Elma Yayınevi ve Ahmet Şerif İzgören, Şu Hortumlu Dünyada Fil Yalnız Bir Hayvandır kitabının ikincisiyle tekrar okurlarının karşısında. Çıktığı ilk günden itibaren Elma Yayınevinin en sevilen kitabı olma özelliğini kaybetmeyen, çok satanlar listesinden hiç inmeyen efsane kitabın ikincisinde de güzel bir sohbete eşlik edeceksiniz. Hayatla ilgili birçok konuda yazarın fikirlerine, önerilerine ve sizleri gülümsetecek gerçek hikâyelere tanık olacaksınız.
Kendine has çizimleri, tasarımı ve yazarın okuru kucaklayan üslubuyla Şu Hortumlu Dünyada Fil Yalnız Bir Hayvandır 2 sizlerle…
İlkini 2002’de yazmıştım, otuzlu yaşların ortasında.
İkincisini 2020’de yazıyorum ellilerin ortasında.
Üçüncüsü zor, babam ve iki kardeşinden 74 yaşını geçebilen yok.
Zaten ben sağ kalsam, fil zor yaşar onca sene.
Keyifli okumalar.
İÇİNDEKİLER
Önsöz ………………………………………………………………………9
I. Kapı Tutku Üzerine………………………………………………..17
II. Kapı Güven Üzerine……………………………………………..27
III. Kapı Saygı Üzerine……………………………………………….33
IV. Kapı Şükretmek Üzerine ……………………………………….41
V. Kapı Adalet Üzerine……………………………………………..47
VI. Kapı Değer Katmak Üzerine …………………………………55
VII. Kapı Bilgi Üzerine………………………………………………….61
VIII. Kapı Etik Üzerine…………………………………………………..69
IX. Kapı Cesaret Üzerine……………………………………………77
X. Kapı Mutluluk Üzerine…………………………………………..85
XI. Kapı Dostluk Üzerine…………………………………………….93
XII. Kapı Emek Üzerine……………………………………………..101
XIII. Kapı Vatan Üzerine …………………………………………….111
XIV. Kapı Hedef Üzerine …………………………………………….121
XV. Kapı Gençlik Üzerine………………………………………….129
XVI. Kapı Yardımlaşma Üzerine………………………………….135
XVII. Kapı Tüketmek Üzerine……………………………………….143
XVIII. Kapı Karakter Üzerine…………………………………………155
XIX. Kapı Yönetmek Üzerine………………………………………161
XX. Kapı İyiyi Görmek Üzerine ………………………………….169
Sonsöz………………………………………………………………………..175
Dipnotlar ……………………………………………………………………186
ÖNSÖZ
İlkini 2002’de yazmıştım, otuzlu yaşların ortasında. İkincisini 2020’de yazıyorum ellilerin ortasında. Üçüncüsü zor, babam ve iki kardeşinden 74 yaşını geçebilen yok. Zaten ben sağ kalsam, fil zor yaşar onca sene. Yani başlarken diyorum ki elinizdeki kitabın kıymetini bilin. Hani bizimkisi plajda fısıldamış ya yazın sıcağında Ramazan’da denize girip, gazozunu içen Almanın kulağına, “Kardeşim dininizin kıymetini bilin”, durum bu. Üçüncü kitap zor. Şimdi diyorsunuz ki “Niye yazmadın bunca sene”, sizden ötürü… Öyle bir anlam yüklediniz ki kitaba, bana öyle şeyler anlattınız, yazdınız ki. Bir daha böylesini yazabilir miyim, diye düşündüm hep. Mahcup olmak var ucunda.
“Benim hayatımı şöyle değiştirdi, hayatımla ilgili şu kararı almama neden oldu” diye yazan, anlatan birçok insan oldu. “Benimle diyalog kurmayan ergen kızım kitabınızı okuduktan sonra, her akşam eve geldiğimde bana sarılıyor, benimle sohbet ediyor. Allah senden razı olsun, gözlerimde yaşlarla yazıyorum” diyen babanın mektubu sorumluluk yüklüyor. Arabuluculuk sınavını kazanmış bir kitaptan bahsediyorum. Niğde’den yazan, “Yavrum ben asgari ücretli işçiyim, oğlan bana benim dört maaşım değerinde cep telefonu alacaksınız diye tutturduydu, arkadaşlarının hepsinde varmış. Ben de artık ‘mahcup olmasın arkadaşlarına’ diye biriktirdim parayı bir yılda, tam alacaktım, senin filli kitabı okumuş, geldi ‘Baba ben vazgeçtim telefondan bu kitap sayesinde’ dedi. Kitabın faydalı haberin olsun, Allah da senden razı olsun, bir yıllık tasarrufumu kurtardın” yazmış yaşlı işçi; kitap tasarruf sağlıyor. “Kitabını okudum, artık arkadaşlarımı cimciklemiyorum, çelme takmıyorum” yazan ilköğretim öğrencisi oldu, kitabın cimcik engelleme özelliği var. Bugün Samet Instagram’dan “Kitap gerçekten büyülü, her yaşam enerjim kaybolduğunda, üç ayda bir okuyorum beni hayata bağlıyor” yazmış, şarj istasyonu işlevi var.
Çok sorumluluk yüklediniz bana.
Kitap fuarlarında gelip kocaman sarıldınız.
Fuarlardaki güvenlik görevlileri gelip, “Sizin okurlarınız çok farklı, sırada birbirlerine yer veriyorlar, çok saygılılar” diyorlar. Alışığım ben bunu duymaya. Hatta “Hocam iki sene önce, hamileyim kızım karnımda kitap kuyruğunda bekliyorduk eşimle, herkesle tokalaşırken beni fark ettiniz, izin alarak kuyruğun başına getirdiniz. Bir sonraki kitap fuarında bebek arabasını gördünüz kalkıp gelip bizi öne aldınız. Kızım şimdi yürüyor bu kitap fuarına elinizi öpmeye getireceğiz” yazan okurum var. Ailenizin yazarı oldum adım adım.
Birbirimizi bulduk.
Bu kitap için yirmi yıla yakın biriktirdim.
İlk kitaba hem benzemeli hem benzememeliydi.
İçinde internette dolaşan öyküler de olmamalıydı. “İlk kitaptaki bazı hikâyeler var ama nette” derseniz ben yazdığımda yoktu emin olun. En çok dikkat ettiğim şey basmakalıp çok duyulmuşları yazmamak oluyor.
Kısa, öz, net yazmayı hedefliyorum, vaktinizi almamak için. Dersi size bırakmayı çok tercih ediyorum, hiç ders vermiyorum. İngilizce kelimeler atmıyorum araya, bu ülkeyi sevdiğim için. Kendimi övmemeye dikkat ediyorum, bir anımı sizinle paylaşırken, fırsat varsa kendimi hemen gömüyorum, iyi okurlarım bilir. İyi bir yazar mıyım bilme şansım yok ama iyi bir insan olma çabam var. Sonuç ne derseniz; bir gün sosyal medyadan bir mesaj aldım, “Biz annemle Barış Manço’yu çok severiz. Vefat ettiği için çok üzülürüz, tüm ülkenin her kesimin sevdiği bir insandı. Annemle konuştuk, Barış Ağabey öldü yerini dolduracak kimse olmadı. Sonra konuşurken bulduk ki siz Türkiye’nin Barış Manço’susunuz”. Devamında yazdığı güzel şeyleri yazamayacağım, öte yandan güzelliğe bakar mısınız? Benim gibi sıradan biri için; sanatçı değilsin, televizyonlara neredeyse on beş-yirmi yıldır hiç çıkmıyorum. Hiçbir dergi, gazete röportajım yok. Sadece kitaplar yazıyorum; arada seminerler, gücüm yettiğince. Anadolu’nun bir apartmanın balkonunda bir anne kız, ellerinde ince belli çay bardağı beni Türkiye’nin Barış Manço’su seçiyorlar. Bir de Münir Özkul ya da Adile Naşit seçilsem gerçekten çok sevinirim.
GQ Türkiye’ye kapak olacağıma, o balkona saksı olayım. Allah sizden razı olsun. Barış Manço’nun tırnağı olamam, öte yandan bunu duymak var ya, cansınız. Berberim söylediydi bir dayı gelmiş, esmer, kavruk, saçlar hafif seyrek. Ama yollar gidişime, kızlar duruşuma hasta durumu var. “Nasıl kesiyim amca?” “Behlül saçı yap!” (Aşk-ı Memnu seyrediyor belli, Kıvanç Tatlıtuğ rolünden bahsediyoruz) Berber, “Ağabey saç kesiyorum, estetik operasyon yapmıyorum!” Bu yirmi yıl biriktirmeye, öğrenmeye çalıştım. Zamanı geldi, size bir büyülü kitap daha sunmaya çalışacağım. Bir balkonda, hiç tanımadığım bir baba oğulun arasını bulsam yeter. Umutları körelmeye başlamış pırıltılı bir lise öğrencisini hayata bağlasam yeter. Bir babayı daha masraftan kurtarsam yeter. Bir vatandaşıma “Bu ülke için bir şey yapmalıyım” diye düşündürsem yeter. “Aferin bu kitap da olmuş, değmiş yazdığına” derseniz, zaten bal o zaman. Çok fazla “Ne olur yaşlanma, ne olur ölme” mesajı alıyorum, ona vampir diyoruz kardeşim. Hepimiz gidiciyiz. Bütün konu doktorun şaplağıyla, imamın pamuğu arasındaki o kısa süreyi doğru dürüst ve hakkını vererek geçirebilmek.
Başlayalım mı? Başladık zaten çaktırmadan, farkında değilsiniz. Ahşap masamın üstünde, rahmetli babamın kitaplarını yazdığı Remington daktilosu “Üçüncü zor oğlum zaten yazmayı pek sevmiyorsun küçüklüğünden beri” diye gülümsüyor bana. Gecenin 03.30’u, evde herkes uyuyor. Benim yüzümde küçük bir okurumun yazdığı mektubun gülümsemesi, başlıyorum. “Şerif Amca sen benim gördüğüm en mütevazı yazarsın, “Kara Oklar Çetesi”ni okuyup oradaki adrese e-posta attığımda nasılsa cevap gelmez demiştim ama hemen cevap yazdın. Ben Jules Verne’e yazsam o bana cevap kesinlikle yazmaz.” Diyemedim Oğuzhan’a adamcağız neredeyse yüz yıl önce öldü diye. “Haklısın Fransız değil mi, hepsi birbirinin aynı” yazdım. Güldünüz, bu iyi. Ben başlıyorum artık, sizi bekleyemeyeceğim, uzattıkça uzattınız. Hadi çevirin sayfayı, bir de cep telefonunuzu kapatın birazcık olur mu? Cansınız. Ben de en mütevazı yazarım…
Şerif Manço
***
“Afife Jale, tiyatro sahnesine çıkan ilk Müslüman Türk kadınıdır. 1918 yılında Darülbedayi (Şehir Tiyatroları) sınavını kazandı. Müslüman kadınların sahneye çıkmasının hoş karşılanmadığı bu dönemde Şehir Tiyatrosuna kabul edilen 5 kızdan biri oldu. Diğer kızlar, sahneye çıkamayacaklarını düşündükleri için provalara bile katılmadılar ama Afife, bir yıl boyunca düzenli olarak bütün provalara devam etti. 1920 yılında sahneye konulan, Hüseyin Suat’ın ‘Yamalar’ adlı oyununda, Paris’e dönen aktris Eliza Binemeciyan’ın yerine sahneye çıktı, Kadıköy’deki Apollon Tiyatrosuna gelen polis, Müslüman bir kadının sahneye çıkarılmaması için tiyatro yöneticilerine uyarıda bulundu. Ancak o, bir hafta sonra ‘Tatlı Sır’ adlı oyunda yeniden sahneye çıktı. Bunun üzerine polis Afife’yi tutuklamak istedi, kaçtı. Bir süre sonra rol aldığı ‘Odalık’ oyunu sırasında polis gene tiyatroyu bastı. Afife bu kez de makine dairesinden kaçırıldı. Sokakta yakalanarak karakola alındı. Tüm bunlar yaşanırken ailesi de onu dışladı.
27 Şubat 1921 günü İçişleri Bakanlığı, Darülbedayi’ye bir bildiri gönderdi. Müslüman Türk kadınlarının sahneye kesinlikle çıkamayacakları bildiriliyordu. 1921’in 8 Martında Şehir Tiyatrolarındaki görevine son verildi.
Tiyatro onun için bir tutkuydu; yıllar sonra yazar Refik Ahmet Sevengil’e sahneye çıktığı ilk gece için ‘Yaşamımda mutlu olduğum ilk gece’ demişti. Bu tutkusundan ayrı kalan Afife Jale, bir süre sonra şiddetli baş ağrıları çekmeye başladı. Sağlığı iyice bozulmuştu, ilaçlar onda bağımlılık yapmış, tiyatrosuz kalmaksa hayatında doldurulamaz bir boşluk yaratmıştı.
Hafız Burhan konserinde tanıştığı tambur sanatçısı Selâhattin Pınar’la 1929 yılında evlendi. Ancak, Atatürk sayesinde 1923’ten sonra Türk kadını için serbest bırakılan oyunculuğa dönemeyecek kadar hastaydı. Yazar Hüseyin Suat’ın, alnından öperek ilk kez çıkacağı sahneye uğurlarken “Bizim sahnemize bir fedai gerekti. Sen işte o fedaisin” dediği Afife Jale, henüz 39 yaşındayken öldü.*
Sevdiğin işi yaparak para kazanırsan aldığın her maaş bir
ikramiyedir. Kendinize hayatınızın ikramiyesini verin.
Tutkunuzun peşine düşün, neyi sevdiğinizi keşfedin ve onu yapın.
Oprah Winfrey
I. Kapı
TUTKU ÜZERİNE
Fatih Akın’ın bir belgeseli; Amerikalı bir kadın Konya’ya gelmiş, Mevlâna’yı okuyunca Mevlevi olmuş. Filmi seyrediyorum, döndü, döndü, döndü. Semâ’yı bitirince sordular Müslüman Amerikalıya “Dönmek zor mu?” Gülümsedi ve cevap verdi kadın; “Durmak zor!”
Bütün sorunun cevabı burada, tutkuyla yapacağınız işi bulmadığınızda hem işinize lanet okursunuz hem de sizden hizmet almaya gelen insanlara. Ülkede çok az insan tutkuyla yaptığı bir işte çalışıyor. Kalabalığın içinde tutkuyla işini yapan bir insan oldu mu zaten çok uzaktan görürsünüz, ışıldar o. Van Gogh “Sıkıntıdan ölmektense tutkularımdan ölmeyi tercih ederim” demiş, biliyorsunuz eski kulağı kesiklerden kendisi.
Öyle bir ülkedeyiz ki işini tutku ve mutlulukla yapana deli gözüyle bakar olduk. Gallup bir araştırma yaptı Türkiye’de, işinde mutlu olanların oranı % 15. Hah işte tam bahsettiğim insanlar bunlar. Öyle öğretmeniniz varsa onu her Öğretmenler Gününde ararsınız. Onun mesleğini aşkla yapma tutkusu ilhama dönüşmüştür. İlham veren insanlar unutulmazlar. Sistine Şapelin yapımında, 1500’lü yılların başları, tavan resimleri için bir ressamla anlaşır Vatikan. Devasa merdivenlerle yirmi metre yukarı çıkar ressam ve çizmeye başlar, aradan uzun süre geçer, ressam hâlâ bir meleğin ayak parmağını boyamakla meşguldür. Görevliler “Niye bu kadar uğraşıyorsun? O kadar aşağıdan kimsenin ayak parmaklarındaki ayrıntıyı, görmesine imkân yok” dediklerinde, ressam “Ben görüyorum ya yeter” der. Bugün Sistine Şapel tavan resimleri için insanlar saatlerce kuyruk bekliyor. Ressamın adı Michelangelo. Tutkuyla yaptığınız iş yüzyıllar sonrasına taşır isminizi. Zamanında Kabataş Lisesinde okuyan arkadaşım Barış’ın babasını, öğretmeni veli görüşmesine çağırmış ve ona “Bu çocuk bu kadar çok konuşursa hiçbir işte dikiş tutturamaz” demiş. Barış şimdi çok iyi bir konuşmacı, dünyanın birçok ülkesinde seminerler veriyor, evini konuşarak geçindiriyor Barış Kılıçarslan. Aslında yazarak da geçindiriyor; şahane bir kitabı var, Satışın Şifreleri, aslında hayatın şifreleri olmalıydı kitap, satış dışındakilerin de işine yarayacak çok iyi bir çalışma. Bir keresinde uçakta yanındaki kadın soruyor Barış’a, “Oğlum sen ne iş yapıyon?”
“Konuşmacıyım teyze,” “Ee konuş bakalım!” diyor ablam… Her daim kapak hazır bizde. Bir gün yanımdaki teyze, “Oğlum ben çok korkuyorum, ilk defa biniyorum, düşer mi ki bu” falan diye girdi mevzuya. Ben de klasik “Teyze ben bin defa bindim bir şey olmadı, rahat ol” diye anlattım. Uçak kalktıktan sonra teyze baktı pek ölmüyoruz, bir rahatladı, Allahh bir espriler, bir fıkralar, üçüncü dakikada “Sen ne maaş alıyon bakem”ler falan. İnerken biraz rüzgâr, pilot gerçekten sert indi böyle gümph diye, bayağı sarsıldık. Demin “Uçak düşer mi ki” diyen teyze, teker sağlam basınca döndü bana “Böyle ben de indiririm” dedi. Duygu, artı özgüven, artı öğrenme becerisi diyoruz buna. Yanında ben değil Ali Sabancı otursa ona “Ben de açıverem senin işyerinin yanına bir uçak şirketi” diyecek, o denli hızlı öğreniyor. Bir de kendi kullanacağı için uçuş da ucuza gelir, sabah gelirken poğaçayı da kendin yaparsın, sıfır maliyet. Hattat Sami Efendi (1837-1912) odun kesmesi için evine bir oduncu çağırır, kendisi çalışma odasında yazı yazarken oduncu gelir, ünlü hattat şaşırır; yaşlı, çelimsiz bir amca. Bir şey diyemez, içinden “İki günde zor bitirir bu odunları kesip istiflemeyi” diye düşünür. İki saat sonra oduncu gelir, “İş tamam” der. Sami Efendi pencereden bakınca tüm odunların kesilip yerine yerleştirilmiş olduğunu görür. Hayretler içinde “Amca ben seni görünce açıkçası içimden ‘iki günde kesip bitiremez’ diye düşündüm.”
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Kişisel Gelişim
- Kitap AdıŞu Hortumlu Dünyada Fil Yalnız Bir Hayvandır 2
- Sayfa Sayısı192
- YazarAhmet Şerif İzgören
- ISBN9786257112055
- Boyutlar, Kapak14x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviElma Yayınevi / 2020