“Bu kitapta bir araya getirilen yazılar hakkında büyük bir açıklama yapmak gerekmez. ‘Anlatı Sanatı ve Büyü’, ‘Filmler’ ve ‘Gerçekliğin Postülasyonu’, birbirine eş kaygılara cevap veriyor ve sanırım nihayetinde birbirleriyle hemfikirler. ‘Bizim İmkânsızlıklarımız’, kimilerinin öne süreceği gibi zevksizlik abidesi bir yergi denemesi değil; varoluşumuzun pek de görkemli olmayan belirli nitelikleriyle ilgili üstü kapalı, kederli bir rapor.”
İleri görüşlü ve şüpheci Borges, bizi büyülüyor.
Harold Bloom
*
“Eserlerini bastırmamanın kötü tarafı şu:
Hayat onları tekrar tekrar yazmakla geçer.”
Alfonso Reyes, Cuestiones gongorinas, 60
İçindekiler
Önsöz ……………………………………………………………………. 13
Gauchesca Şiir …………………………………………………………. 15
Gerçekliğin Sondan Bir Önceki Versiyonu …………………… 45
Okurun Batıl Etiği ……………………………………………………. 51
Öteki Whitman ……………………………………………………….. 57
Kabala’nın Bir Savunusu …………………………………………… 63
Sahte Basilides’in Bir Savunusu ………………………………….. 69
Gerçekliğin Postülasyonu ………………………………………….. 75
Filmler …………………………………………………………………… 83
Anlatı Sanatı ve Büyü ……………………………………………….. 89
Paul Groussac ………………………………………………………… 101
Cehennemin Süresi ………………………………………………… 105
Homeros’un Versiyonları …………………………………………. 111
Akhilleus ile Kaplumbağanın Sonsuz Yarışı ………………… 121
Walt Whitman Üzerine Bir Not ……………………………….. 129
Kaplumbağanın Vücut Bulduğu Bedenler …………………… 139
Bouvard ile Pécuchet’nin Savunusu …………………………….. 147
Flaubert ve Örnek Yazgısı ………………………………………… 155
Arjantinli Yazar ve Gelenek ……………………………………… 161
Notlar ………………………………………………………………….. 173
Dublaj Üzerine ……………………………………………………… 187
Önsöz
Bu kitapta bir araya getirilen yazılar hakkında büyük bir açıklama yapmak gerekmez. “Anlatı Sanatı ve Büyü”, “Filmler” ve “Gerçekliğin Postülasyonu”, birbirine eş kaygılara cevap veriyor ve sanırım nihayetinde birbirleriyle hemfikirler. “Bizim İmkânsızlıklarımız”, kimilerinin öne süreceği gibi zevksizlik abidesi bir yergi denemesi değil; varoluşumuzun pek de görkemli olmayan belirli nitelikleriyle ilgili üstü kapalı, kederli bir rapor.1 “Sahte Basilides’in Bir Savunusu” ile “Kabala’nın Bir Savunusu”, tevekkül gösteren birer anakronizm denemesi: Zor geçmişi yeniden inşa etmiyorlar − onunla birlikte işliyor, onunla birlikte konudan sapıyorlar. “Cehennemin Süresi”, teolojik güçlüklere yönelik hiç bitmeyen, kuşkucu ilgimi gözler önüne seriyor. Aynı şeyi “Gerçekliğin Sondan Bir Önceki Versiyonu” için de söyleyeceğim. “Paul Groussac”, bu kitaptaki en vazgeçilebilir yazı. “Öteki Whitman” başlıklı yazı, kasten, bu konunun bende hep uyandırmış olduğu coşkuyu siliyor; şairin kesinlikle daha çok taklit edilmiş olan ve Mallarmé veya Swinburne’ün icatlarından daha güzel olan sayısız retorik icadına burada vurgu yapmadığım için esef ediyorum. “Akhilleus ile Kaplumbağanın Sonsuz Yarışı”, bir rapor yığını olmaktan başka bir değer taşımıyor. “Homeros’un Versiyonları”, kehanet kabilinden ilk Helenist edebiyat yazım − ikincisinin olacağını zannetmiyorum.
Hayatımda, yaşamın ve ölümün eksikliğini çekiyorum. Bu ayrıntılara böyle gayretkeş aşkımın nedeni de bu yoksunluktur. Bu epigrafı okudunuz ama değdi mi bilmem.
J.L.B.
1932, Buenos Aires
GAUCHESCA ŞİİR
Meşhur bir anekdot vardır: Whistler’a noktürnlerinden birini ne kadar sürede yaptığını sormuşlar, “Ömrümü aldı,” demiş. Benzer bir kesinlikle, resmi yaptığım ânın öncesindeki tüm yüzyıllar boyunca diye de cevap verebilirdi. Nedensellik yasasının doğru şekilde uygulanmasından, olayların en küçüğünün bile kavranamaz evreni varsaydığı sonucu çıkar; bunun tam tersi de doğrudur: Evrendeki olayların en küçüğü dahi zorunludur. Bir fenomenin nedenlerini araştırmak, isterse gauchesca1 edebiyat kadar basit bir şey olsun, sonsuz şekilde birbirini izleyen bir nedenselliği takip etmektir; temel nitelikte iki nedeni burada dile getirmem şimdilik yeterli.
Benden önce bu çabayı sırtlananlar, nedenleri birle sınırlamıştı: Bıçaklarıyla, pampasıyla pastoral hayat. Hitabeti güçlendirmede ve ilgiyi betimsel yönlere çekmede şüphesiz pek faydalı olan bu neden yetersizdir; pastoral, Montana’dan Oregon’a, Şili’ye Amerika’nın pek çok bölgesindeki tipik hayat tarzıdır ancak bu topraklarda bugüne kadar El gaucho Martín Fierro’yu yazmaktan büyük bir enerjiyle uzak durulmuştur. Amansız çoban ve çöl de yeterince yazılmamıştır. Will James’in belgesel nitelikli kitapları ve ısrarlı sinemacılar dışında kovboy da ülkesinin edebiyatında Ortabatı’nın köylüleri veya Güney’in siyahilerinden daha az yer bulmuştur… Gauchesca edebiyatının hammaddesini gaucho’dan çıkarmak, malum hakikati yanlış şekillendiren bir kafa karışıklığıdır. Bu türün şekillenmesinde, Buenos Aires ve Montevideo’lu şehirli karakter, pampa ve bıçaktan daha az önemli bir rol oynamamıştır. Bağımsızlık savaşları, Brezilya savaşı, anarşist savaşlar, medeni kültüre sahip insanların, gaucho’lukla iç içe olmalarına yol açmıştır; bu iki hayat tarzının bahtsız beraberliğinden, birinin ötekinde yarattığı dehşetten gauchesca edebiyat doğmuştur. Juan Cruz Varela veya Fransisco Acuña de Figueroa’ya bu edebiyatı yapmadıkları veya icat etmedikleri için hakaret etmek (evet, bazıları yapmıştır bunu) aptallıktır; üzerine yazılan odların, tefsirlerin insaniyeti olmadan Martín Fierro, onlardan elli yıl sonra sınır boyunda bir çarşıda o zenciyi katletmiş olamazdı. Sanat ne kadar geniş, ne kadar hesaplanamazdır, ne kadar gizli bir oyun oynar. Gauchesca edebiyatta, gaucho’ların eseri olmadığı için yapay olma veya sahici olmama gibi kusurlar bulmak, ukalaca ve gülünçtür; bu türün, gerek kendi neslinden gerek kendinden sonra gelenler tarafından hayatında birkaç kez yapmacıklıkla suçlanmamış tek bir işleyicisi bile yoktur kesinlikle. Örneğin Lugones’e göre Ascasubi’nin Aniceto’su “felsefe özentisiyle şaklabanlığın karışımı zavallı bir şeytandır”; Vicente Rossi’ye göre Fausto’nun kahramanları “iki geveze asalak köylü”dür; Vizcacha “manyak bir ihtiyar mevsimlik işçi”dir; Fierro “gaucho chiripá’lı1 sakallı bir federalist Oribe’ci1 keşiş”tir. Besbelli, bu tip betimlemeler yerginin tuhaflıklarından ibarettir; bu yergilerin kırılgan ve muğlak biçimde doğrulanmasını sağlayan, edebiyatın gaucho’sunun (edebiyatın kahramanı), bir bakıma onu tahayyül eden kültürlü insanın ta kendisi olduğu yönündeki kanıdır. Shakespeare’in kahramanlarının ondan bağımsız oldukları söylenegelmiştir; Bernard Shaw’a göre şüphesiz, “Macbeth, katil ve cadıların himayecisi olmak hasebiyle modern edebiyatta insanın trajedisidir.” Yazıya dökülmüş gaucho’ların sahiciliğinin boyutları hakkında belki şöyle bir gözlemde bulunulabilir: Hemen hepimizin gözünde gaucho, ideal, prototip bir nesnedir. Buradan da şöyle bir ikilem çıkar: Yazarın bize önerdiği figür, bu prototipe tıpatıp uyarsa onun alelade ve konvansiyonel olduğunu düşünürüz; prototipten saparsa kendimizi kandırılmış, dolandırılmış hissederiz. Halbuki birazdan göreceğimiz gibi bu şiirin tüm kahramanları arasında Fierro en bireysel olanıdır, belirli bir geleneğe en az karşılık gelendir. Sanat her zaman bireysel olanı, somut olanı tercih eder; sanat platonik değildir.
Şimdi şairleri bir bir incelemeye girişeyim.
Bu şiirin Âdem’i, başlatıcısı Montevideo’lu Bartolomé Hidalgo’dur. 1810 senesinde berberlik yapıyor oluşu eleştirmenin dikkatini çekmiş belli ki: Şairin szlerini sansürleyen Lugones ona “sakal kırpıcı” yaftasını takar; bu lafı iyice abartan Rojas, “yamacı” diyerek sırasını savar. Birkaç kalem hareketiyle bir payador2 yaratır, bunu da gittikçe tırmanan bir tonda kısaca, küçük ama hayalî ayrıntıları istifleyerek yapar: “Yırtık pırtık iç donunun üzerine giydiği chiripá’sıyla; yıpranmış çizmeleri mahmuzlarında, atının üzerinde bir gaucho; koyu renk gömleğinin bağrı açık, pampa rüzgârlarıyla şişmiş, kendi topraklarında biteviye koşarken dörtnala atıyla, şapkasının kanatları kalkmış havaya; sakallı yüzü, engin ufukların, zaferlerin bilgisiyle dopdolu gözleriyle asil.” Yine Rojas tarafından kaydedilen, ikonografi ve terziliğin ötesinde dikkat çekici bir yetkinlikte iki durum daha söz konusu bana göre: Hidalgo’nun bir asker olması ve kâhya Jacinto Chano ile gaucho Ramón Contreras’ı icat etmeden seneler önce −payador’lara özgü o disiplinle− bolca sone ve onluk ölçüde od yazmış olması. Carlos Roxlo, Hidalgo’nun kırsal kompozisyonlarının “onu taklit ederek sivrilmiş kimselerce henüz aşılamamış olduğu” yargısında bulunur. Bense tam tersini düşünüyorum; bence Hidalgo pek çokları tarafından geçildi, yazdığı diyaloglar bugün unutuluşun eşiğinde. Aynı zamanda, paradoksal zaferinin köklerinin, ardıllarının onu geçmesinde olduğunu da düşünüyorum. Çok sayıda ve çok çeşitli ardılı Hidalgo’yu geçmiştir. Hidalgo başkalarında vücut bulur; aslında bir şekilde o başkaların ta kendisidir. Ben bir anlatıcı olarak kısacık tecrübemle, bir kişinin nasıl konuştuğunu bilmenin o kişinin kim olduğunu bilmek olduğunu anladım; bir tonlama, bir ses, özel bir sentaks keşfetmenin o kişinin yazgısını keşfetmek olduğunu anladım. Bartolomé Hidalgo da gaucho’nun tonlamasını keşfetmişti; büyük bir şeydir bu. Onun dizelerini burada tekrar etmeyeceğim; meşhur takipçilerinin dizelerini edebiyat kanonunun bir parçası olarak kullanmakla, Hidalgo’nun dizelerini mahkûm etme anakronizmine maruz kalmamız kaçınılmaz olurdu. İşiteceğimiz uzak ezgilerde Hidalgo’nun sesinin olduğunu kaydetmekle yetineceğim; ölümsüz, gizli, alçakgönüllü.
Hidalgo, 1823 civarında Morón köyünde bir ciğer hastalığına yenik düşerek öldü. Karanlık bir ölümle. 1841 dolaylarında, Montevideo’da, sahneye Cordoba’lı Hilario Ascasubi çıktı şarkılarıyla, birçok kaba saba takma adla. Gelecek ona karşı pek merhametli davranmadı.
Adil de.
Ascasubi, yaşarken “Río de la Plata’nın Béranger’si”1 olmuştu; ölümünden sonraysa Hernández’in silik bir ardılı. İki tanımlama da görüldüğü gibi, bir başka insanın yazgısının silinmesinden başka bir şey değildir − artık hem zamanda hem uzamda yanlış olduğu biliniyor. Birincisi, yani hayattayken yapılan tanımda ona haksızlık edilmemişti: Bu tanımın vaftiz babaları, Ascasubi’nin kim olduğuna dair dolaysız bir mefhumdan veya Fransız’ın kim olduğuna dair yeterli bilgiden yoksun değildi; bugün bu iki kişilikle ilgili bilgi filiz vermiştir. Béranger’nin dürüst zaferi sönüp gitmiştir, günümüz Ana Britannica’sında üç sütunluk girdi dışında. Altındaki imza Stevenson’dan başkasına ait değildir. Ascasubi’nin zaferinin de benzer bir yazgısı olmuştur… İkincisi, yani Martín Fierro’nun önsezisi veya müjdesi şeklindeki tanımsa çılgınlıktır: İki eserin birbirine benzemesi tamamen rastlantısaldır, amaçlarının birbirine benzemesi de öyle. Bu yanlış atfın ardında yatan motivasyon tuhaftır. Ascasubi’nin şiirlerinin 1872’de yapılan birinci basımı tükenmişti, 1900 basımı ise bazı kütüphanelerin nadir eserler kısmında bulunabilir; sonra La cultura argentina, halkı şairin bazı eserleriyle buluşturmak istedi. Temkinli davranmak istediklerinden ve uzunlukla ilgili kaygılarından ötürü Santos Vega’yı seçtiler; dur durak bilmeden akan on üç bin dize, hep atak, hep bir sonraya ertelenen bir okuma sunan… Usanıp ürken okurlar, o bildik hüner eksikliği bahanesinin daha saygınına sığınmak zorunda kaldı: Hani şu selef kavramına. Tilmizi Estanislao del Campo’nun selefi olduğu düşüncesi oldukça aşikârdı; bu ikisinin, José Hernández’in atası olduğunu söylemek de. Bu tasarı şu can sıkıcı durumla maluldü ki bu konuya ileride değineceğim: Temaları aynı olan birkaç rastlantısal sayfaya −şafak ve yerlilerin ani saldırılarına dair betimlemelere− bakarak selefin üstünlüğü görüşünü öne sürmek. Kimse bu paradoksa kapılmakta gecikmedi, kimse bu bariz doğrulamadan kaçınamadı: Herkes Ascasubi’nin genel anlamda daha geri olduğunu söyledi. (Şu an bir tür vicdan azabıyla yazıyorum; Ascasubi hakkında beş para etmez bir değerlendirme yapmış o aklı karışmışlardan biri de bendim.) Basit bir fikir jimnastiği, iki yazarın niyetlerini belirli bir varsayım ışığında tanımlayarak, Aniceto’nun kısmi üstünlüğünün öngörülebilir olduğunu gösterirdi. Hernández nasıl bir son öngörmüştü? Son derece sınırlı bir son: Martín Fierro’nun yazgısının hikâyesi. Olan bitene dair herhangi bir şey sezmeyiz, köylü Martín Fierro anlatır onları bize. Yerel rengin yok sayılışı veya inceltilişi Hernández’de tipik bir unsurdur. Belirli bir gün, belirli bir gece değil, atların yeleleridir önemli olan: Bizim muzafferlerin edebiyatıyla, savaş teçhizatının, rotaların, manevraların niteliklerinin sıralandığı İngiliz deniz edebiyatı (ki onların pampası da denizdir) arasında bir rabıta olduğu hissi. Hernández’de gerçeklik susturulmaz, ondan sadece kahramanın bir işlevi olarak bahsedilir. (Aynısını Joseph Conrad da yapar fakat deniz ortamında). Böylelikle Hernández’in anlatısında mutlaka bulunması gereken dans sahneleri hiçbir zaman betimlenmez. Ascasubi bilakis dansa, birbirine vâkıf bedenlerin o kesintisiz oyununa dair dolaysız sezgisini dile getirir (Paulino Lucero, s. 204):
Gördü kadınını, Juana Rosa’sını,
dans ediyordu başka bir erkekle,
media caña yapıyorlardı, yarım kadehi geçmiş de
tam kadehe gidiyorlardı.
Ah güzelim! Sanki kalçaları
doğranmış gibi, öyle sallıyordu ki
şerefsiz, her kırıtmada
neredeyse kendinden geçiyordu,
Lucero’nun her hamlesinde.1
Bir başka gösterişli manzum onlukta bir başka çarpışma vardır (Aniceto el Gallo, s. 176):
Velay Pilar, köyümüzün
güzel Buenos Aires’lisi,
yapıyor media caña:
Nasıl da kenetlenmiş
zarafetle, sarmaş dolaş gaucho’cuğuyla,
o ise, eli belinde
sımsıkı tutmuş ponchito’sunu:
Canım benim! Senin erkeğin benim, diyor
Martín Fierro’daki yerlilerin ani saldırısı haberiyle Ascasubi’nin dolaysız anlatımını karşılaştırmak da aydınlatıcı olabilir. Hernández (La vuelta başlıklı dördüncü kantoda), Fierro’nun, beklenmedik yağma karşısındaki iyi düşünülmüş dehşetini sergilemek ister; Ascasubi ise Santos Vega’daki şu dizelerde uzaklardan çıkagelip tepelerine binen yerlilerin gelişini anlatır (Santos Vega, XIII):
Ama India’da işgal edilirken
keder içindeki insanlar bakarken kıra,
iğrenç böcekler, dehşet içindekilerin önünden geçer
ve dönüşte aylak aylak
vahşi köpekler
tilkiler, devekuşları, aslanlar
marallar, yabani tavşanlar, ceylanlar
ve önlerinden geçer ıstırap içindekiler
köylerin arasından.
Sonra koyun çobanları
dövüşürler yiğitçe
ve kanat çırpar gökyüzünde vahşi kuşlar
çığlık çığlığa;
ama evet, havadisleri veren
o ilk gelen kuşlardır,
kendilerinden emin,
altlarında uzayıp giden pampadan
havalanıveren o kuşlar
cik cik, cik cik öterler!
Ve vahşilerin ürkek ürkek
sığındıkları o inlerin arkasında,
dışarıda uzanan kırda kalkar ayağa,
bulutlar, gebe toz bulutları gibi
her tarafında
vahşi pampaların,
sonra binip tırıs giderler
gergin beygirlerin üstünde,
vahşi çığlıklar atarak,
yarımay parlarken üstlerinde.
Yine o teatrallik, yine derin düşünümlerin hazzı. Bana göre Ascasubi’nin özgünlüğü, Oyuela veya Rojas’ın vurguladığı o biricik öfkesinin erdeminde değil, işte bu eğilimde yatar. Şüphesiz, cahil barbarların Juan Manuel’de yarattığı o sıkıntıyı hayal eder ve Montevideo’nun kuşatılmış meydanında vuku bulan Florencio Varela cinayetini hatırlar (Obras, IX, s. 671). Bu olayın eşi benzeri yoktur: El Comercio del Plata’nın kurucusu ve editörü Varela, uluslararası camiada bilinen bir kişiydi; dur durak bilmez payador Ascasubi ise, içinden çıktığı ortama uygun, evcimen, yavaş, canlı dizelere indirger kendini.
Ascasubi, savaşın damgasını vurduğu Montevideo’da mutlu bir nefreti dile getirmişti şarkılarında. Juvenal’in facit indignativo versum’u1 bize onun üslubunun ardında yatan nedeni söylemez; kudretsiz ama sataşmalarında öylesine fütursuz ve rahattır ki sanki eğlenip zevk alıyor gibidir; bıçak dövüşü yapar gibi. Bunu, 1849 tarihli şu onluk şiirinde sezeriz (Paulino Lucero, s. 336):
Yüce Tanrım, çiçeğimden
gelen bu mektubun
yolu açık olsun,
Restaurador’a ulaşsın güzelce.
Şayet bir gün alır okursanız onu,
en son sayfada görürsünüz
başımıza gelenleri;
çünkü gaucho Juan Manuel,
her zaman söyler gerçeği.
Fakat tam da o aynı Rojas’a karşı, hayli gaucho bir tarzda, savaşa giden orduların hareketine benzer dansları başlatır. Tekrar döner ve çınlar pampanın, hür olanların media caña’sı:
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Deneme
- Kitap AdıTartışmalar
- Sayfa Sayısı192
- YazarJorge Luis Borges
- ISBN9789750764684
- Boyutlar, Kapak, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Hadi Beni Aşk’tan Yarat ~ Özgür Gümüşsoy
Hadi Beni Aşk’tan Yarat
Özgür Gümüşsoy
Devrik Biyografi Kasım ayının 1984’üncü gösteriminde İstanbul’un en talihsiz metrekarelerinde doğduğu ve hâlen “ikiyakası bir araya gelmeyen deli gömleği” diye adlandırdığı o akli dengesini...
- 666 ~ Küçük İskender
666
Küçük İskender
Diriliğimizi nasıl yok edeceğimizi, duyarlılığımızı nasıl köreltebileceğimizi o kadar mükemmel öğreniyoruz ki, varolmaktan öte bir yokolmak kaygısı sarıyor ruhumuzu. İlk olarak 1994’te yılında basılan,...
- İkinci Hayvan ~ Murathan Mungan
İkinci Hayvan
Murathan Mungan
Murathan Mungan’dan 2010 yılının ilk kitabı: İkinci Hayvan. Mungan’ın on dokuzuncu şiir kitabı olan İkinci Hayvan’da 68 şiir yer alıyor. İlk şiiri 1 Ocak...