Şiddetli yağmur yüzünden kabaran dere, Sedgwick’lerin evini kasabaya bağlayan köprüyü seline kattığında, kimse olacakları tahmin bile edemezdi.
Grandoor Dükü Connor Tracey prensipli bir adamdı. Çapkın olabilirdi ama evli ve tecrübeli kadınları yatağa atmak sayılmazsa, kimse bir ahlaksız olduğunu iddia edemezdi… Fakat günah kadar çekici, melek kadar güzel taşra gülü Claire’in odasına, gecenin bir yarısı onu rezil etmek pahasına girmeye karar verdiğinde tüm prensiplerinin ve erdemlerinin birkaç kadeh brendi ile yok olup gidecek kadar zayıf olduğunu görecekti.
Ancak bu kendisiyle yaptığı bir iç hesaptı… Asıl hesap ise o meleğin değil de, erkek kılıklı arkadaşının yatağında uyandığında vereceği idi… Evet, kesinlikle Tanrı’nın oyununa gelmişti…
Elisha Clewland erdemleri olan bir kızdı. Işıltılar saçan bir güzelliği ya da kasabanın erkeklerini baştan çıkartan bir cazibesi yoksa da dürüst ve gururluydu. Fakat yolculuğu dönüşünde kasabalarında mecburen konaklayan soyluya ilk görüşte âşık olunca hiçbir zaman yapmayacağı bir şey yaptı… Nişanlı arkadaşının odasına girmeye niyetlenirken odaları karıştıran adamı, sadece kendisinin bildiği bir gerçekle aydınlatmak yerine, yalan söylemeyi tercih etti.
Bunun için cehennemde yanması gerekir miydi?
***
1819
İngiltere
Elisha, yere dökülen tutam tutam kestane renkli bukleye bakarken üzgün değil, endişeliydi. Çünkü saçlarını kaybediyor olmanın estetik kaygısı yerine, annesinin homurdanarak yaptığı bu iş esnasında birkaç kez hassas tenine değdirdiği, kocaman, metal makas yüzünden tasalanıyordu. “Nasıl bu kadar kaygısız olabiliyorsun Elisha, anlamıyorum. Senin yaşındaki bir kızın aptal oyunlar peşinde koşmaktansa istikbali üzerine kafa yorması gerekiyor… Aptal kız… Sağa dön…” Elisha annesine cevap vermeye gerek görmeden hafifçe sağa dönüp gözlerini yumdu.
Saçları öylesine gürdü ki neredeyse kör olan makasın bir halat kadar sağlam olan tutamları keserken çıkardığı ses kulaklannı tırmalıyordu. “Artık bu saçlarla koca bulma şansın da kalmadı.” Yine de annesinin sinir bozucu sesine kıyasla daha cazip olduğu kesindi.
Genç kız görmeyen gözlerin, duymak gibi diğer duyuların etkisini kuvvetlendirdiğini bildiği için gözlerini açıp, tam da yüzüne vuran güneşe doğru baktı bir süre. Öte yandan kadının hâlâ söylendiğini işitiyordu, ama bunun, üzerinde durmaya değmeyeceğini bilecek kadar tecrübeliydi. Elisha, doğumundan sonraki üç sene sayılmazsa -ki o dönemleri hatırlamıyordu- ömrünün on yedi senesinde bu fırçaları neredeyse her gün dinlemişti. Gerçi hak etmiyor sayılmazdı, ama annesinin bazen fazla abarttığını bilme nedeni, kendisine acımasından değil, aksine gerçekçi bakışındandı. Kadın, gençliğinden bu yana bir akıl hastası gibi davranıyordu. Sürekli mutsuz ve sinirli… Fakat bu durum her şeye rağmen annesini sevdiği gerçeğini değiştirmiyordu.
“İki gün sonra kasabada şenlikler başlayacak… Kimse bu halde sana bakmaz Elisha. Zaten yeterince güzel bir kız değilsin, hanımefendiliğin yanından hiç geçmemişsin, bir de bu iş çıktı başımıza… Bir an önce uzasalar bari.” Elisha, sıkıntılı bir geçirerek sıcacık kahverengi gözlerini tekrar yumdu.
Artık bukleler, yere ilk düşenler kadar sık ve uzun değildi. İşkencenin bitmek üzere olduğunu hisseden genç kız, omzuna çarparak yıpranmış gri, kaba kumaşlı eteğine düşen kalıtı bir lüleyi eline alıp meraklı gözlerle incelemeye başladı. Saçın, kesildiği kısma yakın tabakasında yolunu kaybetmiş gibi bata çıkan ilerleyen aptal parazit yüzündendi her şey. Kim bilir bunlardan kaç tanesi kafasına yuva yapmıştı. Annesine göstermemeye çalışarak saçı yere attı ve omuzlarını gerdi.
“Duymuyor musun beni?”
Elisha, bir süreden beri annesini dinlemeyi kestiği için kendisine yönelen sert soruyla sıçradı.
“Efendim anne?”
“Kasabanın bitli çocuklarına okuma yazma öğretmek, koca bulmaktan daha mı önemli senin için diyordum.” Evci “Hayır anne, ama birisinin bunu yapması gerekiyordu. Hepsi o kadar zeki ve parlak çocuklar ki, sırf biraz pasaklı ve çok fakir oldukları için horlanmalarına ve aptal birer cahil gibi yetişmelerine izin veremezdim… Aaah…” Elisha, makasın sırtını kafasına yiyince susmak zorunda kaldı. “Sana düşmüştü zaten… Tanrım… Berbat görünüyorsun Elisha. Matheeew… Mathceeeew… Nerede bu hayta?” Elisha. kardeşi Mathcw’nun arkasında dumanlar bırakarak koşusunu gülerek izledi. Çocuk, çimleri ,aşınmış toprak bahçede zorlukla durarak tam da annesinin karşısına bir asker edasıyla dikildi.
“Efendim anne…”
“Çabuk içeriden Bayan Lola’nın hazırladığı ilacı getir. Oturma odasında masanın üzerinde…”
“Ablamın bitleri için mi?” Mathew’nun alenen gülüşü Elisha’nın elbette canını sıkmamıştı ama anneleri için aynı şeyi söylemek mümkün değildi. “Eğer bunu birisine söylersen seni kulaklarından tavana asarım ona göre Mathew” “Tanrıııımmm, Elisha ne hale gelmişsin böyle? Tıpkı uyuz köpeklere benzemişsin…” Elisha bu benzetme karşısında dehşetle kardeşine baktı. Kötü göründüğünü tahmin ediyordu ama uyuz bir köpeğe benzetilmek, Elisha gibi görüntüsünü çok umursamayan bir kız için bile gurur kinciydi. Kaşlarını çatıp, sırıtan kardeşine kötü kötü bakarak elini saçlanna götürdü ve ilk defa görüntüsü için endişelendi. Yoluk saçlarının arasından kafa derisini hissedebiliyordu.
“Sen hâlâ burada mısın Mathew Benjamin Clewland? Marş marş…” Mathew, gelirken kaldırdığı dumanı tekrar havalandırarak eve girerken hâlâ gülüyordu ki Elisha da dayanamayıp güldü. Aslına bakılırsa durumu mizahi yönden bir hayli parlaktı ve annesinin kaygılarını bilmek onda daha fazla gülme isteği uyandırdı.
“Anlaşılan yeterince dayak yememişsin sen benden.., Sana diyorum Elisha, bir daha o bitli veletlerin yanında görmeyeceğim seni… Bırak ne halleri varsa görsünler. Sanki büyüyüp adam olduklarında sana bir faydalan dokunacak? Aptal kız… Aptal kız…” Margaret Clewland, sanki sözleriyle yeterince aşağılayamıyormuş gibi, gülümsemesi yüzünde solan kızının kafasına bir şaplak indirdi. Elisha tam da ters bir cevap vermek üzereyken kardeşinin koşmaktan soluk soluğa çıkan sesiyle susmak zorunda kaldı. “Getirdim anne.”
“Tamam, yere bırak ve yok ol… Eğer burada olanlardan birine bahsedersen seni elimden kimse alamaz Mathew… Gülmeyi de kes..” Elisha, annesinin tehditlerini gülmesini zorlukla bastırarak dinleyen kardeşine sevgiyle baktı. Mathevv da hissetmiş gibi ona dönüce Elisha bir öpücük göndererek, eliyle gitmesi için bir hareket yaptı. Annesi bu denli sinirli ve Mathew da bu denli bela arayışındayken bir iç savaş çıkması işten bile değildi. Neyse ki Mathew mesajı alır almaz, doğru yorumlayıp arkasını döndü ama menzilden çıkmadan, tükürüklerini saça saça bir kahkaha patlatınca annesinin fırlattığı bitli tarağı kafasına yemekten kurtulmadı. Ama bu Machew için bir sorun muydu? Elbette değildi.
“Mathew’nun Sedgvvick’lerin seyisinin oğluyla yakın arkadaş olduğunu biliyorsun Elisha. Kardeşin burada olanları ona söyleyince de böyle sırıtabilecek misin bakalım?” Elisha, dişlerini kıstırarak sözlerini yuttu ama ne denli zorlandığını bir kendisi bir de Tanrı biliyordu.
“O çocuk kasabanın en zenginlerinden ve üstelik çok da yakışıklı. Gerçi onu seninle evlenmeye nasıl ikna ederiz bilmiyorum,., Hele de bu haldeyken…” Kadın hırsla yerdeki ilacı alıp bir miktar avucuna döktü, Elisha’nın kafa derisini ovarken, hareketlerindeki şiddeti artırma nedeni bitlerle olan savaş mı yoksa kızına olan hıncı mıydı belli değildi.
“Anne benim Peter ile evlenmek gibi bir niyetim yok zaten,” Elisha, kafasını yakan ilacın yakıcı temasına ve annesinin hoyrat tavırlarına rağmen cesaretle söylemişti bu sözleri, Sana fikrini soran olmadı Elisha… Kapa çeneni de işimi bitireyim. Penny’nin bile seni bu şekilde görmesini istemiyorum.” Elisha yüzünü buruşturdu. Misafirlerinin geleceğinden haberi yoktu ve içi sızlasa da annesinin haklı olduğun biliyordu. Gerçi annesinin en yakın arkadaşı ve civarın tek hanı Blackpearl’ün sahibi Penny Willmorc için misafir demek ne kadar doğru olur tartışılırdı. Kadını doğduğundan beri tanıyordu. Daha doğrusu ve annesinin dediğine göre Elisha, Penny Willmore”un eline doğmuştu. Yeterince samimi, ama yine de yirmi yaşındaki genç bir kızın düştüğü utanı; verici durumu bilmesine gerek olmayacak kadar uzak,,
Elisha, artık eskisi gibi parlamayan kırpık saplarındaki ilaçtan arınmak için bir hayli uğraştı. İlk başta sadece saçlarını yıkamakla kurtulacağını düşünmek gibi bir iyimserliğe kapılmış, ama bunu pek bir işe yaramayacağını anlayınca da tamamen yıkanmaya karar vermişti. Nitekim kafa derisini karıncalandırarak hareket eden ve anlaşılan o ki, ilaçtan hiç etkilenmeyen bitlerden kurtulabilecekmiş gibi defalarca yıkandı. Öte yandan, annesinin mutfakta hâlâ homurdandığmı duyabiliyordu. Aslında onu suçlamıyordu. Onun asabiyetini, başından geçen kötü bir olaya bağlamamak gerektiğini bilse de yıllar önce kaybettiği ressam kocasının miras bıraktığı artan yoksulluk ve iki çocuğun bakımının zorluklarını göz ardı edemiyordu. Ellerindeki tek varlık olan bu köhne ev bile onun nazarında sorundan başka bir şey değildi. Kadın o kadar mutsuz ve bunalımlıydı ki, eğer bu ev olmasaydı sokakta kalacaklarını düşünüp şükredemiyor, sürekli evin bakımsızlığı ve akan çatısı için söyleniyordu.
Tek gelirleri, bahçelerinin küçük bir kısmında yetiştirdikleri sebzeler ve yaşlı inekleri Greta’nın verimsiz sütünün satışından ellerine geçenlerdi. Çoğunlukla kasabada kurulan pazarda süt ve taze sebze satsalar da annesinin iyi zamanlardan kalma birkaç işlemesinin de nadiren satıldığı ve değerinin altında da olsa bütçelerine biraz katkı sağladığı oluyordu. Yine de kısa süre sonra süt vermesi imkânsız bir hale gelecek olan Greta’nın kart etinin sofralarını şenlendireceğini biliyor, ama bunun için sevinemiyordu. Manin Clewland hayattayken de işler farklı değildi aslında. O zaman da yoksulluk ve bir türlü karşılanamayan ihtiyaçlar yüzünden huzursuzluk çıkıyor, annesi babasının hiçbir zaman sahip olamadığı parasının sorumsuzca harcanmasından şikâyet ediyordu. Babası Elisha’ya göre mükemmel bir ressamdı ama yaptıkları basit köylüler için öyle sıra dışıydı ki taşıdıkları değer, cahil gözlerin asla göremeyeceği kadar derinlerde saklıydı. Bu yüzden babasının atölye olarak kullandığı odası, satılamamış bir sürü resimle doluydu.
Son zamanlarında baş edilemeyecek hale gelen yoksulluğa çare bulmak için daha basit resimler üzerine çalışmıştı.
Bu resimler bir süre için onları idare etmiş olsalar da Martin Clewland’ı mutlu edemediği gibi yeni pazarlara açılamadıkları için devamlılık getirmemişti. Neticede geçici çözümler, asıllarını beslemedikleri surece çözümsüzlükten öteye gidememişti.
Dokuz sene önce, Mathew’nun doğumundan sadece haftalar sonra, hiç beklenmeyen bir kalp krizi geçirerek hayatını kaybeden babasını genellikle sakin bir adam olarak hatırlıyordu Elisha. Yine de bu sükûnetine ve sessizliğine rağmen babasının mutsuzluğunu hissedebiliyordu. Martin Clewland, duygularını çok fazla belli edebilen bir adam olmadığı için Elisha onun sevgi ve ilgisine hasret olarak büyümüştü ama bildiği bir gerçek vardı ki babası çocuklarını çok seviyordu. Aynı zamanda karısına tapıyordu… Minik Mathew’yu kucağına aldığında oğluyla yaptığı minik sohbete kulak misafiri olduğu için Elisha babasının hislerinden bu kadar net bir şekilde haberdar olabilmişti. Şöyle demişti babası.,, “Yavrum… Ne annen ne de ablan için bu hayatta doğru düzgün bir şey yapabildim.., Kendimi basit, insanların gözünde beş para etmez, ama benim için çok kıymetti resimlerime adadım. Öyle ki kendi ailemi bile göz ardı ettim… Ama bilmelisin ki her şey sizin içindi… Her şey sizin refahınız içindi… Keşke bunu sana değil de annen ve ablana da söyleyebilmiş olsaydım… Sizi çok seviyorum, canımdan çok… Her şeyden çok… Bir gün büyüdüğünde onlara, özellikle de annene bakmak sana düşüyor… Elisha akıllı kız ve hayatım bir şekilde devam ettirebilir ama annen öyle değil… Onu pek iyi görmüyorum… Bilmelisin ki O benim hayatımın kadını, kalbimin tek sahibi… Kıymetini bilemediğim aşkım… Lütfen yavrum, büyüdüğünde benim gibi olma… İdeallerin olsun ama onlar için hayatında önem verdiğin Şeyleri arka plana alma… Unutma ki en büyük ideallerin, sevdiklerin seninle ve mutluyken anlamlı… ”
Elisha bu konuşmadan hiç kimseye bahsetmemişti ama şimdi annesine anlatmadığı için pişmandı. Belki anlatmış olsaydı onun hiç dinmeyen öfkesi ve belki de kocasının ilgisizliğinden kaynaklanan asabiyeti bir nebze de olsa azalabilirdi. Solan güzelliğinin bedelini kendisi de dahil herkese işkence ederek ödetmekten vazgeçebilirdi…
Belki her şeyden şikâyet etmez, daha mutlu bir kadın olabilirdi. Ama şimdi bunu düşünmek için çok geçti… Annesi için çok geçti… İşte yine başlamıştı.
Elisha annesine kulak vermemeye çalışarak sudan çıkıp, iyice kurulandı. Bir çırpıda iç çamaşırlarını giydi ve zevksiz, oldukça renksiz, fakir giysi dolabındaki bir zamanlar annesine ait olan demode elbiselerinden birisini çekip aldı. Zaten topu topu dört tane, neredeyse aynı renk ve modeldeki elbiseden hangisini seçtiğini kimse umursayacak değildi. İşin garip yanı, Elisha’nın derhal bir koca bulmasını isteyen annesi bile kızının bu rezil kıyafetleri giymesinden rahatsız olmuyordu. Ya da böylesi işine geliyordu.
Genç kız saçları kesildiğinden beri aynaya bakmamıştı. Her ne kadar nasıl göründüğünü umursamadığını kendisine yinelese de göreceği şeyden çok korktuğunu da için için itiraf etti. Ani bir dürtüyle odadan kaçmak istedi bir an, ama kadınsal bir içgüdünün etkisiyle, küçük odasının bir zamanlar sarı olsa da şimdi rengi solmuş duvarına asılmış, lekeli, minik aynaya doğru ilerledi. Aynanın karşısına gelene kadar gözlerini kapattığını bile fark etmemişti. Göreceklerinden korkarak, yavaşça gözlerini araladığında bulanık bakışlarla, sabit bir şekilde aynaya akseden biçimsiz yansımayı izledi bir süre. Kalbi ağzında atıyordu ama nefes alacak durumda değildi. Nihayet, neye ve ne amaçla baktığını hatırlayınca dudaklarından, sadece kendisinin duyabileceği bir inilti döküldü. Berbat görünüyordu. Hangi akla hizmetle nasıl göründüğünü umursamayacağını düşünmüştü ki? Gözlerine dolan yaşları, yanaklarına süzülmeden engellemek için derin nefesler aldı. Boğazına yerleşen yumruyu yok etmek ister gibi birkaç kez yutkundu, ama ağlama isteğini engelleyemiyordu bir türlü. Gerçekten de annesinin dediği kadar vardı. Çirkindi… Evet, kesinlikle çirkindi. Elisha annesine görünmeden evden çıktığında nispeten toparlanmış sayılırdı. Belki bir süre daha saçları için gözyaşı dökecekti, ama alışması çok sürmezdi. Zaten hep böyle olurdu. Kaybettiği bir şeyi bulmaya çalıştığında ya da çok beğendiği bir şeye sahip olmak istediğinde bunun çoğunlukla gerçekleşemeyeceği gerçeğine alışkındı. Bu nedenle isteklerini makul seviyelerde tutması gerektiğini biliyordu. Yine de aklı bunu düşünürken kalbi hâlâ ağlıyordu. Neden bu kadar içerlediğini de bilmiyordu aslında. Kaybedene kadar, saçlannı sevdiğinden, hatta beğendiğinden bile haberi yoktu. Öylesine düz ve kendi halinde bir kızdı ki görüntüsünün kendi de dahil hiç kimse için bir şey ifade edebileceğini düşünememişti. Tabii bu güne kadar! En azından nasıl göründüğünü düşünen bir kişi vardı, o da bizzat kendisi… Habirdeannesi…
Genç kız annesini hatırladığı an, zaten çatık olan kaşlarını iki gözü arasında birleştirerek daha da somurttu. Öfkesi tamamen annesine değildi, ama şu anda bu şerefe nail olabilecek başka kimse gelmiyordu aklına. Muhtemelen evden haber vermeden, sadece basit bir not bırakarak çıktığı için yeni bir fırça yiyecekti ama bu durum Elisha için öyle sıradandı ki, kadının yeni ve yaratıcı sebepler bulacağından hiç kuşkusu yoktu. Aslında annesinin sevgisinden hiç şüphesi olmasa da bazen bunun çok iyimser bir tahmin olduğunu düşünmekten de geri duramıyordu.
Bugün biraz daha evde kalabileceğini sanmıyordu. Belki de Mathew’nun canlı varlığı olmasaydı çoğunlukla böyle hissedeceğinden emindi. Kardeşine karşı derin ve her şeyin ötesinde bir sevgi hisseden Elislıa için Mathcw hayat kaynağıydı. Onun neşesi, bazen can sıkan ama genellikle genç kızı şükretmeye teşvik eden haylazlıkları, cansız ve kasvetli evlerini ışık gibi aydınlatıyordu. Annesini hatırlamak nasıl ani bir can sıkıntısı hissettirdiyse, kardeşini hatırlayınca gülümsedi. Bugün içindeki karamsarlığın ilacı Mathew’da olsaydı muhakkak onun yanında olmak isterdi ama şimdi kendisini anlayabilecek bir arkadaşa İhtiyacı vardı. Claire…
Claire Willmore, Elisha’nın tek arkadaşı ve Penny Willmore’un kızıydı. En bilindik özelliği, dillere destan güzelliğiydi ki bu sadece kasaba sınırlarında kalmayıp, Londra’dan birçok görücünün bu topraklara gelmelerine vesile olan eşsiz bir özellikti. Gerçi durum Claire açısından çok da memnuniyetle karşılanıyor denemezdi, çünkü kız, sahip olduğu mükemmel güzelliğe rağmen son derece mütevazı ve hayranlarının ilgisine karşı aynı şiddetle ilgisizdi. Bunun sebebini en yakın arkadaş sıfatıyla Elisha biliyordu. Âşık olmanın nelere kadir olduğunu bildiğinden değil -ki bu hissin yanından bile geçmemişti- sadece Claire’in, sevdiği erkeği her görüşünde ya da sadece adını duyduğunda bile yüzüne yerleşen mistik ve büyüleyici ifadeye çok kereler şahit olduğu içindi. Claire ve Peter Sedgwick birbirlerine deli gibi âşıktı… Hem de çocukluklarından beri.
Birden, aklına annesinin Peter Sedgwick ile ilgili söyledikleri geldi. Dediği gibi Peter, kasabanın en zenginlerinden ve oldukça yakışıklı bir çocuktu. Yaşadıkları, York’a bağlı Newland kasabasının hatırı sayılır büyüklükteki topraklarına sahip bir ailenin ferdi olmasına rağmen son derece alçakgönüllüydü üstelik. Elisha, annesinin Peter ile ilgili planlarından, genç kız üreme çağına geldiğinden beri haberi olsa da bu konuda şimdiye kadar somut bir adımla karşılaşmamıştı. Gerçi, Peter’ın annesi Martha Sedgsvick ile planlı bir şekilde karşılaştıklarında Elisha hakkında, hiç de gerçeği yansıtmayan övgüleri sıralayıp, kadıncağızın canını sıkmaktan öteye gitmeyen başarısız denemeleri olmuştu, ama onları saymıyordu, Genç kız, ne resim yapabilir, ne piyano çalabilir ne…
“Tatlı Tuzak” için bir yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıTatlı Tuzak
- Sayfa Sayısı496
- Yazar Rita Hunter
- ISBN9944824095
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviSepya / 2011
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Madrabaz Usta’nın Suç Akademisi – Yeni Başlayanlar İçin Soygun ~ Terry Deary
Madrabaz Usta’nın Suç Akademisi – Yeni Başlayanlar İçin Soygun
Terry Deary
Çocuklar kadar yetişkinlerin de beğeniyle okudukları Ateş Hırsızı serisinin yazarı Terry Deary’den yepyeni bir seri: Madrabaz Usta’nın Suç Akademisi. Toplamda dört kitaptan oluşan Madrabaz Usta’nın Suç Akademisi’nin ilk...
- Yıldırım Sesli Manasçı – Asker Çocuğu – Beyaz Yağmur ~ Cengiz Aytmatov
Yıldırım Sesli Manasçı – Asker Çocuğu – Beyaz Yağmur
Cengiz Aytmatov
Cengiz Aytmatov’un birbirinden güzel üç hikâyesinin yer aldığı kitap; aslında insan, mekân ve hafıza arasında birbirini sürekli besleyen ilişkinin göz önüne serilmesi bakımından büyük...
- Gir Kanıma ~ Barış İnce
Gir Kanıma
Barış İnce
Kan emiciler her yerde! John Ajvide Lindqvist’in uluslararası çoksatanı Gir Kanıma, kadim vampir efsanelerinden günümüz insanının sıkışmışlığına uzanan; kan, vahşet ve kara mizahla yoğrulmuş doğaüstü bir...
O odada ne vardi?