardan biri değildi. Ava, “Aman Tanrım, haklısın,” derdi. “Şehir, evler, ağaçlar ve ışıklar… Hepsi bok gibi.”

Burada içim sıcak köpük, hayvan ciğeri ve Ava’nın elindeki, üzerinde “Beni İç” yazan cep şişesiyle plastik kadehime döktüğü ağır alkolle dolmuş, sallanıp dururken. “Neydi bu içtigimiz?” diye sordum.

“Boş ver, sadece iç.” dedi.

Ödünç aldığım güneş gözlüklerinin arkasından, “yüksek lisans arkadaşlarım” demek zorunda olduğum kadınları, uzak tropik adalar, Fransa’nın güneyi, Hamptons gibi sıkıcı yerlerde geçirdikleri bir yazın ardından yeniden bir araya gelişlerini izliyorum. Ateşli ince vücutlarının sevinçle birbirleri üzerine saldırılarını seyrediyordum. İçten içe sahte olduğunu düşündüğüm sevgilerinin gücüyle zehir rengine boyanmış tırnaklarını birbirlerinin kollarına geçiriyorlardı. Parlak dudakları, birbirlerine ortak takma adlarıyla hitap etmek üzere aralanıyordu.

“Tanrım, bunlar gerçek mi?” diye kulağıma fısıldadı Ava.

Onları daha önce hiç yakından görmemişti. Geçen yıl onlardan bahsettiğimde bana inanmamıştı. “Yetişkin kadınların bu şekilde davranması mümkün değil. Bütün bunları uyduruyorsun, Smackie,” demişti. Yaz boyunca, ben de tüm bunları uydurduğumu düşünmeye başlamıştım. Ama şimdi sırf aklımın başımda olduğunu kendime kanıtlamak için de olsa onları bu halde görmek beni rahatlatmıştı.

Evet maalesef fazlasıyla gerçek,” dedim.

Ava’nın…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Polisiye Bir Öykü ~ Imre KertészPolisiye Bir Öykü

    Polisiye Bir Öykü

    Imre Kertész

    Nobel Ödüllü yazar Imre Kertész’den, baskıcı yönetimlerin adaletsizliğini zulme uyanlardan dinlemeye alışmış okurları dehşete düşürecek bir öykü. Diktatörlüğün yıkılmasıyla hapse atılmış bir işkencecinin ağzından,...

  2. Evlilik Portresi ~ Maggie O’FarrellEvlilik Portresi

    Evlilik Portresi

    Maggie O’Farrell

    Women’s Prize for Fiction Finalisti 1550’ler Floransa’sı… Grandük Cosimo de’ Medici’nin üçüncü kızı Lucrezia, çizim konusunda eşsiz yeteneğe sahip, hayal gücü sınır tanımayan bir...

  3. Körleşme ~ Elias CanettiKörleşme

    Körleşme

    Elias Canetti

    Dünya edebiyatının tartışmasız başyapıtlarından biri olan Körleşme, Almanya’da edebiyatın, politikanın kirli gölgeleri altında yitip gitmeye yüz tuttuğu bir dönemde yazılmıştır. Ancak, Elias Canetti kurguladığı zaman ve mekân, kullandığı...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur