Şu Yağmur Bir Yağsa tam da umutsuzluğun, iç hesaplaşmanın, bocalamanın ya da tökezlemenin içinde yeşeren umudu resmediyor. Eksiğini, olumsuzunu, kötüsünü görmeye aşina gözlerin tam zıddıyla karşılaşma ihtimallerini nüktedanlıkla sezdiriyor. Gözümüze sokmadan, bağırmadan yapıyor her şeyi. Tıpkı kendiliğinden yağan yağmur gibi. Öylesine, aniden. Bereketli, ferah.
Yağmur
Bugün yağmur yağsaydı, ağaç ot çalı, kentin üstlerine yığdığı toz katmanından arınacaktı. Bugün yağmur yağsaydı, yılların oradan buradan taşıdığı geçmişte kalmış hataların, hamlıkların, yarımlıkların tortusu, arkasında ufak tefek izler, kırışıklıklar bırakarak akıp gidecek, çocukların, yaşlıların bir anlam çıkarmak üzere baksa da bir şey bulamayacakları yüzüm biraz yumuşayacak, yeniden lezzetli olmasa bile yenilir yutulur bir biçim alacaktı. Bunlar, şu şeytan icadı aynaya, akan derelerin durduğunu yine görebilir miyim, incir ağaçlarının kızıl bir akşamda narlara doğru meylettiğine tanıklık edebilir miyim, kızgınlığı geçmemiş ağustos gecesinde yeni sulanmış tarhların yanında bir serinlik hissedebilir miyim diye bakarken aklımdan gelip geçti. Yağmurun çatılara, sokaklara inen şakırtısı, hamlıkların bulunmaz mal gibi piyasaya sürülmesi, övünme ve yüz kızartısı, derenin kıyısında elden kayıp düşen çaydanlığın bulanık sularda kaybolması, nara değen incirin balının akması, eşek arısı, yordu beni.
Oy, yordu beni. Üstelik aynanın sırları yer yer dökülmüştü, bir yansıtmazlık havaları edinmişti, bunca yıl içini dışını gösterdim de kadrim bilindi mi küskünlüğü içindeydi. Üstelemedim. Mutfağa geçtim, buzdolabına baktım, yiyecek bir şey bulamadım, aydınlığa bakan mutfak penceresindeki yarım tül perde yıkanmak istiyordu. Filiz de Hareket’in ardından benden umudunu kesmiş, ham hayal günlerimin deli dolu eylemlerine, savrulmalarına, alt üst oluşlarına karşı çıktığım günden bu yana süregelen tartışmalardan bıkmış, hidayete erdiğimi öne sürüp evden gitmişti. Şimdi aşağı çarşıya insem, çorbacının kulağı az duyan garsonundan bol unlu mercimek çorbası istesem, bol ekmekle yesem, doysam. Kurşuni gökyüzü akşam alacası ile buluşup, daha muhkem bir karanlığa evrilse, sefil ve rüzgârlı havada parkta, orada burada vakit geçirsem, birtakım berduşlarla, polislerle, bahtsızlarla karşılaşınca adımlarımı hızlandırsam, bir apartmanın üst katından gelen çığlıkla Boğaz’dan geçen şilebin çığlığı eşleşse. Ürpersem. Çarşıya inmek ağır geldi.
Çorba ve sonrası ağır geldi, tekrar kanepeye uzandım. Kendime bir şöyle anlı şanlı, tutumumu haklı çıkaracak herkesin ha bak adam doğru yoldaymış diyeceği bir kılıf bulmam lazım ama artık böylesi pek kolay bulunmuyor. Gerçi insanların sürekli ve şiddet kullanılarak derinlikleri dolduruldu, en karmaşığından en mutediline muhtelif kılıflar içinde tutulmayı doğal karşılar oldular. Benimsediler. O yüzden kendime kılıf bulmaktan ziyade, bana biçilen kılıflardan şöyle az şekerlisini, bol sütlüsünü, içselleştirmeye karar verdim. Kitaplıkta ne aradığımı bilmeden rafları karıştırdım. Sözlüklere baktım. Rus asıllı Civan Ağa, sazende ve hanendeleriyle meşke dalmıştı.
Son toplantılardan birinde Adorno’nun, Troçki’nin isimleri havalarda uçuşurken aklımdan geçiyordu bu meşk hali nedense, uzaktan Nikoğas ve Garabet ağaların yaptığı neo-barok Büyük Mecidiye Camii’nin minareleri görünen pencereye bakıyorken, dalıp gitmişken. Beni hırpalamışlardı. Toplantı bittikten sonra,eve dönerken Filiz karanlık yolda sanki gizli gizli ağlamıştı, elimi tutsaydı, kesin bilirdim ama tutmamıştı. Benim hırpalanışımı uçurumun kıyısında bir yol bulmaya itilişimi, aşağıdaki güvenli vadiden, eski yoldaşlarımızın arasından izlemişti.
Onların yıkanmış, çitilenmiş, kimsenin pek uğramadığı arka bahçede kurutulmuş ütüye hazır fikirlerine, kopuk düğmesine, yırtığına söküğüne bakmadan bürünmüş, hadi, bunlara bu kadar emek vermiş, buraya kadar getirmek için nice sıratlardan geçmişken, hey heyli çağlarımızı da epey bir geride bırakmışken, her şeye yeniden mi başlayacağız endişesinden, öylece izleyip bakmıştı. Vadi çok derinlerde idi. Oradan, ellerimin titremesi, torna atölyelerindeki diş açılan pirinç boruların kokusu, her zaman güvenle uçup daldığı denizde, kendine göre yine öyle herhangi bir olağan günde uçup dalarken, aniden zifte bulanmanın kötürümlüğü ile kanadını açamayan martı, görülür bilinir ve idrak edilir miydi bilmiyorum. Ben de onları iyi seçemiyordum uçurumun kenarından. Marş sesleri çalınıyordu kulağıma. Kuşku rüzgârı uğulduyordu.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Öykü
- Kitap AdıŞu Yağmur Bir Yağsa
- Sayfa Sayısı144
- Yazar Kâmil Erdem
- ISBN9789755708171
- Boyutlar, Kapak13,5*21 cm, Karton Kapak
- YayıneviSel Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Paramparça ~ Bryan Hurt
Paramparça
Bryan Hurt
“İzlemek yakın alaka göstermektir. Yakın alaka bir sevgi eylemidir. Öyleyse, alışacaksın küçük adam. İzlenmek hayatın bir parçası.” İZLENİYORUZ. Bu ifadenin artık kimseyi şaşırtmaması bile...
- Uzak Bir Ülke ~ Memduh Şevket Esendal
Uzak Bir Ülke
Memduh Şevket Esendal
“Uzak Bir Ülke”de yazarın çekmecesinde kalmış ve ancak 1983’ten sonra kitaplarına alınmış öyküleri okuyacaksınız. Bu tarihsiz öyküler bir araya getirilirken yazım ve anlatım biçimleri...
- Nişanlı Kız ~ Anton Pavloviç Çehov
Nişanlı Kız
Anton Pavloviç Çehov
Çehov’un 1896-1903 arasında yazdığı öykülerden oluşan Nişanlı Kız, Rusya’nın gerek taşra gerekse kent hayatına unutulmaz karakterler ve sahnelerle eğiliyor. Karla gübrenin birbirine karıştığı çamur...