ŞEMSETTİN SAMİ (1850_1905)
Osmanlı yazarıdır. En çok lügat ve ansiklopedik eserleriyle tanınmıştır. Yanya’da doğdu İlk öğrenimini özel olarak yaptı. Daha sonra Rum okullarında ve medreselerde okudu. Fransızca. İtalyanca, Eski Yunanca. Arapça ve Farsça öğrendi 1872′ de İstanbul’da basın hayatına atıldı Birçok yabancı dil bildiğinden Matbuat Kaleminde tercüme işleriyle uğraştı İstanbul’a gelişinden iki yıl sonra Trablusgarp’a sürüldü. 1878de geri döndü. I880’de sarayda kurulan Teftişi Askerî Komisyonu’ kâtipliğine getirildi. Daha sonra bu komisyona başkan oldu ve ölünceye kadar da bu görevde kaldı
Şemsettin Sami’nin başlıca eserleri Kamusu Türkî, Kamusı Fransevî. Kamusu’l_âlâmdır. Bu eserlerden birincisi Türkçeden Türkçeye. ikincisi Türkçe Fransızca ve Fransızca Türkçe sözlüklerdir Her ikisi de ikişer cilttir Bugün bile bu eserler Türk aydınlarına faydalı olmaktadır Kamusu lâlâm ise daha çok tarih, coğrafya ve biyografik bilgileri toplayan 6 ciltlik bir ansiklopedidir Kamusu’l_âlâm bu alanda Türkiye’de meydana getirilen ilk ansiklopedidir.
Şemsettin Sami’nin 3 tiyatro eseri, bir romanı ve iki de tercümesi vardır Tiyatro eserleri Seyyid Yahya. “Besa” ve “Câve” adlarını taşır Tek romanı Taaşşukı Talat ve Fitnat” tır. Tercümeleri ise Robinson Crusoe ve “Sefiller” (Victor Hugo’nun Les Miserables i) dir.
Sunuş
1872-1873 yılları arasında Hadika gazetesinde tefrika edilen Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat, 1873’te kitap olarak basıldı. Bu çalışmada, aynı zamanda ilk Arapça romanın yazarı olan Faris eş-Şidyak’ın sahibi olduğu El-Cevaib Matbaası’nda basılan bu baskı esas alındı. Arap harflerinden Latin harflerine çeviri yapılırken yalnızca harfler değil noktalama işaretleri de uyarlandı. Artık kullanılmayan Arapça, Farsça kelimelerin günümüz Türkçesindeki karşılıkları kullanıldı. Para ve zamanla ilgili veriler de dipnotlarda günümüz değerleriyle verildi. Metnin hazırlanmasındaki yardımlarından dolayı Seda İzmirli Karamanlı ve Hüsna Baka’ya teşekkür ederim.
Fatih Altuğ
Sözün Başlangıcı
Aksaray’da, ufacık bir odada, tantanalı değil lakin pek temiz döşenmiş bir odada, yüzünde bir güzelliğin harabeleri görünen, elli-elli beş yaşında bir kadın minder üstüne oturup bir şey dikiyordu. Gözü dikişte, eli iğnede lakin zihni başka yerde olup bir şey düşünür ve düşündükçe hüzünlü ve kederli olur gibi görünüyordu. Biçare ihtiyarlar geçmiş şeyleri hatırlarına getirdikçe hüzünlenirler. Çünkü ömürlerinde geçirmiş oldukları sevinç günlerini andıkları vakitte o günlerin bir daha dönmeyeceğine üzülürler ve çekmiş oldukları kederleri hatırladıklarında gönüllerinin yaraları tazelenir. Bu kadının karşısında on sekiz-on dokuz yaşında yüzünde hâlâ tüy tüs yok, gayet güzel gecelik elbisesiyle giyinmiş bir delikanlı oturuyordu; başını eline dayamış ve yastığın üzerinde bir kitap açmış, fakat gözlerini kitaba değil, karşısındaki duvara dikip derin derin düşünmeye varmış ve hayran hayran bakakalmıştı. Minderin karşısında, bir sandalye üzerinde, ne yaşta olduğunu fark edemem, lakin ihtiyarca görünür bir Arap karı oturup yüzünü iki eline ve dirseklerini dizlerine dayamış ve bir büyük hayret ve şaşkınlıkla gözlerini kadından oğlana ve oğlandan kadına gezdirirdi. Kadın, Arap’ın bu türlü bakışını yan gözle gördüğü gibi başını kaldırıp Arap’ın yüzüne bakar, Arap’sa renk vermemek için gözlerini kapıya doğru çevirip tavana doğru kaldırmaya, velhasıl kadının ve oğlanın yüzüne bakmaya mecbur oldu.
Kadın o vakit yüzünü gence çevirip öyle dalmış olduğunu gördüğü gibi, “Oğlum Talat, ne oldu sana bugün? Âdetin üzere okuduğun şeylerden bize de bir şey söylesen a! Baksan a! Dadı onun için bekliyor. Hem de dadı çok merak etti o hikâyenin sonunu dinlemeye. İşte bir saat var ki bir sana bakıyor ki başlayasın, bir bana bakıyor ki sana söyleyeyim. Lakin kendisi söylemeye utanıyor,” dedi.
Dadı sandalye üzere bir hareket ederek, “Ha ha buyukhanim eyi söyler. Ben şok ister o hakaye dinlamak, şok gozel hakaye. Amma bakar ki hanim dıkmağa dalmış, bey düşünmeye varmış, ben de sükût eder durur. Kuşluk işün hazır yemak var, ahşama yabacak ama vakıt var bende,” diyerek sözü uzatır.
Talat Bey, Arap’ın manasız sözlerini dinlemeyip, “Ah anneciğim, bilmem ne oldum, bugün keyfim yok,” dedi.
“Allah’a emanet oğlum nen var?”
“Bir baş ağrısı, bir sersemlik, bir…”
“Vah vah! Oğlum hastalık şakaya gelmez, kendini bir hekime göstermelisin.”
“Aman buyukhanim, bu hekımlar! Baş ağrısı hekım iyi yapmaz, okutmalı ha… Baş eyi olmak ister. Baş ağrısı gaşmak ister. Okutmalı, ha ne ya hanim. Gaşan sene bana nasıl sıtma galdi! Uş ay sıtma! Hekım galur, gıder, hap verir hem ne hap! Zehir! Şok defa boğazıma kaldı. İlahi Yarabbi! Ne şakdı ben o hap ile, hap adamı eyi eder mi? Hap sıtmaya ne yapar? Sonra Allah razı olsun bizim abla galdi, beni gordi, tanımadı, o kadar ben zayıf oldu. Benim boyun ip gıbı oldu. Abla aldı hapı attı pencereden. Beni aldı Kocamustafapaşa’ya goturdu. Orada bir harif var. Ama onun nefesi menşur. Hep İstanbul ona gıder. Ama sıtma, yalınız sıtma eyi eder o. Baş ağrısına, başka şeye karışmaz. Beni okudu bağladı. İşte bağ hâlâ kolumda duruyor. Hiş o vakıttan beri ben sıtma gormadı.”
“A! Dadı o şeylere sen ben inanırız şimdiki gençler inanmaz. Boşuna yorulma.”
“A! Ana kım inanmaz! O her kımı okuduysa eyi etti.
O kıtabla, hep kıtabla, kıtaptan okumuş ama nefesi var.
Ha. Herkes okur ama nefes başka şey…”
Dadı nefese dair ne kadar söylese duymaz. Lakin koy söylesin! Saliha Hanım bu türlü inanışlara çok müptela olmadığından Arap’a yukarıdaki cevabı verdikten sonra ne o ve ne Talat Bey, dadının gevezeliklerine kulak asıp birbiriyle söyleşmeye başladılar:
“Bugün kaleme gitme oğlum. Ayşe Kadın’ı eczaneye gönderelim. Bir hekim bulsun getirsin.”
“Aman valideciğim çok ehemmiyet verdiniz. Bir şeyim yok, kaleme gittiğim gibi açılırım. Ne hekime gerek kalır ne bir şeye.”
Talat Bey, kalkıp giyinmeye gider, giyinirken yüz bin hülya zihnine gelir geçer.
Sohbet
Ayşe Kadın, Talat Bey’in gitmesiyle beraber Saliha Hanım’a yaklaşıp, “İste hanim. Ben sana her gun soyler. Maşallah… Allah emanet… Şocuğun yirmi yaşına vardı. Şimdi evlendirmeli. Eve galın gaturmalı. Allah koruya şocuğu aldatıp da bir yere ış güvesi alular ise bız ne yapar? Bir avda iki ıhtıyar kadın… Galın evin şenlıgıdır. Bu şocuğu evlendirelim,” dedi.
“Yok yok dadı. Korkma, benim Talat’ı görmez misin ne kadar usludur. Beni ne kadar sever. Hiç o beni bırakıp içgüveyisi olur mu? Hiç sen ona merak etme. O benim bileceğim şeydir. Talat daha çocuk, o yaşında çocuğu evlendirmek hatadır.”
“Ah hanim… Bu Istanbul fena… Kızlar hanimlar incecik birer yaşmakla çıkar gazar. Gozel şocuk gorur. Aşinalık eder. Şocuk da ne kadar olsa şocuk aldanur da ben korkar hanim. Ben şok korkar. Bugun Talat Bey, şok duşunur. Hasta değil ha, ben sana söyler hasta değil. Ama başında sevda var. İşte ben bunu hanima söyler. Yine sen bilir. Ben boyle anlar.”
“A dadı, sen de söylediğini bilmezsin. Gaipten haber vermek istiyorsun. Oğlum öyle şeylere aldanmaz. Yok yok Talat’ım usludur. Ah çok hoşnudum oğlumdan. Allah bağışlasın. Zamane gençleri gibi değil. Ah rahmetli pederi can çekişirken Talat’ı iki gözünden öpüp bana, ‘İşte bu çocuğa beraber terbiye verecektik, lakin ne çare, bana kader müsaade etmedi. Bunun terbiyesi sana kaldı. Gevşeklik etme!’ diyerek bir eli çocuğun yüzünde ve diğer eli benim elimde olduğu halde canını teslim eyledi. Talatçığım o vakit altı yaşındaydı. Biçare pederi ne kadar severdi. Zavallı hasret gitti. Daima Cenabıhakk’a dua ederdi ki bu çocuğu terbiye edip okutmak için hiç olmazsa çocuk yirmi yaşına varıncaya dek bana ömür ver. Ne çare kaderi öyleymiş. Nur içinde yatsın! Hele bin kere hamdolsun Talatçığım pederinin istediği üzere terbiye olundu. Ah dadı, Allah’a şükredelim, böyle çocuk İstanbul’da nadir bulunur yahut hiç bulunmaz. Sorsana bir defa komşuların çocukları böyle mi? Her gece evlerine gelirler mi?”
“Allah emanet… Allah bağışlasın… Ben onu dimez. Ama bizim mamlakatta şocuk on beş-on altı yaşında evlenir. Hep böyle. Bu İstanbul’da otuz yaşında, kırk yaşında evlenilir. Talat Bey şimdi kaş yaşındadır?”
“İşte şimdi nisan çıksın, mayısın beşinde on dokuza basar.”
“Maşallah! Vakti gaşmiş. Bizim mamlakatda ola idi dört sene avvel evlenir. A, hanim nasıl gaşiyor zaman!
Nasıl gaşiyor zaman! Su gıbı gaşiyor zaman! Ben galdi ıkı sene gaşdı. Talat Bey doğdu.”
“Demek olur ki senin geldiğinden sekiz sene sonra ben dul kaldım.”
“Ya…”
“Talat’ın babasını iyi bilirsin öyleyse.”
“Nasıl bilmez? Rahmet canına, şok iyi adam idi. Ah melek gıbi adam! Hişbir vakıt bana bir fena söz söylemedi. Kaş sene oldı şimdi hanim ben galdi?”
“İşte yirmi bir sene oluyor.”
“Yirmi bir sene! Ah Yarabbi! İhtiyar oldı gıtdi.”
“Kaç yaşında varsın acaba dadı?”
“Ne bilir ben hanim. Ben ufak kız idi. Mamlakatta ana var, baba var, karindaş, buyuk kız karindaş… Ev tolu benim. Bir gun ben başka kızlar beraber seyre şıktı. Kasabadan uzak. Uş saat, dört saat uzak. Orada uş adam galdi. Ecderha gıbi at binmiş. Uzun sungı elde. Bizi aldı ama aldattı bizi. Anaya gıder, babaya gıder didi. On gun, on beş gun gıttık. Mısır’a galduk. Ah Mısır! Buyuk kasaba… Gozel… Başka kız Mısır’da sattı. Beni aldı. Gamıya kodu. Tunus’a gaturdu. Tunus da gozel kasaba. Ah… Tunus’ta beni satdı. Bir afandi aldı. Buyuk afandi. Buyuk saray var. İki yüz halayık Arap… Beyaz… Uşak… Kul şok… Atlar ne kadar… Ne kadar… Kırk sofra… Elli sofra kurulu her gun. Orada yirmi sene oturdu ben. Sonra azat oldu. Buraya galdı. Hanim aman?”
“Pekiyi. Yirmi sene Tunus’ta oturdun. Yirmi bir sene de burada. Oldu kırk bir. Seni esir tuttukları vakitte kaç yaşındaydın?”
….
“Taaşşuk- u Talat ve Fitnat” için 4 yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıTaaşşuk- u Talat ve Fitnat
- Sayfa Sayısı136
- YazarŞemsettin Sami
- ISBN9789750746970
- Boyutlar, Kapak 13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Tahta At ~ Bahadır Yenişehirlioğlu
Tahta At
Bahadır Yenişehirlioğlu
Sinema ve televizyon ekranlarının sevilen yüzü Bahadır Yenişehirlioğlu yeni romanı TAHTA AT’la bir aile öyküsü üzerinden insanın kendi içindeki iyi ve kötüyle ilişkisini etkileyici...
- Hilal Görününce ~ Sevinç Çokum
Hilal Görününce
Sevinç Çokum
Sevinç Çokum’un 1980’le 1983 yılları arasında yazdığı bu roman, Türk dünyasının Kırım’la ilgili bir dilimin ele almıştır. 1853–1856 Kırım Savaşı münasebetiyle Osmanlı Kırım yakınlaşması...
- Kalıntı 1 ~ Ceren Melek
Kalıntı 1
Ceren Melek
Genç psikiyatrist Ezel Asral bir gün tümhayatını değiştirecek bir iş teklifi alır.Ünlü iş adamı Barbaros Özekli, Ezel’den şizofren hastası kızını tedavi etmesini istemektedir. Ezel...
çok güzel….
evet çok gzel…
çok güzel :D
Ağladığım ilk kitap mükemmel