Artık şurası kesin gibi: Modernizm denilen küresel heyula hilkati zorlayıp bütün farklılıklarımızı, bütün değerlerimizi ve bütün zenginliklerimizi önemsizleştirerek bütün insanlığı tek bir potada eritmek ve tek tipleştirmek istemektedir. Ta ki hepimiz bütün insanlık “tüketim köleleri” olsun ve dünyanın efendilerinin makinelere bilgisayarlara ürettirdiklerini biteviye tüketsin. Sanki bize pazarladıklarını elde edebilmek için tereddütsüz her şeyini feda etmeye hazır bağımlılar gibi yapmak istiyorlar hepimizi. Bizim ne yiyeceğimize, ne giyeceğimize, neleri seyredip dinleyeceğimize ve nasıl bir 24 saat yaşayacağımıza artık onlar karar veriyorlar, biz uyguluyoruz Bunun için küresel bir sur üfleniyor ve hepimiz çağdaş tüketim mabedleri alışveriş merkezlerine koşuyor, en üst katlardaki sinemalarda ya da televizyonlarda efendilerimizin bizler için hazırladıklarını modeller üzerinde görüyor, canhıraş gayretlerle ve alt katlara iniyor, satın alıyor, alıyor alıyor, tüketiyor, tüketiyor, tüketiyoruz. Artık kendilerine benzemek için her şeyimizi feda etmeye hazır olduğumuz o modeller, şarkıcılar, sporcular şimdi bizim yeni kahramanlarımız.
Bir zamanlar dünyanın farklı yerlerinde milyonlarca insanlar binlerce farklı kültürler bulunurdu. Renk renk, desen desen gökkuşağı ihtişamında değerlerimiz vardı. Her bir topluluğun, her bir kültürün kahramanları vardı ve birbirlerinden farklı idi. İnsanlar hayatlarını yaşarken kahramanlarını örnek alırlar ve onlara benzemeye çalışırlardı. Hiç kimseye bu yaptığınız taklit denmezdi. Belki gerçekte böyle bir kahramanlar da olmayabilirdi. Toplumsal tahayyül ortak değerleri yaşayan, ortak bir şahsiyet dahi üretmiş olabilir, bizde o kahramanlardan, o kahramanlarda bizlerden bir şeyler bulunurdu. Herkes hayaller kurar, her biri birer kahraman olurdu. Şimdi kahramanlarımız da hayallerimiz de tek tipleşti. Artık küresel kahramanlarımız var. Şimdi herkesin kendisine ait bir Hz Hamza’sı yok. Şimdi artık hepimizin Hz Hamza’sı Antony Quinn.
Yeryüzünde tek biz kalsak buna direnmeliyiz. Ne kahramanlarımızı ne hayallerimizi dünyaları verseler değişmemeli, çocuklarımıza kendi kahramanlarımızı anlatmalı ve kendi hayallerini kurdurtmalıyız. İşte bu yüzden elimizdeki çalışma önem arz etmektedir. İşte bu yüzden “tarihimizi çok seviyoruz” O halde eğer şimdi yatma vaktiyse bu kitaptan her çocuk kendine bir kahraman seçsin ve yavrumuzun yatağının başucunda beraberce kahramanlarımızla hemhal olup, hayallerimizi zorlayalım. Direnelim.
Prof. Dr. Azmi Özcan
***
TARİHİMİZİ SEVDİREBİLMEK
Tarihi hikâyeler, milli ve manevi kimliğimizi oluşturmamızı sağlar. Maalesef bugün tarih dokusundan ve manevi kokudan mahrum, boş. hedefsiz, değerlerine yabancılaşan bir topluma dönüşmekteyiz.
Ünlü tarihçilerimizden Prof. Dr. Osman Turan ‘ın. “Milletlerin geleceği için tarih yazmak yapmak kadar önemlidir. ” sözü tam anlamıyla gerçeği yansıtıyor.
Çünkü, yapılan bir iş kayda geçirilmemişse mutlaka unutulacak ve amacından saptırılarak değişik yorumlamalara sebep olabilecektir. Ama. yazılan tarihin mutlaka okunması ve ibret alınması gerektiğini unutmamak kaydıyla! Bu arada.“Türklerin tarih yapmaktan yazmaya vakit bulamadıkları” görüşü de yaygındır, özellikle eski dönem Türk Tarihi hakkında daha çok yabancı kaynaklardan bilgi alınabilmesi de bunu doğrulamaktadır. Ancak konumuz o değil.
Biz: bir tarih de yazmıyoruz. Yalnızca: yazılmış ve yazılmakla kalmayıp destanlaşmış olan şanlı tarihimizin sayfaları arasında dolaşmak, dolaşırken de sizlere arkadaşlık etmek istiyoruz.
Her zaman ve her yerde “Çocuklar bizim geleceğimiz” demekten geri kalmıyoruz. Ama ne yazık ki. geleceğin ancak ve ancak bir temel üzerine oturabileceğini, bu temelin de geçmişimizde olduğunu unutuyoruz. Yeni nesilin önündeki korkunç tehlike: Geçmiş ile kendisi arasındaki köprüden mahrum kalıp kendine yabancılaşması…
Hâl böyle olunca, birilerinin ortaya çıkıp: tarihimizi sevdirici çalışmalar yapması gerekiyordu. Bu çalışma, adından da anlaşıldığı gibi, engin tarihimizden derlediğimiz hikâye tadında damlalardan oluştu.
Tarihe merak saran. Türk tarihini seven herkesin bu kitabı ilgi ile okuyacağını umuyor ve değer vereceklerine inanıyorum.
Sinan YAĞMUR
KUTLU METE HAN
Oğuz Han adıyla da bildiğimiz Mete Han, gecesini gündüzüne kalarak çalışıyor. Hun Türklerinin devlen gittikçe güçleniyordu. Ancak ne var ki. komşuları olan Çinliler Türklerin kuvvetlenmesinden tedirgin olmaya başlamışlardı.
Mete Han’la savaşmak için sebep arayan Çin Hükümdarı; günün birinde bir elçi göndererek onun çok sevdiği atını istedi. Eski Türklerde devleti ilgilendiren böyle önemli konulara hakan kendi başına karar vermediği için Mete Han hemen Kurultayı topladı. Durumu görüşen Kurultay, atın düşmana verilmemesi görüşündeydi. Ancak. Mete Han konuyla ilgili olarak söz aldı ve şunları söyledi:
“İstenilen bu at bana aittir. Kendime ait bir mal için milletimi savaşa sürükleyemem. Atım milletim için feda olsun!”
At. Çin’den gelen elçiye teslim edildi ve gönderildi.
Ancak. Mete Han’ın bu hareketi düşmanın cesaretini artırmıştı: Yeni bir elçi göndererek Mete Han’ın hizmetinde bulunan ve onun çok önem verdiği kadınlarından birini istediler.
Durum Kurultayda görüşüldü ve kadının gönderilmemesi şeklinde bir karar oluştu. Son olarak Mete Han söz aldı ve şunları söyledi:
“Evet. bu kadın benim için çok değerlidir ama. milletim için feda etmekten çekinmem doğru olmaz. Kendi menfaatim için savaşı göze almak milletin kaderiyle oynamaktır. Atım gibi onu da milletime feda ediyorum!
Artık Çinliler iyice şımarmışlardı Mutlaka bir savaş sebebi bulmak ve daha fazla güçlenmeden Hun Türklerini ortadan kaldırmak istiyorlardı. Elçilerini tekrar gönderdiler ve bu defa, iki ülke arasında bulunan bir toprak parçasını istediler.
Mete Han konuyu Kurultaya getirdi. Durum görüşüldü ama bu defa farklı bir karar çıktı: Daha önce Mete Han’a mahcup olan Kurultay üyeleri, “verimsiz bir toprak parçasını düşmana vermekten ne çıkar” görüşünü benimsediler.
Bunun üzerine Mete Han ayağa kalktı ve şöyle haykırdı:
“Ey gün görmüş ihtiyarlar! Şimdiye kadar düşman tarafından istenen şeyler nefsime aitti. Şimdi istedikleri toprak parçası ise milletimize aittir ve vatanımızın bir parçasıdır. Söyler misiniz, kimin malını kime veriyoruz? Artık savaş kaçınılmaz olmuştur. Herkes bunu böylece bilsin ve hazırlığını yapsın!”
Kurultay üyeleri Mete Han’a bir defa daha mahcup olmuşlardı. Hemen hazırlıklara girişildi. Mete Han, kısa zamanda toplanan ve savaşa hazır hale gelen ordusuna şöyle seslendi:
“Vatanı için her an ölmeye hazır olan kahramanlarım! Artık düşmana verilecek bir şeyimiz kalmadı. Şimdi onlara oklarımızla. kargılarımızla ve kılıçlarımızla cevap vereceğiz. il Beyleri. Boy Beyleri. askerlerim! Hedefiniz Çin ülkesidir; haydi, yürüyün!..”
Bu. Mete Han’ın kurduğu ve dünyanın ilk düzenli ordusunun ilk büyük seferiydi. Bu sefer, adına ve kumandanına yakışır bir şekilde zaferle sonuçlandı. Çok geçmeden Mete Han’ın daha önce Çin’e gönderdiği atı ve kadını da kurtarıldı.
ATİLLA
Avrupa’ya giden Hun Türklerinin lideri olan Atilla Batı Roma İmparatorluğu’nun başkenti olan Roma’ya doğru yürüyordu. Yol üzerinde bulunan Troyes şehrine geldiği zaman; şehrin muhaliz komutanı olan Piskopos Lüpus.kalenin üzerinden Atilla’ya seslendi:
‘Sen kimsin ki tac ve tahtları atının nallan altında ezip yürüyorsun?”
Atilla bu sesin geldiği tarafa döndü ve cevabını verdi:
“Ben Allah’ın kırbacı ve kâinatın tokmağıyım!..”
Atilla, Avrupa’da aldığı şehirlerden birini gezerken; orada bulanan kiliseyi inceledi. Salonda büyükçe bir tablo bulunuyordu. Tabloda Atilla, taht üzerinde oturan Roma İmparatoru’na altın bir tepsi içinde hediyeler verirken tasvir ediliyordu.
Atilla, kilisenin rahibini yanına çağırdı ve tabloyu yapan ressamı derhal oraya çağırmasını söyledi.
Ressam geldiği zaman Atilla ona şöyle gürledi:
– Atilla hiçbir imparatora vergi vermekte midir?
– Hayır!..
– O halde İmparatorun tahtına beni oturt: imparatorunu da Önümde diz çökerek bana hediye verir şekilde düzelt ve huzuruma getir!
Tablo derhal yerinden indirildi ve ressama verildi. Ressam kısa zamanda Atilla’nın isteğini yerine getirdi.
NE SOYUNURUM, NE DE SOYULURUM
Tolunoğlu Ahmet hiç yoktan devlet kurmuş bir Türk’tür. Mısır’a sultan olmasını da Türklük karakterindeki kahramanlığa borçludur.
Bulunduğu kervanı bedeviler soyuyordu. Sıra kendisine gelince şöyle dedi:
“Ben Türk’üm… ne soyunurum, ne de soyulurum!” Ve kılıcını çekerek bedevileri önüne katarak kovaladı.
Kervanda Bağdat halifesinin kıymetli eşyaları da vardı ve bu sebeple Tolunoğlu göze girdi ve yükseldi.
Mısır’a vali olarak gönderilen Tolunoğlu Ahmet, Abbasilere karşı bağımsızlığını ilan ederek kendi devletini kurdu.
SEN TÜRK DEĞİLSİN
Tolunoğlu Ahmet, oğlunu Mısır’da bıraktı. Kendisi devletini Suriye ve Filistin’e kadar büyütmek istiyordu. Ancak oğlu Abbas isyan edip devleti ele geçirdi.
Tolunoğju telaş etmedi. İşini tamamladıktan sonra Mısır’a döndü, gönderdiği kuvvetle oğlunu yakaladı. Oğlunun suç ortaklarını da yakalattıktan sonra hepsini toplayıp şöyle dedi:
‘İşte seni uçuruma götüren dostların… Kendi elinle bunların ellerini ve ayaklarını keseceksin!”
Abbas bu emri yerine getirmeye davranınca, dünya babasının başına yıkıldı ve şöyle dedi:
‘Sen benim oğlum değilsin; çünkü bana isyan ettin. Fakat Türk de değilsin; çünkü canlarını senin için feda etmeye razı olan bu adamların ellerini ayaklarını kesmeye hazırlanıyorsun. Türk, dostunu incitmez, sen Türk olamazsın!”
“Tarihimi Çok Seviyorum” için 2 yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Tarihi Roman
- Kitap AdıTarihimi Çok Seviyorum
- Sayfa Sayısı304
- YazarSinan Yağmur
- ISBN9789944636346
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviBahar Kitapları / 2011
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Cem Sultan’ın Papağanı ~ Kadir Mısıroğlu
Cem Sultan’ın Papağanı
Kadir Mısıroğlu
Değerli Okuyucu! Fatih’in bedbaht oğlu Cem Sultan’ın hazin macerası dolayisiyle Sultan II. Bayezid devrinin gerçekleriyle birlikte evlad kardeş katli kaidesinin isabetine vukuf sağlayacak bu...
- Sivastopol Ağustos 1855 ~ Lev Nikolayeviç Tolstoy
Sivastopol Ağustos 1855
Lev Nikolayeviç Tolstoy
Çarlık Rusyası Osmanlı Imparatorlugu’nun tebaası olan Ortodoksların haklarını temsil etme yetkisinde ısrar edince, Osmanlı Devleti Rusya’ya savaş ilan etti. Dünya tarihinin o zamana kadar...
- Cem; Tahtına Kavuşamayan İmparator ~ Hakan Kağan
Cem; Tahtına Kavuşamayan İmparator
Hakan Kağan
Akıcı dili, hiç dinmeyen heyecan ve aksiyon duygusu ile Cem, daha önce İmparatorluğun Son Akşamı ve Yeniçeri kitapları ile okur kitlesini bulan ve giderek...
Arkadaşlar bunu okuyan varsa benimle irtibata geçebilir mi ??? ACİL !!
kardeş ben okudum özetini çıkarıyorum