Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Sus Barbatus! 3
Sus Barbatus! 3

Sus Barbatus! 3

Faruk Duman

“Ormanda her mevsimin bir kazananı olur… Bugün zayıf görünen çiçekler, sözgelimi papatyalar. Mevsimi geldikçe güçlenir. Güçlenince de o kötü kaba borazançiçeklerinin, çarkıfeleklerin gözünün yaşına…

“Ormanda her mevsimin bir kazananı olur… Bugün zayıf görünen çiçekler, sözgelimi papatyalar. Mevsimi geldikçe güçlenir. Güçlenince de o kötü kaba borazançiçeklerinin, çarkıfeleklerin gözünün yaşına bakmaz.”

“Sus Barbatus! 3”te mevsim dönüyor!

Sus Barbatus!’un üçüncü ve son cildinde umutlu yarınlar için çalışan devrimci gençler pınarları kurumuş A. Dağları’nın eteklerinde örgütlenerek Ş. Mitingi için kente inerler. Kadir Ağa’nın gölgesi ve radyodan çalınan marşlar yeni bir kışın, ülkede Eylül darbesinin habercisidir.

Faulkner, Yaşar Kemal gibi yazarların kaleminde destanlaşan modern romanın çağdaş bir çeşitlemesini sunuyor Faruk Duman. Gerçeküstünün dilini yaratarak siyasal, tarihsel, toplumsal gerçekleri ete kemiğe büründürüyor.

Orhan Kemal Roman Armağanı ve Cevdet Kudret Roman Ödülü’nü alarak geniş bir yankı uyandıran Sus Barbatus! doğanın tahrip edilmediği, ütopyaların diriliğini koruduğu, emeğin ve adaletin saygınlığını yitirmediği, masumiyetin egemen olduğu zamanların romanı.

*

1.

COCO, başını yosun kayalıklarının arasından, canı sıkılmış bir yeşil başak gibi çıkarır. İsterse. Birden durup düşündüyse; uzakta, belki onun perde inmiş gözlerini titretecek bir iş işlenmektedir. Ses hafif rüzgâra takılarak gelir, aman burada işte bana da sığınacak bir yer gerekli oldu, diyerek. Yere yaslanıp uykuya dalacak sanki. Böyle yorgun, beklemekten bitap düşmüş bir rüzgâr. Belki bu rüzgâr sonra geçmiş bahar aylarını, zemheri aylarını anımsamaktadır, yine yağmurun yukarıdan doğruca çuvaldız gibi yağmasını istemektedir. Bir yağmur insanın başına çuvaldız gibi düşmeyegörsün. Ah bir kere öyle bir yağmur inmesin.

Yine böyle bir rüzgâr, COCO’nun canını yakabilir, gözünü titretebilir. Lacivert gözün önünden koygun dumanlı, hem de maviye çalan, çağşak bir bulut geçer. Köpürüp giden bir bulut. COCO o zaman bunun verdiği korkuyla başını yosunlu kayalıkların içine çeker yeniden. Çekince de orada kıpırtısız durmaya çalışır. Neden, çünkü düşmanın onu fark etmemesi iyi olur. İnsan olan insan düşmanından kaçacak. Bizim ezeli ve de ebedi korkumuz budur. Hem korkumuz hem de cesaretimiz. COCO zamanı gelince düşmanın kılıcının üstüne gitmeyi de bilir. Sonunda. Ne demişler. Canına tak ettiği zaman. Ama burada önemli olan, böyle bir cesaret gösterisi gereksizse, akıllı olmakta yarar vardır. Başını çeker, rüzgârın dinmesini bekler. Zaten o amansız rüzgârı artık nereden bulacaksın? COCO, daha önce size anlattığım. Belki yeterince değerini bilmeyip de kısaca anlattığım sincaplar gibidir. Kış aylarıyla birlikte kendini öldüren. Ölmeyi bekleyen. Sonra su yukarıdaki tepelerden, A. Ormanları’nın içinden kütür kütür akmaya başladığı zaman sıçrayıp dirilen o sincaplar gibi. Ama COCO onlar gibi değildir. COCO’yu akılsız sincaplara benzetmek haksızlık olur. Öleceğine, kar başladığı zaman bir köşeye sinip de ölüp gideceğine, COCO hiç doğmamayı yeğler. Belki küçülür, o çakıltaşlarına benzeyen yumurtasına geri döner. Çatlağa sızar, adeta sıvılaşarak. Yumurta akı gibi aklaşıp yoğun koyu çatlağın içine sığacak olur. Akıp girer, böylece o küçük parlak taşlara benzeyen yumurta da onun için en güzel bir korunak haline gelir. Bu biçimde, büyümek ya da küçülmek COCO’ya özgü bir şeydir.

Başını nefti kayalıkların içine sokup da rüzgârdan saklandığı zaman. Dışarıdan bakılacak olursa. Ama bunun için insanın yaman bir gözünün olması gerekir. Yaman bir göz. Taşların üzerindeki nakışları ayırt edebilecek, renkleri sayıp dökebilecek bir göz. O zaman orada taşın lekelerinden biri haline gelir COCO. Koyu yeşil otların üzerinden sıçrayıp da oraya yapışıp kurumuş gibi bir leke. Bir farkla ki, COCO’nun kalbi atmaya başlar. Böylece, bu işlerden, yani işte söylediğim gibi bütün bu olup bitenlerden haberi olmayan birisi, taşların, bu A. Ormanları’na yükselen yamaçlardaki yosunlu yaşlı gevrek kayaların erimeye, dahası canlanıp nabız gibi atmaya başladığını düşünebilir.

Böylece uğultular içinde bir zaman geçer. Taşların çukurlandığı ağızlardan uğultu yükselir, rüzgârın salladığı taze başakların içinden acı bir yarpuz kokusu çıkar. Çalı dikenleri birbirine çarpar, şeytanuçurtmaları yükselir yerden, bunlar pervaneler gibi esintinin peşine takılarak. Yusufçuklar. Peygamberdeveleri gibi. Yükselip alçalır. Kimi yükselen çalı öbeklerinin başına takılıp berbat olur, kimi de. Biraz daha yükselebildiği için uçup gider. Bir şeytanuçurtması çoğu zaman arı vızıltılarına karışabilir. Yani bir bakıma, bir bitki ucu değil de bir vızıltı sanılır. Sesin ondan çıktığı olur. Ama elbette yer yüzeyi bu rüzgârla birlikte canlanmış gibidir. Bir huzursuzluk başlar. Biraz aşağıda, kovandan kovulmuş arıların bir başlarına kurduğu biçimsiz bir başka kovan bulunur. Bu arılar gerçi yabanarısı değildir ama yaban sayılmışlardır. İsyancı arılardır. Kendi ülkelerini kurmuş olabilirler. Bunlar, eski göçerler gibi konacak yer sorunu yaşadıklarından, yamaca tutunmuşlardır. Esinti hızlanınca dayanamayıp homurdanarak kalkarlar, otların ucunda bir karmaşa 

baş gösterir. Yamaç, burada yükselen katı diken tarlası, bu başıboş, yoz iniş birden uğuldamaya başlar, bir ağır iş makinesinin çalışması, toprağı titretmesi gibi. Arı, daha önce de dediğim gibi, bu eteklerin koyu mor işçisidir.

Ama sonra rüzgâr durur. Birden yorulmuş gibi esintiyi keser. Şeytanuçurtmaları hayal kırıklığına uğramış gibi süzülerek inmeye başlar. Başakların sallantısı durur. Çalı gövdelerinde karınca başları belirir. Periyuvalarının içinden koyu kara böcekler çıkar. Uzakta, ormanın içinde çürük ağaçlardan biri gürültüler çıkararak devrilir. Bunun gürültüsü de kesildiği zaman, her şey eski haline döner.

COCO’nun kalbi durmuş gibidir. Neden dersen, kayaların korunaklı içine uyum sağlamıştır ya, onun için. Ama sonra yeniden esner. Başını çıkarır. Rüzgârın yeniden gelip gelmeyeceğini anlamaya çalışır.

2.

COCO, yosun kayalıklarına yuvalandığı yerden çıktı. Başını sağa sola çevirerek çevreyi izledi bir zaman. Kalbinin yerinden fırlayacak gibi attığı, dilinin damağının kuruduğu görülebiliyordu. Ona öyle geliyordu ki, bundan sonra rüzgâr bir daha görülemez. Başını aşağıda önemli, görmezden gelinemeyecek bir şey fark etmiş gibi yere çevirdi, sonra da, işte bu yere uzanmak ister gibi dilini çıkararak dokunmak istedi. Ama olmadı. Taşın üstünde bir suyolu vardı sanki, COCO bu suyolundan akıp aşağıya indi. Toprağa karışmadan önce, safran rengi kabarıp pütürleniyordu kayalıklar. Bu da demek oluyordu ki, yağmur yağsa iyi olacak. Gerçekten iyi olacaktı. Epey bir zamandır, şu yukarı taraftan suyun indiği, çağlamayı bırak, azıcık şıpırdadığı görülmemişti. Ama yakındı. Yakındı. A. Dağları’nın yılın hiçbir mevsiminde bunca susuz kaldığı görülmemiştir. COCO da görmemişti bunu. Neden? COCO tek bir kişi değildir de o yüzden. Burada, bu yamaçta ve onun yukarısında, birden sipsivri fırlayıp çıkan ormanların, toprağı parçalayarak yükselen, ansızın uçurumlanan kayaların ülkesinde ne kadar kertenkele varsa. İşte bunların hepsi birden bir ve aynı şeydir de onun için. Ama bunu COCO pek önemsemez. Bazen içinin sızladığı, acı bir hisle kalbinin duracak gibi olduğu olur. Ama ne yaparsın. Uzaklarda, ya da aşağıdaki köylerde ölen kardeşler için bir şey yapılamaz.

Çalı diplerinden akıp geçerek, yamacı inmek istiyordu. Aşağıya gitmek, rüzgârın sürüklediği kokuya ulaşmak vardı içinde. Bir sabah ansızın karar vermiş de uzunca bir yolculuğa çıkmış gibiydi. Başını kaldırıp kaldırıp daha ne kadar yolunun kaldığına bakıyordu. Aşağıya inildikçe toprak daha çok kuruyordu sanki. Otların altında sızlayan bir şeyler vardı.

Aşağıda, köyün içinde bir takırtı oldu. Sonra yankılandı bu takırtı, katlanarak yukarıya çıktı. Kertenkele durdu, sesin nereden geldiğini anlamaya çalışır gibi bir hali vardı. Önce arkasına döndü, yukarıya doğru birkaç adım attı ama vazgeçti sonra. Vazgeçti. Olacak şey değil, diye söylenir gibiydi. Yukarıya doğru gidemezdi, burada, özellikle Ç. Gölü’ne yakın yerlerde, sesin kaynağı önemlidir. Bu o kadar önemlidir ki, kişi sesin kaynağını öğrenemezse. Ya da bu işin nasıl bilinebileceği konusunda kafa yormazsa, delirebilir. Neden diye soracak olursanız. Evet. Ses durmadan yankı yapar ve oyun oynar da onun için. Önce yamacın üstünde süzülür bu ses. Sonra gökyüzüne doğru tırmanır, biraz aklı varsa, o yönde çok yükselmez ama. Gökyüzü her şeyi yutar. Gökyüzü her şeyi yutar. Böylece geri döner. Ormana yönelir. Ağaçların içinde bir hışırtıya dönüşür. Ama geçer onları da. Kayalıklarda böylece gümbürdemeye başlar. O nedenle, yani bu çok karakterli ve bir bakıma güvensizlik uyandıran yapısından ötürü. Sesin kaynağını anlayabilmek. Daha doğrusu başlangıç anını gözden kaçırmamak gerekir. COCO geri döndü, yeniden köye doğru inmeye başladı.

Ama gerçekten öyleydi; dili damağı birbirine yapışmıştı. Susuzluk içinde kıvranıyor, burada hep dedikleri gibi lehliyordu. Durdu, gideceği yöne bir zaman umutsuzluk içinde baktı. Neden sonra kararlı bir biçimde yönünü değiştirdi. Sağ yanında, biraz gidildikten sonra birden çukurlanıyordu toprak. Buradan inildiği zaman otların az da olsa canlanıp yoğunlaştığı, köklerden doğru acı yeşil yaprakların çıktığı görülüyordu. Yine yaz kış derinde humus bulunmakla böceklerle yılanların buraya indiği oluyordu. Bazen su birikiyor, toprağın altındaki ince yarıklardan sızarak bu dere yatağında uç veriyordu bu su.

COCO buraya indi, inince de neye uğradığını şaşırdı çünkü bu küçük uçurum birden kelleşmişti ya, COCO tutunamadı, taklalar atarak dere yatağının dibine kadar indi. Böyle yuvarlanarak, zıplayarak, toprağın gövermiş, kabarmış keseklerine çarpa çarpa indi, sonunda da su birikintisinin içine düştü. O kadar güzel bir duyguydu ki bu. Mucize gibiydi. Birden, o ak berrak suyun içine düşüp de yanında yöresinde boncuklanan damlaları görünce ne yapacağını bilemedi. Yakalanmış, ele geçirilmiş gibi sıçrayıp çıktı, titredi. Ağzı açıktı bu sırada, içi dışı suyla dolmuş, gözünün önündeki perde yağmurlanıp oluk oluk akıp gitmişti. Gözünü kaybettiğini düşündü bir ara ama çok sürmedi bu. Çok sürmedi. Suya doyup da lehlemeyi kestiği zaman durdu. Ne yapacağını, nereye gideceğini anımsamış gibiydi. Başını hızla sağa sola çevirdi. COCO’nun başı böyledir, yönü o tayin eder. Hem de böyle hızlı hareketlerle yapar bunu. Düşünmeyi de hareketle yapar. Baş, her şeyin başlangıcıdır.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yerli)
  • Kitap AdıSus Barbatus! 3
  • Sayfa Sayısı600
  • YazarFaruk Duman
  • ISBN9789750851452
  • Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2022

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Sus Barbatus! 2 ~ Faruk DumanSus Barbatus! 2

    Sus Barbatus! 2

    Faruk Duman

    Doğanın tahrip edilmediği, ütopyaların diriliğini koruduğu, emeğin ve adaletin saygınlığını yitirmediği, masumiyetin egemen olduğu zamanların romanı “Sus Barbatus!.” Faruk Duman’ın “Sus Barbatus!” üçlemesinin ikinci...

  2. Av Dönüşleri ~ Faruk DumanAv Dönüşleri

    Av Dönüşleri

    Faruk Duman

    Faruk Duman, “Av Dönüşleri”nde iyi bildiği hayatların, mevsimlerini geçirdiği coğrafyanın, içinden geldiği çevrenin ve içine işlemiş zamanların öykülerini yazıyor. “Pancar Vagonları”, “Atlar Sabırsızı”, “Av...

  3. Sencer ile Yusufçuk ~ Faruk DumanSencer ile Yusufçuk

    Sencer ile Yusufçuk

    Faruk Duman

    2009 yılında çıkan beşinci öykü kitabı ‘Sencer ile Yusufçuk’ta şiirsel bir dille büyülü masallar kuruyor Faruk Duman. Öykülerin her biri kendine özgü dünyaları, kişileri...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Kalp Ne İsterse O Olur 1 ~ Meryem NartKalp Ne İsterse O Olur 1

    Kalp Ne İsterse O Olur 1

    Meryem Nart

    Hayatı boyunca “Çulhaların kızı” olarak tanınan Şeyda Çulha, kendisinin asla bir birey olarak yaşamını sürdüremeyeceğini düşünmektedir. İçinde beslediğibüyük öfkeyi sadece buz pateni yaparak ve...

  2. Önceki Çağın Akşamüstü ~ Ömer F. OyalÖnceki Çağın Akşamüstü

    Önceki Çağın Akşamüstü

    Ömer F. Oyal

    “Önceki Çağın Akşamüstü” Başka günlerdi onlar. Çağın amansızca yüzümüze kapanmadığı günler. Tarihin, bize verdiği randevuya sadık kalacağına inandığımız günler. “Zaman Lekeleri” romanıyla NDS 2019...

  3. Dedem Kurt Seyit ve Ben ~ Nermin BezmenDedem Kurt Seyit ve Ben

    Dedem Kurt Seyit ve Ben

    Nermin Bezmen

    Canım dedem Kurt Seyit, Seninle hiç rastlaşmadık! Ben doğmadan çok önce, sen buralardan göçüp gitmiştin, hayatımın kahramanı olacağını bilmeden, kendi ölümünü kendin seçip isteyerek,...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur