“Toplu taşımada yan koltuğumdaki açık bacaklar, öğrenci işleri memurunun kızgın kaşları, patronlarım girip çıktığım yüzlerce işyerinde, işyeri dediğim market, asansördeki gergin amca, keskin gözleri çarşı esnafının, tüm kahraman gece bekçileri karanlık sokakların ama özellikle siz, siz, kim olduğunu bile bilmediğim beyefendiler, benden epey büyük abiler, evli barklı mutsuzlar, bekâr ve çapkın bey amcalar, yanımdan geçip giden tüm yabancılar. Hepiniz hoş geldiniz. Ve karşınızda ben, arzunuzun nesnesi, hayallerinizin prensesi, fantezilerinizin famfateli, minik ama dişi, küçük ama şehvetli, masumca edepsiz, ne yapsa baştan çıkarıcı, ağzı var dili yok, fındık içi kadar bir beyin, seks bombanız, yirmi iki yaşında, tam da üreme çağında, memelilerin en memelisi, önünüzde saygıyla eğiliyorum.”
Nazende sevgili, melek anne ya da baştan çıkarıcı bir fettan olmayı reddedenler. Kendi olmak uğraşında en ön safta çarpışanlar. Yasemin, Filiz, Defne ve diğerleri… Aşina olduğumuz isimler belki ama sizin bildiğiniz kadınlardan değiller. İnsan yiyerek devleşenler, figüranı olduğu romana isyan edip firar edenler, öfkelenen, acıkan, canı sıkılan, kafa tutan, devasa memeliler… Çılgın kadınlar panayırı burası.
Kabuk ve Yalnız romanlarıyla okurlardan büyük ilgi gören Zeynep Kaçar’dan sarsıcı, uzun süre etkisinden çıkamayacağınız öyküler.
*
İçindekiler
Tanrı ………………………………………………………………………………….. 9
Çocuk ………………………………………………………………………………. 15
Filiz ………………………………………………………………………………….. 21
Yolcu ……………………………………………………………………………….. 27
Martı ………………………………………………………………………………… 31
Defne………………………………………………………………………………… 37
Eylül …………………………………………………………………………………. 45
Yasemin …………………………………………………………………………… 49
Elma ………………………………………………………………………………… 55
Bir Minyatür Roman/Oluşmak ………………………………………… 63
Keçi…………………………………………………………………………………… 79
Kaza …………………………………………………………………………………. 85
Düşüş ……………………………………………………………………………….. 95
Empati………………………………………………………………………………. 99
Vücut ……………………………………………………………………………… 105
Elli…………………………………………………………………………………… 113
Tanrı
Güneş henüz doğmuştu. Çıplaktı. Derin derin nefes alıp verdiğine göre yaşıyor, gözleri kapalı olduğuna göre uyuyordu.
Sakallı adam, yok böyle diyemeyiz, bu ayırt edici bir özellik değil, hepsi sakallı, hepsi adamdı, uzun boylu, sakalları iyice beyazlamış olan, ancak böyle tarif edilebilir, onu diğerlerinden ayıran özellikleri bunlardı çünkü, “Tanrı olmalı” dedi. İyice beyazlamış sakalları yüzünden herkes onun söylediğini bir çırpıda onayladı. Evet, evet, o Tanrı olmalıydı. “Gökten mi düştü?” diye sordu genç ve kızıl saçlı. Aynı yaşlarda on iki genç adam vardı ama o kızıl saçlı olandı. Böyle ayırt ediliyordu diğerlerinden. “Öyle olmalı, bitki gibi topraktan bitmedi ya” diye cevap verdi, yaşlı ve şişman. En yaşlıları o değildi ama en şişmanlarıydı. Doğru, doğru diye onayladı diğerleri. Tanrı’nın ta kendisiydi yerde öylece çırılçıplak yatan. Biraz saygı bolca korkuyla birkaç adım yaklaştı geniş omuzlu, kırmızı suratlı. “Saçları da amma uzunmuş” diye seslendi geride duranlara. “Ve hiç tüy yok vücudunda.” “Yolunmuş bir tavuk gibi” diye geçirdi içinden uzun boylu, sakalları iyice beyazlamış olan. Sonra hemen af diledi yine içinden. Sarı saçlı, sarı sakallısı, ki sarı saça hiç rastlanmamıştı bu kabilede, muhakkak bir karışıklık olmuştu ama çok iyi bir avcıydı ve kimse pek kurcalamak istemiyordu konuyu, iyice eğildi yerde yatanın üzerine. “Nefes alıp veren bir Tanrı da hiç görmedim bugüne kadar” diye mırıldandı. Yanındaki zayıf ve uzun boylu duydu onu. “Kaç Tanrı gördün ki?” diye şaşkınlıkla baktı yüzüne. Sarı saçlı, sarı sakallı irkildi. Şaşırtıcı bir soruydu. “Doğru” dedi, “hiç Tanrı görmedim. Ama biliyorsun işte, Tanrı insan olmayandır. Nefes alıp vermeyen, böyle çırılçıplak toprağın üzerinde uyur mu ki bir Tanrı her şeyden, herkesten habersiz?”“Bunun inekler gibi memeleri var” diye haykırdı, yaşlı ve şişman. Bu şişkolukla bu yaşa nasıl geldiği herkes tarafından hayretle karşılandığı halde, aynı nedenden saygıyı hak ediyordu. Kalabalık garip bir organizma gibi hep birlikte yerde yatana birkaç adım daha yaklaştı. “Evet, kesinlikle memeleri var. İnekler gibi” diye onayladı orta boylu, orta yaşlı, ayırt edici hiçbir özelliği olmayan. “Memeli bir Tanrı da ne bileyim, olacak iş değil hani.” Herkes ona çevirdi bakışlarını. En gençleriydi bunu söyleyen ve en sivilcelisi. “Öyle ama yalan mı, büyük adam öyle öğretmedi mi bize? Tanrı göklerde yaşar ve en çok ak sakallı, koca çüklü bir insana benzer, bir insana benzeyecekse eğer.” “Doğru doğru” diye onayladı hepsi. Büyük adam, ki anlaşıldığı üzere en yaşlısı ve en bilgesiydi kabilenin, beyaz sakallı ve evet çükü de büyüktü bir hayli, tüm gözler ona çevrildiğinde hafifçe kızardı. Bir cevap vermesi gerektiği ortadaydı. “Aferin çocuğa” diye başladı söze, kırçıllı sesiyle. Lafın devamını nasıl getirmesi gerektiği konusunda emin değildi; yine de devam etti cümlesine, “Bu bir Tanrı değil. Tanrı gökyüzünden yere düşmez, hadi düştü diyelim, nerede sakalları ve neden memeleri var?” Hepsi şaşırdı söylediklerine. Doğruydu besbelli büyük adamın söyledikleri ama o zaman bu kimdi ya da neydi? “O zaman bu ne?” diye sordu yüksek sesle, herkesin merak ettiğini geniş omuzlu, kırmızı suratlı. “Bir insana çok benziyor ama insan demeye de dilim varmıyor” diye yanıtladı büyük adam. “Ama bir insan gibi işte, kolları bacakları var, gözleri, bir ağzı, bir burnu ve iki kulağı. Nefes alıp veriyor üstelik, bizim gibi.” “Yoo” diye itiraz etti güdük ve basık burunlu. “Bir insan olsaydı, sakalları olurdu ve elbette bir çükü.” Bir bacağını rahatça sağa doğru uzattığı için bir çükü var mı yok mu göremiyorlardı. “Çükü olmadığı ne malum, belki bu da senin gibi tüysüzün tekidir” diye yanındakine döndü, uzun boylu ve saçları iyice beyazlamış olan. Sarı saçlı çok sinirlendi bu söylenene. Evet onlar gibi kıllı değildi ama en az onlar kadar sakallı ve hepsinden de büyük çüklüydü. Neyi ima ediyordu bu salak? Sarı saçlı olmanın sıkıntısı hiç bitmiyordu bu Tanrı’nın belası kabilede. Sıkı bir yumruk geçirdi uzun boylunun yüzüne. Sarı saçlı da yeterince uzun boyluydu ve güçlüydü çünkü. Uzun boylu ve saçları iyice beyazlamış olan yaptığı hatayı hemen anladı. Konuşulmaması gerekeni dile getirmişti ve bu neredeyse bir suç sayılırdı. Yine de karşılığını vermeliydi. Erkek olmak bunu gerektirirdi. Bir tane de o patlattı sarı saçlının suratına. Ödeştiler böylece. Konu çabucacık kapandı.
“Hadi o zaman, çükü var mı bakalım.” “Ben bakmam” diyerek birkaç adım geriye kaçtı genç ve kızıl saçlı. “Büyük adam baksın” dedi kalabalıktan biri. Herkes hemen onayladı onu. “Büyük adam baksın.” Büyük adam içinden küfretti. Dışından hafifçe başını sallayarak içindekini gizledi. Omuzlarını dikleştirdi. Sakalını birkaç kere taradı elleriyle. “İyi” dedi. “Ben bakarım.” Uzun boylu, sakalı iyice beyazlamış olan sevindi onun bu korkusuzluğuna. Ya bu şey, artık her ne ise, bir anda uyanıp büyük adamın gırtlağını sıkıp onu gebertirse, kendisi büyük adam mertebesine yükselecekti. Tatlı bir umut kapladı içini, bir çırpıda söndü. Büyük adam yerde yatanın bacağını bir sopayla ittiğinde hepsi korkuyla beşer adım geriledi. Çüksüz bir adam! Olacak şey miydi? Hem memeleri var hem de çükü yok. Tanrım! Sen esirge bizi. Bu neydi? Yoksa? Hep bahsedilen, geceleri ateşin başında en korkunç hikâyelerin başkahramanı, oğlanların uykularında altlarına kaçırmalarının biricik, avdan eli boş dönmelerinin gerçek sebebi, bütün kötülüklerin, soğuğun, karın, fırtınanın, yerin sallanmasının, dağın alevler saçmasının müsebbibi, yoksa o, o, dilimiz de varmıyor söylemeye, o bir kadın mıydı? Bir efsane, büyüklerin anlattığı saçma sapan korku hikâyesi değil miydi, oğlanları terbiye etmek için uydurulmuş… Değildi. Gerçekti. Kadındı bu. Apaçık ortadaydı. Beyaz kıçı, yuvarlak memeleri, çüksüz bacak arası, uzun saçlarıyla, işte orada boylu boyunca uzanıyor, nefes alıp veriyor, hepsinin çükünde garip kıpırtılara neden oluyordu.
Bir karara varmak epey uzun sürdü. Efsaneye göre kadın ürkütücü de olsa bir insandı, erkeğin kayıp yarısı. Çoğunluk onun bir insana çok benzediğini düşünüyordu. En çok bir insana benziyordu elbette ama her şey olabilirdi. Karanlık ormanın onlara ne belalar getireceği hiç belli olmuyordu. Hepsinin içinde daha önce hiç hissetmedikleri, korkuyla karışık bir arzu. Sonra karara varıldı. O Tanrı’nın armağanıydı. Öyle olmalıydı.
Öğlen güneşi hepsini ter içinde bırakmıştı. Kadın kanlar içinde inliyordu hâlâ. “Sussana be” diye bağırdı içlerinden biri. “Sus artık. Ne kıymetli canın varmış.” Yıllardır oğlanlarla ama daha çok birbirleriyle ilişkiye girmişlerdi. Bazıları isteksizce razı oluyor, bazıları huysuzlanıp baltalara sarılıyor, neredeyse her ilişki kanlı, hatta ölümle sonuçlanan kavgalara neden oluyordu. Keçiler çok ruhsuzdu, ineklerse mutlaka tekmeliyordu. En iyisi oğlanlarlaydı ama hep ağlıyordu onlar da, her seferinde kendi oğlanlıklarını akıllara getiriyordu bu girişimler. Şim…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıTanrı Ve Memeli Hayvanlar
- Sayfa Sayısı128
- YazarZeynep Kaçar
- ISBN9786256570139
- Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
- YayıneviDoğan Kitap / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Şeytan ~ Lev Nikolayeviç Tolstoy
Şeytan
Lev Nikolayeviç Tolstoy
Tolstoy, Şeytanı, Anna Karenina’dan yaklaşık on yıl sonra, 1898 yılının Kasımı’nda yazmıştır. Bu ilginç uzun öykü, okuru, Kreutzer Sonat ile birlikte Tolstoy evreninin en...
- Beyaz Benekli At ~ Ayla Çınaroğlu
Beyaz Benekli At
Ayla Çınaroğlu
Demek ki bu küçücük renkli sevimli insancıklar, tıpkı şeker gibi, akide şekeri gibi eriyip yok olacaklardı. Çok duygulanmıştım. Onların böyle, küçük bebekler gibi ağlaşmalarına...
- Tekboynuzlara İnanıyorum ~ Michael Morpurgo
Tekboynuzlara İnanıyorum
Michael Morpurgo
Tomas, kasabanın kütüphanesine annesinin zoruyla gider. Harika öyküleriyle Bayan Tekboynuz onu ve arkadaşlarını çok etkiler. Bu öyküler zamanla onun bir parçası olur ve hayatını...