“Taş Havan” adını verdiğimiz elinizdeki kitapta, 1949-1960 yılları arasında süreli yayınlarda çıktıktan sonra çeşitli kitaplarına dağılmış Esendal öykülerini bir arada okuyacaksınız.
“Memduh Şevket Esendal’ı hiç görmedim, siyasi hayatında neler yaptığını da pek bilmem, fakat hikâyelerini ilk okuduğum gün ‘İşte hikâyeci!’ dediğimi hatırlıyorum.”
(Cahit Sıtkı Tarancı)
“Bizim Çehov’umuzdur da diyebilirim. Ama yalnız, uzakta yaşayan, gölgelenen, unutulan, nicedir uzmanlarca keşfedilmeyi bekleyen, kalabalıklara sesini duyurunca yeniden değerlendirilecek, büyüyecek, en az Ömer Seyfettin, Sabahattin Ali, Sait Faik kadar yaygınlaşacak, etkili olacak bir Çehov.”
(Muzaffer Buyrukçu)
“M.Ş.E. Türk öykücülüğünde çok önemli bir anlayışın öncüsü olmuştur. Süssüz, yalın, biçimsel oyunlardan uzak bir anlatımla insan ilişkilerine yönelmiş, sanatsal başarıyı içerik güzelliklerinde aramıştır. Günümüzün genç öykücüleri bu yazarımızı önem vererek incelemelidirler kanısındayım. Süse, anlatı, oyunlarına aşırı düşkünlük gösterilen bir ortamda bu büyük ustanın yapıtlarının yeniden yayımlanması çok yararlı olabilir.”
(Memet Fuat)
İçindekiler
Yayıncının Açıklaması • 7
Karşılama Töreni • 9
Yol Arkadaşları • 15
Taş Havan • 21
Halkevi’ne Bir Adam • 27
İki Arkadaş • 34
Doktor Savdur • 39
Bu Sıska Karı… • 45
Kelepir • 51
Karşılık • 57
Hâfız • 63
Gezide • 70
Çocukluk • 77
Bir Kucak Çiçek • 83
Yeni Vali • 89
Kedi • 95
Büyük Yanlış • 101
Düşünüş • 108
Ev Kurdular • 109
Hanife • 114
Aptal Memiş • 122
Terbiyesi En Güç Hayvan • 125
Bekir Usta • 128
Kadının Düşleri • 133
Bitmeyen Senaryo • 138
Geçmiş Yıllar’dan kısaltma – Rüştiye • 141
Yazarın Ardından
Süreli Yayınlarda Çıkanlar
(1952-1960)
Falanca Bey • 155
Çolak • 160
Sorumlu • 167
Nâzırın Odacısı • 174
Bana Kaçık Derler • 177
Karşılama Töreni
Akşamüstü, çarşının daraşlık, kalabalık bir sokağında, bir tuhafçı dükkânı önünde bir otomobil durdu. Dükkândan orta yaşlı, iriyarı bir adam çıktı, otomobilin kapısına dayandı, içerdeki iki genç adamdan biri konuşmaya başladılar. Bu genç adam, kızıl kumral saçlı, çilli yüzlü, ancak otuz yaşlarında kadar bir delikanlı. Otomobil kapısına gelen adam; — Nasıl, tamam mı? diye sordu. — Tamam olmasına oldu ama Tevhit ortada yok. Dün Reis’in yanında atıp tutuyordu, bugün ortada yok. Ben gittim, yukardaki ocakları dolaştım, geldim, para getirecek diye bekliyorum. Arada bir bugün var. Yarın bana para getirmiş, neye yarar! Herkes işe gider.
Eğer bir saate kadar gelmezse ben gider Reis’e söylerim. Siz bu adamı pazar postasıyla getirmeliydiniz. Yarın herkesin işi gücü var. Herife, bırak işini de gel, deyince gündeliğini vermeli! — Canım, imanlı adam olur; parasız da gelir. Sen istersen bulamaz mısın? — Eskiden olsaydı gelirdi. Şimdi de gelir ama gündeliğini de alır. Pazar günü olsa kimi seyre gelir, kimi arkadaşını getirir, olur. — Bunların içinde hepsinin işi gücü yok ya! Kahveler dolu. Bak, ötekiler nasıl getiriyorlar! — Onlar kalabalık beyim. Bizim gibi mi? Sonra, para deyince dayanıyorlar. Bak Tevhit hâlâ ortalarda yok. — Ben bilmem, benim bildiğim sen istersen yaparsın!.. — Vallahi Âkil Bey, ben sizden çok isterim ama bizim gidişimiz gidiş değil. — Bırak şimdi gidişimizi… Sen Tevhit’e de bakma. Bizim umudumuz sende. Sen git Reis’i gör. O bir şey yapar. Bizi de sorarsa söyle; ben otelle konuştum. Bu akşam da oraya gideceğiz. Nutku yazacağız. Yarın on birde ben iskeledeyim. Kuzum Remzi Efendi, biraz kalabalık olsun.
Arkadan bir yük arabasıyla bir kamyon gelmiş, bağırıyor, korna çalıyorlar. Remzi Efendi biraz daha söyleyecek, Tevhit’i çekiştirecek, “Kalabalık olmazsa kabahat benim değil” diyecekti, arkadakiler beklemiyorlar. Remzi’yle yük arabacısı arasında biraz ağız dalaşı oldu, araba da yürüdü. Her insanın ömründe parlak bir günü, bir devri gelir. Bugün unutulmaz, bütün ömür boyunca da söylenir. Tanıdıklardan birini bir geçici komisyona kâtip yapmışlardır. Orada üç beş ay çalışmıştır. Sonra komisyon işini bitirip dağılır. O tanıdığın ağzında bu komisyonun hikâyesi bitmez. Bir ömür sürer. Her sözün altından bir “Biz komisyonda çalışırken…” cümlesi çıkar, komisyonun hikâyesine başlanır.
Bir başkası da, orduda yedek subayken, “Pembe Karakilise” diye bir kasabayı yahut köyü tutmaya gönderilmiştir. Bu adamcağız ölür gider, bu seferi anlatır. Otomobille gelip Bay Remzi Topuzoğlu’yla konuşan, adına da Âkil Bey denilen bu çilli yüzlü gencin otomobilde gezişine, söz söyleyişine bakılırsa, ömrünün en tatlı günlerini yaşadığı anlaşılırdı. Genç bir adam, otomobile pek seyrek binen bir ailenin çocuğu. Hukuku bitirmiş. Burada parti başkanı olan bir avukatın yanında yamak. Kendisine sorulsa belki de avukatla ortak olduklarını söyler. Hepsinin doğrusu da avukat yamağı olarak boş gezen bir delikanlıdır! Babasıyla ablası kazanırlar, bu da yer. Kendisine, partinin misafirlerini karşılamak, ağırlamak işini vermişler. Sevinç içinde. Misafirler gelince hemen orada bir “Hoş geldiniz” söylevi verecek. Sonra parti binasının önüne gidilecek, oraya halk toplanacak, partinin büyük başkanı balkondan konuşacak, sonra gece otelde bir ziyafet.
Seksen kişilik. Belki de yüz. Bu işe çalışan yalnız Âkil Bey değil, başka arkadaşlar da var. Daha ertesi günü ilçelerden gelen heyetleri liderler onayacaklar. Daha neler… Otomobilde Âkil Bey’in yanında oturan delikanlı, politikayla uğraşır bir adam değildir. Bir öğretmendir. Keman çalmaktan da hoşlanır. Âkil, bunu yanında “şahit” olarak taşıyor. Çok iyi işler, çok büyük işler yapabilirsin ama birine göstermedikten sonra neye yarar! İşleri anlatıyor; yazdığı nutku okuyup bu zavallıya dinletti. Adnan adındaki bu delikanlının suratında da “kötü yakalandım”
demek isteyen bir anlam var. Dönüp dolaşıp otele gidecekler, orada özel bir odada, ziyafet hesabından bir yemek yiyip biraz da içilip yorgunluk çıkarılacak. Sonra Âkil söylevini okuyacak, yaşasın… Ertesi günü de iş başına! Geminin gelmesine yarım saat kaldı, iskele başındaki meydan bomboş. Bir iki otomobil geldi, içinden çıkan beyler acenteye girdiler. Gümrükten çıkan iki kişi de otomobile binip geri gittiler. Bir yaşlı adam, iskele üstüne gidip bastonuna dayandı, beklemeye başladı. Biraz sonra birkaç kişi daha geldi. Bir aralık da karşıdaki dükkânlardan birinde bir kavga oldu, herkes oraya doğru gittiler. Geri dönünce, sanki denizden çıkmış gibi, gemiyi iskelenin önünde gördüler. Meydan kalabalıklaşmış. Gemi yanaşmadıkça, polisler iskele üstüne kimseyi bırakmak istemeseler de iskele üstü gene dolar. Bugün de öyle oldu. Gemi yanaşıyor. El sallayanlar, yolcularına mendil uçuranlar, ağlayanlar, “Buradayım Nezihe, buradayım!” diye bağıranlar, partili beyler, efendiler takımı, herkes orada. Yalnız alkışlayacak, “Yaşa” diye bağıracak takım yok. Merdiven indirilir indirilmez, birkaç kişi içeriye süzüldüler, biri de Âkil. Birçokları iniyor, birçokları da çıkıyorlar. O merdiven çığlık içinde bir kıyamet yeri. Parti başkanı böyle sıkıntıya gelemez, sinirlidir ama ne yapsın! Ödev! O da girdi ama ceketinin kolu yırtıldı. — Aman oğlum, koş şuradan telefona, bunlar nerede kaldılar? Bana haber getir. Ben içerdekileri oyalar, bekletirim.
Avutmak, oyalamak istemez. Geminin salonunda misafir liderlerle partinin bura ileri gelenleri oturmuşlar, çaylar da ısmarlanmış, keyifler yerinde. Göstericiler de gele dursunlar. Bir aralık, yaşlı bir efendi dışarıya çıktı, göstericileri gördü. Gelip başkana söyledi. Ne kadar adam toplayabildiklerini anlamak için o da dışarı çıktı. Önde büyük bir bayrakla iriyarı bir adam, göğsünde de bir İstiklal Madalyası. Arkasında davul zurna. Daha arkada, uçlarından iki uzun sırığa takılmış kırmızı bir bez, üstünde “Egemenlik Milletindir” diye yazılı. Bunun arkasında da bir elli altmış kişi. Başkan sevindi. “Bunlar, iskele üstündeki halka karışınca beş altı yüz kişi gibi görünür” diye düşündü. İçeri girdi. Davulun sesi salondan duyuluyor. Başkan, oradaki şeflerin bir ikisine,— Çıkabiliriz! dedi. Onlar baş lidere baktılar. İhtiyar, emekli bir general, “Fırsat bu fırsattır” demiş, baş lidere sokulmuş, anlatıyor. Lider de bu adamın saçmalarını nedense dinliyor. Eskiden de tanıyormuş. General de sözü kesmiyor. Gidip generalin kulağına fısıldadılar. Başını çevirdi: — Şimdi, şimdi! dedi. Dışardan, iskele üstünden bir marş sesi: “Karadeniz, Karadeniz”. Gemiden çıkan yok, arkasından bir marş daha: “Şanlı millet, şanlı ordu!” Gene içerden kimse çıkmayınca İstiklal Marşı’na başladılar. Liderle general o kadar dalmışlar ki, liderin kulağına şeflerden biri, — İstiklal Marşı söyleniyor, dedi. Ayağa kalktılar. Bu sırada Ekrem Bey derler, sözü tok bir arkadaş, liderin koluna yapışmış, hâlâ, İstiklal Marşı çalınırken de bir şeyler söylemeye çalışan generalin arkasına gidip koluna girerek,
— Biraz teşrif buyurur musunuz! dedi, biraz da zorla adamı
dışarı çıkardı.
— Aman Paşam, öldürdün, dedi.
General,
— Canım, ben kendi işimi anlatıyordum, diyor.
— Sırası ya! Halk dışarda bekliyor.
— E, beklesinler, ne olur? Ben onu bir daha nerede görürüm!
Önde büyük başkan, arkasında sayın misafirler, daha arkada
bura partililerinin ileri gelenleri, geminin merdiveni başında görününce, aşağıdan bir alkış, bir “Yaşa, var ol!” bağırtısı yükseldi.
Partinin yüce başkanı, şapkasını tuttuğu sağ elini havaya kaldırdı:
— Zahmet etmişsiniz! dedi.
Aşağıdan gene bağrışmalar. Yürüdü. Merdivenin yarısına kadar inmişken, Âkil Bey, arkadan yetişip orada duran boş bir sandığın
üstüne çıkınca orada durdu. Yüce şef, belki de iskeleye inip kalabalığın içine girmek istiyordu. Âkil’in söylevini dinlemeye başladılar. Bu söylev de buraya yazılabilseydi çok yerinde olurdu. Yazık ki bir sureti elde edilemedi. Âkil’in bu nutkunu dinleyen arkadaşlarıyla orada bulunan partililerden bazısı,
— Söylev çok güzeldi, hiç suya sabuna dokunmadı, dediler.
Bir ihtiyar adam da,
— Bu nutku ötekiler, yahut muvafıklar da dinleselerdi, darılacak yerini bulamazlardı, demişti.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Türkiye Edebiyatı Öykü
- Kitap AdıTaş Havan
- Sayfa Sayısı184
- YazarMemduh Şevket Esendal
- ISBN9789750857355
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Natürmort ~ Josef Winkler
Natürmort
Josef Winkler
2008 yılında Almanca’nın en önemli edebiyat ödülü sayılan Georg Büchner Ödülü’nü kazanan Josef Winkler, Roma’da hayatın nabzının attığı yerlere götürüyor bizi. Bir yanda Vittorio...
- Havaalanında Satılmayan Kitaplar ~ Başar Başarır
Havaalanında Satılmayan Kitaplar
Başar Başarır
İşte mülkiyetin gücü! Evet ev senin, hayat da senin. Bunlardan gelen gücünü sonuna kadar kullan. Mallarına yaslan ve öt. Konuş Şerif, konuş. Memleketin sana...
- İki Deli Derviş – Yazyalnızı ~ Behçet Çelik
İki Deli Derviş – Yazyalnızı
Behçet Çelik
“Bir ara kıyıya takıldı gözüm. Çırılçıplak bir çocuk vardı. Yan yan yürüyordu, yere bakarak. Bir yengeç olmalıydı yerde. Bakıp öykündüğü. Başımı çevirmiş iskambil oynamaya...