Tarih şuuru, milletlerin hareket hatlarını tayine yarayan bir millî savunma silâhıdır. Hangi milletten düşmanlık gelmiştir? Hangi rejim faydalı veya tehlikelidir? Ne türlü şahıslar iyilik ve kötülük edebilir? İşte bütün bunların cevabını tarih şuuru verir.
Türk milleti, aşağı yukarı binlerce yıllık mazisine rağmen çok genç milletlerdendir. Bu yüzden tarih şuuru olgunlaşamayan Türk milletine, bu şuuru tamamıyla kaybettirmek için düşmanları tarafından yapılan telkinler, yani zehir sunmalar pek çoktur. Ecdadı ve kanı ile bu toprağa bağlı olan normal bir insan, şahsî düşünceleri ne olursa olsun, topluluktan ne derece ayrı düşünürse düşünsün, fedakârlık edemeyeceği bazı sınırlara, mukaddes bildiği değerlere sahiptir. Böyle bir insan yurt topraklarından en küçük parçayı bile yabancılara bırakmayı düşünemez. Bir takım dolambaçlı yollarla, milletin mukaddes tanıdığı şeylerin aleyhinde bulunamaz. Tarihî düşmanımız olan milletlerle dost olmaktan bahsedemez. Milletimiz üzerinde yabancı bir devletin hâkimiyetini aklına bile getiremez. Getirirse ya anormal bir çılgındır, ya satılmış bir haindir veya bizden olmayan bir yabancıdır. Bunların üçü de bir kapıya çıkar.
İçindekiler
Açıklama……………………………………………………………………………………. 7
Sunuş ………………………………………………………………………………………… 9
I
TÜRK TARİHİ HAKKıNDA
Tarih Şuuru/ Orkun, 20 Nisan 1951 Sayı: 29 ………………………………… 13
Telkin ve Propaganda/ Gözlem, 3 Nisan 1969 ……………………………….. 22
Edirne Mebusu Şeref Beye Cevap/ Orhun, 20 Şubat 1934, Sayı:4 …….. 26
Türk Ordusunun İftihar Levhası/ Orhun, 1934, Sayı: 6…………………… 45
Millî Mukaddesat Düşmanları/ Altın Işık, 21 Ocak 1947, Sayı: 2……… 55
23 Mayıs (1040) ve 3 Mayıs (1944)/(22/23.4.1975), Ötüken, 1975,
S: 5 ……………………………………………………………………………………. 63
Türk Tarihinde “Eylül”/ Ötüken, 1975, Sayı: 9………………………………. 67
Navarin Baskını (20 Ekim 1827)/ (7 Ekim 1975), Ötüken, 1975,
S: 10 ………………………………………………………………………………….. 73
İki Şanlı Yıl Dönümü/ Orkun, 1943, Sayı: 12 ………………………………… 75
26 Ağustos (1071) ve 30 Ağustos (1922)/ 12.8.1975, Ötüken,1975,
S:8 …………………………………………………………………………………….. 77
Türk Ordusuna Karşı Donkişotlar/(7 Mayıs 1971), Ötüken, 1971,
S:5 …………………………………………………………………………………….. 79
3 Mayıs 1944/(11 Nisan 1973), Ötüken, 1973, Sayı: 5……………………. 84
Bizim Günümüz/ Ötüken, 15 Mayıs 1965, 17. Sayı. ……………………….. 89
Türk Tarihinde Yabancı Kanlıların İhanet Serisi/Orhun, 1950, S:1-4;
6-7; 10-12…………………………………………………………………………… 92
Kazakistan’da Bulunan Mezar/(21 Kasım 1970), Ötüken, 1970,
S: 12 ………………………………………………………………………………….. 97
“Altın Elbiseli Adam” Hakkında Yeni Bilgiler/ Ötüken, 1973,
Sayı:6……………………………………………………………………………….. 101
İstanbul’un Fethi Yılına Ait Bir Mezar Taşı/ Orhun, 1934, Sayı: 8….. 105
Atalarımızdan Kalan Eserleri Yıkmak Vatana İhanettir/Kopuz, 15
Ağustos 1939, Cilt: 1, Sayı: 5………………………………………………. 109
Edebî Dil/(1 Aralık 1968), Ötüken, 1968, Sayı: 12……………………….. 112
Dilimizi Türkleştirmek İçin Amelî Yollar/ Çınaraltı, 1941, Sayı: 5 …. 116
Türkçülere Birinci Teklif/ Orkun, 1950, Sayı: 2……………………………. 123
Türkçülere İkinci Teklif/ Orkun, 1950, Sayı: 3 …………………………….. 124
Türkçülere Üçüncü Teklif/ Orkun, 1950, Sayı: 4………………………….. 125
Türkçülere Dördüncü Teklif/ Orkun, 1950, Sayı: 5 ………………………. 126
X Meselesi/ Orhun, 1934, Sayı: 3……………………………………………….. 128
III
KAHRAMANLAR VE BÜYÜK ADAMLAR
Cihan Tarihinin En Büyük Kahramanı Kürşad/ Kopuz, 1939,
Sayı: 3………………………………………………………………………………. 133
En Büyük Türk Kahramanı Kürşad/ Kür Şad, 1947, Sayı: l ……………. 139
Büyük Bir Türkçünün Hatırasının Kutlanması/ Orhun, 1934,
Sayı: 7………………………………………………………………………………. 142
Ziya Gökalp/ Orkun, 1962, Sayı: 1……………………………………………… 144
Mehmet Âkif/ Kızılelma, 1947, Sayı: 9………………………………………… 149
Rıza Nur/ Çınaraltı, 19 Eylül 1942, Sayı: 52………………………………… 151
Dr. Hasan Ferit Cansever/ Ötüken, 1970, Sayı: 6 …………………………. 156
Zeki Velidi Togan’n Tarihçiliği/ Ötüken, 1971, Sayı: 11………………… 160
Prof. Fındıkoğlu Ziyaeddin Fahri/ Ötüken, Kasım 1974, Sayı: 12 …… 164
M. Sadık Aran ve Tahsin Demiray/ Ötüken, S: 92; 27 Temmuz
1971 ………………………………………………………………………………… 167
Profesör Caferoğlu Ahmet/ Ötüken, Ocak 1975, Sayı: 2………………… 176
Nejdet Sançar (1910-1975)/ Ötüken, 11 Mart 1975, Sayı: 3 ………….. 179
Türk Büyüklerine Saygı/ Ötüken, Eylül 1972, Sayı: 105 ……………….. 181
Kim Millî Kahramandır?/(11 Mart 1974), Ötüken, 1974, Sayı: 3 ……. 187
Gurbetteki Mazlumlar/Ötüken, 1 Şubat 1974, Sayı: 1 …………………… 190
Mecburî Gurbette Yaşayanlar/Ötüken, 1970, Sayı: 9……………………. 192
Açıklama
TÜRK ÜLKÜSÜ kitabının 1966 Yılı’ndaki ikinci basımında, o gün artık kimseyi ilgilendirmeyecek türden bâzı polemikler bizzat ATSIZ tarafından çıkarılmışdı. Bugün, aradan yaklaşık 40 sene daha geçdikden sonra Makaleler I-II-III-IV adlı kitaplardaki bâzı metinlerin ve o metinlerde sözkonusu edilen şahısların da okuyuculara artık birşey ifâde etmeyeceği düşüncesiyle birkaç makâlenin daha çıkarılması karârına varıldı. Herhangi bir yanlış anlamaya meydan vermemek için ben şahsen bu ayıklama işlemine katılmayarak sâdece sonunda yapılan elemeye mutâbakatımı bildirmekle yetindim. Bu gözden geçirme işini, meselelere vâkıf ve fevkalâde titiz bir başka arkadaş üstlendi.
Yağmur Atsız
-I-
TÜRK TARİHİ HAKKINDA
Tarih Şuuru
“TARİH ŞUURU”, milletlerin hafızasıdır. Hafıza nasıl, fert olarak insanların en küçükleriyle ihtiyarlarında bulunmazsa, milletlerin de henüz çocuk sayılabilecek kadar genç yani “kurulmamış” olanlarıyla ihtiyarlarında yani inkıraza mahkûm olacak kadar çürüyenlerinde bulunmaz. Millet haline gelmemiş olan insan topluluğu fertlerin bebeklik haline benzer. Yaşamak kabiliyeti varsa, bir takım buhranlar geçirmekle beraber büyüyüp gelişecek, “millet” olacaktır. Bebekte bir hafıza ve şuur olmadığı gibi henüz millet haline gelmemiş olan toplulukta da bir tarih şuuru bulunmaz. Bir bebek, annesinden çalınabilir. Kendisine süt ve yiyecek verildikçe bebek için bunun ehemmiyeti yoktur. Henüz millet haline gelmemiş bir topluluğun başına da yabancı ve düşman bir kuvvet geçebilir. Eski hayatı devam edip yiyecek buldukça o topluluk için de bunun değeri ve manası olamaz. Fakat yedi yaşına gelmiş bir çocuğu annesinden ayırmak kolay değildir. Kendisine daha iyi şartlar hazırlansa bile o çocuk, öz annesini arar. Onu geçici bir zaman için avundurmak belki kabildir. Hattâ kendisine iyi oyuncaklar verildiği müddetçe bu çalınmış çocuk, asıl annesini hakikaten de unutmuş olabilir. Fakat annesini ilk gördüğü, bulduğu anda bütün oyuncakları ve nimetleri teperek annesine döneceği tabiîdir. Millet haline geldikten sonra de milletlerin başına yabancı kuvvetlerin geçmesi güçleşir. Vaitlere veya cebirle buna razı olan milletler bile ilk fırsatta, tıpkı anasına dönen çocuk gibi, istiklâline, millî benliğine dönecektir. Çünkü onda artık millî hafıza, yani tarih şuuru teşekkül etmiştir. Tarih şuuru, milletlerin hareket hatlarını tayine yarayan bir millî savunma silâhıdır. Hangi milletten düşmanlık gelmiştir? Hangi rejim faydalı veya tehlikelidir? Ne türlü şahıslar iyilik ve kötülük edebilir? İşte bütün bunların cevabını tarih şuuru verir. Olgun bir insana bir takım zehirlerle muvakkaten hafızası kaybettirildiği gibi, milletlere de, milletlerin zehiri olan propaganda, telkin ve iftira ile tarih şuurunu bir müddet kaybettirmek kabildir. Fakat olgun millet kendisini çabuk toplar. Yalan propagandanın tesiri giderilir. Hakikat meydana çıkar. Türk milleti, aşağı yukarı 3000 yıllık mazisine rağmen çok denecek kadar genç milletlerdendir. Büyük medeniyetler kurmuş olmasına rağmen genç millet olmanın iki mühim vasfını taşımaktadır:
1- Dili henüz kesin şeklini almış değildir.
2- Birinci sınıf insanlar yetiştirmiş olmasına rağmen halkının bir kısmı henüz göçebedir.
Çok genç olan, bu yüzden tarih şuuru olgunlaşamayan Türk milletine, bu şuuru tamamiyle kaybettirmek için düşmanları tarafından yapılan telkinler, yani zehir sunmalar pek çoktur. Millî şuuruna tam mânası ile hâkim bir Türk milletinin, kendi varlığı içinde o varlığı, düşman ve yabancı unsurları asla yaşatmayacağını bilen “yabancı zümreler”, millî şuuruna afyon içirmek için ellerinden gelen her şeyi yapmaktadırlar. Ecdadı ve kanı ile bu toprağa bağlı olan normal bir insan, şahsî düşünceleri ne olursa olsun, topluluktan ne derece ayrı düşünürse düşünsün, nihayet fedakârlık edemeyeceği bazı sınırlara, mukaddes bildiği değerlere maliktir. Böyle bir insan yurt topraklarından en küçük parçayı bile yabancılara bırakmayı düşünemez. Bir takım dolambaçlı yollarla, harpsiz, milletin mukaddes tanıdığı şeylerin aleyhinde bulunamaz. Tarihî düşmanımız olan milletlerle, hele o milletlerin aleyhimizdeki ihtirasları malûmken, dost olmaktan bahsedemez. Her ne sebeple olursa olsun, milletimiz üzerinde yabancı bir devletin hâkimiyetini aklına bile getiremez. Getirirse ya anormal bir çılgındır, ya satılmış bir haindir veya bizden olmayan bir yabancıdır. Bunların üçü de bir kapıya çıkar. İstanbulda “Vatan” gibi mukaddes bir ad taşıyan gündelik bir gazete çıkmakta ve bu gazetenin başyazılarını “Ahmet Emin Yalman” diye Türk ve Müslüman ismi taşıyan bir adam yazmaktadır. Birçok saf Türk okuyucular bu adamı Türk sanmakta ve bazan makûl ve doğru yazılar yazdığı için ona inanmaktadırlar. Esefle söyleyelim ki Ahmet Emin Yalman, Türk ve Müslüman değildir. Bu vatan ve bu milletle ilgisi yalnız Türk pasaportu taşımaktan ve Türk tebaası olmaktan ibarettir. Ahmet Emin Yalman “Yahudi Dönmesi” yahut “Selanik Dönmesi” denilen ve on-yedinci asrın sonlarına doğru Sabatay Sevi adında maceraperest ve serseri bir Yahudi tarafından kurulan gizli bir ırkî-dinî cemaate mensuptur. Mesihlik iddia eden ve mucize göstermek dâvasında bulunan bu çılgın Yahudi, Türk Padişahı Dördüncü Avcı Sultan Mehmed tarafından huzuruna çağrılmış ve: “Seni kurşuna dizdireceğim. Ölmemek mucizesini göster de hepimiz birden sana inanalım” hitabını alınca bütün Yahudilere has korkaklıkla padişahın ayaklarına kapanarak Müslüman olmuştur. Canını kurtarmak için yalandan Müslüman olup Mehmet adını alan bu münafık Yahudi, güya bütün Yahudileri de Müslüman etmek gibi yüksek ve dinî bir vazifeyi üzerine alarak Türkiye’nin türlü bölgelerinde dolaşmış ve son yüzyılların bütün sahte peygamberleri gibi rasputinizm ahlâksızlığına da saparak bugün kısaca “Dönme” dediğimiz cemaatin temellerini atmıştır. Sabatay Sevi öldüğü zaman Selanik’te 200 Yahudi ailesi onun bu gizli dinine girmiş bulunuyordu. Dışarıya karşı gayet kapalı olan bu cemaat sıkı bir dayanışma ile günümüze kadar gelmiştir. Bunlar yalnız kendi aralarında evlenirler. Zahirî Müslüman isimlerinden başka gizli Yahudi adları taşırlar. Müslümanlarınkinden farklı olarak Yahudiler tarzında sünnet edilirler. Ölülerini ayrı mezarlara gömer ve mezar başında gizli Yahudi âyini yaparlar. Dönmeler kendi aralarında “Hadibeyler”, “Karakaşlar”, “Kapancılar” adında üç kola ve âdeta üç oymağa ayrılırlar ki bu, onların hiyerarşisidir. Kendilerine mahsus bayramları vardır. Bu bayramlardan 22 Martta yapılan “Kuzu Bayramı” yahut “Dört Gönül Bayramı” en korkuncudur. Dönmeliğin iç yüzünü anlatan ve İbrahim Alâettin tarafından yazılan Sabatay Sevi adlı kitapta (s. 64-65) bu bayram şöyle anlatılıyor:
“Bu kuzu bayramı hakkında Sabatay zümresi mensuplarından Kârakaşzade Rüştü, 1924 tarihinde Vakit gazetesi muharririne şu izahatı vermişti: Kuzu bayramı 22 adar(Mart)da yapılır. Bu bayram geceye mahsustur. Ve her sene kuzu eti ilk defa bu bayram münasebetiyle ve hususî merasimle yenir. Bu merasimde en aşağı ikisi erkek, ikisi kadın olmak şartiyle evli dört kişini bulunması lâzımdır. Kuzu ziyafetinde bulunacakların sayısı iki cinse mensup evli çiftlerin artırılması şartı ile istenildiği kadar çoğaltılabilir. Kadınlar iyi giyinmiş ve elmaslarıyla süslenmiş oldukları halde sofra hizmetinde bulunurlar. Yemekten sonra biraz eğlenilir ve muayyen zamanda ışıklar söndürülerek karanlıkta kalınır… Bu bayram vesilesiyle doğacak çocuklar bir nevi kutsiyeti haiz tanınırlar. Ona Dört Gönül Bayramı adı verilir.
İşte bugün Türk basınının kodamanlarından olan ve bütün millî meseleler hakkında fikirler beyan eden, Türklük-Müslümanlık dâvasının her safhasına karışan, Başbakan Adnan Menderes gibi aşağı yukarı müttefikan sevilen bir devlet adamını, irticayı korumakla suçlandıran adam bu cemaate mensuptur. Deniz Binbaşısı İstanbullu merhum Mehmet Nail Beğin oğlu, Deniz Kolağası (Önyüzbaşısı) Dorullu Merhum Hüseyin Efendi’nin torunu olan beni ve kardeşim Nejdet Sançar’ı, yani bu toprağa ve ırka atalar, dedeler kanı ve hâtırasıyla bağlı insanları, “millî varlığımızın temellerini kundaklamakla” suçlandıran adam budur: Selânikli Ahmet Emin Yalman! Millî menfaati o yolda gördükleri için “devletin başında hâlis Türkler bulunmalıdır” diyen milliyetçileri “ırkçılar, nazistler” diye gözden düşürmeğe, onları âdeta vatan haini gibi göstermeğe yeltenen adam bu gizli Yahudi ırkçısı Ahmet Emindir. Millî meseleleri konuşuyormuş gibi gözükerek memlekette tahrikât yapan ve nihayet bu yüzden aleyhinde takibata başlanan, başbakana: “Allah onunla dost olmaktan beni korusun” dedirten bu Ahmet Emin’i, Yahudiliğine bağışlayarak mazur görebilirdik
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Araştırma/İnceleme Tarih
- Kitap AdıTarih, Kültür ve Kahramanlar
- Sayfa Sayısı192
- YazarHüseyin Nihal Atsız
- ISBN9789754378252
- Boyutlar, Kapak13,5 X 21,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviÖtüken Neşriyat / 2024