Erich von Däniken tartışılmaz gücünü, gerçek dünyayla bağlantıyı koparmadan hayal gücü ve bilimi birleştirebilme yeteneğinden alıyor.
“Masallar, evvel zaman içinde, diye başlar. Ama ben, sadece farz edelim, diye başlayacak ve bir zamanlar dünyayı uzaylılar ziyaret etti, diye devam edeceğim. Geçmişin tanrıları onlardı.”
Erich von Däniken’in efsanevi Tanrıların Arabaları kitabı, nesillerin mitolojiye, tarihe ve dünya dışı varlıkların dünyamızı ziyarete gelmiş olma ihtimaline bakışlarını değiştirdi. Yazar şimdi de Yunanistan tarihine odaklanıyor ve medeniyetin nasıl oluştuğuna dair inancımıza meydan okuyor. Ve tüm bildiklerinizi unutturacak sorular soruyor.
Günümüzün arkeolojik araştırmaları ile Platon ve Aristoteles’in yazdıkları kanıt olarak kabul edilirse, Yunan mitleri gerçek miydi? Yunan tanrıları binlerce yıl önce dünyayı ziyaret etmiş dünya dışı varlıklar mıydı?
Çoğunuz von Däniken’in yazdıklarını şaşırtıcı bulabilirsiniz. Ancak Tanrıların Yolculuğu’nda öyle açık ve iddialı kanıtlar bulacaksınız ki, geçmişe bakışınız değişecek.
Tanrıların Yolculuğu, Antik Yunan’daki yerleşim yerlerine ve efsanelere, “yabancı” tanrılar ve insanlar arasındaki çatışmalara, Sentorların, Kiklopsların ve diğer mitolojik yaratıkların gerçek geçmişine, Atlantis efsanesine ve Piri Reis’in haritasına dair sarsıcı tezlerle okurun karşısına çıkıyor.
“İnsanlık önemli bir keşfin eşiğinde. Şimdi bilimsel düşünce tarzıyla sormamız gereken en akılcı soru şu: Tanrıların bin yıllık zaman kapsülünü bulmak için nasıl bir yol izlemeliyiz? Üçüncü milenyumdayız. Antik tanrılar gideli çok oldu. Ama mirasları hâlâ varlığını koruyor. Artık o değerli mesajları aramaya başlamamızın vakti gelmedi mi?”
Erich von Däniken
*
Önsöz
Orgy sözcüğünün manasını biliyor musunuz? Ansiklopedilerdeki orijinal tanımı şudur: Antik Yunan’da dini ayinlerin kutlanma şekli.’ Günümüzde ise bu kelimenin anlamı daha kısıtlı ve cinsel içeriklidir.
Halbuki aslında Antik Yunan’da da bu sözcük aynı anlama geliyordu. O zamanlar, akşamüzerleri felsefi tartışmalar için buluşulur, birkaç saat sonrasında bunu bir sempozyum ya da ekseri bir orgy’yle sona eren içkili bir eğlence takip ederdi. Bunlara eşler katılmazdı. Ama genellikle oğlan çocukları ve delikanlılar dâhil olurdu. Yunanistan bu bakımdan tabuların yıkıldığı bir yerdi. Antik Yunan’da (Hellas) insanlar farklı düşünür ve hissederdi.
Bilim kurgu hikâyesinin ne olduğunu bilmeyen yoktur. Ama Antik Yunan’da da bilim kurgu hikâyelerinin var olduğu pek bilinmez. Gerçi onlar bizimkilerden çok daha fantastikti. Aradaki fark, Yunanların, bilim kurgu hikâyelerini ütopik fantaziler gibi görmektense onlara gerçekten inanmalarıydı. Ve başka bir fark daha vardı. Bizim bilim kurgu hikâyelerimiz -tıpkı Yıldız Gemisi Atılgan’ın maceraları gibigelecekte geçer. Oysa Yunanlar kendi zamanlarından bin yıl önceki karanlık ve uzak geçmişlerine bakmayı yeğlerdi.
Girit Adası’nın etrafının metal bir muhafızla çevrildiğini ve bunun adaya yaklaşan bütün gemileri tespit edip vurmak
gibi olağanüstü bir yeteneği olduğunu hayal edin. Adanın hâkimlerinin arzusu dışında hiçbir yabancının oraya ayak basamadığını. Diyelim, bir gemi aradan kaçmayı başardı, bu metal canavarın kızgın ateşiyle onu kül ettiğini. Ne var ki, bu muhafiz robotun zayıf bir noktası var. Metal vücudundaki belirli bir civata gevşerse yapışkan kanı oluk oluk akıyor ve robot etkisiz hâle geliyor. Doğal olarak, onu yapanlar ve ona hükmedenler bu hayati noktanın neresi olduğunu biliyor.
Bu hikâye günümüzden yaklaşık iki bin beş yüz yıl önce mevcuttu ve Yunanlar onun gerçekleri yansıttığına inanıyordu. Girit’te devriye gezen robotun adı, Talos’tu ve onu etkisiz hâle getirecek hidrolik sıvının tam olarak nereden akacağını bilen mühendisler de tanrılardı.
Antik Yunan’da buna benzer onlarca müthiş hikâye vardır. Kökenleri zamanın sislerinde saklı, binlerce yıllık bir hikâye, Argonautica’da sözüm ona sentorlar dünyaya gelir. Onlar da ne ola ki derseniz, insan başlı, at biçiminde mitolojik varliklar efendim. Tamamen hayal ürünü oldukları düşünülebilir tabii. Ama melezlere antik çağda birçok yerde rastlanır. Dinler tarihinde, Caesarea Piskoposu olarak da anılan ve ilk Hristiyan kroniklerini çıkaran tarihçi ve din adamı Eusebius (MS 339’da öldü) eserlerinin beşinci cildinde bundan söz etmiştir. Eusebius tanrıların çeşitli melez varlıklar yarattığından şöyle bahseder:
İki kanatlı insanlar yarattılar ve sonra dört kanatlılar ve iki yüzlüler ve tek vücutlu, iki kafalılar… At toynaklılar, arkadan ara, önden insana benzeyenler… Ayrıca insan kafalı boğalar ve köpek kafalı atlar ve at kafalı insan vücutlu nice canavarlar yarattılar. Ejdere benzeyen canavarlar. Hiçbiri birbirine benzemeyen varlıklar. Belus Tapınağı’ndaki resimlerde betimlenen onca varlık…?
Eskiden iki kanatlı insanlar mı varmış? Düpedüz saçmalık mı diyorsunuz? O hâlde dünyanın bütün belli başlı müzelerinde neden heykelleri, resimleri ve rölyefleri var? Tek fark onlara iki kanatlı insanlar demememiz, çünkü modern arkeoloji onları genii ya da diğer adlarıyla kanatlı cinler olarak anmayı tercih ediyor. At toynaklı insanlar -sentorlarantik çağın birçok eserinde ölümsüzleşiyor. Tanrıların insan kafalı boğalar yarattığı söyleniyor ya? İşte Girit’in koruyucusu Minotaur da öyle bir canavardı. Giritliler, meşhur Labirent’lerini bu insan kafalı boğa için inşa etmiştir.
O halde, Argonautica’daki eski hikayelerin birer peri masalı olmaması ihtimali var mıdır dersiniz? Orada yazanlar gerçek olayları anlatıyor olabilir mi? Ve eğer öyleyse, bütün bunlar zaman denen sonsuz nehrin hangi noktasında meydana geldi? Kim bilir? Ama uzmanlar Malta’daki bir tapınağın tarihinin MO 12.000’lere kadar uzandığını söylüyor. Atlantik’te ve Pasifik’te bazı su altı şehirleri var. Dalgıçlar Akdeniz’de, Marsilya yakınlarında, otuz beş metre derinlikte yukarı doğru meyilli bir yer altı tüneli keşfetti. Kirk metre uzunluğundaki bir koridora açılıyor ve bir gölde son buluyor. Gölün yüze yinde el fenerleri bir resim galerisini aydınlattı ve renklerden alınan Karbon 14 örnekler yaklaşık 18.000 yıllık bir tarihe işaret ediyordu.
Görünüşe bakılırsa, bizim tarihlendirmemizde bir yanlışlık var. Yoksa Yunan hikâyeleri, araştırmacıların kabul etmeye hazır olduğundan çok daha eski mi? Hepsinin ya da en azından bazılarının klasik bilim kurgunun uydurma hikâyelerindense geçmişin gerçeklerini yansıtması mümkün mü?
Bu, Antik Yunan’la ilgili bir tarih kitabı değil. Biz onun hikâyeleriyle ilgileneceğiz. Antik Yunan onlarca sıra dışı öyküyle tıka basa dolu. Odysseus gerçekten de o yolculuklara çıktı mı? Delphi’de neler oldu? Bütün belli başlı politik olayları önceden tahmin edebilen kâhinler gerçekten var mıydı? Troya’nın tüm o canlı tanımları gerçeklere mi dayanıyordu? Ya Atlantis? Konu üzerinde yazan bütün yazarlar Atlantis öykülerinin Yunanistan’dan çıktığını söyler. Ve Alun Post’u çalmak için yola çıkan Argonotlar kimdi?
Yunanistan kesinlikle keşfe değer. Onun için, gelin bu maceraya birlikte atılalım.
Birinci Bölüm
Atılgan’ın Binlerce Yıl Önceki Serüveni
Kirli insanların kirli sonlar olur
-Mahatma Gandhi. 1869-1948
Uzun zaman önce, tanrıların soyundan gelen bir adam yaşarmış. Kimse asıl adını bilmezmiş ama Yunanlar ona Jason dermiş. Ben de asıl adını bilmediğim için bununla yetinmek zorundayım. Bu Jason sıradan bir adam değilmiş tabii. Ne de olsa damarlarında mavi kan dolaşıyormuş. Babası lolchoslu Aison, Tesalya kralıymış. Ama pek çok mitolojik öyküde olduğu gibi. Jason’ın kötü kalpli üvey ağabeyi daha bebekken onu tahtından etmiş. Jason’in babası küçük oğlunu yetiştirmesi için bir sentora emanet etmiş. Bazıları da onu, sözü geçen sentora annesinin götürdüğünü söyler ama bu çok da önemli değil. Sentorlar insan kafalı, insan gövdeli ve at vücutlu melez bir ırktı. Gerçekten de şaşırtıcı varlıklardı. Dolayısıyla Jason’ın sıradan bir çocukluk geçirdiği düşünülemezdi elbette.
Antik Yunan’daki herkes gibi Jason da bir kahinle bağlanthydı. Ve bu hikâyedeki kehanet, tek sandaletli bir adamla ilgiliydi. Jason’in üvey kardeşi, kötü şöhretli kral bir gün bir kumsalda bir ziyafet sofrası kurdurmuş. Herkes yer içerken
uzun boylu, güzel bir genç adam çıkagelmiş. Bu Jason’mış ve ayağında yalnızca bir sandalet varmış, çünkü diğerini çamurlu bir dereden geçerken düşürmüş. Jason deri bir tunikle bir leopar postu giyiyormuş. Kral, yabancıyı tanımamış ve biraz da öfkeyle kim olduğunu sormuş. Jason gülümseyerek üvey babası sentorun, onu Jason diye çağırdığını ama asıl adının Kral Aison oğlu Diomedes olduğunu söylemiş.
Jason az sonra kiminle konuştuğunu fark edince hemen tahtını geri istemiş. Hayret ki, kral bu isteği kabul etmiş ama bir şartı varmış. Aslında bunun imkânsız olduğunu düşündüğü için Jason’a tahtını teslim etmeyi gönül rahatlığıyla kabul etmiş. Jason’dan onun ve ülkesinin üzerindeki laneti kaldırmasını istiyormuş. Ve bunun için, Jason uzak bir diyarda bir ejderha tarafından korunan Altın Post’u ele geçirmeliymiş. Bu ejderha hiç uyumazmış. Ve Jason ancak Altın Post’u aldığı takdirde tahta geçebilecekmiş.
Jason, ağabeyinin şartını kabul etmiş. İşte burada da, müthiş bir bilim kurgu hikayesi başlıyor zaten. Jason önce tüm zamanların en mükemmel gemisini inşa edebilecek ustayı aramaya koyuldu. Adamın adı, Argos’tu ve nereli olduğu âlimlerin fikir ayrılığına düştüğü bir konudur. Ama Argos’un dehası su götürmezdi, zira Jason’a koca dünyada eşi benzeri olmayan bir gemi yaptı. Argos’un doğal olarak bazı sıra dışı bağlantılari vardı. Ona gemiyi çürümeyen bir tür tahtadan inşa etmesi için akıl veren de Athena’dan başkası değildi.’ Athena bununla da yetinmeyip geminin başına olağanüstü bir kiriş ekledi. Bu muhteşem tahta parçası konuşabiliyordu! Gemi limandan ayrılır ayrılmaz tahta sevinçle haykırdı. Sonra da, mürettebatı
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Mitoloji Efsane
- Kitap AdıTanrıların Yolculuğu - Antik Yunan’da Dünya Dışı Varlıkların İzi
- Sayfa Sayısı254
- YazarErich von Daniken
- ISBN9786053040521
- Boyutlar, Kapak13.5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviArtemis Yayınları / 2020