Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Tanrıların Alacakaranlığı
Tanrıların Alacakaranlığı

Tanrıların Alacakaranlığı

Erich von Daniken

“ERICH VON DÄNIKEN’İN FİKİRLERİNİN EFSANEVİ BİR ÇEKİCİLİĞİ VAR.” James A. Herrick, Christianity Today Bolivya’daki And Dağları’nın tepesinde -deniz seviyesinden 4.000 metre yükseklikte- Taş Devri…

“ERICH VON DÄNIKEN’İN FİKİRLERİNİN EFSANEVİ BİR ÇEKİCİLİĞİ VAR.”

James A. Herrick, Christianity Today

Bolivya’daki And Dağları’nın tepesinde -deniz seviyesinden 4.000 metre yükseklikte- Taş Devri sakinleri tarafından inşa edilmesi mümkün olmayan bir antik şehir, Puma Punku yer alıyor. “Bu şehir resmen göğe yükseliyor,” diye yazıyor Erich von Däniken.

“Tanrıların Alaca Karanlığı’nda,” diyor yazar, “400 yıl önce, Puma Punku’nun muhteşem taş bloklarının önünde duran ilk ziyaretçilerin nefesini kesen şeyi belgelemek istiyorum. Arkeologların yüzlerce yıl önce ne keşfettiğini ve asırlardır ne kadarının kasten yok edildiğini göstermek istiyorum. Aynı zamanda Puma Punku’yu Taş Devri insanlarının inşa etmediğini de kanıtlayacağım.

“Ve tanrılar, zamanı geldiğinde uzun yolculuklarından dönerek yeniden dünyada boy gösterecekler. Sözde tanrılar, diğer bir deyişle dünya dışı varlıklar sayesinde akıl almaz bir tanrı şoku yaşamaya hazır olsak iyi olur.

“Biraz olsun aklı olan biri bile yıldızlar arası yolculuğun imkânsız olduğunu ve muhtemelen öyle kalacağını bilmez mi? Ve uzaylıların asla bize benzemeyeceğini?

“Eh, sevgili okuyucularım, ben bu önyargıları yok edeceğim. Sistematik olarak. Adım adım, parça parça.”

Erich von Däniken, kendine has üslubuyla bu önyargıları alıp hiçbir yazarın altından kalkamayacağı bir açıklıkla gerçeğe kavuşturuyor.

*

“Kargo kültü” nedir? Bu terim gerçek hayattaki bir etnolojik fenomeni, teknolojik olarak ilkel bir toplum teknolojik bakımdan daha ileri bir toplumda temasa geçtiğinde olanları ifade eder. Belgelenmiş sayısız olayda, etnologlar teknolojik bakımdan gelişmiş ziyaretçilerin kısa dönemler boyunca yine teknolojik bakımdan -entelektüel bakımdan değil!ilkel kültürler arasında yaşayıp bir süre sonra bölgeyi terk ettikleri durumlarda, ziyaretçilerin gelişmiş de olsa basit teknolojilerinin kısa bir süre sonra yerel nüfusu bu sıradan insanları tanrı olarak görmesine ve onlara tapmaya başlamasına sebep olduğunu gördüler. Ziyaretçiler bölgede kaldıkları süreçte bir çok kez yerel nüfusla etkileşime geçer, onlara mal ve yiyecek kargoları getirirlerdi! Bu “tanrı”ların gidişinden sonra, yerel kültür yoğun bir biçimde ibadet ettikleri, kurban verdikleri ve taklide başvurdukları takdirde tanrıların geri döneceği sonucuna varırdı. Modern kargo kültü davranışlarının örneği II. Dünya Savaşı sırasında Güney Pasifik’in bazı bölgelerinde görülmüştür. Peki, bu fenomen neden bu kadar önemlidir?

Önemli olmasının sebebi kargo kültü davranışlarının bugün hala görülmesidir: o halde, kargo kültü davranışlarının binlerce yıl önce de gerçekleştiğini varsaymak son derece mantıklı olacaktır. Kargo kültü fenomeni klasik Antik Astronot Teorisi’nin temel önermelerini oluşturur: Binlerce yıl önce, teknolojik bakımdan gelişmiş, canlı kanlı uzaylılar basit uzay gemileriyle Dünya’ya indiler. Atalarımız entelektüel bakımdan aptal değillerdi (temelde bugün sahip olduğumuz beyne sahiplerdi); gelgelelim, teknolojik referans çerçeveleri kısıtlı olduğundan o kanlı canlı uzaylıların gelişinin altındaki basit teknolojik ayrıntıları anlamadılar. Ve bu yüzden atalarımız onların ilahi bir tabiatı olduğunu -elbette değillerdi zannetti. Ve böylece “tanrılar” doğdu. Basit (ama büyük!) bir yanlış anlamadan.

Kadim metinlere ve geleneklere göre, çok uzun süre önce tanrılar (küçük “t” ile) gökyüzünden indiler ve insanoğlunu çeşitli disiplinlerde eğittiler. Metafor bakımından böylesine zengin bir kültürde yaşarken atalarımızın da benzer sonuçla ra vardığına inanmayı neden bu kadar zor buluyoruz? Kadim metinlerde bahsedilenlerin, buraya basit uzay gemileriyle gelmiş olan yanlış anlaşılmış kanlı canlı uzaylıların tarifinden başka bir şey olmadığını düşünmek gerçekten hayal gücünü çok mu zorlamak olur?

Ana akım bilimi buna inanıyor. Bu antik hikâyelerin ve geleneklerin tamamının atalarımızın hayal gücünün ürünü olduğuna ve bütün o efsanelerin fanteziden başka bir şey olmadığına inanıyor. Ama bir şey gerçekten yoktan var edilebilir mi? Yıllarca İsviçre’nin dağlarındaki uluslararası bir yatılı okula devam ettim. Sovyetler Birliği’nin dağılışından sonra okulumuz eski SSCB’den gelen yeni öğrencilere kucak açtı. Bir gün resim dersine girdiğimi ve o günkü ödevimizin bir “fantezi şatosu” çizmek olduğunu hatırlıyorum -bulutların üzerinde, pırıldayan kulelere ve muhteşem mimari özelliklere sahip bir “rüya şatosu”. Proje bütün sınıfı heyecana sürüklemiş, hepimiz dizginsiz bir hevesle çizmeye başlamıştık. Üç yeni Rus sınıf arkadaşımız dışında herkes. Hiçbiri kalemlerine dokunmamıştı. Yalnızca büyük, boş kâğıtlarının önünde oturmaya devam etmişlerdi. Öğretmen, “Ne oldu?” diye sormuştu. “Neden çizmiyorsunuz?” Öğrenciler, “Fantezi şatosu nedir? Neye benzer? Daha önce hiç öyle bir şato görmedik. Görmediğimiz için de çizemeyiz,” cevabını vermişlerdi. Ne sıra dışı bir tepki!

Bu olay bir noktanın altını çiziyor: Görülmeyen bir şey icat edilemez. Tercümesi: Temel ögeler eksikken bir şeyi yoktan var etmek imkânsızdır. Baştaki ilham kıvılcımı olmadan, katalizör olmadan hiçbir şey olamaz. O hâlde mitler, efsaneler, hikâyeler ve ana akım bilimin bugün atalarımızın hayal gücünün icatlarından ibaret görerek hakkını yediği her şey temelsiz icatlar ya da birilerinin hayal ürünü olamaz. Tam aksine! Bir şeyin başta var olup katalizör görevi görmesi gerekirdi -hikâyeyi başlatan temel öge görevi. Atalarımızın başına bir şey geldi; onlar geleneklerinde bu olayları anlatmaya iten bir şeye tanık oldular.

Bence matematiğin temelini bilmeden bir cebir denklemini bırakın çözmeyi, yaratmanın bile imkânsız olduğu konusunda hepimiz hemfikir olmalıyız. Bu kesinlikle yapılamaz. Bu senaryoda temel matematik ögeleri az önce bahsettiğimiz ilk kıvılcımı, katalizörü temsil ediyor. Diğer her şey doğal olarak onu takip ediyor.

Her efsanenin temelinde bir gerçeğin yattığı söylenir. Temel ögeyi, yani katalizörü temsil eden de bu gerçektir. Temel öge, ya da baştaki kıvılcım olmadan hiçbir şey mümkün değildir. O halde, yirminci yüzyılda yaşayan Rus sınıf arkadaşlarıma böyle bir şey olduysa, neden benzeri bir şey binlerce yıl önce atalarımızın başına da gelmiş olmasın? Antik Astronot Teorisi geldiğini söylüyor.

Kendimize bu efsaneler ve hikayeler ilk yazıldığında yazma sanatının kendisinin de yeni bir icat olduğunu hatırlatmalıyız. Atalarımız çabucak bu yeni icadın önemli bilgileri muhafaza etmek için en kuvvetli araç olduğunu fark ettiler. Atalarımızın yazıya geçirdiği ilk hikâye ve efsanelerin yalnızca hayal gücünün ürünleri olduğunu düşünmek gerçekten mantıklı mı? Elbette değil! Neden?

Atalarımız belirsizlik ve çalkantılarla dolu bir dönemde yaşadılar. Günün en önemli konusu hayatta kalabilmek, yiyecek toplamak, sığınak bulmaktı. O yüzden, yazılı kelimenin gücüne kavuşmuş ilk insanların yapmak için bir ateşin etrafında oturup sarhoş olmaktan ve fantezi hikâyeleri uydurmaktan daha iyi şeyler bulduğunu düşünmek mantıklı bir sonuç olur! “Bu gece nasıl bir hikâye uydursak da kafamızdakileri binbir zahmetle taşa oysak?” Ama ana akım bilimin savunduğu şey tam da bu: Bütün antik hikâyelerin, hikâyeyi anlatanlar dünya ve çevreleriyle “baş edebilsin” diye uydurulduğu. Ben bu tür düşünceleri atalarımızın zekâsına yönelik bir hakaret olarak görüyorum.

Antik Astronot Teorisi’nin atalarımıza hakaret ettiğini, çünkü “insan dehası”nı baltaladığını duyuyorum. Size soruyorum, asıl kim atalarımızın kayıtlarının “yanlış” olduğunda ya da onların “bazı tarihleri kaydederken hatalar yaptığında” küstahça ısrarcı olarak atalarımızın zekâsına ve dehasına hakaret ediyor? Bunu yapanın Antik Astronot Teorisi olmadığı kesin. Yazılı kelimenin icadıyla, insanlar tarihte ilk kez dönemlerinin en önemli olaylarını kalıcı olarak kaydedebildiler. Tıpkı bugün sahip olduğumuz, bizim için önemli olan şeyleri duyurmak için kullandığımız gazete ve kitaplar gibi. Atalarımız için hayat neden farklı olsundu?

Örneğin, bugün Kızılderililer trene hâlâ “ateş atı” diyor; bu, kelime haznelerinde “tren” sözcüğünün olmadığı günlere yönelik bir atıftır. Aynı şey atalarımızın yazdığı şeyler ve olaylar için de geçerlidir. Onların uçan bir nesneyi “hava aracı” ya da “uçak” olarak adlandırma imkânı yoktu, o yüzden bundan sonraki en iyi şeyi yaptılar: O nesneyi günlük hayatlarında kendilerine en yakın olan nesnelerle tarif ettiler. Yanlış anlaşıl mış teknoloji. Yani, uzak bir geçmişte gökyüzünden uçan kalkanlar ya da ateş arabalarıyla inen, insanlığa çeşitli akademik disiplinlerde eğitim veren varlıkların ayrıntılı, karmaşık tarifleri varsa, bu anlatıları farklı bir bakış açısından incelemeye başlamalıyız.

O zamanlar ölümsüzleştirdikleri şey kendi tarihleriydi! Kendi hayatları! Kendi başlarına (ya da atalarının başlarına) gerçekten gelen şeyleri titizlikle kaydettiler ve sınırlarla belirlemeye çalıştılar. Gelecekteki “bilim insanları”nın yazılarını sembolizm ve fantezi türüne dâhil edeceklerini bilmiyorlardı. Uzaylıların binlerce yıl önce Dünya’ya geldiği fikri değil, asıl bu tür kibirli tavırlar atalarımıza büyük saygısızlıktır.

Bundan beş yüz yıl sonra insanlık, Ay ve Mars’ta kalıcı üsler kurduktan sonra derin uzayı keşfetmeye başlayacak. Yeni nesil uzay gemilerimizden biri eninde sonunda zeki yaşama ev sahipliği eden bir gezegene rastlayacak. Ya karşılaştığımız zeki yaşamın teknolojik bakımdan ilkel olduğu ortaya çıkarsa? O zaman ne yaparız? Geri çekilip onları uzaktan incelemekle mi yetiniriz? Evet, belki bir iki aylığına. Ama onların dilini inceledikten ve tamamen öğrendikten sonra (etnologların her gün yaptığı gibi) onlarla fiziksel temasa geçeceğiz, çünkü, ch, insanların yaptığı şey budur -kendimize engel olamadığımız için her şeyi dürter, inceleriz. Bu zeki varlıkların kültürel gelişimine müdahale edeceğiz. Onları teknolojik bakımdan yönlendireceğiz. Onları nazikçe iteceğiz. Onlara birkaç şey öğreteceğiz. Onlara bilimin ve çeşitli akademik disiplinlerin temellerini aktaracağız.

Ve oradan ayrılışımızdan nesiller sonra, “antik” ziyaretimiz mit ve fantezi olarak görülecek, çünkü ziyaretimizin antik metinlerdeki anlatısı o toplumun zekâ küpü bilim insanları tarafından “bilimsel olmayan” şeyler kategorisine sokulacak. (“Uzun zaman önce, tanrılar gökyüzünden evrenimize indiler ve atalarımıza dersler verdiler, vs.”) Toplum o sırada öyle “ileri” bir teknolojik gelişime ulaşmış olacak ki, derin uzaya yolculuk etmeye hazırlanacak. Ama fiziksel ziyaretimiz atalarının hayal ürünü olarak görülecek ve garip mitoloji alanına dâhil edilecek, çünkü antik tarihi gerçek olayların kaydı olarak okumak “absürt” görülecek. Bu size herhangi bir şeyi hatırlattı mı? Böylece döngü baştan başlayacak…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Parapsikoloji-Gizem
  • Kitap AdıTanrıların Alacakaranlığı
  • Sayfa Sayısı270
  • YazarErich von Daniken
  • ISBN9786051428109
  • Boyutlar, Kapak13.5 x 21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviArtemis Yayınları / 2024

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Tanrıların Yolculuğu ~ Erich von DanikenTanrıların Yolculuğu

    Tanrıların Yolculuğu

    Erich von Daniken

    Erich von Däniken tartışılmaz gücünü, gerçek dünyayla bağlantıyı koparmadan hayal gücü ve bilimi birleştirebilme yeteneğinden alıyor. “Masallar, evvel zaman içinde, diye başlar. Ama ben,...

  2. Tanrıların Savaşı ~ Erich von DanikenTanrıların Savaşı

    Tanrıların Savaşı

    Erich von Daniken

    Çok satan yazar ve Antik Uzaylı teorisinin babası Erich von Däniken, antik insanları yeraltında şehir büyüklüğünde yaşam alanları inşa etmeye iten şeyi ve bunun...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur