Yeryüzünde yaşayanların asla bilemeyeceği kadar dehşet ve tehlikelerle dolu Karanlıkaltı’nın labirent dehlizleri, orada yolculuk etme cesareti gösteren herkese meydan okuyor. Drizzt Do’Urden özgürlüğe giden bu yolculukta, büyülü kedisi Guenhwyvar ve diğer yol arkadaşları ile birlikte acımasız bir savaşa girişiyor. Bu bir yolculuk hikayesi…
Unutulmuş Diyarlar’da, geleceğe doğru bir yolculuğun, Drizzt Do’Urden’in yolculuğunun hikayesi…
***
Giriş
Canavar, pullu sekiz bacağı ile zaman zaman taşı çizerek, Karanlıkaltı’nın sessiz dehlizleri boyunca ağır aksak ilerledi. Yankılanan kendi gürültüsünden irkilmiyor, çıkardığı sesten ürk-müyordu. Bir başka avcının saldırısını bekleyip, gizlenmek için telaş da etmiyordu. Karanlıkaltı’nın tehlikeleri içinde bile, bu yaratık güvenlik içinde olduğu duygusundan başka duygu bilmezdi; kim olursa olsun, her düşmanı alt etme becerisinden emindi. Soluğu öldürücü zehrin berbat kokusunu yayıyor, pençelerinin keskin uçları sert kayada derin oyuklar açıyordu. Uğursuz çenesinde sıralanmış mızrağa benzer dizi dizi dişler, en kalın deriyi bile parçalayabilirdi. Ancak en beteri canavarın bakışıydı; baktığı her canlı varlığı katışıksız taşa dönüştürebilen bir basilisk* bakışı.
Bu dev gibi ve korkunç yaratık, türünün en irilerindendi. Korku nedir bilmezdi.
Avcı, aynı gün daha erken saatlerde de yaptığı gibi, basiliskin geçişini izledi. Sekiz ayaklı canavar, burada, avcının arazisine giren davetsiz bir konuktu. Avcı, basiliskin zehirli soluğu ile rothelarından-sofrasının bereketini arttıran küçük, sığır benzeri yaratıklarından-pek çoğunu öldürdüğüne tanık olmuştu ve sürünün geri kalanı ise sonsuz dehlizlerden aşağı körlemesine, belki de asla dönmemecesine kaçışmışlardı.
Avcı öfkeliydi.
Şimdi canavarın dar geçitten, tam da avcının tahmin ettiği yoldan, ağır adımlarla ilerleyişini izliyordu. Silahlarını kınlarından çekti ve her zaman olduğu gibi, kusursuz dengelerini hisseder hissetmez kendine güven kazandı. Avcı bunlara çocukluğundan beri sahipti ve neredeyse otuz yıl sürekli kullanıldıktan sonra bile, silahlarda pek az eskime belirtisi vardı. Şimdi yeniden denenebilirlerdi.
Avcı silahlarını yerlerine geri koydu ve kendisini harekete geçirecek sesi bekledi.
Gırtlaktan gelen bir homurtu basiliski durdurdu. Zayıf gözleri birkaç ayak öteyi pek az seçebilmesine karşın, canavar merakla ilerisini gözledi. Homurtu bir kez daha duyuldu ve basilisk kamburunu çıkararak çöküp, bir sonraki kurbanı olacak bu meydan okuyan yaratığın ortaya atılıp ölmesini bekledi.
Epey geride, avcı gizlendiği yerden çıkıp dehliz duvarındaki ufak çatlak ve çıkıntılar boyunca inanılmaz bir hızla koştu. Büyülü pelerininin; piwafwisinin içindeyken görünmez olmuştu ve kayadan ayırt edilemiyordu. Çevik ve ustalıklı hareketleri sayesinde hiç ses çıkarmıyordu.
İnanılmayacak kadar sessiz, inanılmayacak kadar hızlı geldi.
Basiliskin ilerisinden homurtu yeniden duyuldu ama daha yakma gelmedi. Sabrı tükenen canavar öldürme arzusuyla ayaklarını sürüyerek ilerledi. Basilisk alçak bir kemerin altından geçtiğinde, bir zifiri karanlık küresi kafasını çevreledi ve canavar apansız durarak, tıpkı avcının beklediği gibi, bir adım geriledi.
Artık avcı canavarın tepesindeydi. Geçit duvarından atladı ve daha hedefine erişmeden, üç ayrı hareket gerçekleştirdi. İlk olarak, basiliskin kafasını parlak mavi ve mor alevlerle çevreleyen basit bir büyü yaptı. Sonra, kukuletasını yüzüne doğru indirdi, zira savaşta gözlerine gereksinimi yoktu ve bir basiliske rastgele bir bakış felaketini getirebilirdi. Ardından, ölümcül palalarını çekerek canavarın sırtına indi ve kafasına ulaşmak için pullu kabuğunda ilerledi. Raks eden alevler başını çevreler çevrelemez, basilisk tepki verdi. Alevler yakmıyordu, ancak canavarı kolay bir hedef haline getiriyorlardı. Basilisk dönmeye davrandı, ama daha kafasını yarıya kadar çevirmeden, ilk pala gözlerinden birine saplandı. Yaratık avcıyı ele geçirmek için gerileyip çırpındı. Zehirli dumanını soludu ve kafasını salladı.
Avcı daha hızlıydı. Yaratığın ağzının ardında, ölümün yolunun uzağında durmayı sürdürdü. İkinci pala basiliskin diğer gözünü buldu, sonra avcı öfkesinin dizginlerini salıverdi.
Basilisk davetsiz bir konuktu; rothelarını öldürmüştü! Birbiri ardına gelen vahşi darbeler canavarın zırhlı kellesine iniyor, pullu kabuğundan parçalar kopararak altındaki ete doğru dalıyordu.
Basilisk tehlikeyi kavramıştı, ancak hâlâ kazanacağına inanıyordu. Hep kazanmıştı. Zehirli soluğunu öfkeli avcıya bir denk getirebilseydi.
İkinci düşman, homurdanan kedi düşman, o anda, alevlerle çevrelenmiş kafaya korkusuzca atılmış ve basiliskin tepesine çökmüştü. İri kedi canavara kenetlendi ve zehirli dumanına aldırmadı, çünkü o bir büyü yaratığıydı ve böylesi saldırılardan etkilenmezdi. Panter pençeleri basiliskin diş etinde derin çizikler açarak, canavara kendi kanını içirdiler.
İri kafanın ardında, avcı tekrar tekrar, belki yüz kez vurdu. Palalar vahşice, zalimce pullu zırhı, eti ve kafatasını döverek, basiliski ölümün karanlığına yolladılar.
Canavar hareketsiz kaldıktan uzun zaman sonra, kanlı palaların darbeleri yavaşladı.
Avcı kukuletasını çıkardı ve ayakları dibindeki parçalanmış kanlı yığını ve kılıçlarındaki sıcak kan lekelerini inceledi. Uçlarından kan damlayan palalarım havaya kaldırdı ve ilkel bir sevinç çığlığı ile zaferini ilan etti.
Avcı oydu ve burası onun yuvasıydı.
Ancak, tüm hiddetini o haykırışla boşalttığı zaman, avcı, dostuna baktı ve utanç duydu. Panterin yuvarlak gözleri onu yargılıyordu, panter yargılamasa bile. Kedi, avcının geçmişiyle, avcının bir zamanlar bildiği medeni varoluşuyla tek bağıydı.
“Gel, Guenhwyvar,” diye fısıldadı, palalarını kınlarına geri yerleştirirken. Konuştuğu zaman, sözcüklerin sesi onu mutluluğa boğmuştu. Bu, on yıldır duyduğu tek sesti. Fakat, şimdi her konuşmasında, sözcükler daha tuhaf görünüyor ve güçlükle sarf ediliyorlardı. Tıpkı önceki varoluşunun tüm diğer özelliklerini yitirdiği gibi, bu beceriyi de mi yitirecekti? Avcı bundan müthiş korkuyordu, çünkü sesi olmadan panteri çağıramazdı.
O zaman gerçekten tek başına kalırdı.
Karanlıkaltı’nın sessiz dehlizlerinde ilerlediler, avcı ve kedisi, hiç ses çıkarmadan, tek bir taş kıpırdatmadan. Bu dingin dünyanın tehlikelerini beraberce tanımış, beraberce hayatta kalmayı öğrenmişlerdi. Ancak, zafere rağmen, avcı bugün gülümsemiyor-du. Hiçbir düşman onu ürkütmüyordu, fakat artık cesaretinin kendisine güvenden mi, yoksa yaşama kayıtsızlıktanım geldiğinden emin değildi.
Belki de hayatta kalmak yeterli değildi.
Bölüm 1
Avcı
Doğduğum şehirden, halkımın şehrinden ayrıldığım günü açık seçik anımsıyorum. Tüm Karanlıkaltı önümde uzanıyordu; macera ve heyecan dolu bir yaşam, yüreğimi hafifleten olasılıklar. Ancak, bunun da ötesinde, Menzoberranzan dan artık yaşamımı ilkelerimle uyum içinde yaşayabileceğim inancı ile ayrıldım. Guenhwyvar yanımda, palalarım belimdey-di. Geleceğim benim ellerimdeydi.
Fakat o drow, o kader gününde Menzoberranzan’ı terk eden, henüz yaşamının kırkıncı yılına bile gelmemiş genç Drizzt Do’Urden, zamanın gerçeğini kavramaya başlamamıştı; diğerleri ile paylaşılmadığında zamanın ne kadar yavaş geçtiğini. Gençliğimin verdiği coşkunlukla, yüzyılları iple çekiyordum.
Tek bir saat bir gün gibi, tek bir gün bin yıl gibi göründüğünde yüzyılları nasıl ölçersin?
Karanlıkaltı nın şehirleri ötesinde, bulmasını bilene aş, saklanmasını bilene emniyet vardır, yine de, Karanlıkaltı’nın sayısız şehirlerinin ötesinde, her şeyden çok, yalnızlık bulunur.
Boş tünellerin yaratığı oldukça, hayatta kalmak benim için hem daha kolay, hem daha zor oldu. yaşamak için gerekli fiziksel beceriler ve deneyim kazandım. Kendi belirlediğim bölgeme giren hemen her şeyi alt edebilir, yenemeyeceğim az sayıdaki canavardan kesinlikle kaçıp saklanabilirdim. Ancak, ne yenebileceğim, ne de kaçabileceğim bir düşmanı keşfetmem uzun sürmedi. Nereye gitsem beni takip etti- aslında ne kadar uzağa kaçsam, o kadar yakınıma geldi. Düşmanım yalnızlıktı, dingin denizlerin sonsuz, aralıksız sessizliği. Bunca yılın ardından dönüp geriye baktığımda, böylesi bir varoluş altında katlandığım değişikliklere hayret ediyor, dehşete düşüyorum. Mantık sahibi her varlığın gerçek kimliğini belirleyen şey, o varlık ve diğerleri arasındaki dil ve iletişimdir. Bu bağlantı olmadan, kaybolmuştum. Menzoberranzan’ı terk ettiğimde, yaşamımı ilkelerime, gücümü boyun eğmez inançlarıma dayandırmaya kararlıydım. Ancak, Karanlık altında yalnız geçen sadece birkaç aydan sonra, hayatta kalışımın tek sebebi hayatta kalışım oldu. İçgüdülerle hareket eden bir yaratık olmuştum; hesaplı ve kurnaz, ancak düşünmeyen. Aklımı en son cinayetimi planlamak dışında kullanmaz olmuştum.
Beni Guenhwyvar kurtardı, sanırım. Beni sayısız canavarların pençelerinde mutlak bir ölümden çekip almış olan aynı dost, boşluktan gelen bir ölümden de kurtardı-belki daha az dramatik, ama daha az ölümcül değil. Kendimi, kedinin yanımda yürüdüğü o anlar için yaşarken buldum; sözcüklerimi duyacak bir başka canlı varlık varken. Sözcükler her ne kadar bozulmaya başlasalar da. Tüm diğer değerlere ek olarak, Guenhwyvar benim saatim oldu, çünkü kedinin Astral Alemden her gün yarım gün için gelebileceğini biliyordum.
yaşamımın o bir çeyreğinin gerçekte ne kadar kritik olduğunu ancak çilem bittikten sonra fark ettim. Guenhwyvar olmadan, devam edecek azmi bulamazdım. Hayatta kalma gücünü asla koruyamazdım.
Guenhwyvar yanımdayken bile, kendimi dövüşe karşı gittikçe daha kararsız duygular beslerken buluyordum. Gizliden gizliye bir Karanlıkaltı sakininin benden daha güçlü çıkmasını umuyordum. Diş ve pençe acısı boşluk ve sessizliğinkinden daha büyük olabilir miydi?
Sanmıyorum.
-Drizzt Do’Urden
*
1
Yıldönümü Armağanı
Saygıdeğer Malice Do’Urden, Do’Urden Evi’nin ulu mabedinin küçük ve karartılmış giriş odasındaki taş tahtında huzursuzca kıpırdandı. Zamanın akışını onyıllarla ölçen kara elfler için, bugün Malice’in evinin tarihsel kayıtlarına geçebilecek bir gündü: Do’Urden ailesi ve Hun’ett Evi arasında süregelen gizli sürtüşmenin onuncu yıldönümü. Hiçbir kutlamayı kaçırmayan Saygıdeğer Malice düşmanları için özel bir armağan hazırlatmıştı.
Briza Do’Urden, Malice’in en büyük kızı, iri ve güçlü bir drovv dişisi giriş odasını endişeyle adımladı. Bu pek olağan bir görüntü değildi. “Şimdiye dek bitmiş olmalı,” diye gürledi, üç ayaklı bir oturağı tekmeleyerek. Oturak kaydı ve devrilirken mantar kökünden koltuğun bir parçasını kopardı.
“Sabır, kızım,” diye neredeyse suçlar gibi yanıtladı Malice, Briza’nın duygularını paylaşmasına karşın. “Jarlaxle dikkatli biridir.” İnsafsız paralı askerin bahsi geçince, Briza geri döndü ve odanın şatafatlı oymalarla süslü taş kapılarına doğru ilerledi. Malice, kızının hareketlerinin önemini gözden kaçırmamıştı.
“Jarlaxle ve grubunu tasvip etmiyorsun,” dedi Saygıdeğer Ana dümdüz.
“Evsiz serseriler onlar,” dedi Briza yanıt olarak. Hala annesiyle yüzleşmek için dönmemişti. “Menzoberranzan’da evsiz serserilere yer yok. Toplumumuzun doğal düzenini bozuyorlar. Üstelik erkekler!”
“Bize iyi hizmet ediyorlar,” diye anımsattı Malice ona. Briza, paralı askerler bölüğünü tutmanın aşırı masrafını tartışmak istediyse de, akıllıca davranıp dilini tuttu. Do’Urden – Hun’ett savaşının başlangıcından beri o ve Malice, neredeyse sürekli olarak anlaşmazlığa düşüyorlardı.
“Bregan D’aerthe olmadan, düşmanlarımıza karşı harekete geçemezdik,” diye sürdürdü Malice. “Paralı askerleri ya da senin deyiminle evsiz serserileri kullanmak, bize, evimizi bir saldırgan olarak ele vermeden savaş açma olanağı sağlıyor.”
“O halde neden sonunu getiremiyoruz?” diye sordu Briza, tahta doğru hızla dönerek. “Biz birkaç Hun’ett askeri öldürüyoruz, onlar da bizimkilerden birkaçını öldürüyor. Ve durmadan, her iki ev de yerlerine yenilerini alıyor! Bu sona ermeyecek! Bu çatışmanın tek galibi Bregan D’aerthe’nin paralı askerleri ve -Saygıdeğer SiNafay Hun’ett hangi bölüğü kiraladıysa- iki evin kasalarından karınlarını doyuranlar!”
“Sesinin tonuna dikkat et, kızım,” diye gürledi Malice kızgın bir uyarıyla. “Bir Saygıdeğer Anadan söz ediyorsun.”
Briza yeniden arkasına döndü. “Hun’ett Evi’ne hemen saldırmalıydık, Zaknafein’ın kurban edildiği gece,” diyerek homurdanma cesaretini gösterdi.
“En genç erkek kardeşinin o gece yaptıklarını unutuyorsun,” dedi Malice sakince.
Ama Saygıdeğer Ana yanılıyordu. Bin yıl daha yaşasa bile, Briza, ailesini yüzüstü bıraktığı gece Drizzt’in yaptıklarını unutmayacaktı. Malice’in gözde aşığı olan ve Menzoberranzan’ın en iyi silah ustası olarak bilinen Zaknafein tarafından eğitilen Drizzt, drow ölçülerinin çok ötesinde bir dövüş becerisine ulaşmıştı. Ancak Zak, Drizzt’e,kara elflerin Örümcek Kraliçe tanrıçaları Lloth’un hoşgörmeyeceği musibet ve günahkar tavırlar da vermişti. Sonunda, Drizzt’in günahkar hareketleri Lloth’un öfkesini çekmişti ve Örümcek Kraliçe de bunun karşılığında, Drizzt’in öldürülmesini istemişti.
Drizzt’in bir savaşçı olarak potansiyelinden etkilenen Saygıdeğer Malice ise, cesurca Drizzt’in günahlarını karşılamak için Lloth’a Zaknafein’ın yüreğini vermişti. Zaknafein’ın etkisi olmadan, tavırlarını düzeltebileceği ve azledilen silah ustasının yerini alabileceği umudu ile Drizzt’i affetmişti.
Ancak, bunun karşılığında, nankör Drizzt hepsine ihanet etmiş ve Karanlıkaltı’na kaçmıştı. Bu davranış Do’Urden Evi’ni geriye kalan yegane silah ustasından yoksun bırakmakla kalmamış, aynı zamanda, Saygıdeğer Malice’i ve Do’Urden ailesinin geri kalanını da Lloth’un gözünden düşürmüştü. Tüm çabalarının trajik sonunda, Do’Urden Evi ilk silah ustasını, Lloth’un takdirini ve gelecekteki silah ustasını yitirmişti. Hiç de iyi bir gün değildi. Neyse ki, aynı gün Hunett Evi de benzer felaketlere maruz kalmış, her iki büyücüsünü de Drizzt’e karşı giriştikleri suikast girişiminde kaybetmişti. Her iki ev de zayıflayıp Lloth’un gözünden düşünce, beklenen savaş yerini hesaplanmış gizli baskınlar dizisine bırakmıştı.
Briza asla unutmayacaktı.
Giriş odasının kapısının vurulması Briza’yla annesini, geleceği etkileyen o zamana ait kişisel anılarından uzaklaştırdı. Kapı ardına dek açıldı ve evin büyük oğlu Dinin içeri girdi.
“Selamlar, Saygıdeğer Ana,” dedi uygun bir biçimde ve yerlere kadar eğildi. Dinin vereceği haberin bir sürpriz olmasını istiyordu, ancak, suratına yayılan sırıtış her şeyi açık etti.
“Jarlaxle döndü!” dedi Malice neşeyle. Dinin açık kapıya doğru döndü ve koridorda sabırla bekleyen paralı asker içeri yürüdü. Serserinin alışılmadık tavırlarına her zaman şaşmış olan Briza, Jarlaxle yanından geçerken başını salladı. Menzoberranzan’daki neredeyse her kara elf mütevazı ve kullanışlı bir biçimde giyinirdi: Örümcek Kraliçe’nin sembolleriyle donanmış cüppeler veya büyülü ve kamufle edici piwafwi pelerini altındaki esnek, zincir işi zırhlar.
Kibirli ve küstah Jarlaxle, Menzoberranzan halkının geleneklerinden pek azına uyardı. Kesinlikle drow toplumunun ölçülerine göre biri değildi ve farklılığını açıkça, arsızca teşhir ediyordu. Ne bir pelerin, ne de bir cüppe değil, hem ışığın parıltısında hem de ısı algılayan gözlerin kızılötesi spektrumunda tüm renkleri gösteren ışıltılı bir pelerin giyiyordu. Giysinin büyüsü sadece tahmin edilebilirdi, ama paralı askerlerin liderine en yakın olanlar bunun gerçekte pek kıymetli olduğunu söylüyorlardı.
Jarlaxle’ın gömleği kolsuzdu ve öylesine kısa biçilmişti ki, ince ve sıkı kaslı midesi herkesin gözü önündeydi. Tek gözünün üzerine bir göz bağı takıyordu, ancak dikkatli gözlemciler bunun sadece bir süs olduğunu anlarlardı, zira Jarlaxle bunu sık sık bir gözünden diğerine geçiriyordu.
“Sevgili Briza,” dedi Jarlaxle omzunun üzerinden, görünümüne karşı yüce rahibenin sergilediği küçümseyen ilgiyi fark ederek. Döndü ve geniş kenarlı şapkasını savurarak yere kadar eğildi. Bu da bir başka tuhaflıktı, zira şapka devasa bir Karanlıkaltı kuşu olan bir diatrymanın kocaman tüyleriyle bolca süslenmişti.
Briza, paralı askerin eğilmiş başının görüntüsü karşısında oflayıp puflayarak arkasını döndü. Drow elfleri gür, beyaz saçlarını mevkilerini gösteren bir pelerin gibi giyerlerdi. Her kesim rütbe ve ev ilişkisini açığa vuracak şekilde tasarlanmıştı. Serseri Jarlaxle’ın hiç saçı yoktu ve Briza’nın açısından, tertemiz tıraşlanmış kafası, sıkıştırılmış oniks bir top gibi görünüyordu.
Jarlaxle, en büyük Do’Urden kızının sürüp giden hoşnutsuzluğuna sessizce güldü ve bol sayıdaki mücevherini şıkırdatıp, sert ve parlak çizmelerini her adımda yere vurarak Saygıdeğer Malice’e doğru geri döndü. Briza da bunu fark etmişti, zira biliyordu ki, çizmeler ve o mücevherat sadece Jarlaxle dilediği vakit ses çıkarıyor gibiydiler.
“İş bitti mi?” diye sordu Saygıdeğer Malice, daha paralı asker uygun bir selamlama sunamadan önce.
“Sevgili Saygıdeğer Malice,” diye yanıtladı Jarlaxle acılı bir iç çekişle, muhteşem haberin ışığı altında ciddiyetsizliğinin hoş görüleceğini bilerek. “Benden şüphe mi ediyordun? Gerçekten de yürekten yaralandım.”
Malice yumruğunu zafer edasıyla sıkarak tahtından fırladı. “Dipree Hun’ett öldü!” diye bildirdi. “Savaşın ilk asil kurbanı!”
“Masoj Hun’ett’i unutuyorsun,” dedi Briza, “on yıl önce Drizzt tarafından öldürülmüştü. Ve Zaknafein Do’Urden,” diye eklemek zorundaydı Briza, sağduyusunun karşı çıkmasına rağmen, “ölümü bizzat senin ellerinden olmuştu.”
“Zaknafein doğuştan asil değildi,” dedi Malice küstah kızma, kibirle. Yine de, Briza’nın sözleri Malice’e batmıştı. Briza’nın tavsiyelerine karşın, Malice Drizzt’in yerine Zaknafein’ı kurban etmeye karar vermişti.
Jarlaxle yükselen tansiyonu düşürmek içi boğazını temizledi. Paralı asker, işini bitirip, mümkün olduğunca çabuk bir şekilde Do’Urden Evi’nden çıkması gerektiğini biliyordu. Do’Urden’ler bilmese de, Jarlaxle belirlenen saatin yaklaştığının da farkındaydı.
“Şu ödeme meselesi,” diye anımsattı Malice’e.
“Dinin bununla ilgilenecek,” diye yanıtladı Malice, bir elini sallayarak, gözlerini kızının tehlikeli bakışlarından ayırmadan.
“İzninizle veda edeyim,” dedi Jarlaxle, büyük oğula başıyla selam vererek.
Paralı asker kapıya doğru ilk adımını atmadan, Vierna, Malice’in ikinci kızı, apaçık bir telaşla ısınmış yüzü kızılötesi spek-trumda parlayarak, odaya daldı.
“Kahretsin,” diye fısıldadı Jarlaxle sessizce.
“Ne oldu?” diye sordu Malice.
“Hun’ett Evi,” diye haykırdı Vierna. “Askerler binadalar! Saldırıya uğradık!”
Dışarıda, avluda, mağara kompleksinin ilerisinde, neredeyse beş yüz Hun’ett Evi askeri-evin sahip olduğu söylenenden tam yüz kişi fazlası-Do’Urden Evi’nin adamantit kapılarından içeri, bir yıldırım darbesini izleyerek girdiler. Do’Urden Evi’nin üç yüz elli askeri, saldırıyı karşılamak için, kışla vazifesi gören şekillendirilmiş dikit kulelerden yığın halinde çıktılar.
Sayıca az, ama Zaknafein tarafından eğitilmiş olan Do’Urden birlikleri uygun savunma pozisyonlarına geçip, büyülerini sala-bilmeleri için büyücüleriyle rahibelerine kalkan oluşturdular.
————
* Basilisk: Nefes ve bakışında öldürme gücü olan ejderha
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Bilimkurgu-Fantazya Roman (Yabancı)
- Kitap AdıSürgün - Drizzt Efsanesi 2. Kitap
- Sayfa Sayısı275
- YazarR. A. Salvatore
- ÇevirmenBoğaç Erkan
- ISBN9758904204
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
- YayıneviLAİKA YAYINCILIK / 2010
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Masumiyetin İçin Savaş ~ Tess Gerritsen
Masumiyetin İçin Savaş
Tess Gerritsen
Miranda Wood evine döndüğünde eski sevgilisi ve patronu Richard’ı yatağında öldürülmüş bulur. Bütün kanıtlar genç kadının aleyhindedir ve suçsuzluğunu ispatlayabilmek için önünde çok az...
- İntikamın Güzel Yüzü ~ Tracey Devlyn
İntikamın Güzel Yüzü
Tracey Devlyn
Bir Kadın ile İntikamı Arasına Girebilecek Engel Yoktur… Alımlı ve hoş bir kadın olan Cora, İngiliz devleti adına çalışan bir ajandır. En büyük amacı...
- Genç Prens’in Dönüşü ~ Alejandro Guillermo Roemmers
Genç Prens’in Dönüşü
Alejandro Guillermo Roemmers
O büyüseydi ne olurdu? Bir gence dönüşseydi? Yine masumiyetini koruyabilir miydi? Günümüz dünyasının yiten değerlerine, savaşlara, yaşanan acılara ve hastalıklara nasıl cevap verirdi? İşte...