Bruce Feiler Orta Doğu’nun kalbine doğru on bin millik bir yolculuğa çıkmıştır. İsrail, Irak ve İran onun ziyaret ettiği ülkelerdir ve o din bizi birbirimizden ayırmakta mıdır… yoksa bizi birbirimize mi yaklaştırır sorusunun yanıtını aramıştır.
Tanrı’nın Doğduğu Yer bir savaş dönemi tarihçesi, heyecanlı bir arkeolojik dedektiflik öyküsü ve kişisel bir keşif olarak okunabilir. Okuyucu İncil’de yer alan yerleşim yerlerine götürülerek Yahudilik’in, Hıristiyanlık’ın ve İslamiyet’in ortak kökenlerinin az bilinen ayrıntıları su yüzüne çıkarılmıştır.
Feiler okuyucuyu gerçek hayatta asla yaşayamayacakları bir yolculuğa davet ediyor. O, İsrail’de helikopter ile yukarıdan gözlem yapmakta ve gizli yeraltı tünelleri boyunca ilerlemekte ve Davut’un Golyat’ı yendiği noktada gözlemler yapmaktadır.
Irak’ta Cennet Bahçesi’nin ve İbrahim’in doğum yerini ziyaret etmiştir ve Babil nehirleri boyunca eşsiz bir yolculuk yapmıştır.
İran’da ise İncil’in ilk mesihinin evini keşfetmiş ve Kraliçe Esther’in gizli mezarını ortaya çıkarmıştır.
Tanrı’nın Doğduğu Yer kitabında Feiler tüm inanışların birbirinden etkilendiğini ve birlikte var olduklarını ortaya koymaktadır. Ona göre İncil inançlar arası bir uyum içinde bir yapıya sahiptir. Bruce Feiler bu heyecanlı çalışmasında günümüzün en derin düşüncelerinin temelini ortaya koyan bir öykü anlatmaktadır. Tanrının Doğduğu Yer farklı inançlar üzerine umudun sadakatini ortaya koyan evrensel bir bakış açısı sunmaktadır.
Feiler, görkemli bir anlatıcı ve öykücüdür… olgun bir entelektüel birikime sahiptir ve yoluna çıkan her şeyi aydınlatmaktadır… Onun Walking the Bible (İncil’de Yürümek) kitabı bir klasik olmuştur…Okumak büyük bir keyif.
-Washington Post Book World
Şeytanın Doğduğu Yer Dinin Kökenlerine Bir Yolculuk
Giriş Güçlü ve Çok Cesur Olmak.
KİTAP BİR Toprak
1. Kan Adamı
2. Senin Tanrı Sonsuza Kadar Hüküm Sürecek
3.Tann’nın evi
KİTAP İki Sürgün
1. Cennet Bahçesinde
2. Gelin Kendimize Bir Şehir inşa Edelim
3. Babü Nehirleri Kıyısı
4. Barış Kenti
5. Umutlu Bir Gelecek
KİTAP ÜÇ Diaspora
l. lşık olsun
2. MeshedUilmiş Olan
3. Bir Güzellik Tacı
Sonuç
Memnuniyet ve Neşe İle
Teşekkür
Banş ve Doğruluk Sözcükleri
Genel
GİRİŞ
GÜÇLÜ VE ÇOK CESUR OLMAK
Kaynağını bilmeden önce basıncı hissetim. Bacaklarım ürpermeye sonra titremeye başladı. Sonra tüm vücudum titremeyle sarsılıyordu. Yoksa bu korku muydu? Yukarıda pervaneler vızıldayan bas vuruşlar yapmaya başladılar. Boşluklardan gelen soğuk hava omurgamdan aşağı doğru iniyordu. Titriyordum. Ayaklarım zangırdıyordu. “Hazır mısın?” Ses kulaklarımda çınlıyordu. Başımla onayladım. Saniyeler içinde sarsıntı bunaltıcı bir hale geldi. Çekiş o kadar güçlü ve yoğundu ki kafamı İçine çekmeye hazar görünüyordu. Tüm vücudumu, migren ağrısıyla kasılıyormuş gibi hissettim. Ve sonra aniden sessizlik. Ses çözüldü, vücudum gevşedi. Ben havalardaydım, savaştaydım, barıştaydım.
Helikopter bir saniye için havada asılı kaldı, sonra yavaşça kayarak hızlandı. Aşağıda iniş alam gözden kayboldu; portakal ve avokado ağaçlarından oluşan sıralar ufka doğru uzanıyordu. Bir eşeğin kulağmdaki kulan görebiliyorum. Burnumuz gökyüzüne dönük uçuyoruz ama henüz çok hızlı hareket etmiyoruz. Helikopterle havalanmak uykuya dalmak gibidir. Bir gerçekliği terk eder ve diğerine geçersiniz. Görünenler rüyadaki gibi alışılmamıştır. Gördüğünüz şeylere dokunmak istersiniz ama dokunamazsınız.
Akdeniz’e doğru yöneldik. Kulaklığımdaki sesler araya girdi: “Burası hava kuvvetleri kendinizi tanıtın burada olmak için izniniz var mı?” Pilot Boaz gülümsedi; bunu bekliyordu son otuz yıl boyunca İsrail devletinin girdiği tüm savaşlarda uçmuştu. Ona katıldığı en tehlikeli görevin ne olduğunu sorduğumda birkaç saniye düşündü ve cevapladı “Bir keresinde gizli bir görev için israil’den kalkıp yedi buçuk saat boyunca düşman bölgesinde uçmuştum.” Kaşlarımı kaldırdım bu Iran veya Libya’ya yolun yansı demekti.
“Iraktaki nükleer tesisin imha edildiği göreve mi katıldın?”
Gülümsedi, “Ortadoğu’daydım diyelim.”
Boaz hava kontrole izinle karışık kaçamak bir şekilde cevap verdi. İznimiz vardı. Altı ay içinde üç farklı hükümet ajansından alınmış izinler. Bir gece önce bir intihar komandosu Tel Aviv’de yedi askeri öldürmüş, israil savunma kuvvetleri de iznimizi iptal etmişti. Boaz karan değiştirmesi için bir general bulmak için adeta tırmaladı. Bu sabah Mc Donnnell Douglas MD500’e bindiğimizde fırtına bulutlan çıkageldi ve görüş mesafesi 1000 feetin altına düştü; uçuşu iptal etmemiz gerekiyordu. Bir saat sonra görüş mesafesi artmıştı. “Uçmanın her zaman riskleri vardır” dedi Boaz. Kalkış alanına doğru ilerledik.
Hava koşullan risklerin en sonuncusuydu. Savaş kızışıyordu israil ve Filistinliler arasındaki, kınlgan koalisyon güçleri ve Irak arasındaki, çoğulcu Batı ve Radikal islam arasındaki dalgalar tüm dünyaya yayüıyordu; İran, Suudi Arabistan, Yemen, Fas, Kenya, Endonezya ve evet Birleşik Devletler’de. Medeniyetin beşiği Mezopotamya’dan Kuzey Afrika’ya kadar uzanan küçük bereketli hilal daha önce dünyanın kaderini kontrol etmişti ve medeniyetin geleceği ortada görünüyor.
Yeni binyılın başlangıcında inanç ve politikanın kanlı çatışması gazetelerin İlk sayfalarını dolduruyordu. Tann’nın dünya işlerine karıştınlmadığı bir yüzyıldayız. Nietzsche geçen yüzyılın sonunda (1882) tanrının öldüğünü açıklamamış mıydı? Bilim, kapitalizm ve dünya çapında WEB, inancı geçmişte bırakmamış mıydı?
Amerika’da yetişen bir Yahudi olarak din hayatımın düzenli bir parçasıydı; ama asla merkezi olmadı, politik olaylar bana inançtan hep daha çekici gelmiştir. Yıllardır gezgin bir gazeteci olarak yaptıklarım nedeniyle üçüncü dünya gezileri, country müzik ve maskaralık benim yeni dinim oldu. Kimin gittiği ülkeleri sayabiliyorken Tann’nın emirlerini saymaya ihtiyacı var ki?
Yollarda geçen on beş yılın ardından, sırt çantamda bir şeylerin eksikliğini hissettim. Dünyada savaşlar vardı ve benim rehber kitaplarımın cevaplayanıayacağı sorularım vardı. Ama şansa bakın ki beni çağıran kitap hep yatağımın yanındaydı. Aslında bu çağrı dini değildi. Tarihi, arkeolojik ve kültüreldi. Dünyayı keşfetmek bir ihtiyaçtı, korkutan bölgelerini bile; bir bağımlılık gibi. Bir fikrim vardı. Kutsal kitaptaki hikâyelerin izini sürerek olayların geçtiği yerlerde kutsal kitabı tekrar okuyabilirdim.
Bir yıl boyunca Türkiye’den Ürdün’e kadar tüm Ortadoğu’yu gezdim ve kutsal kitabın ilk beş bölümünü tekrar okudum. Ağrı Dağı’na çıktım, Kızıl Deniz’İ geçtim. Sina Dağı’na tırmandım. Çölde geçirdiğim o yıl beni sonsuza kadar değiştirdi. Macera aramaya çıknuştım ama bir ardam arzusuyla dönmüştüm. Dahası Tann’nın hayatımdaki belirsiz rolünü anlamaya çalışarak döndüm.
Dünya zenginlik ve barış içindeydi ve ben kuşkulanmdan arındığımı hissediyordum. Tann’yı tam olarak bilmiyorum ve bunu iddia edenlerden de kuşkuluyum.
Ve sonra çatışma başladı; binalara çarpan uçaklar, uzak ülkelere giden ordular, banş dolu şehirlerin etrafını çevreleyen güvenlik duvarları, katliam, cihad ve haçh seferleri haberlerinin gazeteleri doldurması. Banş içindeki dünya, artık Tann adına savaşıyordu. Bu değişiklik ürkütücü görünüyordu, tarih sona mı eriyordu? Demokratik kapitalizm bizi cennete mi götürüyordu?
Tarih tabii ki sona emiyordu, evine dönüyordu. Politika, coğrafya ve inanç çarpışmaları, yazının icadından sonra Ortadoğu’daki her öyküye egemendi. Gılganuş destanından Ayetullah Humeyni’nin fetvalarına kadar bu böyleydi. Şimdiye kadar anlatılan en büyük hikâyeyi de egemenliği altında tutuyordu. Yahudiler ve Hıristiyanlar islam’ın tek şiddet içeren din olduğunu iddia ederken, kendi geçmişlerini inkâr ederler. İnanç ve şiddet arasındaki savaşın en mide bulandırıcı ve kanlı anlatılan, Yahudi incilinde anlatıldığı gibi başka hiçbir yerde anlatılmaz. Ama yine başka hiçbir yerde böyle İnsanca ve umutlu anlatılmaz.
Ve böylece ben, din hakkındaki kuşkularımla karşı karşıya gelmenin en iyi yolunun, Tann’nın doğmuş olduğu topraklara yolculuk etmek olduğunu düşünmeye başladım ve dünyadaki insanların yarısının kimliğini tanımlayan bir metni okumanın daha anlamlı olacağını düşünüyordum.
Tann adına yürütülen savaşm çarpıcı noktalarına israil, Irak, Iran yolculuk yapacak ve yol boyunca incil’i yanında taşıyacaktım. Ben Yahudi incilinin ikinci yansıyla işe başladım. Bu bölümde israil’in çocuklanıun Adem ve Havva’dan geldikleri anlatılmaktadır, ibrahim ve Musa en zalimce durumlarla karşı karşıya gelmişlerdir. Tann Musa’nın ardılı olan Joshua’ya peygamberler bölümünün başlangıcında “vaat edilmiş topraklan fethedin” demiştir. Eski bir casus olan Joshua, açık çölde kırk yıl erdem mücadelesi veren iki israilliden (diğeri Caleb’tir) biridir. Tanrı “puta tapanları yok edin” emri vermiş ve “kendinizin ve benim geleceğimi elinize alın” demiştir.
yirmi dakika sonra Ben Gurion uluslararası hava alanının hemen kuzeyindeki bir piste iniş yaptık. Gümüşi bir sis Akdeniz üzerinde asılı duruyordu. Köpüren dalgalar dar sahillere vuruyordu. Bir kürdanın üzerine sıralanmış gibi çizgi halindeki palmiye ağaçlan sıralan her yöne uzanıyordu. Biz inerken yakındaki küçük binadan çıkan adam Boaz’ı yönlendirdi.
Yoram Yair kendi adıyla nadir bilinir. Altı gün savaşlan sırasında Sina Çölü’nü geçen İlk adam, Yom Kippur savaşı sırasında Suriye saldırılarına karşı Golan tepelerini savunan son adam ve Lübnan savaşı sırasında amfibik çıkarmayla Beyrut’a en çok yaklaşan adam. Aylar sonra israillilerle (ve Filistinlilerle) konuşup, onlara ülke tarihinin en önemli generallerinden biriyle vaat edilmiş topraklar üzerinde askeri bir tura çıktığımı söylediğimde hepsi aynı şeyi sordu: “Yaya nasıl biri?”
Bir kaya helikoptere binip bizi sıcak ve kendinden emin bir şekilde selamladı. Sağlam duruşuyla dikkat çekiyordu; sıkı bir el sıkışması, gözlerini dikerek bakması… Gözlerindeki pınltı ona güven duymanızı sağlıyordu. Altmışlarına gelen ve helikopterdeki dördüncü koltuğu dolduran uzun süreli dostum ve yol arkadaşım arkeolog Avner Gören Yaya’yı babasına benzettiğini söyledi. O israil’in epik kurucularından biri gibiydi. “O ülkenin temel toprağının bir parçasıydı.”
Yaya beyaz hasır bir şapka, donanma kamuflajı ve yakası iliklenmemiş pembeli yeşilli bir Hawaii gömleği giymişti. Rüzgâra rağmen geriye yatmış saçlan oynamıyordu. Sert derisi ve gri göğüs kılları ile bana Miarni sahillerinde yürüyen amcam, Bubba’yı anımsattı.
“Alçakgönüllü olmaya çalışacağım, ama dünyada benimle aynı savaş deneyimlerine sahip sadece beş general var” dedi Yaya. Normal bir insan için büyük bir şansızlık ama bir asker için büyük bir şans, dört savaşa katıldım ve hepsinde de komuta pozisyonundaydım. Şimdi göremezsiniz ama tüm vücudum şarapnel dolu.”
Boaz bir keresinde Lübnan’da iptal edilen bir görevde bir generalin hayatını kurtardığını anlattı. Onlar ayrılır ayrılmaz bir asker vurulmuştu. Peki, Yaya’nın en zor görevi neydi? Altı gün savaşları sırasında Sina Çölünü geçen bir tankı komuta ediyordu, “Önümdeki ve arkamdaki tank vuruldu. Mısır topraklaruıuı yaklaşık 1 mil içindeydik, her taraftan ateş alıyorduk. “Bir anti tank roketiyle vurulduk. Herkese atlamalarını söyledim; ben dışarı düştüm ama yardımcım içerde kaldı ve öldü. Sonra Mısırlılar tarafından kuşatıldık. Bunun sonum olduğunu düşündüm.”
“Esir mi alındın?”
“Delirdin mi? Beni ele geçirmelerine izin vermedim. Tümenim benim yanıma gelene kadar yarım saat boyunca yapayalnızdım.”
Yaya bu hikâyelerin hiçbirini övünmeyle anlatmıyordu. Sadece görev. Bu onun işiydi. Erkekleri savaşa götürmek.
“Peki, o zamanlarda ilham kaynağı olması için hiç kutsal kitabı açtığın oldu mu?” diye sordum.
“Çocukluğumdan beri,” dedi. “Kutsal kitabı gerçekten severim; hikâye, miras, toprağa bağlılık. Genç bir binbaşıyken eğitimde askerlerden birine yerle ilgili hazırlık yapmasını söylerdim. Her israilli komutan, size görevimizin bir parçasının da eğitim olduğunu söyleyecektir. Sadece silah sistemleriyle ilgili değil. Ama aynı zamanda değerler ve etik hakkında.”
“Şöyle anlatayım” diye devam etti, “Kutsal Kitap’ın en iyi yönü bize toplulukla ilgili anlattıklarıdır. Musa’yı alalını. İsraillileri Mısır’dan çıkardığında, ilk olarak her iyi liderin yaptığını yapar, bir amaç oluşturur. Sonra taktikleri geliştirir. Ama ayrılmadan önce, insanlarından zor bir şey yapmalarım ve kapı eşiklerine kan dökmelerini ister. Bu Tann için midir? Saçmalık. Tanrının işaretlere İhtiyacı yoktur. Musa bunu insanlarda güçlü bir kimlik geliştirmek için yaptı.”
Bir savaşçmm turumda bana katılmasını istemiştim. Fazlasını mı buldum acaba?
“Peki ya Joshua” dedim “Onun hikâyesi sana değerlerle ilgili ne anlatıyor?” Kaşlarını kaldırdı. “Gidelim,” dedi. “Sana göstereceğim.”
Boaz genel kontrol şaftını yukarı ve sağa doğru çekti ve helikopter tekrar yükselmeye başladı. Pedallara yüklendi ve kontrol çubuğunu bacaklarının arasına aldı. Bir an sonra merkez dağlar üzerinde süzülüyorduk. Bu kadar dar bir ülke olarak (genişliği 85 mil) israil’in çekici bir topografik yapısı vardı. Düz ve verimli layı bölgesi, kayalık ve izole merkezi dağlar ve doğusunda çöl vadisi… En özgün özelliklerinden birini barındıran doğu sınırı boyunca uzanan jeolojik bölgeye doğru gidiyorduk. Vaat edilen toprağı ele geçirmek için, kırk yıllık açık çöl yolculuklarını Ürdün’deki Nebo Dağı’nda sonlandıran israilliler, Önce bu yaşam olmayan tuzağı geçmeliydiler.
Avner, Yaya ve ben İndilerimizi çıkardık. Kutsal anlatı açık bir jeopolitik kavis çizer. Hikâye 4 binyıl önce Mezopotamya’da başlar: Fırat ve Dicle’nin imparatorluk kıyılarında, Tekvin’ in ilk bölümlerinde Cennet’in Bahçesi’nde, Babil Kulesi ve ibrahim’in Varışı, ibrahim, babasının evini terk ederek Tann’nm ona vaat ettiği topraklara Kenan’a doğru yol alır. Kenan, kuzeyde Mezopotamya, güneyde Mısır gibi süper güçlerin arasında sıkışmış, küçük şehirlerin kırılgan bir koalisyonuydu. Fakat reisler ibrahim, Ishak ve Yakup kendi kaderlerini çizebilecek güçleri olmayan göçebe bir aileydi. Yakup’un oğlu Yusuf un dört yüz yıl önce yaşayacakları Mısır’a göç etmesiyle güç kazanmaya başladılar. İsa’dan önce 13.yy’da israilliler öyle büyük sayılara ulaştılar ki; onlan köle olarak kullanan ve yeni doğan erkekleri öldüren Firavun’u tehdit etmeye başladılar. Kutsal Kilap’ın ilk beş kitabında, Musa’nın milyonlarca İsrailliyi dünyanın en uygar şehrinden çöle geçit töreniyle götürdüğü Çıkış olayını açıklar. Ancak Musa onları iki hafta içinde vaat edilen topraklara götürmek yerine, onlara Tann’nın değerlerini öğretmek İster. Direnirler, putlar yapar ve köleliğe özenirler, israillilerin kaderlerini kabul edip, Tann’nın atalarına sekiz yüz yıl önce vaat ettiği topraklar için savaşmaya hazır bir millet olmaları kırk yıl sürer.
Avner’e sordum; “Joshua’nın yüzleştiği dünya ile sekiz yüz yıl ………….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.