The New York Times’ın kitap ekinde, “Bu kitap büyük bir keyifle okunmasının yanı sıra yıllardır yazılmış en büyük gerilim romanıdır,” diye tanıtılan Suikast Bürosu, 20. yüzyılın en önemli yazarlarından Jack London’ın siyaset dünyasına göndermeler yaptığı ironik bir yapıtıdır.
“London’ın romanı tamamlamadan bırakmasının nedeni, belki de anlatısının ABD imparatorluğunun yöntemleriyle suç ortaklığı içinde olmasından dolayı gittikçe içine saplandığı duygusal ikilemden kaynaklanır.Robert L. Fish’in 1963’te tamamladığı macera romanı Suikast Bürosu, London’ın ölümünden sonra yayımlanan elyazmalarından biriydi. Kitabın Kennedy suikastının yaşandığı yıl ortaya çıkması, işlenen temayla –ulusal güvenlik adına gizli faaliyetlerde bulunan ve seçimle belirlenmemiş yetkililerden oluşan gölge bir hükümetin varlığı– birleşince ortaya atılan birçok komplo teorisine tuhaf bir inanılırlık havası katmıştı.” Donald E. Rose
1
Parlak iri gözleri, temiz ve pürüzsüz görünümüyle dikkat çeken bir cildin üzerini saran yanık teni ve insanda okşama isteği uyandıran siyah renkli gür kıvırcık saçlarıyla yakışıklı bir adamdı. Kısacası kadınların bakmaktan hoşlanacağı türden biri olan bu adam, göze çarpan niteliklerinin tümüyle farkındaydı. İnce beli, kaslı vücudu ve geniş omuzlarının yanı sıra kendine has, küstah ve erkeksi bir havaya sahip tavırları, odanın içine ve ona buraya kadar eşlik eden uşağa attığı tedirgin bakışlarıyla ters düşüyordu. Uşak sağır ve dilsizdi. Daha önce bu apartman dairesini ziyaret etmiş olan Logan’ın anlattıklarını dinlememiş olsaydı bile hizmetçinin durumunu kendisi kestirebilirdi.
Uşağın kapıyı ardından kapatmasıyla birlikte odadaki ziyaretçi korkudan titrememek için kendini zorladı. Ancak odanın içinde böylesi bir duyguyu uyandıracak herhangi bir şey de yoktu. İçi kitaplarla dolu sıra sıra raflar, kimi yerlerde gravürler ve bir de harita askılığının olduğu gösterişsiz, düzenli bir odaydı. Ayrıca duvarın önünde üzeri tren tarifeleri ve buharlı vapur broşürleriyle dolu bir sehpa da vardı. Pencerelerin arasında geniş tahta masanın üstünde bir telefon duruyor, hemen yanında ise bir daktilo makinesi bulunuyordu. Her şeyin bu kadar özenle yerli yerine konmuş olması, bu düzenin ardında büyük bir zekânın yattığına dair bir işaretti.
Kitaplar, beklemekte olan adamın ilgisini çekti ve adam rafların arasında dolaşmaya, deneyimli gözlerinin tek bir bakışıyla koca bir raftaki tüm kitapların isimlerini incelemeye başladı. Fakat birbirlerine sıkıca dayanmış bu kitapların arasında da korkmasını gerektiren bir şey yoktu. Kitaplar arasında özellikle dikkatini çeken Ibsen’in düzyazı oyunları ve Shaw’un çeşitli romanlarıyla oyunlarıydı; Wilde’a ait nadir bir baskı, Smollett, Fielding, Sterne ve Binbir Gece Masalları; Lafargue’dan Evolution of Property, The Students’ Marx, Fabian Essays, Brook’un Economics Supremacy’si, Dawson’dan Bismarck and State Socialism, Engels’in Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Conant’ın The United States in the Orient’i ve de John Mitchell’ın Organized Labor’ı 1 da bu kitaplar arasındaydı. Ayrıca özgün dillerinde Tolstoy, Gorki, Turgenyev, Andreyev, Gonçarov ve Dostoyevski de bulunuyordu.
Adam bir köşesinde yeni çıkmış romanların durduğu, üzeri düzenli yığınlar halinde güncel dergiler ve üç aylık yayınlarla kaplı olan yazı masasına doğru ilerledi. Rahat koltuğa oturup bacaklarını uzattı ve bir sigara yakıp masanın üzerindeki kitapları inceledi. Aralarından kırmızı ciltli, ince bir tanesi dikkatini çekti. Kitabın kapağında mest olmuş pozda gösterişli bir kadın vardı. Kitabı yerinden alıp adını okudu: Four Weeks: A Loud Book. 2 Kitabın kapağını açmasıyla, sayfalarının arasında ani bir parlamaya eşlik eden dumanla beraber küçük çaplı da olsa kuvvetli bir patlama gerçekleşti. Adam dehşetle kendinden geçti. Koltuğunun geriye düşmesiyle adamın kolları ve bacakları havaya doğru dikilmiş, elindeki kitabı ise sanki tuttuğu şeyin yılan olduğunu sonradan fark eden birinin vereceği tepkiyle havaya fırlatmıştı. Ziyaretçi fena halde sarsılmıştı. Güzelim yanık teninin rengi bir ölününki kadar solmuş, parlak siyah gözleri ise korkuyla yerinden fırlamıştı.
Tam o anda dairenin içine doğru açılan gizli bir kapı aralandı ve söz konusu büyük zekâ içeriye girdi. Dehşet içindeki ziyaretçinin perişan halini incelerken suratında küçümseyen bir gülümseme asılıydı. Eğilerek yerden kaldırdığı kitabı tamamen açtı ve kâğıt fünyeyi ateşleyen basit düzeneği sergiledi. “Senin gibi yaratıkların kendilerini buraya gelmek zorunda hissetmelerine şaşırmamak gerek,” dedi alayla. “Siz teröristler her zaman kafamı karıştırmışsınızdır. Neden sizi en çok dehşete düşüren şey, aynı zamanda en çok ilginizi çeken şeydir de?” Ziyaretçiden artık açıkça tiksiniyordu. “Toz, o kadar. Bu oyuncak tabanca mantarını doğrudan dilinin üzerinde patlatmış olsaydın bile en kötü ihtimalle konuşurken ve yemek yerken kısa süreliğine küçük bir rahatsızlık duyardın. Bu sefer kimi öldürtmek istiyorsunuz?” Sesin sahibi olan kişi görünüm olarak ziyaretçisinin tamamen zıttıydı. O kadar sarışındı ki renginin atmış olduğu bile söylenebilirdi. Adeta bir albinoya aitmiş gibi görünen zarif ve ipeksi kirpikler, neredeyse renksiz sayılabilecek açık mavi gözlerini perdeliyordu. Kısmen kel olan kafası gene aynı şekilde zarif, ipeksi bir dokuya ve de yılların tonunu bozamadığı, en az kar kadar açık beyaz bir renge sahip saçlarla hafifçe örtülüydü. Sıkıca kapalı dudaklarında temkinli bir görünüm de olsa sert bir ifade yoktu. Geniş ve etkileyici alnı, ardında yatan beyin hakkında ipucu veriyordu. İngilizcesi rahatsız edecek kadar kusursuzdu. Aksandan tamamen yoksun olan duygusuz dili neredeyse kendi içinde bir aksan oluşturuyordu. Az önce yaptığı kaba şakaya rağmen mizahtan fazla hazzetmeyen biriydi. Bilge biri olduğunu hissettiren vakur ve ağırbaşlı asaleti onu en iyi niteleyen özelliğiydi; bununla beraber gücün verdiği rahatlıktan doğan bir görünüm sergiliyor ve sahte kitaplar ile çatapatların çok ötesinde filozofça bir dinginliğe sahip üstün biri olabileceğini düşündürtüyordu. Anlaşılması zor karakteri, renksiz renkleri ve neredeyse tek bir kırışığın bile olmadığı suratı yüzünden kaç yaşında olduğunu anlamanın bir yolu yoktu. Belki otuz ile elli arasında, hatta altmış yaşında bile olabilirdi. Ona bakan biri aslında göründüğünden daha yaşlı olduğunu düşünürdü.
“Ivan Dragomiloff siz misiniz?” diye sordu ziyaretçi. “İnsanlar beni o isimle tanır. O da herhangi bir isim kadar iş görür. Tıpkı Will Haussman adının sizin işinizi gördüğü gibi. Kayıtlarda bu şekilde geçiyorsunuz. Sizi tanıyorum. Caroline Warfield ekibinin yöneticisisiniz. Onlarla daha önce de çalışmıştım. Yanlış hatırlamıyorsam Lanigan bizi tanıştırmıştı.” Bir an durakladı, ince telli saçlarının olduğu kafasına siyah bir kasket geçirdikten sonra oturdu. “Bir şikâyet yoktur umarım,” diye soğukça ekledi. Adamın aksini düşünmesini istemeyen Haussman telaşla, “Hayır, hem de hiç,” dedi. “O diğer iş her yönüyle tatmin ediciydi. Sizinle tekrar irtibata geçmeyişimizin nedeni maddi gücümüzün buna yetmiyor oluşuydu. Ancak şimdi isteğimiz Emniyet Müdürü Mcduffy’nin…” “Evet, onu tanıyorum,” diye sözünü kesti. Aceleyle sözüne kaldığı yerden devam eden Hausmann, “Son zamanlarda adeta bir zorbaya, bir canavara dönüştü,” dedi artan bir öfkeyle. “Ekibimizin en seçkin kişilerini bizden kopararak davamızda ardı ardına şehitler vermemize neden oldu. Tüm uyarılarımıza rağmen Tawney, Cicerole ve Gluck’u sınır dışı etti. Defalarca toplantılarımızı bastı. Polisleri bizi sopalarla dövüp sanki hayvanmışız gibi davrandı. Onun yüzünden dört kardeşimiz hapishane hücrelerinde çürüyor.”
Adamın bitmek bilmeyen şikâyetlerini dinleyen Dragomiloff, hesap tutuyormuş gibi başını ciddiyetle sallıyordu. “Sonra bir de yaşlı Sanger var. Uygarlığın bu kirlenmiş havasını şimdiye dek içine çekmiş olan en temiz ve asil ruha sahip yetmiş iki yaşındaki sağlığı bozuk bu büyük adam, Sing Sing’te1 on yıllık cezasını çekerken ağır ağır ölüyor. Ve ne için?” diye çılgınca haykırdı Hausmann. Ardından kendi sorusuna cevap verirken sesi ümitsiz bir boşluğa gömüldü. “Bir hiç için. Yasaların üzerimize saldığı bu itlere tekrar kanlı bir ders verilmeli. Bize yaptıkları bu muamele yanlarına kalmaya devam edemez. McDuffy’nin polisleri önceden hazırladıkları ifadeleri mahkemede aleyhimize kullandılar. Bundan eminiz. Gereğinden fazla yaşadı. Artık zamanı geldi. Aslında çok daha önce ölmüş olması gerekirdi ya ama yeterli parayı toplayamamıştık. Ancak avukatların bize suikasttan daha pahalıya patlayacağına karar verdiğimizde zavallı yoldaşlarımızı hapishane hücrelerine bir başlarına yolladık ve böylece gereken parayı kolayca toparlayabildik.” “Sizin de bildiğiniz gibi bir anlaşmayı yerine getirmeden önce ilk olarak onun toplumsal açıdan haklı görülebilecek olmasına dikkat ederiz,” diye nazikçe görüşünü belirtti Dragomiloff.
İçerleyen Hausmann, “Şüphesiz,” diyerek adamın sözünü kesmeye kalkıştı. “Ancak söz konusu bu olayda,” diye devam etti Dragomiloff sakin ve mesafeli bir tavırla, “amacınızın haklılığına dair neredeyse hiçbir şüphe yok. McDuffy’yi de, yaptığı işleri de biliyorum. Sizi temin ederim ki yapacağımız araştırma neticesinde de bu sonuca varacağımıza eminim. Şimdi, sıra geldi paraya.” “Peki ya McDuffy’nin ölümünü toplumsal açıdan yararlı bulmazsanız?” “Para, araştırma için kullanılan yüzde onu hariç, size iade edilecektir. Âdetimiz böyle.” Cebinden dolgun bir cüzdan çıkaran Hausmann bir an tereddüt etti. “Hepsini bir kerede mi ödemek zorundayım?” “Kuşkusuz ki şartlarımızı biliyorsunuzdur.” Dragomiloff’un sesinde hafif bir azarlama vardı. “Fakat biz anarşistlerin yoksul insanlar olduğunu sizin de bildiğinizi sanmıştım, yani ummuştum.” “Zaten o yüzden size düşük bir fiyat önereceğim. On bin dolar böyle büyük bir şehrin emniyet müdürünü öldürmek için çok da fazla değil. İnanın ki masraflarımızı ancak karşılayacaktır. McDuffy gibi önemli kişilerin ücreti çok daha yüksektir ve hatta bu kadar önemli olanlarla da nadiren ilgileniriz. Hayatta kalmaya çabalayan yoksul bir ekip değil de milyoner birileri olsaydınız size McDuffy için en aşağı elli bin dolar fiyat verirdim. Ayrıca bu işi de keyfim için yapmıyorum.” “Tanrı aşkına! Kim bilir bir kral için nasıl bir fiyat verirdiniz!” diye haykırdı Hausmann. “Kralına göre değişir. Mesela İngiltere kralı diyelim, yarım milyona mal olur. İkinci ya da üçüncü seviyeden krallar ise aşağı yukarı yetmiş beş bin ile yüz bin dolar arası bir fiyata gelir.”
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıSuikast Bürosu
- Sayfa Sayısı224
- YazarJack London
- ISBN9789750751837
- Boyutlar, Kapak13x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Vahşi Adalet ~ Phillip Margolin
Vahşi Adalet
Phillip Margolin
Gece ıssız. Karanlığı bir çığlık yarıyor. İşkence gören bir kadının çığlığı. Katil bulunmazsa vahşetin sesi daha da yükselecek. Ormanın derinliklerine gizlenmiş bir dağ evinde,...
- Puding Poli Karıştırıyor ~ Christine Nöstlinger
Puding Poli Karıştırıyor
Christine Nöstlinger
İddia ediyoruz: Okurken Ağzınız Sulanacak! Dünya çocuk ve gençlik edebiyatının klasikleşen yazarı Christine Nöstlinger’den heyecan dolu bir çocuk romanı: Puding Poli Karıştırıyor Olağan bir okul...
- Jacob’ın Odası ~ Virginia Woolf
Jacob’ın Odası
Virginia Woolf
Jacob’ın Odası, Virginia Woolf’un yazarlık hayatında geleneksel anlatıdan modernist deneysel anlatıya geçişi simgeleyen bir kilometre taşı. Edward Çağı İngilteresi’nde başlayan Jacob’ın Odası, Jacob Flanders’ın...