Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Suçlu
Suçlu

Suçlu

Magali Wiéner

Bir bütün olmuştuk. Mükemmel uyum. Her şey yolundaydı. Son derece yolunda. Tam istediğim gibi. Kenara, ağacın gövdesine doğru bıraktım kendimi. Kandan, nefesten, terden boşanmışçasına….

Bir bütün olmuştuk. Mükemmel uyum. Her şey yolundaydı. Son derece yolunda. Tam istediğim gibi. Kenara, ağacın gövdesine doğru bıraktım kendimi. Kandan, nefesten, terden boşanmışçasına. Kendimden boşanmışçasına. Küçük, tatlı bir ölüm. Kalbinin kısacık durduğu, sana kendini canlı hissettiren o an. Bana hayat veren rüzgârda titreyerek, uykuya daldım. Gülümsüyordum. Tamamlanmıştım. Erkektim.

21 Haziran

Aşırı uzun bir gündü. Yerimde duramıyordum. İki dakikada birsaatime bakıyordum,sanki zaman hiç geçmiyormuş gibi. Aklımda yalnızca onlar vardı. Bir haftadır, her öğleden sonra, mahzendeki provalarına katıldığımdan beri, o akşam için yaşıyordum. Yaza merhaba konserlerini bekliyordum. Yüzlerce grup gibi, Müzik Festivali için Paris Belediyesi tarafından kurulacak sahnede yer alacaklardı. O gün, mahzene gitmeyeceğime söz vermiştim. Son düzenlemeler için onları rahat bırakacağıma. Ayarlamalarla ilgili tek kelime etmeyeceğime. İşi benden iyi biliyor olsalar da dikkatlerini ayrıntılara çekmeyi alışkanlık haline getirmiştim. Mükemmel olmalarını istiyordum. Aurélie zirveye tırmansın, ortalığın altını üstüne getirsin istiyordum. Bir kenarda, atılmış, ıskartaya çıkarılmış gibi beklerken içim içimi yiyordu. Akşamın erken saatlerinde, Nico ve Cédric beni bu durumdan kurtardılar. Kapıyı çaldılar, aşağı indim. Jérôme bizimle orada buluşacaktı. Bastille yakınlarında durup iki pizza, kola ve kızarmış patates aldık. Konserin yapılacağı rıhtıma kadar yürüdük.

Sonunda alandaydık. Onu sahnede görecektim. O şarkı söylerken, alkışlayan kalabalıkla bütünleşecek, yüreğimde kopan fırtınayı serbest bırakacaktım. Şiddetlensin. Acımasızca. Bu, onunla dans edeceğim en kısa gece olacaktı. Onu seveceğim. Onunla heyecanlanacağım. Sahnenin önü tenha değildi, tahmin ettiğimden kalabalıktı. Okuldan gelenleri hemen tanıdım, özellikle son sınıfları. İnsanları izliyordum. Tüm ayrıntılara bakıyordum. Bu konsere ilişkin hiçbir şeyi unutmamalıydım. Kafam bir rüzgârgülü gibi, her yana dönüyor, her şeyi tarıyordu. Gözlerim hassas birer fotoğraf makinesine dönmüştü. Enstantanelere odaklanmış, flaşsız çekim yapıyordu. Hafızamın karanlık odasında hemen banyo edilen fotoğraflarda, tuhaf ve seksi kıyafetli tipler beliriyordu. Her biri farklı tarzda, cüretkâr gölgeler. Şapkalar, fularlar, kepler.

Güneş gözlükleri ve jöleli saçlar. Parlak, kırmızı dudaklar; rimele bulanmış kirpikler. Gitarın ilk notaları, gelişlerini duyurdu. Tüm yüzler sahneye döndü. Uzun, siyah perçemi sağ gözünün üstüne düşen Anthony davuldaydı. Sağ kaşında metal toplu piercing’le Théo, bas gitardaydı. Uzun saçlı ve siyah deriden fötr şapkasıyla Greg’se gitarda. Hepsi de koyu renk ve sade giyinmişti. Yıpranmış kot pantolon ve siyah tişört. Işığa uçuşan kelebekler gibi toplaşan meraklı kalabalığa bakmadan yerlerine geçtiler. İlk akorların kısa, karmaşık sesleri duyuldu. Ayarlar için gerekli, davetkâr bir andı. Herkes kendi enstrümanını akort ediyor, ortalığı kasıp kavururcasına çalmayı diliyordu. Elektrogitarın tizleri yerini daha sakin tınılara bıraktı. Vurmalılar. Basın ve gitarın arkasına sesten bir duvar çekildi. Şiddetli bir rock, havayı doldurdu. Greg’in bağıran sesiyle birlikte amfiler patladı: “Kızıl Gece, bu geceyi dağıtacaaak!” Histerik çığlıklar. Kahkahalar. Islıklar. Bağrışlar. Grup, çıldırmış enstrümantal parçalarla çığrından çıkmıştı bile. Kalabalık sağa sola sallanıyordu.

Greg yine mikrofona geçti. Sesi, çığlıkların arasından duyuldu: “Bir ısınma turu bile sizi koparmaya yetti! Birkaç dakika içinde o da sizlerle olacak: Aurélie ve Kızıl Gece!” Telleri aynı anda çeken, titreten ve okşayan parmakları, sanki paramparça oluyordu. Gitarı hardrock tınılarıyla gürlüyordu. Birbirinden farklı, belirsiz notaların yarattığı karmaşaya rağmen, bildik kurallardan uzak bir ahenk vardı. Hoparlörlerden boğuk vuruşlar yayılıyordu. Sallanan vücutlar, havaya, gökteki ilk yıldızlara doğru uzatılmış kollar. Tenler birbirine değiyor, istemsizce birbirlerini okşuyorlardı.

Yavaştan tıkanmaya başlamıştım, koku midemi bulandırıyordu. Tütün, birbirine karışan parfümler, ter, alkollü nefesler. Bu kaynayan kalabalık beni eziyordu. Çığlıklardan serseme dönmüştüm. Durmak bilmeyen düzensiz el kol hareketlerinden başım dönüyordu. Toplu delirmelerden pek hoşlanmam. Nico’ya, biraz hava almam gerektiğini işaret ettim. Onu, Jérôme’un ona uzattığı otla başbaşa bırakıp uzaklaştım. Ama Aurélie’nin gelişini görmek istiyordum, onu kaçırmamalıydım. Sahnenin sağına doğru geçmek geldi aklıma, orası pek kalabalık değildi. Nemli ellerimi platformun pürüzsüz ve serin yüzeyine koydum. Sabırsızlanıyordum. Ne yapıyordu? Gelmemezlik edemezdi. Bizi ekmiş olamazdı. Ben onun için oradaydım. Ve işte, sonunda. Sahneye çıkıyordu. Mikrofonun önünde durdu. Onu cesaretlendiren alkışların tadına vardı bir süre. Baştan çıkarması gereken kalabalığı gözleriyle süzdü. Benim de gözlerim onun üstündeydi. Büyülenmiştim.

Öncelikle, kâkülünün o kusursuz, yüksek ve düz çizgisiyle. Kısacık kumral saçları ona asi bir hava katıyordu. Azıcık isyankâr. Mikrofonun önünde dalgalanan koyu renk dudakları. Simli farla boyanmış gözkapakları. Siyah, parlak bir çizgiyle çevrelenmiş bakışları. Biraz gotik. Üstünden dökülen mavi beyaz çizgili bir tişört. Biraz korsanvari. Bileklere doğru incelen siyah pantolon; paçaların üstüne çekilmiş, küt topuklu, siyah yüksek çizmeler. Hafif country. Elleri kalçalarında, parmaklarında siyah taşlı yüzükler. Başparmaklarını gümüşi tokalı kalın deri kemerinin altına sıkıştırmıştı.

Tamamen kontrollü bir biçimde, hafifçe sallanıyordu. Sözlüye kalkmış gibi gergindi sanki, yalnızca şarkının sözlerini doğru söylemeye odaklanmıştı. Hiçbir hataya pay bırakmamaya çalışıyordu. Dalga geçmeye en hazır olanların bile hoşuna gitmeye. En kuşkucu görünenleri etkilemeye. Onlarca kez prova ettiği şarkılarla başladı; artık sözlerini ezbere biliyordum, bir sorun çıksa ona fısıldayabilirdim. Arada bir rock’tan çıkıyor, daha sakin, melankolik, hatta yer yer karanlık vurgulara yöneliyordu. Zorlanıyordu. Rahat değildi, daralmış gibiydi. Yuhalanmak korkusuyla gerilmişti.

Hoşa gitme arzusu cesaretini alıp götürmüştü. Biraz hayal kırıklığına uğramıştım. Bana birkaç kez söylediği özgün bestelerini bir kenara bırakmıştı. Önemli olan, onu kesinkes, tartışmasız sevmeleriydi. İyi bir şarkıcı olduğunun anlaşılmasıydı. Nihayet, yedinci şarkıda sahne korkusu geçti. O iyi oturmuş, tüm diğer sesler içinde ayırt edebileceğim sert sesi, benzersiz rengi, sevdiğim haliyle duyulmaya başlamıştı. Kaskatılığı, yerini doğal bir esnekliğe bıraktı. Elektro gitar sololarıyla birlikte o da dalgalanıyordu. Rock’n’roll bir denizkızı. Davulun patlamaları ve basın davula verdiği cevaplar onu alabora ediyordu. Sallanıyor, kendi çevresinde dönüyor, kıvırıyordu. Kalçası, oryantal kıvrımlarla sallanan birsarkaç gibiydi. Kollarını önce hayali arabesk figürlerle kaldırıyor, hemen sonra vücuduna sarıyordu. Elleri, yakıcı bir güneş gibi göğüslerine düşüyor, bedenini aşıyor, kalçalarına iniyor ve bacaklarının üst kısmında sönüyordu. Arada bir gözlerini kapatıyordu.

Arkaya doğru eğdiği başını bezgin ve mekanik hareketlerle, bir dalga gibi hafifçe bir sağa bir sola sallıyordu. Gözlerimi onun tatlı, ince ve yumuşak boynundan alamıyordum. Sessizce, kendime söz vermiştim bile: Onu öpmeli, tatmalı, tadına varmalıydım. Grubun müziği beni ele geçiriyordu. Her zaman aynı ahenkte değildi, bazen raydan çıkıyor, tizlere kayıyordu. Yine de işe yarıyordu. Aurélie beni tutsak eden bir enerji yayıyordu. Tüm bedenimi. Her zamanki utangaçlığım dağılmıştı. Başka akşamlara eşlik etmiş eski şarkıların çalışılmış tekrarlarına bıraktım kendimi. Çok iyi bilinen nakaratları, daha ilk notadan beri tek ses halinde söyleyen, gaza gelmiş kalabalığın hareketine kapılmıştım. Herkes bir buçuk saat boyunca kendini onlara adamıştı.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıSuçlu
  • Sayfa Sayısı284
  • YazarMagali Wiéner
  • ISBN9789944717953
  • Boyutlar, Kapak12 x 18, Karton Kapak
  • YayıneviOn8 Kitap / 2011

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Gördüğüne Asla İnanma ~ Mario MazzantiGördüğüne Asla İnanma

    Gördüğüne Asla İnanma

    Mario Mazzanti

    “Ben saf aşkın, Tanrı korkusunun, bilginin ve kutsal umudun anasıyım.” “Öldürüp hayat verenim ben ve hiç kimse bensiz kurtuluşa eremez.” Ünlü bir psikiyatrist merakı...

  2. Brideshead’e Son Gidiş ~ Evelyn WaughBrideshead’e Son Gidiş

    Brideshead’e Son Gidiş

    Evelyn Waugh

    Savaş günlerinde Yüzbaşı Ryder’ın bölüğü Brideshead adıyla bilinen büyük ve eski bir malikânede görevlendirilir. Ryder, buraya daha önce gelmiştir; burası onun gençliğinin, hayallerinin ve...

  3. Narziss ve Goldmund ~ Hermann HesseNarziss ve Goldmund

    Narziss ve Goldmund

    Hermann Hesse

    Hermann Hesse’nin 1930 yılında yayımlanan romanı NARZISS VE GOLDMUND Ortaçağ’da yaşayan iki zıt karakterin sıradışı dostluğu ekseninde yaşam, ölüm, sanat, us, aşk, tutku ve...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur