“Süt ve Kömür”, 60’lı yıllarda Ruhr havzasında fiziksel şiddet, sıkışmışlık ve zor koşullarla başa çıkma çabasıyla şekillenen hayatları betimliyor. Ben anlatıcı Simon, annesinin ölümünden sonra kendini gençlik yıllarının geçtiği evde bulur ve o günlerdeki kırılgan ilişkilere dair anıları canlanır. Baba, Schleswig’deki süt sağma taburesini yeraltındaki yıpratıcı maden işiyle değiştirmiştir, hafta sonları dans kaçamaklarıyla biraz soluk alan annenin, kocasının bir iş arkadaşıyla, misafir işçi Gino’yla ilişkisi vardır. 15 yaşındaki Simon, anne babası için ciddi anlamda kaygılanamayacak kadar kendi ergenliğiyle meşguldür ancak hassas psikolojisiyle kardeşi, ebeveyn ilişkisinin başarısızlığına çok daha farklı tepki verir…
Annem gülmedi, sadece baktı ona; ama bakışında o denli yabancı, şenlikli bir şey vardı ki ben doğmadan önceki bir dünyaya ait bir bakışmış gibi geldi bana. Gino çakmağını çaktı, bir an için ortamda açıklanamaz ve bir alevin ağırlığı kadar kavranamaz bir değişiklik sezdim.
“Bu yazı dilinin ardında aslında hep özlemini çektiğimiz bir yazın var. Ralf Rothmann kendi kuşağını en iyi temsil eden yazar.” -Peter Handke
“Ralf Rothmann, “Süt ve Kömür”le büyük bir iş başardı: Konuyu fazla uzatıp tadını kaçırmadan, akıllıca, yaşam dolu ve zarif bir biçimde ele alan, Anglosakson öncüllerinden aşağı kalmayacak bir Alman yazını.” -Hartmut Wilmes, Kölnische Rundschau
*
Takım elbise siyah değildi. Tam olarak değil. Bundan hiç hoşlanmazdı. Antrasit, o zamanlar en pahalı kömür çeşidinin de adıydı ve onu duyunca, karla kaplı yerleşim bölgesinin bodrum pencereleri önünde kimi öğleden sonraları duran yığınları düşünmeden edemezsin. O zaman hayal kırıklığı büyük olurdu ve birden, neden o kadar az ev ödevi verildiğini anlardın. Sadece tereyağlı ekmek ya da mercimek çorbası olurdu ve ardından kovalar karanlık basana değin sürüklenirdi. Ağır iş. Yolda biraz ayak sürür, en azından evde yuvarlak taş kömürü ya da kok gibi daha hafif bir çeşidini bulmayı umardın.
Yığının etrafında her zaman ince bir toz, orasında burasında keskin boşlukların olduğu hafif ışıldayan açık siyah bir hale olurdu: Damperli kamyonun hidrolik desteğinin ya da şoförün çizmelerinin olduğu yerde; bir kürek sapının, boş bir Collie sigara paketinin ya da şişe kapaklarının olduğu yerlerde. Biz de isimlerimizi toza yazardık, kim aptal, kim kimi seviyor.
Takım elbise ucuzdu, gömlek ve kravat da öyle, mağazadan çıkarken torbaların baskısız yüzünü dışa çevirdim. Leylaklar her yerde çiçek açmaya devam ediyordu hâlâ ama salkımlar kararmıştı. Gökyüzü bulutsuzdu, istasyonda duran otobüslerin camlarındaki yansımalarda bir an için onun içtenlikle “İyi günlerimiz de oldu!” derkenki o geniş, ışıltılı gülümsemesini görür gibi oldum.
Hâlâ biraz sallanarak yürüyen küçük oğlunun kaldırıma çıkmasına yardım ederken bana başıyla selam veren, başhemşireydi. Ihlamur yeşili bir pantolonla turuncu bir gömlek giymişti ve makyajlıydı ve sanki üstünden günler geçmemiş, elindeki paketi kaçamak bir özürle daha yeni vermiş gibi “Kardeşinize de selam söyleyin!” dedi, bir yandan da plastik torbama bakıyordu.
Sterkrade’de, Gutehoffnungshütte şirketinin ekskavatör paletleriyle darmaduman edilip bırakılmış kocaman arsasında da leylaklar vardı. Toprak yağlıymışçasına parlıyordu güneşte. Tuğla yığınlarının, kireç çukurlarının ve hurda makine parçalarının arkasında çocuklar oyun oynuyordu; renkli tabancalarla birbirlerini vuruyor, yere yığılıyor ve sonra yine ayağa fırlıyorlardı.
Cenaze levazimatçısı beni arayıp annemin dişlerini sormuştu. Otuzlu yaşlarındayken dişleri aniden grileşti hatta bazı yerleri karardı ve bir gün ağzı iğrenç kokmaya başladı, yaşlı bir kadınınki gibi çökmüş yanakları, kurumuş dudakları vardı, bir hafta boyunca yalnızca lapa yedi. Sigarayı da bırakmadığı ve her zaman olduğu gibi sayısız kahve içtiği için yaraları kapanmak bilmedi, sürekli kan tükürdü. Neyse ki sonunda protezi hazırdı, iyi de oturdu, neredeyse hiç ağrımadı ve yalnızca ilk zamanlarda, esnerken ya da gülerken, aniden kaydığı oldu. Ben de korkup annemin içinde bir başkasının, yüzünün arkasında bir yabancının olduğunu hayal ettim.
“Dişlerine altın kaplama yapılmış mıydı?” diye sordu levazımatçı. “Görüntüsü için sıkça yaptırıyorlar. Yani, tabii ki ima bile etmek istemem…”
“Evet” dedi hemşire, kolunda bir yığın çamaşırla. “Nasıl oldu anlayamıyorum. Gece nöbeti aşırı yoğun. Üç servis. Dişler burada.” Dolabı açtı.
“Bana ne isterlerse yapabilirler” demişti hastalığının başlangıcında annem. “Beni oradan oraya götürebilir, tepetaklak durdurabilirler, gün içinde defalarca iğneyle delebilirler, dayanırım. Tanrının yardımıyla hepsi olur. Ama eğer röntgenden önce, radyoterapiden önce dişlerimi çıkarmaya kalkarlarsa, onu istemem işte… O zaman kendimi çocuk gibi çaresiz hissederim. O durumda öleyim daha iyi.”
Protez, açık kahverengi bir selofan parçasına sarılmış ve üzerine yara bandı yapıştırılmıştı, yağmurluğumun cebine koydum.
“Peki ya alyans?” diye sordum. “O bulunabildi mi bu arada?” “Ben varken hayır” dedi hemşire giderken. “Ama benim nöbetim değildi zaten.”
Taksiyle cenaze levazimatçısının Beethoven Caddesi’ndeki dükkânına gittim. Kapı açıktı, büroda kimse yoktu, kapıyı vurmama ve seslenmeme de kimse karşılık vermedi, raflardan birinde uyuyan kedi bile. Ensesini okşayıp paketi yazı masasının üzerine, makbuz defterinin yanına koydum ama güneş ışığında selofan birden şeffaflaştı, ben de onu gölgeye ittim.
Simon!
Annene vurdum, defalarca, üstelik yüzüne de. Nasıl oldu bilmiyorum. Kaçtı, bütün gece her yerde onu aradım ama bulamadım. O şimdi bizi yalnız bırakmak istiyor ama ben çalışmak zorundayım! Kardeşine göz kulak ol, annen sabaha hâlâ dönmemiş olursa okula gitmeyin.
Baban
Notu, annemlerin yatağını toparlarken şiltenin altında buldum. Çiçek desenli bir takvim yaprağının arkasına yazılmıştı. İnce bir hançer ve doktor raporlarıyla birlikte A4 boyutunda şeffaf bir dosyaya konmuştu. Annemin aile doktoru, daktilo yazısıyla iki kaburga kemiğinde ve bacağın üst kısmında ezilmeler, elmacık kemiğinin üzerinde bir sıyrık olduğunu doğruluyordu. Üzerindeki tarihe göre yirmi beş yıldan fazla oluyordu. Yatağın kenarına oturup güzel sedef saplı silahı elimde tarttım, emniyet düğmesine bastım. Çıkan bıçak sivri değildi ancak bıçak ağzı yeni bilenmiş gibi keskindi. Başparmağımın tırnağıyla gravürün üstündeki kir ya da kurumuş yağı biraz kazıdım. Paslanmaz. İtalya.
Başka hiçbir şey bulamadım. Ölümünden hemen sonra babamın ayakkabılarını ve giysilerini Kızılhaça vermiş, kâğıtlarını, madencilik ders kitabını, tarım okulundan aldığı belgelerle diplomaları ve Märklin kataloğunu yakmıştı annem. Büyük cilalı dolaplardaki düzen, her şeyin katlanıp istiflenişi ya da sıralanışındaki o titizlik… Bir keresinde çorapları neden ekmek sepetine tıktığımı bir kez daha iyice anladım. Bütün kapıları açtım; elbiseleri, tayyörleri ve mantoları çıkarıp yatağın üstüne attım. Ardından sırayla bütün bölmelere gidip kolumu iyice dibe daldırarak kazaklar, bluzlar, havlular, ne varsa kocaman mavi plastik poşetin içine ittim. O sırada yere düşen yuvarlak lavantalı sabunun parçalarını tekmeleyerek odanın dışına attım.
Uzun zamandır tuvalet masasında duran iç çamaşırı ve sutyene dokunmadım. Çekmeceleri çıkarıp içindekileri bir torbaya boşalttım, torbanın içinde açılmış bir kavanoz toz kahve ve bir sürü bulmaca dergisi de vardı. Tosca şişesini, gece kremini ve eskimiş bir saç fırçasını da attıktan sonra torbanın ağzını bantladım.
Hiçbir yerde kişisel bir yazı yoktu, ne kendisinden ne babamdan, oğullarından bir mektup ya da kart da saklamamıştı, sadece
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıSüt ve Kömür
- Sayfa Sayısı128
- YazarRalf Rothmann
- ISBN9789750851803
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2021
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Hiçbir Zaman Burada Değildin ~ Jonathan Ames
Hiçbir Zaman Burada Değildin
Jonathan Ames
Eski asker ve FBI ajanı Joe, hem kişisel hem de mesleki yaşantısında travma ve şiddetten nasibini fazlasıyla almıştır. Görünmez olmayı ve yalnız bir yaşam...
- Kahrolsun Dostoyevski ~ Atiq Rahimi
Kahrolsun Dostoyevski
Atiq Rahimi
Kahrolsun Dostoyevski, daha önce Sabır Taşı kitabıyla büyük ilgi gören Rahimi’nin, ölümün kol gezdiği vatanı Afganistan’ı, suçu, vicdanı azabını ve cezayı sorgulandığı bir tür...
- Bir Antikahramanın Hatıra Defteri ~ Kornel Filipowicz
Bir Antikahramanın Hatıra Defteri
Kornel Filipowicz
Bir keresinde bir tanıdık, kafede, Almanca tek bir sözcük söylemektense, tüm savaş boyunca aptal numarası yapmayı ve yol kenarlarında taş kırmayı tercih ettiğini söylemişti....