Bir dilin zengin ve işlek olmasının yanı sıra, etki gücüne de sahip olması, o dili konuşan bireylerin sayısıyla doğru orantılıdır. Bir dili ne kadar çok insan konuşuyorsa, o dil o kadar işlek, o kadar etkilidir. Konuşulmayan diller, ilâhi kitapların dilleri bile olsa, ölmeye mahkûmdur. Sınırlı sayıda insan tarafından konuşulan İbranice ve Latince, bunun en açık örneğidir. İngilizce, bugün dünya dili… Bu dilde nazil olmuş ilâhi bir kitap yoktur ama bu dil, bugün bütün dünyayı etkiliyor. Öyleyse bir dilin “nüfuzu”, o dili konuşanların “nüfusu” ile doğru orantılıdır. Türkçe, bir zamanlar dünyanın en zengin ve etkili dilleri arasında idi. Günümüzde bu zenginlik hâlâ devam ediyor olsa da etki alanı için aynı şeyi söyleyemeyiz. Nedeni ise bu dili konuşan bireylerin, dünyayı adeta istila eden diller karşısında, kendi dillerini konuşmaktan utanır hale gelmeleridir. Tarih sahnesine çıktığı günden beri Türkçenin yamaçlarında hep yediveren güller açtı. Dizelerini bugün hâlâ “berceste” gibi okuyup ezberlediğimiz söz sultanları hep Türkçe yazdı, bununla da iftihar etti. Ali Şir Nevai, Çağatay Türkçesinin sultanı olmayı, Türkçe söyleyerek hak etti. “Türkçenin derinliklerine dalınca, gözüme on sekiz bin âlemden daha zengin bir âlem göründü.” sözü ona aittir. Bugün her şeye rağmen Türkçemizi konuşmaktan haz duyan insanların sayısının artması, kaderin gelecekte Türkçemize tekrar önemli bir rol biçeceğinin işareti olsa gerek. Türkçenin tavır ve davranışlarını doğru okumak isteyenler, onun inceliklerine vâkıf olmayı önemseyenler, o deryadan inci devşirmek isteyenler için bu kitap önemli şeyler fısıldıyor.
***
Şeref Yılmaz
1 Nisan1967 tarihinde Antalya’da doğdu. Antalya Lisesi’nden mezun oldu. 1991 yılında Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi.
1992-1995 yılları arasında Özbekistan Türk Cumhuriyeti’nde bulundu. Semerkant Alişir Nevai Üniversitesi’nde “Çağdaş Türkiye Türkçesi” dersleri verdi. “Yabancılar için Türkçe Öğretim Teknikleri” üzerine araştırmalar yaptı.
1995-1998 yılları arasında basın yayın şirketinde çalıştı. Vatanî görevini Kars-Kağızman’da tamamladı. 1998-2002 yılları arasında özel bir üniversitede Türk Dili derslerine girdi. 2002 yılında yüksek lisansını bitirdi. 2002-2004 yılları arasında Avustralya’da Türkçe öğretti. 2004-2008 yıllarında yayınevinde yayın yönetmenliği yaptı. 2008-2009 yıllarında özel bir eğitim kurumunda rehberlik koordinatörü olarak çalıştı.
Türkiye Yazarlar Birliği üyesi olan Şeref Yılmaz, “yazarlık atölyesi” kurslarında ders vermeye devam etmektedir.
www.serefyilmaz.com
serefyilmaz67@yahoo.com
Yayımlanmış eserlerinden bazıları
Herşey Senin için (şiir)
Hüznü Çalan Mevsimler (şiir)
Dünyanın Dibi Avustralya (gezi-hatıra)
Erguvan Hasreti (deneme)
Sürmeli Türkçe (deneme)
Konsolosun Köpeği (öykü)
Türk dilinin büyük ustası Kaşgarlı Mahmud’un aziz hatırasına…
İÇİNDEKİLER
Söz başı……………………………………………………………………..13
Türkçenin şefkat ve feraseti…………………………………………….15
Türkçeyi gözlerinden okumak………………………………………….19
Sürmeli Türkçe…………………………………………………………….23
Kara bir yazı………………………………………………………………..27
Özür beyanındadır………………………………………………………..31
Hoş bir seda………………………………………………………………..35
O Gülendam……………………………………………………………….39
Kelimenin altında buzağı aramak……………………………………..43
Hangi dil daha insancıl…………………………………………………..49
Hâkim dil……………………………………………………………………53
Dilimize yansıyan inancımız…………………………………………….57
Kelimelerin psikolojisi……………………………………………………61
Anlam incelikleri…………………………………………………………..65
Bazı ayrıntılar………………………………………………………………69
Dil ve akıl……………………………………………………………………73
Etimolojik bir gezinti……………………………………………………..77
Fiilin durduğu yer………………………………………………………….85
Gerçek ve mecaz kullanımlarda mantık……………………………..89
Her şey yerli yerinde güzel……………………………………………..91
Sözün demi…………………………………………………………………95
Dar kapı…………………………………………………………………..101
Yorgun istasyonlar………………………………………………………105
Gül tutmak………………………………………………………………..109
Gülün nazı bülbülün niyazı…………………………………………….111
Nadan ile sohbet etmek güçtür bilene……………………………..115
Nasihate dair……………………………………………………………..117
Okuma hastalığı…………………………………………………………121
Söylemez amma neler bilir âşık……………………………………..123
Önce düşün sonra söyle sözünü…………………………………….127
Söz bitimi………………………………………………………………….131
“Türk Dili o kadar mükemmel ve o kadar kıyasidir ki bu dili sanki lisaniyat âlimleri vücuda getirmiştir.”
Max Müller
Türkçe göze sürmedir, âlemin parlaklığını korumasız bir nazarla değil de Türkçeyi bir sürme gibi göze çekerek seyreden kişi görür ki Türkçe bir azim kozmolojik dildir. Şeref Yılmaz’ın “Sürmeli Türkçe”si, kâinat kitabını okumaya en elverişli dillerden biri olup arzın büyük bölümünde konuşulan Türkçeye yakılan bir güzellemedir, sevdim ve sevindim. Bizim kuşağın gözünün sürmesi “Türkçenin Sırları” idi. Nihat Sami, hacim itibariyle büyük olmayan kitabıyla bencileyin pek çok memleket evladına âlemi Türkçe ile seyretmenin zevkini tattırmıştı. “Sürmeli Türkçe”nin de yeni nesil için böyle bir pencere açtığından eminim. “Sürmeli Türkçe”nin yazarını yetiştiren kültür vasatını “ciddiyet ilanı” olarak görüyorum.
Berat Demirci
Söz Başı
Yeryüzünde üç bine yakın dil konuşuluyor. Bunların hepsi aynı işlerliğe ve etki alanına sahip değil… İnsanoğlunun konuştuğu dilleri “zengin-fakir” veya “canlı-ölü” diye sınıflandırabiliriz.
Bir dilin zengin ve işlek olmasının yanı sıra, etki gücüne de sahip olması, o dili konuşan bireylerin sayısıyla doğru orantılıdır. Bir dili ne kadar çok insan konuşuyorsa, o dil o kadar işlek, o kadar etkilidir. Konuşulmayan diller, ilâhi kitapların dilleri bile olsa, ölmeye mahkûmdur. Sınırlı sayıda insan tarafından konuşulan İbranice ve Latince bunun en açık örneğidir.
İngilizce, bugün dünya dili… Bu dilde nazil olmuş ilâhi bir kitap yoktur ama bu dil, bugün bütün dünyayı etkiliyor. Öyleyse bir dilin “nüfuzu”, o dili konuşanların “nüfusu” ile doğru orantılıdır.
Türkçe, bir zamanlar dünyanın en zengin ve etkili dilleri arasında idi. Günümüzde bu zenginlik hâlâ devam ediyor olsa da etki alanı için aynı şeyi söyleyemeyiz. Nedeni ise bu dili konuşan bireylerin, dünyayı adeta istila eden diller karşısında, kendi dillerini konuşmaktan utanır hale gelmeleridir.
Türkçenin fakir bir dil olduğuna da, fakirleştiğine de hiçbir zaman inanmadım. Tarih sahnesine çıktığı günden beri Türkçenin yamaçlarında hep yediveren güller açtı. Dizelerini bugün hâlâ “berceste” gibi okuyup ezberlediğimiz söz sultanları hep Türkçe yazdı, bununla da iftihar etti.
Alişir Nevai, Çağatay Türkçesinin sultanı olmayı, Türkçe söyleyerek hak etti. “Türkçenin derinliklerine dalınca, gözüme on sekiz bin âlemden daha zengin bir âlem göründü.” sözü ona aittir. Bugün her şeye rağmen Türkçemizi konuşmaktan haz duyan insanların sayısının artması, kaderin gelecekte Türkçemize tekrar önemli bir rol biçeceğinin işareti olsa gerek.
Yabancıların bile hayran kaldığı bu dili konuşmak, bana tarifsiz haz veriyor. Türkçe konuşmaktan keyif alan yabancıların varlığı beni mutlu kılıyor. Dünyanın değişik coğrafyalarında Türkçe konuşanların sayısının artması beni duygulandırıyor. Bunun sebep ve gerekçelerini, Türkçenin engin deryasından çıkardığım birkaç incide göstermeye çalıştım. O incileri Türkçenin gerdanına kim benimle beraber dizmek istiyorsa, bu dükkâna girebilir.
Türkçenin Şefkat ve Feraseti
Türkçenin tavır ve davranışlarını doğru tahlil ettiğimiz zaman, karşımıza iki önemli unsur çıkar: Şefkat ve feraset.
Türkçe, teb’ası olan kelimelere karşı son derece şefkatli ve merhametli davranıyor; inanılmaz bir vefa örneği sergiliyor. İçindeki kelimeleri kızdırmadan, küstürmeden büyük bir sabır ve özveriyle, aynı zamanda dâhiyane bir siyasetle idare ediyor.
Türkçemizin engin feraseti karşısında saygıyla eğilmemiz gerektiğine inanıyorum. Bu nasıl bir ferasettir ki kelimenin duruşuna bakıyor, niyetini seziyor. Tavır ve davranışlarıyla eritiyor her bir kelimeyi; esir ediyor kendine… O kelimeyi, baştan ayağa edep timsali bir varlık hâline getiriyor.
Türkçenin, kendisine hizmet eden hiçbir kelimeyi sokağa koyduğunu gösteremezsiniz. Hizmet edecek gücü kalmamış olan kelimelere bile engin bir şefkatle yaklaşıyor. Her birinin, büyük hayırlara vesile olmuş birer “kahraman” olduğunu çok iyi biliyor.
Türkçede, “yaşamak” fiilinden türemiş bir kelime var: “Yaşam.” Tıpkı “sınamak” fiilinden türeyen “sınav” gibi… Türkçe, bu kelimelere kullanım alanı açmıştır. Ama bu kelimelerin cilvesine bakıp Türkçe hiçbir zaman “hayat” kelimesine sırtını dönmemiştir. Nasıl dönsün ki bu kelime asırlarca Türkçeye “hayat” vermiş. “Sınav” kelimesine kullanım alanı açan Türkçe, “imtihan” kelimesini unutmamıştır.
Nasıl unutsun ki bu kelime; Türkçenin “imtihan”ında yıllarca onunla beraber oldu.
Bir mesele üzerinde dikkatlerimizi yoğunlaştırmak zorunda olduğumuzu düşünüyorum: Türkçe, her kelimenin mutlaka faydalı bir yönünün olduğuna inanıyor ve her kelimeyi “azami tasarruf prensibi”ne göre kullanıyor. Hatta kelimeler, hangi yeteneklere sahip olduklarını ancak Türkçenin siyasi dehasıyla anlayabiliyorlar. Yoksa Farsçadan içimize korka korka girmeye çalışan “hoş-âb” kelimesi, Türkçenin otağında bir geceliğine misafir olurken, sabah kalktığında “hoşaf” şekline gireceğini nereden bilebilirdi? Hele hele bu kelime, zamanla kendisinin “yorgun olma” anlamını üstlenebilecek bir yeteneğe sahip olduğunu “sittin sene” düşünse tahmin edebilir miydi? Şüphesiz ki hayır!
Bunu ne o kelime tahmin edebilir ne de Türkçe konuşan bireyler olarak bizler… Bunu ancak Türkçe tahmin edebilir ve o becerebilir… O mekânda bir günlük geceleyen kelime, sabah olunca “abı hayat” içmiş gibi taze bir solukla ve farklı bir anlayışla kalkar… Çünkü “Bu arsada muktezayı adap budur.”
Türkçenin zümrütten yamaçlarında yaşamakta olan hiçbir kelime, hayatından endişe duymaz. Çünkü Türkçe, gerekli olan güveni onlara baştan vermiştir… Ve her bir kelime de Türkçenin bu samimiyetine bütün içtenliğiyle inanır.
Sizleri bir konuda temin etmek isterim: Türkçe, içinde yaşayan kelimelerin huyunu suyunu çok iyi biliyor ve bu kelimelerin her birini son derece dâhiyane bir siyasetle kullanıyor.
Türkçe, kendini idrak ettiği günden bu yana “sağ ol” kelimesini hep yanında buldu. Nesebi sahih, levent bir kelimeydi bu. Türkçenin birçok sırrına vâkıftı. Orta Asya’nın steplerinde, bozkırlarında hep Türkçenin yanında oldu. Ona hiç vefasızlık etmedi. Gün geldi, bu dil, İslam’ın derinliğiyle tanıştı. “Teşekkür” kelimesini tanıdı ama “sağ ol” kelimesine karşı bir kez olsun vefasızlık yapmadı. Özündeki vefa duygusunu, İslam’ın kadirşinaslığıyla birleştiren Türkçemiz, “sağ ol” kelimesini yıllardan beri “teşekkür” kelimesiyle nasıl da bir arada tutuyor!
Türkçemiz, “sınav” kelimesine hayat hakkı tanıdığında, belki de en büyük sıkıntıyı “imtihan” kelimesi yaşamıştı. Bu kelimenin, kendi hayatından endişe edebileceğini âdeta hisseden Türkçemiz, onu alıp çok müstesna bir yere oturtmuştur. “İmtihan” kelimesi emekliye ayrılacağını düşünürken, Türkçenin himmetiyle nasıl da “manevi sınavı” ifade eden bir anlama büründü! “Rahatsız olduğum için bugün sınava giremedim. Allah kimseyi hastalıkla imtihan etmesin.” cümlelerindeki kullanım ne kadar manidar ne kadar harikadır!
Dünyevi müsabakalar için “sınav” kelimesini tercih eden Türkçe, uhrevi muhasebeler için “imtihan” kelimesini nasıl da başına taç yaptı? Bu ne vefa, bu ne talihlilik?
“Siyah” kelimesinin buyur edilmesinden sonra “kara” kelimesinin, “beyaz” kelimesinin iltifat görmesinden sonra “ak” kelimesinin aynı endişeyi yaşamış olduğundan şüphe etmeye gerek var mı? Tekrar edelim: Türkçe her kelimesine inanılmaz bir vefa duygusuyla yaklaşıyor ve onları yerli yerinde kullanıyor.
Aklı başında her dil, kelimesine sahip çıkmak zorundadır. Çünkü dilin gücü ve varlığı, kelimeleri idare edebilmesine bağlıdır. Kelimelerine sahip çıkmayan dil, başka kelimelerin istilasına uğramaya mahkûmdur… Bu ise dilin sonu demektir.
Akla şöyle bir soru geliyor: “Bu durumda, Türkçenin son zamanlarda yaşadığı yabancı kelime istilasını, Türkçenin acziyetine mi vermeliyiz?” Hayır! Asla ve kat’a! Türkçe, kendi kelimeleriyle ters düştüğü için yabancı kelimelerin istilasına uğramış değildir. Türkçenin içinde yaşayan kelimelerin rahatlığı karşısında birçok yabancı kelime, kendisi için zemin yokluyor… “Türkçe bana oturum izni verir mi acaba?” diye ümit taşıyor.
Türkçe, kendi kelimeleriyle ters düşme gibi büyük bir yanılgı içine hiçbir zaman girmemiştir. Yüzlerce deyim ve binlerce kelimenin bir kez olsun kazan kaldırdığı görülmemiştir. Türkçe, kelimelerine şefkatle davranıyor. Şefkatle davranana, şefkatli davranılır… “Yerdekilere merhamet edin ki göktekiler de size merhamet etsin.” sözü, önemli bir gerçeğin ifadesidir. Türkçenin şefkatli tavrı, göktekilerin de şefkatini dalgalandırmış olmalı ki şimdilerde Türkçe, büyük bir inayetin tecellisi olarak geniş bir coğrafyada yeniden, bütün varlığıyla boy göstermektedir.
Türkçe, tarihin en karanlık dönemlerinde ve en zorlu günlerinde bile kelimelerini yalnız bırakmamıştır. Büyük bir vefa duygusuyla yaklaşmıştır onlara. Arkasındaki o büyük kelime ordusu; üçler, yediler, kırklarla birlikte aşmıştır en sarp vadileri. Türkçenin en sıkıntılı dönemlerinde bile, hiçbir kelime cephe değiştirmemiştir. Bu alperence tavrı, her bir kelimede görmek mümkündür. Bu, önemli bir genetik hususiyettir.
Türkçe ne yaptığını ve ne yapacağını çok iyi biliyor. Bizim kendisine ağıt yakmamızı da beklemiyor; ama Türkçe konuşan bireyler olarak kendimize güven duymamız, onun adına çok şey ifade ediyor.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Hitabet-Söyleşi İnceleme/Araştırma
- Kitap AdıSürmeli Türkçe
- Sayfa Sayısı144
- YazarŞeref Yılmaz
- ISBN9786056118388
- Boyutlar, Kapak13x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviFERFİR YAYINLARI / 2012
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Annelik Ömür Boyu ~ Hatice Özbay
Annelik Ömür Boyu
Hatice Özbay
“Geleneklerimizde beşi bir yerdeler vardı ve gelinlere takılırdı. Gelinler bunları göstere göstere boyunlarında taşırdı. Ben beşi bir yerdelerimi doğurdum, koynumda büyüttüm, sevgilerini yüreğimde taşıyorum...
- Edebiyat Teorisi ~ René Wellek / Austin Warren
Edebiyat Teorisi
René Wellek / Austin Warren
“Bildiğimiz kadarıyla tam bir benzeri olmayan bir kitap yazdık. Bıı, ne gençlerin edebî zevklerini geliştirmek amacıyla yazılmış bir ders kitabı ne de ilmî araştırmalarda...
- Dindar Bir Doktor Hanım ~ Ayşe Hümeyra Ökten
Dindar Bir Doktor Hanım
Ayşe Hümeyra Ökten
“Ömrü boyunca ‘kadın başıma ne yapabilirim ki’ düşüncesini aklına bile getirmeyen Hümeyra Hanım, karşılaştığı bütün zorluklarla, sıkıntılarla iman, sabır ve tevekkülün verdiği güçle mücadele...